Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Ilgaz Karahan

@okuryazarkedii

Korkak gözlerle hızlıca etrafıma bakındım. Kamera ya da dikkatimi çekecek herhangi bir şey aradım. En son gözlerim şoför koltuğunda oturan ve olanı biteni büyük bir sessizlikle izleyen adama takıldı. Dikiz aynasından baktığımda onun da bana baktığını fark etmemle gözlerim irice açıldı.

Telefondaki mekanik sesi duymamla dikkatim taksiciden telefona kaydı ve sese odaklandım. "Hayır kamera şakası değil ve yine hayır ben taksici değilim." dedi ve daha sonra neşeli kahkahası duyuldu. Bu kahkaha mekanik konuşma sesinden çok daha korkutucu gelmişti kulağa. Bu nasıl mümkün olabilirdi? Nasıl benim nereye, kime baktığımı dahası ne düşündüğümü biliyor olabilirdi?

 

Yine de bu söylediğine inanmadım ve gözlerimi taksiciden bir saniye bile olsun ayırmadan "Durdur arabayı." dedim kararlı bir sesle. Aynı zamanda çantamın en alt köşesinde annemin "Ne olur ne olmaz yanında bulunsun kızım, tek yaşıyorsun sonuçta." diyerek vermiş olduğu biber gazını ellerimin arasında her an kullanmaya hazır bir şekilde sıktım. Garip bir şekilde adam bu tavrımı yabancılamamış gibi hiçbir şey demeden arabayı yol kenarına çekti. Taksimetrede yazan tutara bakıp hızla cüzdanımdan yazan tutardan daha fazla parayı çıkarıp verdim ve bu sırada telefonumu açık bir şekilde koltuğa bıraktığımı fark edip elime alıp hızlı bir şekilde telefonu Bilinmeyen Numaranın yüzüne kapattım ve koşar adımlarla taksiden indim. Taksi hiç beklemeden karanlık yolda ilerleyip az sonra da gözden kayboldu.

 

Nerede olduğumu anlayabilmek için etrafıma baktığımda gitmek istediğim yerden çok da uzakta olmadığımı anlayıp adımlarımı hızlandırdım. Telefonuma gelen bildirim sesiyle vücudum anında kaskatı kesildi ve vücudumu bir titreme ele geçirdi. Bu titreme apartmandan ilk çıktığım anda ki gibi havanın soğukluğundan kaynaklanan bir titreme değildi. Bu titreme kesinlikle korkunun vücudumda oluşturmuş olduğu bir titremeydi.

 

Kabanımın cebine tıkıştırmış olduğum telefonumu elime aldığımda gelen mesaja baktım ve farkında olmayarak adımlarımı daha da hızlandırdım. Mesaj Bilinmeyen Numaradandı. "Ben korkman gereken bir canavar değilim Asrın Yücesoy. Zaten en kısa zamanda tanışacağız." Yazıp sonuna da bir gülücük eklemişti. Gülücük emojisini görür görmez mekanik kahkahası kulaklarımda yankılandı ve tüm tüylerimin ürpermesine sebep oldu. Ama şu an aklıma takılan en büyük soru "Zaten en kısa zamanda tanışacağız." diyerek ne demek istediğiydi. Ne demek istiyordu? O kimdi? ve neden en kısa zamanda tanışacaktık? Aklımda bu şekilde uzayıp giden binlerce soru belirdi.

 

Bu ve daha fazlasını düşünürken artık koşmaya başladığımı çok geç fark etmiştim ve fark etmemle bir şeye çarpıp kalçamın üzerine düşmem bir oldu. Canımın acımasıyla boğazımdan bir çığlık kaçtı. Bakışlarımı kaldırıp çarptığım şeye bakmamla birlikte eş zamanlı olarak kaşlarımı çattım. Çarptığım şey yani kişi de aynı şekilde kaşlarını çatmış anlam veremez bir şekilde hala yerde yarı uzanır vaziyette olan bedenimi süzüyordu. Birkaç saniye daha yüzüme bön bön baktıktan sonra bir elini bana doğru uzattı.

 

Uzattığı şey el değil de bana doğrultulmuş bir silah gibi geldi gözlerime o an ve hiç vakit kaybetmeden yerden destek alarak ayağa kalkıp, "Benden uzak dur!" diye bağırdım. Bağırmamla birlikte birkaç meraklı bakış bize çevrildi ama ben hiç umursamadan üzerimi silkeleyerek yine koşar adımlarla oradan uzaklaştım. Uzaklaşmadan önce de çarptığım kişinin "Manyak herhalde." dediğini duydum. Hayır manyak değildim. Sadece telefonuma bilinmeyen numaradan gelen arama ve mesajlardan dolayı paranoyaklaşmıştım.

