Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@okur.yazarkelebek

Evettt, şu zamana kadar ki en uzun bölümümüze hoş geldiniz. Normalde 1k-2k arasında tutuyordum uzunluğu fakat bu bölüm 2k'yı da geçti.

Sınır olarak sizden sadece 10 yorum rica edeceğim, 6. bölüm bitmez üzere. O yüzden sınır biter bitmez yükleyeceğim fakat çabuk dolarsa en erken 2 gün sonra yükleyeceğimi belirtmek isterim <3

Oylar verildiyse bölümümüze başlayalımmmm

BÖLÜM 5

ATALAY’IN AĞZINDAN

Gökyüzü turuncu ve sarının tonlarına henüz boyanırken uyanmış ve hızlı bir duşun ardından soluğu basketbol sahasında almıştım. Nil’in hayallerinin elinden alındığına tanıklık eden yerdi burası.

Hem de benim tarafımdan.

Saat dolayısıyla yalnızdım, normal şartlarda beni rahatsız eden bu unsur şu an ihtiyacım olan yegâne şeydi. Dünden beri toparlayamadığım düşüncelerim işime odaklanmama engel oluyordu. Nil’e yardım etmek istiyorsam önce kendime gelmeliydim. Bunu da ancak yapabildiğim en iyi şeyle sağlayabilirdim: basketbol oynamak.

Yerde sektirdiğim topu potaya attım, aşina olduğum o filenin arasından geçerken çıkan sesi işitince tatminle gülümsedim. Formdayken dünden beri varlığından şüphe ettiğim beynim daha rahat çalışıyordu.

“Anterogerad amnezi, bu ne demek biliyor musun sen?”

Nil’in sesi kulaklarımda yankılanırken tekrar isabet aldım.

“Benim hayalim beyin cerrahı olmaktı, bu nasıl olacak şimdi?”

Top ellerimden kaydı.

“Amigoyum ben, koreografileri nasıl ezberleyeceğim?”

Top demire çarpıp yere düştü.

Sinirle nefes verip sahanın kenarındaki spor çantamdan telefonumu çıkardım.

Siz

 

Günaydın

Tekrar mesaj yazmak üzereydim ki parmaklarım klavye üzerinde durdu.

Nil: Çevrim İçi

Nil: yazıyor…

Beni uzun sure bekletip sadece soru işareti atacağına o kadar emindim ki gelen mesajı birkaç kez okumam gerekti.

Nil

Nil burada değil. Ben abisiyim.

O basketbol oyuncusu sen misin?

“Hangisi?” diye sormama gerek yoktu. Tabii ki de kardeşinin kafasını yaran oyuncudan bahsediyordu, profil fotoğrafımdaki formamla çekindiğim resmi görmüş olmalıydı. Acaba bugün hastaneye gitmese miydim? Dün Gamze’den yediğim yumruk yüzünden sağ gözüm zaten şişmişti, sol gözüme de darbe alıp kendimi pandaya döndürmeye niyetim yoktu.
Çoktan görüldü gitmesini umursamayıp Ata Can’la yeni bir sohbet sekmesi açtım.

Siz

 

Nil’in abisi ne zaman geldi?

Ata Can

Nil’in abisi burada mıymış?

Bazen bu çocukla arkadaş olduğum güne lanet ediyordum.

Mesajlaşmanın ekran görüntüsünü attım.

Ata Can

Ben hastaneden topukluyorum

Siz

 

Oğlum onun için mi attım mesajı?

 

Ne cevap vereceğim ben buna?

Ata Can

Suçu bana at

Zaten senden daha fazla suçlu sayılırım

Pekala, lafımı geri alıyorum. Asıl suçlunun kesinlikle o olmadığı bariz ortadaydı aslında. Sahadan çıkmayan bendim, üstelik en azından düşerken tutabilirdim onu. En kısa sürede bunu Ata Can’la konuşmayı zihnime not ettikten sonra Nil’in abisine yazdım.

Siz

 

Ben değilim

 

Topu arkadaşım attı

Yalan sayılmazdı.

Nil

Numarası sende var mı?

Hayır, bu ihaneti en yakın dostuma yapmayacaktım.

Siz

Yok 

Mesajımı gördü lakin yanıt yazmadı. Bunu paçayı yırttım olarak kabul ediyordum.

İçimden antrenmana devam etmek gelmeyince soyunma odasına girip üzerimi değiştirdim. Spor ayakkabılarımı dolaba kilitlerken arkamdan aniden gelen sesle irkildim.

“Atalay?”

