Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm

@okur.yazarkelebek

Herkese tekrar merhabaa

Bu bölümü Atalay'ın ağzından okuyacağız, kitap boyu bir Nil'İn ağzından bir Atalay'ın ağzından şeklinde ilerleyeceğiz <3

Daha fazla uzatmadan bölüme geçelimmm

Oy ve yorumlarınızı unutmayınnn

 

Bölüm görseli:

ATALAY’IN AĞZINDAN

“Orada ne oldu az önce?” dedim öfkeyle Ata Can’a dönüp. Ambulans yeni gitmişti, ellerimde hala kızın kanı vardı.

“Topu oraya atmak istememiştim,” diye mırıldandı sessizce. Yüzü bembeyaz olmuştu, son bir saati korkuyla volta atmakla geçirmişti. Ona pek de üzüldüğümü söyleyemezdim. Nil’i i sadece ismen tanıyor sayılırdım, genelde laf dalaşına girmekten başka bir şey yapmazdık. Fakat gözünüzün önünde bir kızın başı demire saplanınca korkudan ölmek haricinde pek de bir çareniz olduğu söylenemezdi.

“Kaptan, yemin ederim istememiştim.”

Ata Can en iyi arkadaşlarımdan biriydi, bu yüzden anlık öfkeyle üzerine gitmekten kaçınıp ellerimi yıkamak için lavaboya ilerledim. İç sesim aynı cümleyi tekrarlayıp duruyordu: Senin yüzünden oldu.

Sahadan çıkmayıp tam olarak Nil’in dediği gibi çocukluk ettiğimin farkındaydım. Çıksaydım, yapmam gerekeni yapsaydım böyle olmayacaktı.

Mide bulantısıyla kanı temizleyip aynada kendime baktım. Siyah saçlarım terle alnıma yapışmıştı, terin basket oynadığım için mi yoksa ambulans gelmeden önceki koşuşturma süreci içerisinde mi olduğundan tam olarak emin değildim.

Lavabodan çıktığımda kapının önünde bir kız gördüm. Daha önce Nil’in yanında görmüştüm onu; bana doğru yaklaştığını görünce ne olduğunu sormak için ağzımı açmıştım ki yüzüm, aldığım yumrukla yana savruldu.

“Ne halt ediyorsun?” diye sordum öfkeyle yanağımı tutup. Evet, kesinlikle şişecekti.

“Sen söyle,” dedi bağırarak. “Nil senin yüzünden mi götürüldü hastaneye?”

“Topu Ata Can attı,” diye umursamazca yanıt vermeye çalıştım. Benim de payım olduğunu kabul etseydim düşüncelerim beni rahat bırakmazdı. Gerçeklerden kaçmak işime gelirdi.

“Takım senin, antrenman saati sizin değilmiş. Ayrıca düşerken yanındaymışsın, elini uzatıp tutmak o kadar mı zordu?”

Böyle bir soru beklemediğim için afalladım ve sessiz kalmayı tercih ettim.

Kız benden yanıt alamayınca ağzının içinde küfür mırıldanıp gitti. Suçluluk hissi yavaş yavaş üzerime çökmeye başlamıştı.

“Bir dakika.”

Kız bana dönünce, “Şey, hastaneye gidecek misin?” diye sordum. En azından yanına gidip nasıl olduğunu öğrenebilirdim.

Ona herhangi bir isimle hitap etmediğimi fark edince, “Gamze,” dedi tekrar yanıma yaklaşıp. “Ve evet, şimdi hastaneye gidiyorum.”

“Beni de götürür müsün?” Az önce bana yumruk atmış biriyle aynı araba içerisinde olmak iyi bir fikir değildi. Fakat yalnız kalmak istemiyordum, ayrıca hangi hastanede kaldığını bilmediğim için böylesi çok daha rahat olacaktı.

“Kendi arabanı kullan,” dedi sertçe. “En yakın arkadaşımın hastaneye götürülmesine sebep olan adamı oraya götürmeyeceğim.”

Başta naz yaptığını ümit ettim ama bana tekrar bakmadan gidince hayallerim suya düştü.

“Beraber gidelim,” diye kısık bir ses duydum ben öylece dikilirken.

Ata Can, hafif kızarmış gözleriyle yanıma yaklaştı. Kendini fazlasıyla suçladığını görünce benim de içim acıdı. Eh, bunda ikimizin de payı vardı.

“Hey,” dedim kolumu omzuna atıp bizi çıkışa yönlendirirken. “Bir şey yok. Sadece başına biraz darbe aldı, iyi olacaktır.”

Aslında biraz da kendimi ikna etmeye çalışıyordum. Fakat en fazla ne olabilirdi ki?

