Yeni Üyelik
9.
Bölüm

7. Bölüm | Yalnızlığın Hapishanesi

@okur.yazarkelebek

Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfennn

 

7. Bölüm: Yalnızlığın Hapishanesi

Domain ve Mil, sabaha karşı uyuyakaldığında Toprak Varisi’ni uyandıran gürültülü ayak sesleri oldu.

Domain, gözlerini yarım yamalak araladı. Mil hala uyuyordu, uykusu hep derin olurdu zaten. Onu uyandırmaktan çekinerek yavaşça yataktan kalktı. Gürültünün sebebini bulabilmek için odasından çıktı.

İnsanlar tek bir yere akın ediyordu. Tek bir odaya. Kimileri, her ne görüyorlarsa, şaşkınlıkla ağızlarını açıp kapatıyor; kimileriyse aralarında fısıldaşıyordu.

“Ceset taze görünüyor,” dediğini duydu birinin. “Bu cinayet değil, resmen vahşet!”

Demek biri öldürülmüştü. Tüyleri diken diken oldu. Önce Edeline, sonra Blaze’in zehirlenmesi, şimdi de bu. Katil her kimse boş durmuyordu.

Aklındaki asıl soru ise ölenin kim olduğuydu. Tanıdığı biri olmamasını ümit ediyordu.

Onu gören kalabalık ikiye ayrıldı. Ona… acıyan gözlerle mi bakıyorlardı?

Yutkundu. Tanıdığı biri miydi yoksa? Mil’in ölmediğinden emindi, onun yanından geliyordu. O halde kimdi?

Kanlar içerisindeki cesedi görünce öyle afallamıştı ki tepki dahi veremedi.

O annesi değildi, öyle değil mi? Yöntemlerini desteklemediği, yine de ona zarar vermekten hep kaçındığı annesi?

Hançerlerle duvara sabitlenmiş, bileklerinden kanlar akan onun annesi olamazdı.

Titrek adımlarla yanına yaklaştı. Alnındaki kâğıt parçasını fark etmesiyle kaşları çatıldı.

Notu açtı. Sanki onu annesinin ölü bedeninden almamış gibi, doğal bir rahatlıkla notu açtı. Annesinin kaybını kabullenmeyi reddetti.

Mortem’in Celladı’nın size selamı var.
Bu saray içerisinde hedeflerim mevcut. En nihayetinde hangi suikastçı pek çok soylunun bir arada bulunduğu ortamı kaçırır ki?
Yoluma çıkmaya çalışan, beni durdurmaya çalışan sonuçlarıyla yüzleşir.
Eğer “iyi” bir insansanız, korkmanıza gerek yok.
Günahkarları avlamaya geliyorum.
-MC

Bu kadardı. 6 cümle ve bir imza.

Mortem’in Celladı.

İsmi biliyordu, kim bilmezdi ki? Onun takıldığı nokta orası değildi.

Günahkarları avlamaya geliyorum.

Yoluma çıkmaya çalışan, beni durdurmaya çalışan sonuçlarıyla yüzleşir.

Annesi hangi taraftaydı? Günahkâr mıydı? Yoksa suikastçıyı mı durdurmaya çalışmıştı?

Annesinin krallıkta halkın fakir kesimine ne kadar haksızlıklar yaptığını biliyordu. Fakat günahkâr? Bildiği kadarıyla annesinin öyle bir yanı yoktu.

Anahtar kelime. Bildiği kadarıyla…

Mortem’in Celladı’nı mı engellemeye çalışmıştı? Annesinin o kadar cesur biri olduğunu düşünmüyordu.

Nefesleri sıklaşmaya başladı. Annesi, her ne sebepten olursa olsun ölmüştü. Ölmüştü, ölmüştü, ölmüştü…

Cümleye adapte olmaya çalıştı. Annem öldü, öldürüldü. Er ya da geç buna alışmak zorunda kalacaktı.

Annesinin ölümüne alışmak…

Aklına o an gelen düşünceyle duraksadı. Yoluma çıkmaya çalışan, beni durdurmaya çalışan sonuçlarıyla yüzleşir.

Beni durdurmaya çalışan.

Biliyor muydu? Mil ile katili bulmak istediklerini?

Annesi onun yüzünden mi ölmüştü?

