Yeni Üyelik
10.
Bölüm

8. Bölüm | Suikastçının Yemini

@okur.yazarkelebek

Bol bol yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen <3

8. Bölüm: Suikastçının Yemi


Aradan birkaç saat geçmişti. Gece vaktiydi, Domain, üzerine asilerle buluşmaya giderken kullandığı siyah kıyafetlerini giyip Mil’in karşısına dikilmişti.

“Neden hazırlanmadın?”

Mil, ona bakarken gözleri anlayış doluydu. “Domain, kaybın taze, sence de…”

“Hayır,” dedi Domain kesin bir sesle. “Uyuyamam, anlıyor musun? Yoksa kabuslarımla baş başa kalırım. Meşgul olmam gerekiyor.”

“Peki,” diye mırıldandı Mil. “Yorgun olmadığına emin misin?”

“Revirdeyken dinlendim. Ya sen?”

“Muhafızım ben,” dedi sırıtarak. “Az gece nöbeti tutmadım.”

Mil de hazırlandıktan sonra gizlice odadan çıktılar. Koridorlar bomboştu, anormal hiçbir şey yoktu.

“Biz ne arıyorduk bu arada?” diye fısıldadı Mil.

“Bir gariplik.”

“Peki o garipliği nasıl anlayacağız?”

Domain Mil’e ters bir bakış gönderdi. “Her şeyin yanıtı bende yok.”

Arkalarında aniden duydukları sesle irkildiler. “Gariplik, başlığı altında aradığınız benim gibi bir şey olabilir mi?”

Mil, refleksle kılıcını çıkardı. Soğuk metalin keskin ucunu konuşan kızın boğazına yasladı. “Kimsin? Bizi mi dinledin? Bizi mi takip ediyordun?”

Kız sırıttı, sanki şu an ölümle tehdit edilmiyordu. “Önce hangi soruyu yanıtlamamı arzu edersin?”

Mil istifini bozmadı. “Sırayla.”

“İsmim Hazel. Evet, sizi dinledim. Son soru göreceli, sinsi sinsi yürüyen iki karaltı görünce peşine takıldım diyelim.”

“Hangi krallıktansın? Şu an neden buradasın? Neden bizi takip ettin?”

Hazel denen kız, bıkkınca nefesini verdi. “Tek tek sorsan ölür müsün? Belki B12 eksikliğim var?” Mil ona dik dik bakınca, “İyi peki,” dedi. “Ateş Krallığı’ndanım, balo için gelmiştim ve şu an niye hala burada olduğum bence bariz. Gidebilsem giderdim. Sizi takip ettim çünkü gece gece canım sıkıldı.”

“Katilin Mortem’in Celladı olduğunu biliyor musun?” diye sordu Domain buz gibi bir sesle. Hazel başıyla onaylayınca, “Peki şu an çok şüpheli durduğunun farkında mısın?” diye devam etti.

“Bu saatte aylaklık eden tek ben değilim.”

Mil, “Ama sen Ateş Krallığı’ndansın-” diyecek oldu ama Domain sözünü kesti. “Az önce katil olabilecek şüphede durduğumu mu söyledin sen?”

Hazel, teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı. “Sakin ol prenses,” dedi bileğindeki damgaya atıfta bulunarak. “Öyle bir şey demedim. Sadece beni suçlamadan önce gizlice dolaşan tek kişi olmadığımı söyledim.”

“Sen,” dedi Domain tane tane. “Kendi öz annemi öldüren suikastçı potansiyelinde olduğumu mu söyledin?”

Hazel, Mil’e döndü. “Hep bu kadar dramatik midir?”

“Sakın,” diyerek ona döndü Mil. “Onun hakkında tek bir kötü şey söylemeye dahi cüret etme.”

Hazel abartılı bir tavırla gözlerini devirdi. “Dur tahmin edeyim, varis ve muhafız arkadaşlığı mı? Klişe ama takdir ediyorum.”

Mil dişlerini gıcırdatsa da yorum yapmadı. “İyi o zaman,” demeyi tercih etti onun yerine. “İyi akşamlar ya da geceler ya da dolaşmalar sana, artık her neyse.”

“Mortem’in Celladı’nı bulmaya çalışıyorsunuz,” dedi Hazel tam arkalarını döndüklerinde. “Ya annenin ölümünden dolayı intikam istiyorsun ya da başka bir sebebin var.”

Donup kaldılar. Hazel bunu fark edince güldü. “Beni suçlamadan önce sizin nasıl durduğunuza baksaydınız keşke.”

“Annemin ölümü yüzünden,” dedi Domain çabucak. “O suikastçının bir gün daha yaşamasını istemiyorum.”