Omzumun üzerinden başımı çevirip tanımadığım kıza boş bir bakış gönderdim. Bir yerlerden tanıdık geliyordu gerçi, acaba amigo takımından biri miydi?

Ayrıca erkeklerin soyunma odasının kapısının önünde ne işi vardı?

“Evet?”

“Basketbol programınızı istemeye gelmiştim,” dedi kız.

Konunun ilgimi çekmediğine karar verip kısa cevaplara sadık kaldım.

“Sebep?”

Bu sefer dik durup daha öz güvenli bir yaklaşım sergiledi. “Amigo takımının yeni kaptanı benim.”

İçimde öfke kabardı. “Geçici kaptansın,” diye düzelttim sertçe. “Sadece Nil dönene kadar.”

Kızı şimdi tanımıştım. Dün Nil gelmeden önce sahadan beni çıkarmaya çalışmıştı, ismi neydi, belki Beren?

Kız, “Orasını göreceğiz,” diye mırıldanırken arkadan başka biri ona seslendi.

“Bahar, antrenman saatimiz geldi.”

Yaklaşmışım.

Bahar benden yana dönmeyip sahaya geçti, ben de arka kapıdan çıkıp arabama yöneldim. Derslere girecek enerjim yoktu, onun yerine hastaneye gitmeyi tercih edecektim. Bir sonraki antrenmanıma kadar vaktim vardı.

Yol üstü pastaneye uğrayıp fıstıklı baklava aldım, acıkmıştım ve hasta ziyaretine hediye olarak götürmek güzel bir bahane olacaktı. Spor programımdan çıkmamalıydım fakat diyet önümdeki birkaç saat boyunca askıya alınabilirdi.

Hastaneye vardığımda doğrudan odasına çıktım. Açıkçası oda numarasını hatırlamıyor olsam bile kesinlikle yerini belli ediyordu, içeriden deli gibi bir erkeğin kahkaha sesleri geliyordu.

Elimdeki paketten dolayı kapıyı çalmayı es geçip dirseğimle kolu çevirdiğimde karşılaştığım manzara yüzünden gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım.

Gülen ses daha önce görmediğim ve Nil’in abisi olduğunu tahmin ettiğim adama aitti, beni asıl dumura uğratansa odadaki diğer iki kişinin bulundukları konum olmuştu.

Nil’in omzundaki beyaz hastane önlüğünün omuz kısmı kıpkırmızıydı, kanamış mıydı? Yüzü Koray’a dönüktü, elinde bir şeylerle uğraşıyordu. Garip bir açıyla duruyorlardı ve ne yaptıklarını çözememiştim.

“Siz…” diye mırıldandım kelimeler istemsizce dudaklarımdan dökülürken. “Dövüşüyor musunuz?”

NİL’İN AĞZINDAN

(Yarım saat önce)

“Abi!” dedim belki de gün içerisinde milyonuncu kez. “Benim yüzümden tek gelir kaynağını kaybedeceksin, kiranı nasıl ödemeyi planlıyorsun?”

Bana susup yerime sinmeme sebep olacak kadar soğuk bir bakış gönderdi. “Böyle bir durumda yalnız kalmayı mı planlıyorsun?”

“Ne zaman geri döneceksin?”

“Sen iyileşene kadar buradayım.”

Elimde olmadan ses tonum düştü. “Bu sonsuza kadar sürebilir.”

Kollarını kararlı bir tavırla göğsünde kavuşturdu. “O halde sonsuza kadar buradayım.”

Normalde beni hobi olarak dövmeyi tercih eden abimin bu sözleri kalbimi sıcacık etmişti.

Sabahın erken saatlerinde varmıştı buraya. Yaptığımız telefon görüşmesinin ardından uçarak gelmiş olmalıydı, şehirler arası mesafeyi bu kadar kısa sürede gelmiş olmasının başka bir açıklaması olamazdı.

Gece boyu gözümü dahi kırpmamıştım, hastalığımı diyalog kurarken bile aklımdan geçirmeyi ihmal etmiyordum. Sürekli olarak kendime anterograd amnezi olduğumu hatırlatmak her ne kadar içerisinde bulunduğum acınası durumu yüzüme vurup dursa da abim varana kadar yaptığım araştırma yüzünden tedbiri elden bırakmıyordum. Okuduğuma göre benim gibilerin yaşadığı en yaygın sorun kafa karışıklığıydı. Tam olarak ne denmek istendiğini anlamıştım, odamdan çıkıp Koray’dan yardım etmek zorunda kaldığım zamanki gibi oluyordu. Bir kere bile yaşamak berbatken tekrarlanmaması için her şeyi yapacaktım. Tıpkı Koray’ın bugün yanıma uğrayacağını unutmamak için elime aldığım nota ara ara göz atmam gibi. Aslında uyumayı tamamen bırakıp yaptığım her eylemi not alsam sıkıntı kalmazdı, keşke bu mümkün olsaydı.

