@okur.yazarkelebek
|
9. Bölüm: Harlanan Öfke (Part 1) Benim genel olarak aşırı yükseldiğim bir bölüm oldu. tepkilerinizi aşşşırrrrı merak ediyorummm. Bu yüzden lütfen bol bol yorum yapmayı veya oy vermeyi unutmayınnnn
*
Dörde katlanmış bir parşömen parçası görünce şüphesi arttı. Neydi bu? İçini açtığında kalbi hızlandı. Merhaba, Sevgili Ateş Varisi! Kim olduğumu tanıtmamama gerek olmadığını düşünüyorum ama yine de söyleyeyim: MC MC, Mortem’in Celladı. Merak etme, kurbanlarımdan biri değilsin. En azından düşündüğün şekilde. Zehirleme olayı için üstüne alınma lütfen, sadece bir piyondun. Aramızda yanlış anlaşılma olmasını istemem. Çok uzattım, değil mi? Konuya gelecek olursak… Hızlanan kalbinin sesini duyabiliyorum :) Sana iki seçenek sunacağım, Ateş Varisi. Kız kardeşin Flame mi yoksa baban Ateş Kralı Scrum mı? Birini seçmek ve öldürmek zorundasın. Anlattığı “hikâyeye” inanmadığın Flame mi? Yoksa senden sırlar saklayan Scrum mı? Hayatını kurtaran Flame mi? Hayatını mahveden Scrum mı? 24 saatin var. Birini seç, aksi takdirde ben ikisini de öldürürüm. Bu kâğıdı açtığın anda süren başlayacak. Doğru seçeneği anlamış olman umuduyla, -MC Seçmek zorundaydı. Neden lanet olası kâğıdı açmıştı ki? Dikkatini çekense şuydu: kardeşi özellikle övülmüş, babası ise gömülmüştü. Hayatını mahveden mi? Sırlar mı? Neyden bahsedildiği hakkında en ufak fikri yoktu. Hayatını kurtaran Flame… Ve artı olarak pislik gibi davrandığı kardeşi. Birini öldürmek zorundaydı. Ayrıca Mortem’in Celladı doğru seçeneği bulmasını ümit ettiğini söylemişti. Bu kâğıdın içinde yazanlar, bir seçenekten ziyade soru gibiydi. Seçecekti. İkisinin de ölmesini göze almayacaktı. Üstüne üstlük aklına Flame’in anlattıkları da gelmişti. Ya başından beri doğruyu söylüyorsa… Tabii ki de Flame’i öldüreceksin, dedi iç sesi. Neyi düşünüyorsun? Hayatını kurtaran Flame… Eğer yumuşamaya başladığı kardeşinin söyledikleri doğruysa babası, tam da Mortem’in Celladı tarafından avlanılacak türden bir insandı. İyi de neden o? Neden kendisi öldürmüyordu? Hayır, bunu sorgulayacak vakti yoktu. Flame’in yanına gidecekti, ona anlatacaktı. Pislik gibi davranmayı en azından şu olayı çözene kadar bırakmalıydı. Tek sorun, öylece kalkıp gidemeyecek olmasıydı. Babası şifacılara direktif vermişti, korkularına istisna yapmazlardı. Dün söylediklerinden sonra Flame de yanına gelmezdi. Onun yanına gelen kişi sadece babasıydı, her gün ziyaretine geliyordu. Bir sorun olmadığından emin olmak için. Sıkıntıyla elini tekrar yastığın altına geçirince parmaklarının ucuna keskin bir şey değdi. Çekip çıkardığında gördüğü hançer ile nefesi kesildi. Mortem’in Celladı’nın hançeri. Kendi hançerleri olduğunu biliyordu ama ilk defa bu kadar yakından görüyordu. Öldürmek için bunu kullanmasını istemişti. Bir seçim yapacağından bu kadar emindi. Ve seçimini yapmıştı. Babasının katili olacaktı. Flame’e en başından kulak vermeliydi. Kız kardeşini kurtaracaktı.
