@okuryazarkedii
|
Merhabalar! Öncelikle kitabıma hoş geldiniz. Bu benim ilk kitap yazma deneyimim. Oldukça heyecanlı olduğumu itiraf etmek isterim. Her türlü olumlu-olumsuz eleştirilerinize, önerilerinize açığım. Kaleme almakta olduğum kurgudan bahsedecek olursam; Kesinlikle +18 bir kurgu olacak. İçerisinde fiziksel, sözlü, psikolojik her türlü şiddet; madde kullanımı, kötü söz kullanımı, açık sahneler mevcut olacak. Bu yüzden 18 yaşın altındaysanız kitabımı okumanızı tavsiye etmiyorum. Onun dışında umarım hikayemi sever ve beğenirsiniz. Beğendiğiniz taktirde oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. Seviliyorsunuz ♥
❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀
"İyi akşamlar Proİnt Müşteri Hizmetleri'nden Asrın ben. Size nasıl yardımcı olabilirim?" diye sordum tahminen 40'lı yaşlarında olan adama. Fazlasıyla bıkkın görünüyordum. Ama yine de sesim karşıya bıkkın gitmesin diye gülümsemek ve kibarlığımı korumak zorundaydım.
Adamdan sonunda cevap geldiğinde "Tabii, hemen yardımcı oluyorum. Siz hattan ayrılmayın." diyerek laptopun üzerinde ince uzun parmaklarımı hareket ettirdim.
Yaklaşık 2 dakika sonra adamın tüm sorunlarını çözdüğümde "Yardımcı olabileceğim başka bir konu var mı?" diye sordum ama içimden olmaması için dualar ediyordum. Adamdan başka bir sorun olmadığına dair cevap alınca "Bizi tercih ettiğiniz için teşekkür eder ve iyi akşamlar dilerim." dedim. Artık bu görüşmenin sonlanmasını sabırsızlıkla bekleyerek.
Görüşme nihayet sonlandığında kulağımdaki kulaklığı hızlı bir şekilde çıkarıp masanın üstüne fırlattım. 2 saatin sonunda telefonumu elime alabildiğimde saate baktım ve gözlerim şaşkınlıkla irice açıldı. Saat akşam 9'a geliyordu ve hala mesaim bitmemişti. O an Gizem'in söyledikleri kulaklarımda çınladı. "Atanana kadar bu işi yapabilirsin. Hem evden çalışmak çok kolay." demişti bilmiş bir tavırla. Ardından cümlesini şu şekilde devam ettirdi "Ne de olsa artık herkes evden çalışabileceği bir iş arıyor." Ama ben evden çalışabileceğim bir iş aramıyordum. Ben atanmak ve kendi mesleğimi yapmak istiyordum. Kesinlikle istediğim ve hayal ettiğim hayat bu değildi.
Marmara Üniversitesi Tarih Öğretmenliği bölümünden tam tamına 1 yıl önce mezun olmuştum. Puanlarım yüksek olmasına rağmen alımlar çok az olduğu için atanamamış ve şu an yapmakta olduğum işe yani Müşteri Temsilciliğine 6 aydır bağlı kalmıştım.
Telefonumun mesaj sesiyle titredim ve gözlerimi diktiğim laptop ekranından ayırıp telefonuma baktım. Mesaj kız grubumuzdan gelmişti. Ekrana bakmamla tüm yorgunluğumu unutup yüzüme gülümsememin yayılması bir oldu. Gizem ile Ela her zamanki gibi birbirleriyle çekişiyor, birbirlerine çocukça sataşıyorlardı. Bu hallerini, ne kadar ciddi konu olursa olsun tiye alabilmelerini gıptayla izliyordum. Daha sonra Ela mesajlaşarak sataşmaktan yorulmuş ya da sıkılmış olacak ki üçümüzü de görüntülü aradı.
Görüntülü konuşmaya katıldığım an Defne'nin ince çatık kaşlarıyla beni haşlamaya başlaması bir oldu. Yine de sesimi çıkarmadım ve bir suçluymuş gibi tek elimi havaya kaldırıp beni haşlamasının bitmesini gülümseyerek bekledim. Onlarla uzun süredir hiçbir aktivite yapmadığımdan, aynı şehirde olmamıza rağmen ayda sadece bir kez görüşmemizden yakınıyordu. Evden çalışıyor olabilirdim ama yine de uygunsuz mesai koşullarından dolayı fazlasıyla yoruluyordum. Bu yorgunluk fiziksel olmasından ziyade daha çok zihinsel bir yorgunluk oluyordu.