Sadece Koray’da değil, Atalay’la olan mesajlaşmalarımız da hala hatıralarımdaydı. Dün benden bir şeyler sakladığına çok emindim, hastalığımdan dolayı unutmuş olabileceğim düşüncesi zihnimi sarmalayınca içim rahat etmemişti. En sonunda da dayanamayıp telefonumu kurcalamıştım. Notlar kısmında açık ve net yazdığım o tek cümleyi okuyunca ise tam anlamıyla yıkılmıştım.

-Artık amigo kaptanı değilsin.

Okulun sosyal medyasını açınca paylaşımı görüp kendi notumu doğrulamıştım. Sonra parçaları birleştirmek zor olmamıştı, kazanabilmek için canımı dişime takarak çalıştığım pozisyonu tek bir kazanın ardından kaybedip ortadan kaybolmak haliyle onları endişelendirmişti. Kendime zarar vereceğimi falan sanmış olmalılardı. Başımdan aşağı kaynar sular dökülür gibi olmuştum lakin asla böyle bir şey yapacak kadar ileri gitmezdim, psikolojim hala yerindeydi.

Henüz.

Biz tekrar laf dalaşına giremeden Koray odaya girdiğinde yüzümde istemsizce bir zafer tebessümü oluştu. Başarmıştım işte, saatler boyunca aklımda tutmayı başarmıştım.

Onun konuşmasına fırsat vermeden, “Hatırlıyorum,” dedim. “Koray, dermatoloji, kaybolmama kurtarıcım.”

Anahtar kelimeleri söyleyip onu ikna etmeye çalıştığımda sonlara doğru sırıttı.

“Hatırlamayı nasıl başardın?”

Uyumadığımı ona söylersem abim de bizi duyacaktı ve muhtemelen azarına maruz kalacaktım, o yüzden omuz silkmekle yetindim.

Elindeki tepsiyi fark edince kaşlarımı çattım. Bir tabak omlet, küçük bir dilim ekmek ve ağzına kadar buzla dolu bir bardakla vişne suyu.

“Kahvaltı için de mi sözleşmiştik?”

“Hayır,” diyerek tepsiyi hemen yanımdaki masanın üzerine koydu. “Yemekhanede tanıdığım bir aşçı var, Hande abla zorla bana tepsi hazırlayınca belki açsındır diye sana getirdim. Sadece kahveyle beslenmeme karşı fakat tok tutuyor.”

Onu anlıyordum, ben de kahve bağımlısıydım.

Yine de gerçekten acıkmıştım, dünden beri ağzıma tek lokma bile yiyecek koymamıştım.

“Teşekkür ederim,” dedim çatalı alırken.

Kibarca başını sallarken takdir etmeliydim ki abimin ateş saçan bakışlarını ustalıkla görmezden geliyordu.

Ne diyebilirim ki? Adam yanımda erkek sinek görse gözleriyle öldürmeye çalışıyordu.

Vişne suyu tepsinin ucunda kalıyordu, başımdaki yaradan dolayı hala geçmeyen ağrılarım yüzünden, “Koray,” diye seslendim. “Şunu uzatabilir misin?”

Sonra ne olduysa yemin ederim abimin yüzünden oldu.

Çünkü Koray içeceği bana uzatırken alttan bir temasta bulunduğuna dair tüm mal varlığıma bahse girebilirdim.

Koray dengesini kaybedince vişne suyu boydan boya omzuma döküldü, “Dondum,” diye ince bir çığlık atarken abim kahkaha atıyordu. Buzlardan biri tişörtüme girdiği için zavallıca kıvranıyordum!

Kırılan bardağın cam parçası avuç içime batınca acıyla inleyip hareketlerimi kontrol altına almaya çalıştım. Diğer keskin parçaların nereye düştüğü belli olmuyordu bile.

Ben niye son iki gündür sürekli bir şekilde yaralanıyorum?

Yerimde duramadığım için başıma ağrı saplanınca derin nefesler almaya çalıştım, bu sırada Koray ne ara döküldüğünden emin dahi olmadığım omlet parçalarına çaresiz bakışlar atıyordu. Benim üstüm vişne suyuyla kaplanmıştı, onun kıyafetinde ise yumurta parçaları seçiliyordu.