* Aradan bir ya da iki saat geçmişti, Blaze yaklaşan adım seslerini duyduğunda nefesini tuttu. Vakit gelmişti. Yorganın altından hançeri sıktı. Babası yatağına yaklaşırken nefes aldığından kendisi bile şüpheliydi. “Nasılsın?” diye sordu babası. Sesi samimiyetten uzaktı. “İyiyim,” dedi Blaze normal konuşabilmek için çabalayarak. “Gidebilirim artık.” “Henüz değil. Belki yarın?” Son iki gündür bunu tekrarlıyordu. Hançerin kabzasını kavradı. Ya şimdi ya hiç, dedi içinden. Ya babasını öldürecekti ya da ikisinin de ölümüne göz yumacaktı. “Başka bir şey var mı?” dedi babası, gideceğini gösteriyordu bu. “Yok,” diye mırıldandı Blaze öyle olmasa da. Yapamayacaktı, başka bir yol bulmak zorundaydı. Babasının katili olamazdı. Parmaklarının arasındaki hançer gevşedi. Vazgeçmişti. Babası arkasını dönüp gitti. Son 20 saati kalmıştı. 4 saati bir hiçlik için harcamıştı. Babasının yeterince uzaklaştığından emin olduktan sonra yatağından kalktı. Şifacılara görünmemeye çalışarak kapıya ilerledi. Ancak ne yazık ki başarısız oldu. “Varisim,” dedi sarı saçlı bir kadın. Kim olduğunu biliyordu, Albertine’di o. Albertine, büyüye sahip olmayanlardan biriydi. Ne şifacılık büyüsüne ne de su büyüsüne. Blaze zamanında kendisinin bir Su Lordu’yla olan nişan zamanında kıza hayatını dar etmeyi görev edinmişti. Üzeinden seneler geçmişti fakat hala kanı bozuktu sonuçta. “Yataktan kalkamamanız gerekiyordu,” diyerek yanına yaklaştı Albertine. “Ateş Kralı kesin direktif verdi.” “Babam,” dedi Blaze kelimenin üstüne bastırarak. “Bu emri şifacılara verdi. Sen şifacı değilsin.” Albertine bozulmadı bile, alışıktı bunları duymaya. Özellikle de Ateş Varisi’nden. “Eğer giderseniz Baş Şifacı’ya haber vermek zorunda kalacağım.” “İstediğin yere haber verebilirsin,” diye kestirip attı Blaze. Albertine’e de tekrar bakmadan topuklarının üzerinde dönüp gitti. Flame, odasının kapısı çalınmadan içeri birisi gelince sadece gelenin kim olduğunu görmek için okuduğu kitaptan başını kaldırdı. Blaze, kısa bir an için Flame’i inceledi. Onu görmesi yüzünde tek bir mimik dahi oynatmamıştı. Sonra sanki yokmuşçasına kitabına dönmüştü. Pekala, son sohbetlerinden sonra Blaze ona kızmayacaktı. “Şey, Flame?” Tepki yok. “Flame?” Hala tepki yok. “Neden geldiğimi sormayacak mısın?” Cevap yok. “Hadi ama. Böyle mi olacaksın şimdi bana karşı? Ağabeyine?” Yanıt almak için kullandığı mizahi tavrın karşılığı sert oldu. “Ağabeyim değilsin.” Sesi duygudan yoksundu. “Sen beni kardeşin olarak kabullenmezken nasıl ağabey olabilirsin ki?” Blaze, kalbinde oynayan bir şey hissetti. Üzülmüş müydü? “Tabii ki de kardeşimsin. Yani aramızdaki kan bağı-” “Ölseydim de o kan bağına sahip olmasaydım keşke.” “Konu bu mu?” dedi Blaze sertçe. “Yani öfkeli bir anımda ettiğim iki çift laf için mi yapıyorsun şu an bunu?” Flame kıkırdadı, neşeden uzaktı. “İki çift laf…” diye mırıldandı fakat yorum yapmadı. Olay sadece bu değildi. Olay, hayatını kurtardığı abisinin suçu gene onda bulmasıydı. Olay, o abisinden yardım isteyince ona gülüp yalan söylediğini iddia etmesiydi. Olay, babası sırf kız olduğu için evladını kabullenmeyince bunun bariz olduğunu savunup onunla dalga geçmesiydi. Olay, Flame’in yardıma ihtiyacı varken onu alaya almasıydı. Olay, işi tek başına ele almak isteyince kardeşinin can güvenliğini değil itibarını düşünmeseydi. Olay, Blaze’in Flame’e bu