Mortem’in Cellad’ının amacı bu değildi, Regina’yı bir günahkâr olarak görmüştü. Tabii, Domain bunu henüz bilmiyordu…

Cesede tekrar baktığında boğazından safra yükseldi.

Yerin ayaklarının altından kaydığını ancak düşmesini engellemek için birileri onu koltuk altlarından tutunca fark etti. Gözleri kapanıyordu, uzuvlarını hareket ettiremiyordu.

Karanlık, bilincini almaya çalışınca direnmedi. Kısa süreliğine de olsa boşluk hissinin rahat kollarına kendini bıraktı.

*

Flame, abisinin yatağının yanındaki sandalyede oturuyordu. Blaze’in hayati tehlikesi kalmamıştı fakat babaları biraz daha orada kalmasını istiyordu. Emin olmak için.

Blaze ona karşı daha… insancıl davranıyordu. Mortem’in diyarına git gel yapmak abisini medeni ayarlara sokmuş olmalıydı. En azından birkaç günlüğüne onunla vakit geçirebilecek olmaktan mutluydu. Blaze henüz hayatını kurtaranın Flame olduğunu bilmiyordu. Flame de söylemekten kaçınmıştı. Hem abisinin gururunu ezmemek için hem de Blaze’in vereceği tepkiden çekindiği için. Biraz daha müsait bir zamanda söyleyecekti bunu.

“Dün gece Toprak Kraliçesi öldürülmüş,” dedi son haberleri bildirerek. “Katil, Mortem’in Celladı’ymış. Cesedin üzerine not bırakmış. Edeline’ı öldürenin de o olduğu düşünülüyor.”

Blaze’in tüyleri ürperdi. “Bu korkunç. Sence…”

“Bence, seni zehirleyen de o,” diyerek sözünü kesti. “Parçalar birbirine uyuyor. Zehir öldürücü değildi.” Omzunu silkti. “Muhtemelen dikkat dağıtmak içindi.”

“Öldürücü değil miydi?” dedi Blaze, kendini işaret ederek. “Yaşayan cesede döndüm resmen!”

Flame kıkırdadı. “Hala o kadar da kötü sayılmazsın.” Arkasındaki yatağı işaret etti. “O senden daha kötü görünüyor.”

Toprak Varisi kısa süre önce getirilmişti revire. Bilinçsizdi, şifacılar panikten dolayı bayıldığını söyleyip ona biraz vakit verebilmek için müdahale etmemişlerdi. Geldiğinden beri de kıpırtısızdı, düzenli inip kalkan göğsü olmasa nefes aldığından şüphelenebilirlerdi.

“Zavallı kız,” diye mırıldandı Blaze. “Ve Brook. İki kızın da annesi öldü. Acaba bizim annemiz de…”

“O cümleyi bitirmeyi aklından bile geçirme,” dedi Flame tekrar sözünü keserek. Asla anlaşamadığı babasının aksine annesiyle yakındı, ölmesine izin vermezdi. Öteki türlü kendini asla affetmezdi.

“Tamam,” dedi Blaze ellerini teslim olur gibi havaya kaldırarak. “Ama en nihayetinde artık katilin kim olduğunu biliyoruz, kendi sarayımıza dönemez miyiz?”

“Su Varis’i hala kayıp. Muhafızların sayısı arttırılır. Ama eminim ki hala buradayız.”

Blaze bıkkınca nefesini verdi. “Carmine’ı göremiyorum. En büyük endişem bu. O normal ejderhalar gibi değil-”

“Nasıl bir ejderha olduğunu biliyorum.” 3. kez sözünü kesiyordu. Normalde abisi yüzünden anlaşamazlardı, şimdiyse onun yüzünden. Gergindi ve bunu istemsizce ona da yansıtıyordu.

Ve Blaze de çok sabırlı biri sayılmazdı. “Buraya beni ziyarete ya da konuşmaya falan geldiysen gidebilirsin. Zaten gelme amacını da gerçekleştirmiyorsun.” Eliyle kapıyı işaret etti. Resmen kovuyordu kardeşini.

Flame sesini çıkarmadı, tıpkı abisinin istediği gibi kalkıp gitti.

Blaze’in odasının önünden geçerken duyduğu konuşma sesleriyle adımları yavaşladı. Seslerden birinin sahibini tanıyordu, babasıydı bu. Ateş Kralı. Peki diğeri kimdi?