Hazel ayıplar gibi dilini şaklattı. “Bu fazla hızlı oldu. Yalan söylemeyi beceremiyorsun değil mi?” Ardından, “İşinize burnumu sokmak gibi bir derdim yok,” dedi. “Benim lafıma karşı bir varisinki güçsüz zaten.”

Domain, Mil’e döndü. “Mortem’in Celladı o olabilir. Profile uyuyor. Öyleyse amacımıza ulaşırız, değilse bir kişin olmadığından emin oluruz. Ne kaybederiz ki? Düşmanımızsa yakınımızda tutmak daha mantıklı,” diye fısıldadı Hazel’ın duyamayacağı bir tonda.

Mil kısa bir an düşündükten sonra başıyla onayladı. Sonra Hazel’a, “Aramıza katılabilirsin,” dedi kelimeleri ağzında yuvarlayarak. “Yani, madem o kadar canın sıkıldı-”

“Amacınızın farkındayım,” diyerek yanlarına yaklaştı. “Fakat çok da umrumda olduğu söylenemez. Ben varım. Ben de en az sizin kadar evime dönmek istiyorum.”

Koridorlarda devriye gezen bir Su Muhafızı’nın ayak seslerini duyunca, “Dağılalım,” dedi Domain sessizce. “Yarın gene buluşuruz.” Sonuçta, bir ilerleme kaydetmişti. En azından şüpheli listesinde biri vardı.

Şimdiyse kabuslarını kucaklama zamanı gelmişti.

*

Flame, odasında volta atarken zihninde binlerce düşünce tur atıyordu.

Abisi.

Babası.

Annesi.

Su Kralı.

Ve Brook.

En çok da Brook.

Ne olursa olsun onu uyarması gerektiğini biliyordu. Sadece nasıl yapacağından emin olamıyordu. Blaze’in dediği gibi başına iş açabilirdi, Brook ona inanmayabilirdi.

Yine de sessiz kalırsa kendini hiçbir zaman affetmeyeceğini biliyordu.

Bu yüzden uyumaya karar verdi. Uyanacak, sonra Brook’u bulacaktı.

Yatağa girdiğinde zihnine yeni bir düşünce akın etti. Ya o uyurken annesine bir şey olursa?

Paranoya olmuştu. Her halükârda rahat edemeyecekti.

Odasından çıktı, annesinin odasının yerini biliyordu. İçeri girdiğinde annesini uyanık buldu.

“Flame?” dedi Ateş Kraliçesi Glisten. “Neden uyumadın?”

“Uyuyamadım,” diye yanıt verdi. Çok yalan da sayılmazdı, gerçekten de uyuyamamıştı.

“Gel hadi yanıma,” dedi annesi bir kolunu kaldırarak. O da uykulu duruyordu. “Beraber yatalım.”

Annesini ikiletmeden hemen yatağa tırmandı. Gözleri yavaşça kapanırken, “Anne,” diye sordu uyku mahmuru. “Neden ikinci çocuğa sahip olmak istedin?”

Annesinin ses tonundan kaşlarını çattığını anlamıştı. “Nereden çıktı şimdi bu?”

“Bilmem,” dedi omuz silkerek. “Ama neden?” diye diretti sonra da.

Annesi bir süre sessiz kaldı. Flame artık cevap alamayacağına inanmaya başlamışken, “Kız çocuğu istedim,” dedi Glisten. “Blaze’i seviyorum ama kız çocuğu da istedim.”

Yalan söylüyordu. Flame bunu biliyor olsa da sesini çıkarmadı ve kendini yavaşça uykunun rahat kollarına bıraktı.

PART 2 (SU VARİSİ)

“Vay…” dedi Su Varisi Hazel’ı gördüğünde. “Birileri nihayet aramıza teşrif etmiş.”

“İşim çok sıkıcı çünkü,” diye mızmızlandı Hazel. “Hadi ama. Bir grup ergene bakmak istemiyorum ben. Suikastçı rolü çok ilgi çekici fakat niye kandırmanın yanı sıra onları korumak zorundayım? Bebek bakıcılığını mı layık gördünüz bana?”

“Amma huysuzlandın,” dedi Su Varisi gülümseyerek. “Ayrıca ergen diye hitap ettiğin Toprak Varisi ile aranızda sadece 5 yaş fark var.”

“Aman ne az,” diye mırıldandı Hazel. “Ünlü suikastçımız nerede?”

“Benden kaçıyor,” dedi Su Varisi sinirle. “Anlaştığımız zamanda değil, Toprak Kraliçe’sini daha erken öldürdüğü için benden kaçıyor. Yiyeceği azarı biliyor. Ama planın sıradaki aşamasına başlayacağız. En kilit noktasına. Tek bir karar her şeyi değiştirebilecek.” Ardından konuyu değiştirdi. “Sen yerine dönsen iyi olacak, dikkat çekme.”