şekilde davrandığı her lanet olası andan sonra Flame’in sabrının taşması fakat yine “dramatize etmeyi bırak” cevabını almış olmasıydı. Ancak, her zaman olduğu gibi, yine sessiz kaldı. Atamadığı çığlıkların hesabını sormadı. Anlaşılmayacaksa çığlıkların bir anlamı kalmazdı. Çığlıklar, sadece karşılık alınırsa faydalı olurdu. Yoksa fısıltıdan farkı kalmazdı. Blaze, asıl konuya girmek için, “Neden geldiğimi merak etmiyor musun?” diye sordu tekrar. “Hayır,” dedi Flame dürüstçe. “Özür dileyemeyecek kadar gururlu bir insansın,” aslında gururlu bir pislik, diyecekti ama yeni bir kavgayı kaldırabileceğini sanmıyordu. “O zaman bir şey isteyeceksin. Ya da sadece bana bulaşmak istiyorsun. Eğer ikincisiyse kapı şurada.” Çenesiyle kapıyı işaret etti. Artık bunlara tahammül etmek istemiyordu. “Hayır, kavgaya gelmedim. Ama bir şey isteyeceğim. Bir yardım.” “Yardım,” diye tekrar etti Flame alayla. “Ben senden yardım istemişken benimle dalga geçen birine yardım edeceğimi sana düşündüren nedir?” “Çünkü abinim.” Flame, Blaze’in böyle demesini istemiyordu. Resmen bel altı vuruyordu lakin geri adım atmayacaktı. “Benim için herhangi birisin. Yardım etmeyeceğim.” “Hayatınla ilgili!” dedi Blaze sesini yükselterek. “Senin hayatın. İlk defa kardeşime yardım etmek istiyorum ama buna izin vermiyorsun!” Bir an duraksadı. Kardeşim, demişti. Onu istemsizce de olsa kabul etmişti. Flame de bunu fark etmişti. Ancak tıpkı Blaze’in, Flame’in onun hayatını kurtardığında yumuşadığı halde geri adım atmadığı gibi o da gardını indirmedi. “Hayatımı umursuyor musun ki?” Sonra kinayeyle ekledi. “Ah pardon, doğru. İtibarın zedelenir. Yazık, Ateş Varisi’nin kardeşi ölürse sosyete de nasıl görünürsün? Belki insanlar ‘kardeşini koruyamayan abi’ der sana. Çok üzüldüm.” “İtibarımdan bahsetmiyorum,” diye sabırla konuştu Blaze. Ancak sesi git gide daha çok yükseliyordu. Onun aksine Flame sinir bozacak kadar sakindi. Ayrıca Blaze’le göz teması dahi kurmuyor, yan gözle kitabını takip etmeye devam ediyordu. “Gerçekten, hayatın tehlikede. 19 saat sonra ölme riskin var.” “Mortem’in diyarı nasıldır?” dedi Flame ciddiye almamaya devam ederek. “Oradan kart postal göndermemi ister misin? Gerçi istemezsin, ölürsem ağlamazsın bile sen.” 19 saati kalmıştı. Seçim yapmamakta hala kararlıydı. Bu yüzden son kozunu kullandı. “Abin olmamın yanı sıra hala senin varisinim ve beni dinlemeni emrediyorum.” Flame, elindeki kitabın kapağını kapatıp nihayet gözlerini Blaze’e dikti. “Özür dilerim, Varisim,” dedi sesine sahte bir saygı katarak. “Sizi dinliyorum.” Mahsus takındığı resmi tonlamasını Blaze görmezden geldi. “Bu sabah bir mektup aldım. Mortem’in Celladı’ndan. Bir hançerle beraber.” Flame tek kaşını kaldırdı. Pekâlâ, dürüst olmak gerekirse ilgisini çekmişti. “Bana bir seçim şansı sundu. Ya babamı öldüreceğim ya da seni.” Flame kollarını iki yana açtı. “Beni öldürmeye mi geldin yani?” “Kahretsin, niye yapayım bunu?” Söylediği şeyin ayırdına varınca alt dudağını dişledi. “Sen söyle,” dedi Flame omuz silkerek. Kalbinde Blaze’in onu sevdiğine karşı kıvılcımlanan umudu aceleyle söndürdü. Ümit etmek yasak, diye hatırlattı kendine yeni kuralını. “Cidden bu kadar ileriye gidebileceğimi mi-” Başını sallayıp sustu. “Neyse, seni öldürmeye gelmedim.” Notu Flame’e uzattı. Flame içinden notu okuduktan sonra, “Beni övmüş,” diye yorumunu