Tüm gün boyunca insanlarla muhatap olmak ve onların sorunlarına çözüm bulmaya çalışmak fazlasıyla yorucu oluyordu. Ama yine de ona bunlardan bahsetmeyecektim. Boğazımı temizleyip sesimin tatlı çıktığından emin olarak "Haklısınız ama size kendimi affettireceğim." dedim tatlı bir şekilde gülümseyip gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırarak masum kız görüntüsü vermeye çalışıyordum kendimce. Gizem tek kaşını kaldırıp, henüz yeni boyatmış olduğu platin sarısı saçlarını geriye atarak "O nasıl olacak ki? En son görüştüğümüzde yeni işini kutluyorduk. Yani tam tamına 6 ay öncesinden bahsediyorum." dedi ve ağız dolusu gülümsedi. Ortalığı kızıştırmak için söylediği her halinden belliydi, düpedüz abartıyordu.
Ela araya girerek "Tamam gitmeyin kızın üstüne. Bize kendini affettireceğinden bahsediyor." dedi, telefon ekranına biraz daha yaklaşıp diş tellerini göstererek muzip bir şekilde gülümsedi. "İşte şimdi geliyor gelmekte olan." diye geçirdim içimden ve yerimde rahatsız bir şekilde kıpırdandım ama yine de onlara tatlı olduğunu düşündüğüm bir şekilde gülümsemeye devam ettim. "O zaman bugün hep birlikte içmeye gidebiliriz!" bunu, onları geri çeviremeyeceğimden emin bir şekilde söylemişti.
"İşte beklediğim şey geldi." dedim yine içimden. Dışım ne kadar gülüyor olsa da içim bir o kadar mutsuzdu bu durumdan. İster istemez gözlerim telefon ekranındaki saate kaydı.
Mesaimin henüz yeni bitmiş olduğunu gördüm. Bu teklifi reddedebileceğim tek sebebim de ellerimin arasından kayıp giderken, sıkıntıyla nefesimi dışarıya verdim.
Aslında kızları özlemiştim. Onlarla birlikte vakit geçirmeyi, eğlenmeyi, doyasıya gülmeyi ve sapıtana kadar içmeyi gerçekten çok özlemiştim. Ama bir şekilde, hayatlarımızın bu evresinde az da olsa birbirimizden kopmuştuk. Üniversite zamanlarındaki kadar çok vakit geçiremiyor, boş zamanlarımız birbirine denk düşmüyordu. Bu sebepten ötürü görüşebildiğimiz zaman dilimleri genelde gecenin geç saatleri oluyordu. Ben de gece geç saatlere kadar çalıştığım için oldukça yorgun oluyordum. Mesaim biter bitmez laptopu kapatıp, elimi yüzümü yıkayıp, dışarıdan sırf karnım doysun diye yemek söyleyip, onu yiyip direkt olarak uykunun güzel kollarına bırakıyordum kendimi. Arada bu şekilde dışarıya çıkmalarımız dışında hayatım 6 aydır bu şekilde bir rutine bağlı olarak sürüp gidiyordu. Ve bu rutin beni oldukça tembel bir insana dönüştürmüştü.
Kambur bir şekilde oturduğumu fark edip sırtımı dikleştirdim ve dinlendirici gözlüğümü gözlerimden çekip, üzerinde lip balmdan iskambil kağıtlarına kadar her şeyin bulunduğu önümdeki dağınık masaya gelişigüzel bıraktım ve "Tamam o halde." deyip kızların mutluluk çığlıklarını yüzümü buruşturarak izledim. Daha sonra nerede ve ne zaman buluşacağımızı planlayıp telefonu kapattık.