Hazel yanından ayrılırken, gün içerisinde sık sık tekrarladığı gibi üzerindeki kazağı sıyırıp belindeki damgaya baktı. Bu kadar güçlü olmak iyi hissettiriyordu. Dokunulamaz. Bir nevi öyleydi zaten.

Ve gene gün içersinde sık sık tekrarladığı gibi, Su Lordu’nu düşündü. Şu an özgür olduğunu biliyordu ancak onu ziyaret etmeye bir kere bile gelmemişti. Sonuçta bir lorddu, yokluğu dikkat çekerdi.

Kendisini ziyaret etmesini istiyor muydu?

Bir kitapta okumuştu, kız karakter, bir başka karakter için “Ona zarar vermek istiyorum,” demişti. “Ama sonra kendi açtığım yaraları sarmak istiyorum.”

Tam olarak böyle hissediyordu işte. Kırmak ve onarmak. Her aklına geldiğinde kalbini bir daha parçalayan ihanet, onu Su Lordu’ndan nefret etmeye itiyordu. Lakin beraber göğüs gerdikleri onca şeyden sonra gönlü o lanet adamı öldürmeye izin vermiyordu.

Onunla alakalı bütün düşünceleri zihninden kovdu. İşin sonunda, Su Lordu, beynini bulandırmayı bile hak etmiyordu.

PART 3 (HAVA VARİSİ)

Hava Varisi Aura, bir senenin ardından ilk defa ağlıyordu.

Her yıl, sadece bir gün gözyaşlarına dilediklerini yapma izni veriyordu. Tek bir gün. 18 Eylül.

4 yıl önce bugün öldürmüştü Theo’yu. Abisinin yanı sıra daha çok küçük kardeşi gibi gördüğü, sırdaşı, dostunu. Kendi ellerinde can vermişti.

Kendi büyüsünün altında.

Kontolünü kaybettiği için. O gün ilk kez kontrolünü kaybetmişti, o gün ilk kez delirmişti ve bu tek arkadaşının hayatına mal olmuştu.

Theo’nun akciğerlerindeki hava sökülürken ki bakışlarını unutamıyordu. Asla da unutamayacaktı. Ölüm bile silemeyecekti bunu hafızasından. Sadece bir kez kavga etmişlerdi. Konuyu Su Varisi açmıştı, tartışmaysa Aura ve Theo arasında gerçekleşmişti. Su Varisi de Theo’yu severdi, kontrolünü kaybettiği için Aura’yı suçluyordu.

Aura, konuyu açan o olduğu için Su Varisi’ni suçluyordu.

Fakat konunun açılmasının sebebi Su Lordu’ydu.

Su Varisi sadece onun pisliğini toplamaya çalışmıştı.

Ne kadar başarılı olduğu tartışılırdı.

Eh, her hikâye mutlu sonla bitmezdi. Aura ve Theo’nunki olabilecek en acıklı haliyle bitmişti.

Theo ona son kez bakarken gözlerinde şaşkınlık vardı. Aura’nın bunu yapabileceğine inanmamıştı. Aura’nın büyüsü daha güçlü olduğu için savaşamamıştı.

Aura büyüsünü geri çekmeye çalışmıştı. Gerçekten yapmıştı. Ama büyüsü, ondan da daha güçlüydü.

O gün ağlamıştı.

Ertesi gün ise hiçbir şey olmamışçasına devam etmişti hayatına.

Çünkü bir daha eskisi gibi olamamıştı.

Artık delirmişti.

Akıl sağlığını, o gün Theo’yla beraber bir mezara gömmüş; toprağı da üzerine atmıştı.

“Yapma,” dudaklarından dökülen son kelimelerden biriydi. “Sakinleş.”

Yapamamıştı.

Sakinleşememişti.

Theo, artık onu kucaklamak üzere olan ölümü kabullenince gözlerini kapatmıştı. Bedeni yere yığılana kadar Aura tam olarak ne yapmış olduğunun farkına varamamıştı.

17 yaşında en yakın dostunu öldürmüştü.

“Korkuyorum,” diye fısıldadı mezara. Mezar hemen evinin bahçesindeydi, onun burada gömülü olduğunu yalnızca kendisi biliyordu.

“Deli gibi korkuyorum. Ama en çok da bu korkunun bedenimi ele geçirmesinden korkuyorum.” Her yıl gelirdi, onun haricinde kendisini çok çaresiz hissettiği anlarda soluğu burada alırdı. Theo’yu ziyaret etmek boynunun borcuydu fakat sık sık gelemeyecek kadar utanç içinde hissediyordu.