söyledi Blaze’in de yaptığı tespiti yaparak. “Babamı öldürmeni ister gibi yazmış. Hatta bunu baya da belli etmiş. Peki benden ne istiyorsun?” Ne olursa olsun umursamaz durmaya kararlıydı. maskesini düşürmeyecekti. “Yardım?” dedi Blaze sesindeki çaresizliği gizlemeyerek. “Babam yanıma gelince yemin ederim istedim. Ama yapamadım. Senin de ölmene göz yumamam. Sadece…” “Sadece?” diye teşvik etti Flame onu, son cümlesini duymamış gibi davranarak. “Sadece, haklı olduğunu düşünmeye başladım. Babam ve Su Kralı konusunda.” “Fikrini ne değiştirdi?” “Mortem’in Celladı’nın da babamdan nefret ediyor ve senden sonra çok üst üste geldi.” Sana haksızlık ettiğimi de anladım, diyemedi. “Ayrıca yalan söylemek için bir sebebin olmadığını düşündüm.” Flame cevap vermek için ağzını açmıştı ki çalan kapı onu susturdu. “Benim için geldiler,” dedi Blaze endişeyle. “Senin yanına gelebilmek için gizlice kaçmış ve bir şifacı bozuntusuyla kavga etmiş olabilirim.” Kapı açılırken hızla yatağın altına girdi. “Flame?” Babasının sesiydi. Kızının adını küfreder gibi söylemişti. Bu eskiden Flame’in dikkatini bu kadar çekmezdi. “Blaze nerede?” Flame’in iki seçeneği vardı. Blaze’den intikam alıp yerini söyleyebilirdi. Veya ona yardım edebilirdi. Blaze’e yardım etmemesi içinse şu an geçerli bir sebebi yoktu. Blaze’in nasıl olduğunu zihnine kazıyacak, ondan medet ummayacaktı sadece. Zorunda olmadıkları sonuçta konuşmak zorunda da değildi. “Görmedim,” diye yalan söyledi. Scrum başka bir laf etmeden gitti. Blaze başını yatağın altından çıkarıp sırıttı. “Benim için yalan söyledin. Affedildim demek mi bu?” Flame, sorusuna cevap vermektense ayağıyla üzerine basmayı tercih etti. “Ah…” diye inledi Blaze. Flame gayet yumuşak basmıştı ama mahsus yapıyordu. “Tamam, affedilmedim. Ne olur merhamet et.” Flame gene ağzını açmayıp ayağa kalktı. “Ee, ortak?” dedi Blaze onu konuşturmaya çalışarak. Flame yardım etmeyi kabul ettiği için coşmuştu. “Plan ne?” Flame iç çekti. “Ortak değiliz. Ama babam seni yakalarsa hiçbir şey yapamayız. Söz konusu benim ve babamın hayatı, 18 saat mi kaldı? Sonra Brook meselesine bakarım.” Bakarım. Tekil ek kullanmıştı, bilerek. Blaze’i deniyordu. Abisiyle bir şey yapacağı için heyecanlanan çocuk tarafını yok etmek istiyordu, yine kendini tutamamıştı. “Tamam,” dedi Blaze kararlı bir sesle. “Şunu açıklığa kavuşturalım, artık bu işte sevsek de sevmesek de beraberiz.” Flame tuttuğunu fark etmediği nefesini verdi. Blaze’i rahatsız eden düşünce ise şuydu ki eğer babası gerçekten o kadar kötü biriyse bu onu ne yapardı? Kötü birisi olmak istemiyordu… Kim isterdi? Belki gerçekten de haksızlık ediyordu. Hem kim bilir belki kardeşi tahammül edilebilir bir insandı? Ona söylediği şeyin iğrençliğinin farkındaydı, bunu telafi etmekle başlayabilirdi. “Ne yapacağız gerçekten?” dedi Flame kısa bir sessizlikten sonra. “Ölmene izin vermeyeceğim,” diye kararlı bir tavırla içini rahatlatmaya çalıştı. Cevabı iyi miydi? Hatasını başka nasıl telafi edilebilirdi ki? “Onu nasıl yapacaksın?” dedi Flame gözlerini devirerek. “Vermeyeceğim. Yanındayım, güvendesin.” “Yapma,” diye karşı çıktı en son Flame dayanamayarak. “Bana iyi davranma.” Blaze kaşlarını çattı. En azından amacına ulaşmıştı, kardeşine iyi davranmıştı. “Neden?” “Yapma işte. Olmadığın biri gibi davranma. Korumacı abi rolüne bürünme.” Olmadığın biri