 

Yaklaşık 2 dakika daha koşar adımlarla yürüdükten sonra Grey Place'in önüne gelmiştim. Kızları benden önce gelmiş ve beni beklerlerken görünce içim az da olsa rahatlamıştı. Taksiden erken inmem ve birine çarpıp yere düşmem beni epeyce yavaşlatmış olmalıydı. Çünkü benim evim onlarınkine göre daha yakın kalıyordu buraya.

 

Gülümsemeye çalışarak kızlara yaklaştığımda Defne de bana doğru gelip tek kaşını kaldırıp sorgulayan bakışlarla "Nerede kaldın? Merak ettik seni." dedi. Beni baştan ayağa süzüyordu. Defne her zaman fazla pimpirikli ve detaycı bir kişiliğe sahipti. Bu yüzden henüz ne yaşadığımı ben bile bilmezken onlara gelen tuhaf aramalardan ve mesajlardan bahsedemezdim. Sorulabilecek muhtemel sorulara benim vereceğim kısıtlı cevaplar onları tatmin etmeyecekti buna emindim. Ayrıca tüm bunlar bir eşek şakası bile olabilirdi. Tıpkı lisede sınıf arkadaşım olan Burak adındaki çocuğun yaptığı aptal bir eşek şakası gibi olabilirdi. Bu yüzden bu konu hakkında tamamen sessiz kalmayı seçtim.

 

"Taksi bulmakta zorlandım." dedim aklıma gelen ilk yalanı söyleyivermiştim. Sonuçta saat gecenin bir vaktiydi ve bu yüzden taksi bulamadığım için geç kalmış olmam ihtimaller dahilindeydi. Ela ve Gizem inanmış gibi görünürken Defne'nin söylemiş olduğum bu yalana inanmadığı her halinden belli oluyordu. Ama yine de çok irdelemedi.

 

Gece kulübüne adım atar atmaz ortamdaki yüksek ses yüzünden yüzümü buruşturup, kulaklarımın sese alışması için kendime zaman tanıdım.

 

Kendime gelir gelmez etrafı incelemeye başladım. Ortama kırmızı ve mavi renkteki ışıklar hakimdi. Bu ışıklar yer yer siyah masaları ve kırmızı tabureleri aydınlatırken, yer yer de karanlıkta bırakıyordu. Orta alanın etrafına dizilmiş olan masaların birçoğu doluydu. Pist kısmına bakışlarımı çevirdiğimde ise orada da durumların farksız olmadığını gördüm. Kalabalık bir grup gibi görünen, kendinden geçmiş olarak dans eden yarı çıplak bedenler vardı. O sarhoş bedenlerin arasından ustalıkla geçen, ellerindeki tepsilerle sürekli olarak bitmiş olan içki ve çerezleri tazeleyen; siyah pantolon üstüne beyaz gömlek ve onun da üstüne bordo, siyah düğmeli yelek giyen garsonlar tıpkı işçi arıları anımsatıyorlardı.

 

 

Bar kısmı biraz daha geride kalıyordu ve bar kısmının sağ ve sol taraflarına yine aynı şekilde kırmızı koltuklu ve siyah masalı loca bölümleri yerleştirilmişti. Ama bu kısımlar genelde kırmızı ve mavi ışıkların değmediği karanlık kısımlarda kalıyordu. Bu yüzden loca kısmında oturan kişilerin sadece bedenini seçebiliyorken silüetleri tam bir muamma olarak kalıyordu. Yine bu yüzdendir ki locada oturan kişiler beni bilinmezlikleriyle her zaman ürkütmüşlerdir.

 

Garson bizi oturtacağı masaya getirdiğinde "İyi eğlenceler." dedi. Dudağının bir kenarı alaycı bir imayla yukarıya doğru kıvrılırken yanımızdan ayrıldı. Bu durum kafamı kurcalasa da çok fazla takılmamaya karar verip bizi getirdiği konuma baktım. Pistten biraz uzakta kalan, mavi kırmızı ışıklardan zar zor nasibini alan yuvarlak, etrafında da uzun taburelerin olduğu bir masaya getirmişti. Üzerimizdeki kabanları çıkarıp taburelerin kısa sırt kısımlarına asıp yerlerimize oturduk.

  

"Ee kızlar ne içiyoruz?" Ela gözlerindeki parıldama ve yüzüne yayılan kocaman gülümsemesiyle sormuştu bu soruyu. Gizem tepesinde sıkı bir at kuyruğu yaptığı platin sarısı saçlarından bir tutam alıp işaret parmağına dolayarak "Hmm... Bence bu gece hep birlikte tekilayla shot atmalıyız!" dedi. Cilveli bir edayla kahverengi ve istek dolu bakışlarını da üzerimizde gezdirmeyi ihmal etmeyerek.