Arabama binip beraber yol almaya başladık. Gamze denen o kızın arabamı tanımıyor olmasından memnundum, onu arabaya binerken görünce arabasını takibe almıştım. Normal şartlarda kendimi manyak olarak görebilirdim ama şu an şey… pek de normal şartlar altında değildik.

Hastaneye vardığımızda Ata Can’la beraber doğrudan resepsiyona ilerledik.

“Bir arkadaşımız kısa süre önce buraya getirildi,” diye konuşmaya başladım. “İsmi Nil…” Soyadını bilmediğimi fark edince duraksadım. Kısa bir an bocaladıktan sonra, “Sistemden Nil isimli birinin girişine bakabilir misiniz? Ve oda numarasına?” dedim rica ederek.

Kadın iç çekip bilgisayar ekranına döndü. Birkaç tuş tıklama sesinin ardından, “Nil Saatçi,” diye bezgin bir sesle ismi söyledi. “Yarım saat kadar önce giriş yapmış, numarası 124.”

Saatçi, soyadı tanıdık gelince merdivenleri tırmanmaya başladık. kapısı kapalı odanın önünde yalnız değildik, Gamze de buradaydı. Garip bir şekilde ailesi burada değildi, içeride olduklarını düşündüm. Belki de Nil uyanmıştı ve ailesine girmek için izin verilmişti?

Gamze beni gördüğünde bakışları üzerimde çok oyalanmadı, Ata Can’a döndüğündeyse dudakları ince bir çizgi halini aldı.

“Bana bahsettiğin Ata Can şu mu?”

Saf gibi başımla onayladım, Gamze Ata Can’a yaklaşıp tıpkı bana yaptığı gibi bir yumruğu yanağına geçirdi.

“Sakin ol,” dedim aralarına girmeye çalışarak. “Fazla tepki veriyorsun.”

“Sesini kesmeni tavsiye ederim,” diyerek gözleriyle yanağımdaki kızarıklığı işaret etti. “Sana karşı içim hala soğumadı. Ayrıca Nil şu an içeride! Fazla mı tepki veriyorum?” Güldü. “Tekrar düşün.”

Demek ki hala uyanmamıştı, moralim artık eskisi kadar iyi değildi. O halde annesi ya da babası da henüz gelmemişti. Bu benim açımdan iyi bir şeydi, Gamze'den yediğim taze yumruğun üzerine ailesiyle uğraşmak istemiyordum.

“Bir şey olmayacak,” dedim Ata Can’a söylediğimi tekrar ederek. Fakat git gide bu daha uzak bir ihtimalmiş gibi geliyordu.

Gamze sessiz kalmayı tercih edip duvara yaslandı. Ata Can ağzını açmamıştı, sandalyelerin birinde oturuyordu.

Ben de can sıkıntısıyla yere bağdaş kurup telefonumdan rastgele bir oyun açtım. Aradan belki de bir saat kadar geçmişti, bilemiyorum. O kadar dalmıştım ki bir hastanede olduğumu bile Gamze kalkana kadar fark etmemiştim.

“Nereye?”

Gamze, “Lavaboya gidiyorum. Yüzüme su çarpıp kendime gelmem lazım,” dedi bitkince. “Bazılarımız öylece telefonuyla oynayacak kadar rahat olamıyor.”

Bana yaptığı iğnelemeyi görmezden gelmeyi tercih ettim.

Ata Can da ayaklanıp, “Haklı,” diye mırıldandı. Mahvolmuş gibiydi, onu bu şekilde görmeye alışkın değildim. “Ben de biraz dolaşacağım.”

Onlar beni yalnız bıraktıktan sonra iç çekip tekrar yaslandım. Tam tekrar oyunuma dönmek üzereydim ki yanıma bir doktor yaklaştı.

“Nil Saatçi’nin yakını mısınız?”

“Ben…” dedim tereddütle. “Bir arkadaşıyım.” Kendimi başka nasıl tanıtabilirdim ki? Merhaba, ben hastanızın şu an bu durumda olmasına sebep olmasına sebep olmuş iki isimden biriyim. Vicdan azabı çekmemek için arkadaşımla buraya geldik, ha bu arada, gelmeden önce de kızın arkadaşı tarafından dayak yedim. Şimdi beni içeri alır mısınız?

Evet, sanırım arkadaş yalanını kullanacaktım.

Hemşire omuzunu silkti. “Ailesi burada değil, burada olan tek tanıdığı sizsiniz. Gerekli test sonuçları gelene kadar yanına gidebilirsiniz.”

Ailesinin hala buraya gelmemeyişini garipsemeye başlıyordum. Kim kızı hastaneye kaldırıldığında yanına gelmezdi?

“Ebeveyni neden gelmedi? Bilginiz var mı?"

“Bir fikrim yok.”

Gamze ve Ata Can çevrede gözükmüyordu, ayrıca şarjımın da bitmek üzere olduğunu yeni fark etmiştim. Pekala onlar sonra da gelebilirdi, yalnız gidecek olmam gerilmeme yol açsa da başka çarem yoktu.