“Ne yapmam gerekiyor? Bunca senedir peşinde koşturduğum şeyde bile yanlış iz üzerindeymişim. Bir çıkış yolu var mı buradan?” Ölülerden medet umulur muydu? Umulmazdı. Ancak her ziyaretinde onunla yaşayan biriyle konuşur misali sohbet etmeyi alışkanlık haline getirmişti.
“Hayat iğrenç,” diye mırıldandı kemikli elleri toprağın üzerinde gezinirken. “Ve evet, hala yaşamayı sevmiyorum. Ama ölmeyi hak ediyor muyum? Huzura ermeyi?”

Kendi kendine konuştu. “Hayır. Etmiyorum. Ne yaşamı sevmeyi ne de ölmeyi. Tam arada kapana kısılmalıyım.”

“Başından beri Su Lordu’nda buluyordum kabahati,” dedi sonra en çok vermek istediği habere geçerek. “Değilmiş. Bunu da ondan öğrendim, gülünç değil mi? Senin o çok sevdiğin Su Varisi,” ardından hızlıca atladığı eksik bilgiyi verdi, “Ve evet, Su Varisi oldu. Ben de o gün blöf yaptığını düşünmüştüm.” Seni öldürdüğüm gün. “Neyse, bana bu bilgiyi söylememiş bile. O lanet lorddan öğrenince senin bana öğrettiğin bir şeyi nasıl da gözümden kaçırdığımı fark ettim.” Sesini biraz kalınlaştırdı. “Güven, yanıltır. Güven denilen şey sadece yalanların üzerine örtülen bir perdedir.”

Theo küçükken de hep böyle söylerdi, Aura da alaya alarak hep taklidini yapardı.

“Haklı olduğunu şimdi anladım. Oradan kızıyor musun şu an bana?” Mortem’in Diyarından. “Daha çok yanına gelmediğim için kızgın mısın?” Her ziyaretinde, gitmek üzereyken tekrarlığı ama asla yanıt alamadığı sorulardı bunlar. “Gelmeye yüzüm yok ki. Beni affettin mi? Beni mi suçluyorsun?” Son iki soruya hiçbir zaman cevap almak istemiyordu. Cevaptan korkuyordu.

“Hala ismim Soğuk Yıldırım burada.” Hayatta olduğunu bilen birkaç kişinin ona taktığı lakaptı bu. Yaydığı enerjiden, zorunda kalmadığında kimseyle konuşmamasından soğuk, en çok öldürme şeklinden yıldırım. Soğuk, buz işkencesinden de geliyor olabilirdi gerçi. Sebebini hiç merak etmemişti. Yıldırımın en soğuk hali olduğu yadsınamaz bir gerçekti.

“Bilmiyorum oradan beni duyuyor, dinliyor musun? O lakabı sen küfür gibi mi kullanıyorsun?” Sesi küçük bir çocuğunki gibi çaresizdi şimdi. Bu yanını bir tek Theo’ya gösteriridi, bazı şeyler hala değişmemişti. “Olduğum kişiden dolayı? Dönüştüğüm? İntikamını almak istedim, ölümün sebepsizdi.” Kelime ağzında acı bir tat bırakmıştı. “İntikamı kendimde mi bulmalıydım? Ölümü hak etmiyorum. Lakin bu benim hükmüm, intihar etsem Mortem zaten bana cezamı keser mi?” Bir gözyaşı toprağa damladı. “Nefes almayı bile hak etmiyor muyum ben?” Fazla güçsüz durduğunu fark edince toparlandı, Theo onu bu halde görmek istemezdi. “Hayır,” dedi başını iki yana sallayarak. “Ben patlamak için hazır bekleyen bir bombaydım fakat beni ateşlediler. Beni onlar delirtti, insan durduk yere delirmez ki.”

Kan kırmızısı dudaklarını toprağın üzerine bastırdı. “Seni seviyorum. Benden nefret edebilirsin ama ölümünü geri almak için gerekirse kendimden bile vazgeçerim.”
-BÖLÜM SONU-

Evetttt şimdilik bu kadardı.

Pek çok kişinin merak ettiği Hava Varisi ile ilgili olan gerçekleri öğrenmiş bulunmaktayız. Tam olarak neyin intikamını almaya çalıştığını, neden kendini kaybettiğini bu bölümde okumuş olduk.

Peki sizin gelecek hakkında teorileriniz neler?

Genel olarak şu zamana kadar kitapla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Hala oy vermediyseniz yıldıza basmayı unutmayın lütfen, bir sonraki bölümde görüşmek üzereee <3

Loading...
0%