Takımı tamamlamak için ekmeği hala halimizle dalga geçen abime fırlatmamak için irademle savaşmam gerekti.

Utançtan kan yüzüme hücum etmişti, domatese dönüştüğüme emindim. Koray sadece bana kahvaltı getirmişti, çocuğun başka hiçbir günahı yoktu!

“Çok özür dilerim,” dedim aceleyle peçete çıkararak. “Kuru temizleme faturasını bana gönder lütfen.”

Koray, “Sorun değil,” diyerek elimdeki peçeteyi aldı.

Az önce avucuma batan parçayı kolumu arkadan geçirerek masaya koyarken kapı açıldı.

Atalay içeri girdiğinde önce abime baktı, ardından bakışları omzum üzerinde oyalandı. Son olarak gözleri Koray’la ikimizde durduğunda dışarıdan nasıl göründüğümüzü yeni akıl edebilmiştim.

“Siz dövüşüyor musunuz?”

Atalay’ın sorusuyla az öncekine nazaran kırmızının çok daha koyu bir tonuna büründüğümde, “Hayır,” dedim ne diyebileceğimi bilemeyerek.

En son az önce elimden bıraktığım cam kırığını alıp gösterdim. “Sadece yine yaralanmama sebep olan şeyleri gözümün önünden çekmeye çalışıyorum.”

Koray ağzının içinde gülerek, “O zaman onu da odadan çıkarman lazım…” diye mırıldandığında Atalay gürültüyle boğazını temizledi.

“Omzuna cam mı battı?”

“Ne?” dedim karmakarışık olmuş aklımla söylediğini anlamaya çalışırken. “Vişne suyu döküldü sadece.”

“O zaman neren yaralandı?”

Omzuma dökülmüş bir vişne suyu, hayatında ilk defa gördüğü abim ve yumurtaya bulanmış Koray varken ilk bunu mu sordu gerçekten?

“Sorun yok,” diyerek abime döndüm. “Sen biraz hava alsana.” Başka bir kaosu kaldırabilecek gibi değildim.

Abim beni şaşırtarak odadan çıkarken “On dakika,” diyerek dudaklarını oynattı.

“Yirmi,” diye karşılık verdim aynı şekilde. Daha fazla vakte ihtiyacım vardı, Atalay’la konuşmalıydım.

“On beş.”

Ve bana tekrar yanıt verme fırsatı vermeden gitti.

Koray da fırsattan istifade edip üzerini değiştirmek için gittiğinde yalnız kalmıştık.

Bir süre birbirimizle bakıştıktan sonra, “Selam,” dedi sessizliği bozup. Etraftaki karmaşaya tekrar göz gezdirdi. “Kahvaltıyı yapmışsın anlaşılan. Tatlı da benden olsun.”

Varlığını yeni fark ettiğim paketi yatağın ucuna bırakırken, “Baklava,” diye açıkladı.

“Vay,” dedim acımasızca. “Hayatımı ellerimden aldın, durumumdan zevk almak için mi buradasın? Yanında baklavayla kutlama yaparsın belki.” Hepsi onun yüzünden olmuştu. Bana topu atanın kim olduğunu bilmiyordum, konuştuysam bile hatırlamıyordum ancak benim öfkem sadece çocukluk etmesi ya da o topun bana çarpması değildi.

Beni tutmamıştı.

Kafam bir demir parçasına saplanırken sadece düşüşümü izlemişti.

O yüzden ne bana getirdiği tatlı ne de söyleyecekleri umurumda değildi. Lanet olsun ki daha önce gelmiş ve onunla konuşmuşsam bile hatırlamıyordum. Daha önce siniri ifadece ettim mi hatırlamıyordum.

Etmiş olsam da fark etmezdi gerçi, ona olan düşüncelerim değişmemişti ve bunu dilediğim kadar tekrar edebilirdim.

Hayallerimi elimden almıştı. Yaşamımı. İyileşeceğimden emin olmadığım bir hastalığın içine hapsetmişti beni. Tedaviye karşılık verebilmek için elimden gelenini yapacaktım lakin bu sürecin benden çalacağı bir zaman dilimi de olacaktı. Her ne olursa olsun o tek bir hareketiyle benden çok şey söküp atmıştı. Sessiz kalmayacaktım.

Ve bu kahrolası yaram geçtiğinde, anılarım olsun veya olmasın, intikamımı alacaktım.