İçeri girdim, oda bir hastane odasına göre büyük sayılırdı. Lüks bir yere kaldırılmış olmasını zengin olma ihtimaline bağladım. Sonuçta özel üniversitedeydik ve çoğumuzun maddi durumu hayli iyiydi, tıpkı benim gibi.

Gözlerim Nil'İn gözleriyle buluştu, ten rengi solgundu. Başını çevreleyen sargı bezine bakmadan yanına yaklaştım.

“Atalay?” diye sordu kısılmış sesiyle. Öksürüp tekrar denedi. “Ne işin var burada?”

Baygınlıktan yeni uyanmış birine ne denirdi?

“Şey, kendini nasıl hissediyorsun?”

“Lanet bir takım kaptanı ile dünyanın en saçma konusuyla ilgili kavga ederken basketbol topu tarafından düşürülüp başına demir parçası girmiş gibi.”

Gülümsememi engelleyemedim. “Allah Allah, kimmiş o takım kaptanı acaba?”

Nil de tebessüm etti. “Bilmem ki. Çocuğun teki, asla laftan anlamıyor.”

Boğazımı temizledim. “Düşüş anını hatırlıyorsun yani.”

Başıyla onayladı, ikimiz de bir süre sessiz kaldık. Sonra tekrar bana dönüp, “Bir şişe su alabilir misin?” diye sordu. “Çölden çıkmış gibi hissediyorum, parasını çantama ulaşınca öderim.”

“Tabii,” diyip ayaklandım. Rahatsız edici sessizliğin bozulmasına sevinmiştim. “Ayrıca parasını vermene gerek yok.”

“Olmaz öyle,” dedi itiraz ederek.

“Düşmende benim de payım var, bir şişe su hiçbir şey. İyisin ya şu an, yeter bana.” Hayatımda ilk defa bir kızla konuşmayı becerdiğim için kendime şaşırmıştım.

Tekrar karşı çıkmasına fırsat vermeyip odadan çıktım. Merdivenlere konulmuş işaretlerle kantini bulup uzun sıraya girdim.

Yaklaşık on beş dakika sonra bir elimde su şişesi, diğer elimde ise kendim için aldığım gofretle tekrar Nil’in odasının önündeydim. İçeriden konuşma sesleri duyunca Gamze ve Ata Can’ın Nil’in yanında olduğunu tahmin ettim.

Yanılmamıştım, Ata Can bir köşede oturmuş, mahcup bakışlarla etrafı izliyordu. Gamze’yse Nil’in yanında boşboğazlık yapıyordu.

"Yok artık ama kızım, beden eğitimi derslerinde hepimize top çarpıyor. Hepimiz yere düşüyoruz. Sen nasıl kendini hastanede bulmayı başardın?"

"Hayattaki şansım işte," dedi Nil, sesi çok daha iyi geliyordu. "İlla bir terslik olur, benden bahsediyoruz. Küçükken ağaca kaçan topu almak için tırmandığımda yarı yolda düşüp bacağımı kırmamı hatırlamıyor musun? Sadece 1 metreden falan düşmüştüm!"

"Gerçekten nasıl hep senin..." diye devam edecekti ki Gamze, beni görmesiyle sustu. Bir an için kendimi fazlalık gibi hissettsem de kendimi toparlayıp, “Suyun,” dedim Nil'e şişeyi uzatarak. Nil’in kaşları çatıldı, bana olan bakışlarında öfke vardı. Onu düşürdüğüm için bana öfkeli değildi az önce, birkaç dakikada ne değişmiş olabilirdi?

“Ben su istemedim.”

Şimdi benim de kaşlarım çatılmıştı. “Evet, uyandığında istedin.”

Nil başını iki yana salladı. “Sen benim yanıma gelmedin ki.”

“Ne saçmalıyorsun? Uyandın, doktor beni çağırdı, su istedin, almaya gittim ve şu an buradayım. Kafanı çok mu sert vurdun sen?”

Nil kollarını göğsünde kavuşturdu. “Eğer bu bana kendini affettirmek için yaptığın ucuz bir numaraysa hiç şansın yok, Atalay. Sıfır.”

“Az önce gayet de güzel konuştuk,” diye sesli düşündüm. “On beş dakika içerisinde ne değişti?”

“Tekrar söylüyorum,” dedi Nil tane tane. “Sen. Benim. Yanıma. Gelmedin. Düştüğümden beri seni ilk kez görüyorum.”

İnat etmek üzereydim ki lafım daha başlamadan açılan kapı ile bölündü. Doktor içeri girince çenemi kapayıp konuşmasını bekledim.