 

Ela ve Defne'den olumlu yanıtlar gelince sadece olumsuz düşünen kişinin ben olduğumu anladım. Yerimde huzursuzca kıpırdanıp, "Ben aslında alkolsüz bir şeyler düşünüyordum." Gözlerimle tepkilerini ölçüp. "Meyveli soda gibi." diye de devam ettirdim konuşmamı. "Hadi ama içmeye diye çıktık ve senin de içmekten anladığın şey meyveli soda olamaz değil mi Asrın?" Diye sordu Ela.

 

Üniversite yıllarımızda neredeyse her akşam bu şekilde toplanıp "Kafa Dağıtma" geceleri yapıyorduk. O zamanlarımıza atıfta bulunduğunu anlamıştım ama yine de bunu görmezden geldim. Çünkü o geceleri yapmayalı uzun zaman olmuştu ve 6 aydır da tembel hayvan gibi yaşadığımı hesaba katarsak bünyem kesinlikle bunu kaldıramazdı. Sabah feci bir baş ağrısı ve mide bulantısıyla uyanıp, tüm günümü de o şekilde geçiremezdim. Sonuçta evden de olsa çalışıyordum ve o şekilde çok güzide insanların çok çok önemli(!) sorunlarına çözüm bulamazdım. Bu yüzden kararlıydım. Kesinlikle alkolsüz bir şeyler içip geceyi aklıselim bir şekilde tamamlayacaktım.

 

Telefonumun mesaj sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım, taburenin sırt kısmına asmış olduğum kabanımın cebine uzanıp telefonumu çıkardım. Bu sırada da bu kadar yüksek sesli ortamda telefonuma gelen tek bir mesaj sesini nasıl duyduğumu düşünüyordum. Bilinmeyen Numaradan 1 yeni mesaj. Mesaja tıkladığımda görmüş olduğum 2 kelime beynimden vurulmuşa dönmeme sebep oldu. "Hoş geldin."

 

Ellerimin titremeye başlamasıyla birlikte telefonumu masaya, çerezlerin arasına düşürdüm.

 

"O, burada." Sesim fısıltıdan farksız çıkmıştı. Onun şu anda burada oluşu beni içinde bulunduğum gerçeklikten soyutlarken transa geçmiş gibiydim. Bu yüzden telefonumu masadan almayı bırak, ağzımı açıp tek bir kelime bile söyleyememiştim bana merakla ve endişeyle bakan 3 çift gözün sahibine. Bir şeyler diyorlardı fakat kulaklarım işlevini yerine getiremiyor, söylenen şeyleri uğultulu bir şekilde duyuyordum. Her stres anında olduğu gibi midem bulanmaya başlayıp içindekileri dışarı çıkarmaya çalışınca ellerimi ağzıma kapattım. Midemdekilerin midemde kalabilmesi için büyük bir savaş vermiş ve bu savaştan galip çıkmıştım.

 

Birkaç dakika sonra artık midem bulanmıyor, kulaklarım uğuldamıyordu. Kızların bana endişeli gözlerle bakarak söylediği cümleleri net bir şekilde duymaya ve anlamaya başlamıştım. "Telefonuna gelen mesajdan sonra böyle oldu." diyordu Gizem Defne'ye. Ela ise gözlerini gözlerime kenetleyip temkinli bir şekilde elleriyle örttü hala hafif bir şekilde titremekte olan ellerimin üstünü. "İyi misin?" diye sordu. Gerçekten çok telaşlandığı her halinden en çok da gördüğü manzaraya korkarak bakan gözlerinden belli oluyordu.

 

Kendimi toparlamaya çalışarak sırtımı dikleştirip boğazımı temizledim ve yüzüme beceriksiz bir gülümseme yerleştirip, Ela'nın ellerimin üstündeki ellerini samimi bir şekilde sıktım. Daha sonra telefonumu düştüğü çerezlerin arasından aldım ve bu sefer deri pantolonumun arka cebine sıkıştırdım. Bunu yaparken kaçamak bakışlarla etrafa bakıp bana bu mesajları gönderen kişinin kim olduğunu bulmaya çalışıyordum.

 

Tekrardan dikkatimi benden cevap bekleyen 3 çift göze verdim. "İyiyim. Annem abimle ilgili bir mesaj atmış. Abimin adını aniden görünce şaşırdım ve gerildim hepsi bu." dedim sesimin titremesine engel olamayarak. Kızların abimle ilgili olan hassasiyetimi bildikleri için bu sözüme inanacaklarını düşünerek böyle bir yalan söylemiştim.