“Ne?” dedi beklemediği ani çıkışım karşısında afallayarak. “Hayır, gerçekten böyle bir amacım-”

“Sana sadece tek bir sorum var,” diye kestim sözünü. “Yeni amigo kaptanı kim?” Abim sosyal medyadan gelecek mesajlardan kötü etkilenmemem için el koymuştu. Kim bilir, iki arada mesajlarımı karıştırıp yanıt vermiş bile olabilirdi. Gamze dün akşam zorumla gitmiş, okuldan sonra tekrar geleceğini söylemişti. Haliyle yerime geçen kişinin kim olduğundan haberim yoktu.

“Ne?” diye sordu ikinci kez. Sonra yeşil-mavi karışımı gözlerine ölümcül kızgınlık yerleşti. “Kim söyledi? Eğer Ata Can pot kırmışsa, bu sefer o çocuğu mahvedeceğim.”

“Kimse söylemedi. Ben hatırladım.”

“Nasıl?” dedi şaşkınlıkla. “Dün hatırlamıyordun.”

“Not almışım, şu an önemli değil,” dedim sabırsızca. “Yeni kaptan kim?”

Kararlılığımı görünce en son pes etti. “Bahar.”

Bahar.

Burukça gülümsedim.

“Zaten yerimde gözü vardı,” diye mırıldandım. “İstediğine o da ulaşmış oldu.”

Az önce hali hazırda sahip olduğum öfke ateşi harlanmış, şimdi bir yangın haline gelmişti. İstediğim cevap bu değildi. Pekâlâ, kaptanın değiştirilmesine zaten karar verilmişti ama bu kadar çabuk olmak zorunda mıydı? Bu kadar çabuk mu doldurmuşlardı yerimi?

Geçici, kaptan o,” dedi Atalay baskın ses tonuyla düşüncelerimi bölerek. “İyileşince sana pozisyonunu geri vereceklerdir, vermek zorundalar.”

“Neden umursuyorsun ki?” Bu halde olmamın, tüm bu olanların sorumlusu oydu. Elbet umursaması gerekirdi. Ne var ki ben onun umursayabilecek vicdana sahip olduğunu düşünmüyordum.

“Umursuyorum,” diyerek aklımdan geçenlerin tam aksini söyledi. Devamında söyledikleri ise beni daha da hayrete düşürdü.

“Özür dilerim.” Bu iki kelimeyi o kadar içtenlikle söylemişti neredeyse kastettiğine inanacaktım. Neredeyse. “Senin için hiçbir şeyi değiştirmeyecek, olanı geri almayacak. Fakat özür dilerim, Nil. Ve söz veriyorum yaptığımı telafi etmek için yapabileceğim her şeyi yapacağım.”

Sözleri üzerimde ters etki oluşturmuştu. Onu affetmemi beklerken sahip olduğum duyguları güçlendirmekten başka işe yaramamıştı cümleleri.

“Telafi etmek istiyorsun,” diye tekrar ettim. “Nasıl? Tatlı alarak mı? Dün benim için ‘endişelendikten’ sonra unuttuğum gerçeği söylemeyerek mi? Bu şekilde senin yüzünden sahip olduğum hastalıkla dalga geçerek mi?”

“Dalga geçmiyordum,” dedi sessizce. “O an halimi, halimizi düşün. Nil, haber geldi ve sen bir anda ortadan kayboldun. Sence dalga geçseydim arabama atlayıp gelir miydim? Sen mesaj attıktan sonra yarı yolda döndüm ben.”

“Umurumda değil,” diye soğuk bir cevap verdim. “Özrünü kabul etmiyorum, Atalay. Diyeceğin hiçbir şeyi önemsemiyorum.”

Hayal kırıklığına uğramış gibi baktı bana. İnatlaşmanın faydasız olduğunu anlayınca, “Bari avuç içine yara bandı yapıştır,” dedi. “Kanıyor.”

Gerçekten de sağ avucumdan minik kan damlaları damlıyordu. Küçük bir yaraydı, sızlamıyordu bile önemsizdi ancak fark etmişti.

Tekrar tek kelime etmeden odadan çıktığında bana da arkasından bakmak düştü.

 

-BÖLÜM SONU-

Şimdilik buraya kadardı. Nasıl buldunuz?

Daha fazla uzatmadan sorulara geçiyorum:

-Atalay'a biraz daha ısınmaya başladınız mı?

-Nil'in abisinin gelişi neleri değiştirecek?

-Nil "intikamını" nasıl alacak?

İletişim için Instagram: okur.yazarkelebek

Bir sonraki bölüme kadar görüşmek üzereeee

Loading...
0%