Doktor sevecen bir gülümseme sunup, “Uyanmışsın, Nil,” dedi. Gözlerimi devirmeden edemedim. Uyandığı fazlasıyla barizdi, sabah vakti çocuğunun uyandığını görüp ‘uyandın mı?’ diye inadına soran anneler gibi davranmasına ne gerek vardı?

Nil benden daha uzlaşmacı olarak başıyla onaylamakla yetindi. Benimle laf dalaşına girmesinin haricinde hala boğazının susuzluktan ağrıdığını fark edince suyu tekrar ona uzattım.

İçmeden önce, “Bilgin olsun,” dedi. “Suyu senden ben istemedim.”

“İstedin!” diye ısrar ettim. “Şizofren değilim, ne duyduğumu biliyorum.”

“Ben de ne dediğimi biliyorum.”

“Bir dakika,” diyerek lafımızı kesti doktor. Beni işaret etti. “Hanımefendi sizden su mu istedi?”

“Evet,” dedim onaylayarak. Neden durduk yere karışıyordu bu kadın şimdi?

Sonra Nil’e döndü. “Fakat siz böyle bir şey olmadığını iddia ediyorsunuz, garip çünkü az önce arkadaşınızı sizin uyandığınızı ben haber verdim.”

“Yanlışınız var,” dedi Nil. “Atalay hiçbir zaman yanıma gelmedi.”

Doktor dudağını ıslattı, belli bir sonuca varmaya çalıştığını yeni anlamıştım ama keşke fikirlerini bizimle de paylaşaydı.

“Başınıza aldığınız darbede, demir parçası beyninizdeki hipokampüs bölgesine girmiş.”

Git gide gerildiğim için sinirle, “Türkçe konuş, anladığımız dilden,” diyerek devam etmesine engel oldum.

“Yani,” diye açıkladı doktor. “Beyninizin hafızadan sorumlu bölgesi hasar almış. Bu bölge iki şekille zarar alabilir, alkol etkisiyle ya da belli bir darbeyle. Sizin durumunuzda, ikinci durum söz konusu. Eğer yoğun alkol kullanımıyla olsaydı sahip olduğunuzu düşündüğüm hastalık geçici olurdu.”

Yutkundum. Doktor konuştukça içerisinde olduğumuz konumun benim ümit ettiğinden daha ciddi olduğunun farkına varıyordum.

“G-geçici olurdu derken?” dedi Nil zar zor. “Hangi hastalık ve kalıcı mı?” Sesindeki korku benim de içimi titretmeye yetmişti.

Doktor bir an duraksadı, nasıl açıklayacağını düşündü.

“Anterograd amnezi,” dedi en son doğrudan, söylemenin kolay bir yolunu bulamayınca. “Yeni anılar oluşturamama hastalığı. Dediğim gibi, yoğun alkol kullanımı bazen beynin hipokamüs bölgesine zarar verip bu durumu oluşturabilir. Fakat söz konusu fiziksel bir hasar olunca, kalıcı olma ihtimali yüksek.”

Nil’in ağzından çıkan her bir sözcükle donuklaştığını fark eden doktor, “Belli testleri yapmadan emin olamayız,” dedi çabucak.

Nil’in konuşabilecek durumda olmadığını görünce ben devraldım. “Yeni anılar oluşturamamak da ne demek oluyor?”

“Yaşadığı bir olay, herhangi bir olay, hafızasından kısa süre sonra silinecek. Belki birkaç dakika sonra, belki birkaç saat sonra. Hastalığın ciddiyetine göre değişir.”

“Bir dakika,” dedim ellerim terlemeye başlarken. “Eğer gerçekten o uyduruk isimli lanet şeye sahipse artık, bu konuşmayı bile hatırlayamayacak mı?”

Doktor sessiz kaldı, pek çok cümleden daha çok şey açıklıyordu bu.

Benim yüzümden.

Benim yüzünden.

Benim yüzünden.

Sadece bir top ve benim inadım mı sebep olmuştu buna?

Top Ata Can tarafından atılmıştı ama arkadaşım o sahada benim yüzümden oradaydı.

Ve eğer Nil düşerken onu tutsaydım…

Düşmesine izin vermiştim, yalnızca kendi takımının önünde rezil olmasını istemiştim.

Kahretsin, ben ne yapmıştım?

 

 

 

-BÖLÜM SONU-

Bu kadardı, umarım sevmişsinizdirrr

Sizce bir sonraki bölümde neler olacak?

Olayda hangisinin daha büyük payı vardı, Atalay mı Ata Can mı? Hangisi daha suçlu sizce?

Kitapla alakalı gelişmeler, bookstagram ve DM için Instagram >>> okur.yazarkelebek

2 Eylül Pazartesi düzenlemesi: Arkadaşlar normalde saat 17.00 gibi yeni bölüm yükleyecektim fakat maalesef ki yeni bölüm gelemeyecek bugün

 

 

 

Loading...
0%