“Edeline’ı öldürenin Mortem’in Celladı olduğunu neden söylemedin?” Babasıydı konuşan.

“Vakit mi oldu? Önce oğlun, sonra Toprak Kraliçesi.” Ses çok tanıdık geliyordu fakat Flame kim olduğunu çıkaramıyordu. Dikkatini çeken bir diğer şey ise resmi konuşmamalarıydı.

“Oğlun demişken,” Gene gizemli adam konuşuyordu. “Blaze’i kızım için göndermeyi bırakır mısın? Bunları aştığını düşünüyordum.”

Kızım?

Brook’tan mı bahsediyordu? Potansiyel olabilecek bir o vardı. Blaze’in Brook için o dans teklifini ettiğini biliyordu. Demek bu babasının planıydı.

Ayrıca çıkarımı doğruysa konuşan diğer kişi Su Kralı Dylan’dı.

“Aştım. Sadece şansımı denemek istedim.”

Neyi aşmak?

“Anlamayacağımı mı düşündün?” Sesinden gülümsediğini anladı. “Kızım Blaze’e haddini bildirdi bence.”

“Anlayacağını tabii ki biliyordum. Hem amellerimden vazgeçmiş gibi görünmek dikkat çekmez miydi?”

“Haklısın. Blaze demişken, sence onu kim zehirledi?”

Babasının senelerdir Su Krallığı üzerinde amaçları olduğunu biliyordu. Bunlardan vaz mı geçmişti? Neden?

“Aura olduğunu düşünmüyorum. Theo’yu öldürdüğünden beri sesi soluğu çıkmıyor. Kim bilir, belki bir anda ortadan kaybolan Su Lordu onunla ilgilidir ama bu kadar ileriye gideceğini düşünmüyorum. Bir çıkarı yok.”

Aura ve Theo kimdi? Hangi Su Lordu kayıptı? Flame’in bildiği kadarıyla Su Krallığı’nda birden fazla lord vardı.

“Mortem’in Celladı konusunda ne yapacaksın?” dedi Scrum. “Sonuçta senin sarayın, yerle bir olan senin itibarın olacak.”

“Bunu göze almaya hazırım. Ayrıca suikastçının bir sonraki hedefi karın olsa işine gelmez miydi?” Karın. Annesi. Flame’in çenesi öfkeyle kasıldı.

Daha iyi duyabilmek için kapıya yaklaştı.

“Kesinlikle. Hem üzerini kapamak çok daha kolay olacak. Ölmesini istemediğimiz tek kraliçe, bizim tarafımızda olan tek kraliçe, Regina’ydı. Mortem’in Celladı da gitti onu hedef aldı.”

Nefesi ciğerlerinde takıldı. Babası annesinin ölmesini istiyordu. Eğer Mortem’in Celladı öldürmezse o bir şekilde öldürecekti.

“En azından sen şanslısın,” diye devam etti babası. “Senin eşin aradan çıktı.”

Dylan, eşinin ölmesini mi istiyordu?

“Çok zordu.” Sesi keyifli geliyordu. “Brook’un yanında numara yapmak imkansıza yakındı. Zevkten dört köşe olduğumu gizlemek için bütün mimiklerimi kullanmam gerekti.”

“Bir gün bunu öğrendiğinde senden nefret edecek.”

Dylan iç geçirdi. “O günü olabildiğince geciktirmeyi ümit ediyorum. Edeline tahta geçmek için kullandığım bir piyondu. Ama Brook’u önemsiyorum. Bunu ona en iyi şekilde açıklamam gerekecek.”

Evet, gerçekten eşinin ölmesini istemişti.

“Çocuklar iğrenç,” dedi Scrum, tiksintiyle. “Blaze’in doğma sebebini biliyorsun. Flame… Glisten sadece bana meydan okuyor. En azından kız olmasaydı…”

Kelimeler, kalbini akkor gibi yakıp geçiyordu.

Babası onu istemiyordu.

Babası onu istemiyordu.

Babası onu istemiyordu.

Bunu biliyordu. Senelerdir babası Flame’e bunu beden diliyle pek çok kez ifade etmişti ama ağzından duymak…

Ayrıca nefret edilme sebebinin başlıcası kız olmasıydı.