Telefonumu masanın üzerindeki muazzam dağınıklığın arasına bırakıp ayağa kalktım ve doğruca yatak odama gittim. Kafam karışık bir şekilde ne giyeceğimi düşünerek giysi dolabımın kapaklarını açtım ve çoğunluğun siyah renkte olduğu giysilerime göz attım. Çok fazla düşünürsem daha çok kararsız kalacağımı bildiğim için siyah deri pantolonumu elime aldım. Üzerine de uyumlu olacağını düşündüğüm yakası ve kolları dantel detaylı olan siyah bluzumu çıkarıp bir çırpıda giydim. Daha sonra makyaj masama oturup yeşil renkteki gözlerimi ortaya çıkaracağını düşündüğüm kahverengi bir farı fırça yardımıyla gelişigüzel bir şekilde göz kapaklarıma dağıttım. Zaten uzun ve yoğun olan kirpiklerime de hafif bir şekilde rimel sürdüm. Son olarak da dudaklarıma nude tonlarda bir ruj sürüp makyaj faslını tamamladım.
Evden çıkmadan önce üzerime siyah renk kaşe kabanımı ve siyah topuklu ayakkabılarımı da giyip aynadan yansıyan görünüşüme memnun bir şekilde baktım. Sarı ve düz olan saçlarıma hiçbir şey yapma gereği duymadım ve salık bir şekilde bıraktım. Ama yine de saçlarımın her yerimde olmasından çok çabuk sıkılan birisi olduğum için çantama siyah lastik tokamı koydum. Her zaman en az bir tane lastik toka taşırdım çantamda. Çantam yanımda olmazsa da bileğimde kesin olarak taşırdım lastik tokayı.
Evden çıkmadan önce son olarak Papyon'un mama kabına mama ekledim. Papyon'u 3 yıl önce sokakta çok kötü bir durumdayken bulmuştum. Çevreden edindiğim bilgilere göre Papyon'a araba çarpıp kaçmıştı ve neredeyse 1 haftadır bu şekilde yaşama tutunmaya çalışmaktaydı. O an sinirin ve öfkenin bedenimi ele geçirişini çok iyi hatırlıyorum. Gözlerinin önünde böyle bir olay olmuşken ve bir hayvan böyle vahim bir durumdayken ona hiçbir şekilde yardım etmemişler ve ölüme terk etmişlerdi. Bu olayı öğrenir öğrenmez Papyon'u temkinli bir şekilde kucağıma alıp telefonumdan babamın numarasını tuşlamış ve taksiyle gelip bizi alana kadar Papyon kucağımda, sinirlerim tepemde bir şekilde beklemiştim. Babam geldiği zaman direkt olarak durumu anlatıp veteriner kliniğinin yolunu tutmuştuk. Tam 1 ay boyunca yoğun bakımda kalmıştı. Omurgasında sayısız kırık, ön patisinde ezilme ve sağ gözünde çarpma sonucu körlük meydana gelmişti. Ama her şeye rağmen çok güçlü bir kediydi. Geçmişten günümüze gelen tek rahatsızlığı sağ gözünün kör kalmasıydı. Onun dışında uygulanan tüm tedavilere olumlu yanıtlar almıştık ve tamamen iyileşmişti Papyon. Şu anda 1+1 evimi onunla paylaşıyor olmaktan büyük mutluluk duyuyordum.
Mama kabına mamasını koyduğumu duyar duymaz mutfakta yatmış olduğu sandalyeden kalkıp miyavlayarak yanıma geldi ve bacaklarıma sürtündükten sonra mamasını yemeye koyuldu. Bu da onun kendine has teşekkür etme şekliydi. "Kendine dikkat et, ev sana emanet." deyip gülümseyerek başını okşadıktan sonra evden çıktım ve kapıyı kilitleyerek asansöre yöneldim.
Dışarıya çıktığım an soğuk havanın etkisiyle vücudum titremeye başladı. Titreyen ellerimle çantama atmış olduğum telefonumu buldum ve taksicinin numarasını tuşlayıp kulağıma götürdüm. Yaklaşık 10 dakika sonra taksi geldiğinde soğuktan burnumun ucu kızarmış ve parmaklarımı hissetmiyor vaziyetteydim. Şu an sıcacık yatağımda Papyon'a sarılarak uyuyor olabilirdim diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Yine de taksiciye gideceğim adresi söyleyip, arkama yaslanıp yolu izlemeye koyuldum.