gibi. Blaze demek ki gerçekten kötü davranıyordu. İçi acıdı. Yine de yanıt vermekten kaçındı. Gururu, özür dilemesinin önünde engel oldu. Aralarında rahatsız edici bir sessizlik başladı. Birkaç dakika sonra Flame tekrardan kitabına uzandı, Blaze de gerginlikle elindeki hançeri hazır tutarak volta atmaya başladı. “Nasıl rahatsın?” diye sordu en son yarım saat kadar sonra. “17 saat sonrası için?” “Ben rahatım,” dedi Flame kitabını okumaya devam ederek. “Ölümden korkmuyorum. Bir fazlalık öldüğünde diyar eksilmez. Rahatlar.” “Fazlalık değilsin.” “Yalan söyleme, açıkça söyleyebilirsin. Sadece itibarını düşünüyorsun, belki de bunların hepsini uydurdun çünkü 17 saat sonra babamız da tehlike de olacak ve umrunda değil gibi. Bense aptallık edip sana yardım ediyorum.” “Fazlalık değilsin,” diye yineledi Blaze. “Kimse için.” “Sana anlattığım konuşmayı hatırla.” Blaze biraz düşündü. "Babam seni seviyordur," dedi sonra ancak bu dediğine kendi bile inanmadı. "Tamam, belki-" "Yapma," diyerek böldü onu Flame buruk bir tebessümle. "Bunun zaten bilincindeydim." "Ama o gün ağlıyordun," dedi Blaze, itiraz kabul etmeyen bir sesle. "Demek ki üzüldün." "Hayır, seni kandırmak için numara yapıyordum." Blaze'in ona söylediğine atıfta bulunup. İçini ona açmaktan ziyade alaycı konuşmanın arkasına sığınmayı tercih ederdi. Ancak Blaze üzerine gitti. "Ağladın. Madem biliyordun, o halde neden?" "Ben lavaboya gideceğim," diyerek ayaklandı Flame. "Henüz 17 saatim var, öldürülmem." "Sorudan kaçma, ayrıca öldürülmeyeceksin." Flame o kadar da emin değildi, sonuçta Mortem'in Celladı'nın elinden kaçabilen olmamıştı. "Lavaboya gideceğim," dedi kelimelerin üstüne bastırarak. "Birkaç dakika bekle." Odasındaki banyoyu kullanmaktansa koridorun sonundakini tercih etti, kafasını boşaltmaya ihtiyacı vardı. Koridor bomboştu, yalnız olmak tüylerini ürpetse de 17 saatim var, diye rahatlatmaya çalıştı kendini. Bir şey olmayacak. Gerçi Blaze'le konuşurken 16 saati de kalmış olabilirdi. Sessizliği bozan, duyduğu hışırtı sesi oldu. Önünden bir karaltı geçince istemsizce çığlık atıp elleriyle önünü siper etti. Kolunda hissettiği ıslaklıkla dudaklarından küçük bir inilti kaçtı, Arkasından koşan adımlar işitince korkuyla gözlerini kapadı. Bir el omzunu kavrayınca tekrar çığlık attı. "Benim," dedi tanıdık bir ses. Blaze. "Neden çığlık attın? Bir sorun mu var?" Elindeki hançeri saldırı pozisyonunda tutmuş, gözlerini endişeyle kısmıştı. Onun için endişlenmiş miydi? "Paranoya oldum sanırım," diye yalan söyledi. "Affedersin, korkutmak istemedim." Kolunu gizlemek için arkasına sakladı. Lakin Blaze bunu fark etti. Sertçe kolunu kavrayınca Flame istemsizce tısladı. Oluk oluk akan kanı görünce bakışları intikam ateşiyle harlandı. "Flame," dedi tane tane. "Bunu sana kim yaptı?" "Bilmiyorum," diye mırıldandı ifşa olduğu için yalan söyleme gereği görmeyerek. "Önümden biri geçti, ne olduğunu anlamadan kesti. Acımıyor zaten, boşver." İşte son cümle yalandı. Hançerle yaralandığına emindi, yarası epey derindi ve canını yakıyordu. "Flame, kesik değil bu. O lanet hançeriyle deşmiş resmen!" O devam edemeden Flame, yerdeki bir şeyi fark etti. Bir kağıdı. "Gene mi?" diye söylendi Blaze. Flame, kolunun acısına dişlerini sıkıp yerden notu aldı. Son 15 saat 24 dakika. Tik tak... Part 2 yarın gelecekkkk <33 Oy vermeyi unutmayınnn <33 |
0% |