Başını iki yana salladı. Sonra, sonra bunu sonra düşünecekti. Şu an odak noktası gizlice dinlediği konuşma olmalıydı.

“Blaze’e gerçeği ne zaman söyleyeceksin?”

Hangi gerçek, diye bile sorgulamadı içinden. Bilmediği ne de çok şey vardı.

“Doğru anda. Henüz hazır değil.”

Olduğu yere yaklaşan adım sesleri duyunca hızla uzaklaştı.

Gözyaşları istemsizce yuvalarından firar ediyordu. Neye ağladığı hakkında en ufak fikri yoktu. Babasının annesini öldürmeyi amaçlaması mı?

Babasının onu sevmiyor olmasının yanı sıra başından beri istemiyor oluşu mu? Yoksa babalarına ne kadar düşkün olduğunu bildiği abisinin kendi hakkında dahi bilmediği şeyler olması mı?

Ne yapacaktı? Ne yapmalıydı?

En mantıklısı Blaze’n yanına gitmek olacaktı. Öğrendikleri kadarıyla ona da anlatmalıydı. Bu konu sadece onu değil, abisini de ilgilendiriyordu.

Revirden içeri girdiğinde Domain’in uyanık olduğunu görerek hayal kırıklığına uğradı. Yanında muhafızı da vardı, Blaze’le yalnız konuşma fikri suya düşmüştü.

Blaze ona dönünce başta kaşları sertçe çatıldı. “Sana gitmeni söylemiştim.” Kızarmış gözlerini fark edince bakışları yumuşar gibi oldu. Ama hayır, Flame bunu hayal etmiş olmalıydı. “Ağladın mı sen?” Neden soruyordu bunu? Sanki onu önemsiyordu. Abisi de babası gibi miydi? Tüm bu nefretinin sebebi onu istemiyor olması mıydı?

Ama o abisinin hayatını kurtarmıştı…

Bunu bilmiyor, dedi içinden. Yine de acıtıyordu işte. Kalbine söz geçiremiyordu ki.

Refleksle gözlerini sildi. “Konuşmamız gerek.” Ardından Toprak Varisi’ne baktı. “Hala bilinçsiz mi?”

Blaze gözlerini devirerek, “Gördüğün üzere,” diye karşılık verdi. “Sorun ne?”

Blaze, kendisinde tam olarak neyin farklı olduğundan emin değildi. Anca kardeşinin ağladığını görünce içinde bir şeylerin kıpırdamıştı.

Aralarındaki kan bağından mıydı bu?

Ateş Varisi, henüz bilmiyor olsa da kız kardeşini sandığından daha çok değer veriyordu. Bunu anlaması içinse biraz daha vakit gerekecekti.

Flame yanıt vermeden önce birkaç saniye sessiz kalıp sözcükleri toparlamaya çalıştı.

Blaze, şimdilik ona yabancı olan bu kıpırtıdan dolayı, “Ne var?” diye terslendi.

“Konuşmamız gerek.”

“Farkındayım,” dedi çemkirerek. “Konuş hadi.”

Beni seviyor musun? diye soramadı.

Sen de babam gibi beni başından beri istemiyor muydun? diye soramadı.

Ben size ne kötülük yaptım? diye soramadı.

Güçlü kalacaktı. Hem bedenen, hem de ruhen. Bu yüzden söylemek istediği her şeyi yuttu. Onun yerine anlattı. Tanıklık ettiği konuşmayı.

Eksiksiz, tek bir nokta bile atlamadan. Babasının kendisini istemediği kısma geldiğinde sesini özenle duygusuz tutmuştu.

Blaze, başta sessiz kaldı. Sonra, bir anda, kahkahayı patlattı.

“Neden uydurdun şimdi bunu?” dedi kahkahalarının arasından. “Beni mi kıskandın? Aklıma başka bir sebep gelmiyor. Uçuk kaçık hikayeni başkasına anlatsan iki kral hakkında böyle konuştuğun için cezalandırılırsın.”

“Bana inanmıyor musun?” diye sordu Flame çaresizce.

“İnanacağımı mı düşündün gerçekten?”

“Ayrıca,” diye devam etti. “Doğma sebebini bilmem ama babamın seni istemiyor oluşu bariz değil mi zaten? İnandırıcı olsun diye mi kızarmış gözlerle geldin?”

Babamın seni istemiyor oluşu bariz değil mi zaten?