Aslında taksiye binmekten nefret ediyordum. Babam evi terk etmeden önce taksicilik yapıyordu ve taksiye binen bir müşteriye aşık olup bir gün o kadının elinden tutup evimize getirmişti. Pişkin bir şekilde gülümsüyor "Üzgünüm Gülten ben aşık oldum." diyordu anneme. Daha sonra "Aslında üzgün de değilim çünkü hayatımın aşkını buldum. Bu yüzden çok mutluyum." diyerek devam ettirdi cümlesini ve kendinden çok daha uzun ve iri olan, adının sonradan Ayça olduğunu öğrendiğim kadının yanağına bir öpücük kondurdu. O an kusmamak için ellerimi ağzıma kapatmam gerekmişti. Ama tüm çabalarıma rağmen kusmama engel olamamıştım. Tam da kadının kırmızı parlak sivri burunlu topuklu ayakkabılarına midemde ne var ne yoksa çıkarmıştım. Her zaman stres altındayken midem bu şekilde tepki gösterirdi ve çoğu zaman da kendimi tutamayıp şu an olduğu gibi kusardım.
Kadın kalın kara kaşlarını çatıp, kart yüzünü buruşturarak "Iyy iğrenç. Bu ayakkabılar senin bu yaşadığın kulübeden bile pahalıdır. Ne yaptığının farkında mısın?" dedi ve babamın koluna yapışıp "Buradan bir an önce gidelim Haluk." diye ciyakladı. İşte o an sinirlerim saniyeler içerisinde tepeme çıktı, kanın da beynime sıçramasıyla birlikte kadının saçlarına mengene gibi yapışıp çekiştirmeye başladım. Kadın başta ne olduğunu anlayamayıp şaşırsa da daha sonradan kendini toparlayıp aynı şekilde o da benim saçlarıma yapıştı.
O kargaşa sırasında gözlerim anneme takıldı. Yaşanan şeyleri anlamlandıramayarak şok olmuş bir şekilde önündeki manzaraya bakıyordu. Annemi öyle gördüğüm an daha çok hırslandım ve kadının saçlarına daha çok yapışıp daha güçlü bir şekilde çekmeye başladım.
Bu savaş hali ve havada uçuşan küfürler birkaç dakika sonra babamın aramıza girmesiyle son buldu. Parmaklarımı zorlukla kadının saçlarından ayırınca kadının şarap kırmızısına boyadığı saç tutamları parmaklarımın arasında kalmıştı. Büyük bir tiksintiyle onları kadının üzerine doğru attım. Kadın da tekrardan atağa geçtiğimi düşünüp babamın arkasına saklamaya çalışmıştı koca bedenini. Anlaşılan baya bir korkutmuştum. Bu görüntüye gülmeden edemedim. Sinirlerim epey bir bozulmuştu.
Annem büyük bir sakinlikle beni kenara itip babamın ve kadının karşısına geçip "Defolun gidin evimden." dedi büyük bir kararlılıkla. Yüzüne baktığımda ne sinir ne de öfke vardı. Sadece gözlerinin derinliklerinde yaşadığı hayal kırıklığını görebiliyordum. Babam korkak ve kararsız adımlarla anneme yaklaştığında ben de kaşlarımı çatıp ne yapacağını ya da ne diyeceğini merak ederek bekledim. Ama şu an ne söylerse söylesin hatta pişman olduğunu söylese bile iş işten çoktan geçmişti. Annem babamı asla affetmeyecekti biliyordum ve affetmedi de. Sonuna kadar haklıydı, babamı affetmemek hakkıydı.
"Sadece birkaç parça eşyamı almaya geldim. Aldıktan sonra hayatınızdan tamamen çıkacağım." dedi. Ama birkaç parça eşyasının dışında abimi de bizden almıştı. Abime her ne anlattıysa o günden sonra abim anneme düşman olmuştu ve yine o günden sonra bizimle bir daha hiç görüşmedi. Bu nasıl mümkün olabilirdi aklım almıyordu. Babam annemi aldatmıştı hem de aldatmakla kalmayıp aldattığı kadını ona aşık oldum diyerek annemin karşısına çıkarıp bir de gözlerimizin önünde onu öpüyordu ve abim bu iğrençliği bile bile anneme tamamen sırtını dönüp babamı destekliyordu. Gerçekten akıl alır gibi değildi. İkisinden de tam anlamıyla nefret ediyordum.