Kelimelerin istendiğinde kırbaca dönüşüp kalbi kamçılayabildiğini yeni öğreniyordu.

Babası seneler boyunca ona yapmadığını bırakmamıştı. Gerek sarayın en ücra köşesindeki zindanlara kapatmış, uzun süre yemek vermemişti.

Bundan dolayı klostrofobisi de vardı zaten. Babası sebep olarak hep “daha çok güçlenmen için” demişti.

Gerek kandan yüzü tanınmayacak hale gelene kadar dövmüş, “bir kavgaya girme ihtimalinde kendini savunabilmen için” demişti.

Bunun manyaklık olduğunu küçük yaşlarda bilmiyordu. Sonradan sonraya fark etmişti. Babasından nefret ettiği süreç o zaman başlamıştı, bu farkındalığın oluştuğu gün. Hislerinin karşılıklı olması da barizdi hep. Babasının da kendisine olan nefretinin farkındaydı.

Fakat içten içe… ümit etmişti? Derinlerde onu sevdiğini? Küçükken olanları tam hatırlamadığı için yanıldığını? Sevgiyi hiçbir zaman görmediği için belki de olması gerekenin bu olduğunu?

Ama yanılmıştı. Babası onu istemiyordu.

Blaze bile farkındaydı.

Kalbinin binlerce parçaya bölündüğünü gizleyebilmek için dişlerini sıktı. “İster inan, ister inanma. Ancak Brook’a da söyleyeceğim. Umarım bir gün haklılığımı anlarsın.”

Blaze, sertçe kolunu kavradı. “Başını belaya sokacaksın. Yapma.”

“Umursuyor musun ki?” Hakiki bir soruydu.

Blaze doğru yanıtı bulmaya çalışmıştı. Sahi, önemsiyor muydu?

Bu gülünç fikri zihninden attı. “Ne olursa olsun kardeşimsin. İtibarım söz konusu.”

Ne olursa olsun.

Flame’in içinden gülmek geldi.

İtibar.

Önemli olan tek şey.

En azından abisi için.

Kolunu kurtarıp kapıya ilerledi. Çıkarken, içinde dolup taşan kendinden nefret hissiyle dayanamayıp Blaze’e döndü. Kendinden nefret ediyordu, evet. Ümit ettiği için.

“Seni yerde yatar halde görünce şifacıyı ben çağırdım. Seni ilk bulan bendim. Şifacı acemiymiş, ilk müdahaleyi yanlış yaptı. Eğer onu durdurup yapılması gerekeni ben yapmış olmasaydım yüksek ihtimalle şu an burada felç halde duracaktın.”

Blaze yüzüne tokat gibi çarpan gerçek yüzünden afalladı.

Onu kardeşi mi kurtarmıştı?

Yine de gardını indirmedi. “O şifacıyı sen çağırmışsın.”

Abisini felç olmaktan kurtardığı için Flame iyi bir insan değildi.

Abisini felç bırakmak üzere olan kadını o çağırdığı için Flame kötü bir insandı.

Acemi olduğunu bilmediği bir şifacı çağırdığı için.

Abisi kurtulsun diye profesyonel çağırmak istediği için.

Her ne yaparsa yapsın, Flame hep suçluydu.

Hep suçluydu ve olan herhangi bir olayda da suçlu ilan edilecek kişi her zaman o olacaktı.

Kendine lanet okudu. Gene yapmıştı. Gene ümit etmişti. İnsanlardan medet ummuştu.

İşin kötü yanı, şimdi o da kendini suçlu görüyordu.

Medet umduğu kişi öz abisi olsa bile suçluydu.

Sevilmek, değer görmek istediği için suçluydu.

Nefes aldığı için suçluydu.

Var olduğu için suçluydu.

Kulakları uğulduyordu. Cevap vermekten kaçınarak revirden çıktı ve abisini yalnızlığa mahkum etti.

Tıpkı kendisinin senelerdir mahkumu olduğu yalnızlık hapishanesi gibi.

Bu sefer farklı olarak, hücrelerini bir araya getirmedi.

Artık abisine sadece parmaklıkların ardından bakacaktı.

-BÖLÜM SONU-


Oy ve yorum yapmayı unutmayın <3

Gelecek bölümler ile ilgili teorileriniz neler?

Loading...
0%