Annem babama küçük bir valiz hazırlayıp onu ve kart sevgilisini evden gönderdi. Onlar gittikten sonra kadının çekiştirmiş olduğu saçlarımı düzeltmeye koyuldum ve düzeltirken saçlarımın arasında kadının takma tırnaklarından birini buldum ve büyük bir tiksintiyle tırnağı çöpe attım. Salona geldiğimde ise annemi koltuğun köşesine sinmiş bir şekilde sessiz sessiz ağlarken buldum ve o an tam da o an annemin 10 yaş daha yaşlandığını fark edip buna sebep olanlara ağız dolusu küfür ve lanet ettim.
Telefonumun zil sesiyle dalmış olduğum derin düşüncelerden sıyrıldım. Bir yandan gözyaşlarımı silerken diğer yandan da çantamın içerisinde telefonumu arıyordum. Nihayet bulduğumda "Bilinmeyen Numara" yazısına kaşlarım çatık bir şekilde baktım. Gözlerim saatin yazdığı kısma gidince kaşlarım daha da çatıldı. Gecenin 23.30'unda Bilinmeyen Numaradan bir arama geliyordu. Normalde bu aramaya bakmazdım fakat işim gereği gelen her aramaya baktığım için bu aramaya da bakacaktım. "Mesleki deformasyon herhalde." diye geçirdim içimden omuzlarımı silkip.
Israrla çalmaya devam eden telefonumu açıp kulağıma götürdüm. Telefona tamamıyla sessizlik hakimdi. Bu sessizlik kaşlarımı daha fazla çatmama sebep olmuştu. Daha fazla dayanamayıp "Buyurun." dedim ve der demez kendime tokat atma isteği sardı bedenimi. Bir mesleki deformasyon daha.
Karşıdan hala ses gelmeyince sıkıldığımı belli etmek adına nefesimi sesli bir şekilde dışarıya verdim. "Yanlış numarayı çevirdiniz galiba." deyip telefonu kapatmaya hazırlandığım sırada karşıdan "Yanlış numarayı çevirdiğimi düşünmüyorum Asrın Yücesoy." dedi mekanik, robotumsu bir ses. Adımı ve soyadımı duyar duymaz sanki mümkünmüş gibi kaşlarım daha çok çatılmıştı. "Adımı ve soyadımı nereden biliyorsun?" diye sordum sesimin titremesine engel olamayarak. Cevabın gelmesini beklemeden "Kimsin sen?" diye de ekledim. Sesim biraz yüksek çıkmış olacak ki şoförün de kaşlarını çatarak bu garip konuşmaya kulak kabarttığını dikiz aynasından göz göze geldiğimizde anladım. "Seninle ilgili daha fazla şey biliyorum. Mesela şu an korkmuş yeşil bakışlarını etrafta gezdirerek takside Grey Place'e doğru yol aldığını bildiğim gibi." Siktir, siktir.
"Bu ne böyle? Kamera şakası falan mı? Eğer öyleyse hiç komik olmadığını da biliyor olmalısın." dedim korkmama rağmen iğnelemeyi de ihmal etmeyerek. Yine de fazlasıyla huzursuz hissetmeye başlamıştım ve oturduğum yerde huzursuzca kıpırdanarak gözlerimin korkudan dolayı dolmasına engel olamadım.
Aklım hemen bu kişinin kim olabileceğine dair çıkarımda bulunmaya başladı ve bu zamana kadar tanıştığım insanları, zihnimin en ücra köşesinde kalanları bile hızlı bir şekilde yokladım. Ama yine de mantıklı düşünemiyor, hiçbir sonuca varamıyordum. Gözlerimin yeşil olduğunu biliyor olması çok sorun değildi. Fakat şu anda takside olduğumu ve nereye gittiğimi biliyor olması büyük bir sorundu.
Tekrardan zihnimi yoklamaya başladım. Kim bana böyle bir şeyi yapmak isterdi diye düşünüp duruyordum ama yine çok büyük stres altında olduğum için mantıklı hiçbir sonuca ulaşamamıştım. Şu anda aklımda uyarılar vermeye sebep olan, kocaman kırmızı bir yazıyla gözlerimin önünde dönüp duran tek bir soru vardı; Kimdi bu?
|
0% |