 

Ela "Emin misin? Geldiğinde de pek iyi görünmüyordun." diye sordu. Ela benim çocukluktan beri arkadaşım olduğu için onu kandırmak Gizem ve Defne'yi kandırmaktan çok daha zordu.

 

Dikkatimi hala tam olarak konuşulanlara veremeyip kızlara belli etmemeye çalışarak gözlerimle O'nu arıyordum. Ama kızlara belli etmeme işini becerememiş olacağım ki Gizem'de benimle birlikte etrafımıza bakmaya başladı. Ne aradığını bile bilmediği için hızlıca önüne dönüp kaşlarını çatarak "Hey, dünyadan Asrın'a! Bir sorun olmadığına emin misin?" aynı zamanda sesini de yükseltmiş, ellerini tüm dikkatimi üzerine vermem için gözlerimin önünde sallamıştı. Bakışlarımı etraftan çekip kızlara yönelttim. "Evet. Gerçekten hiçbir sorun yok. Ee nerede kaldı bizim shotlarımız?" Ağız dolusu gülerek cevap vermiştim. Bu gece kesinlikle alkollü bir şeyler içip, sarhoş olup, içine düşmüş olduğum bu saçma durumdan ve ardı arkası kesilmeyen düşüncelerimden tamamen kurtulmayı amaçlıyordum. Bu ani fikir değişikliğimle kızları daha çok şaşırtmıştım ama yine de konuyu uzatma taraftarı olmadılar.

 

Gizem garsonu çağırıp bir şişe tekila ve 4 tane de shot bardağı söylediğinde benim gözlerim yine uslu durmayarak etrafta cirit atıyorlardı. Kim olduğunu, nasıl göründüğünü hatta cinsiyetini dahi bilmediğim birini arıyordum. İşim bir hayli zordu!

 

Daha sonra tam karşımda bulunan loca bölümünde üzerime dikili bir çift göz fark ettim. Yanılıyor da olabilirdim sonuçta orası net görebileceğim kadar aydınlıkta kalmıyordu. Yine de gözlerimi oradan ayırmadım. Belki şans eseri mavi kırmızı ışıklar oraya değer de masanın tamamını olmasa da orada birisi olup olmadığını anlayabileceğim bir şekilde aydınlatır diye; tam tamına 5 dakika boyunca sapık edasıyla diktim gözlerimi o karanlıktaki gördüğümü düşündüğüm karaltıya.

 

"Bu hafta sonu 3. Yıl dönümümüz ve ben hala ne alacağıma karar veremedim." Defne'nin hüzün dolu sesiyle kendime geldim. Defne ile Ahmet 3 yıldır sevgililer. Ahmet'le çok fazla görüşmemiş olmamıza rağmen sınırlı görüşmelerimizde bile sevdirebilmişti kendini bana. Sıcakkanlı, esprili, konuşkan, cana yakın bir çocuktu kendisi ve fanatik bir şekilde Galatasaraylı olduğunu da atlamamak gerekir. Ahmet ile ilk tanışacağımız zaman yani Defne'yle benim evime geldikleri gün Galatasaray'ın da maçı vardı ve Ahmet bizimle konuşmaktan ziyade daha çok maçı izlemişti. Bu konu yüzünden Defne'yle o gün fena bir şekilde tartışmışlardı. Böylelikle Ahmet'in koyu Galatasaraylı olduğu detayı da aklıma kazınmış oldu.

 

Konuya dahil olmak adına aklıma ilk gelen şeyi söyledim "İmzalı Galatasaray forması alabilirsin." Zaten forma alma fikri çoktan aklına gelmiş ve bu 3 yıl içerisinde almıştır diye düşünmekten de kendimi alıkoyamadım. Ama Defne'ye baktığımda bana 32 diş sırıttığını görmemle bu fikrin aklına daha önceden gelmemiş olduğunu anlamış oldum.

 

Ardından yerinden kalkıp bana sıkıca sarıldı. "Çok iyi bir fikir. Benim aklıma daha önce nasıl gelmedi?" Benden ayrılmış ve kaşlarını çatarak kendini sorgulamaya başlamıştı. "Teşekkür ederim Asrın. Sen bir tanesin!" dedi neşeli bir sesle ve yanağıma kocaman bir öpücük kondurup yerine oturdu. Ben de gülmeye başladım. Neşesi kesinlikle bulaşıcıydı.

 

İçkilerimiz geldiğinde garsonun yanında bir kişi daha vardı ve bardaklarımızı hazırlamaya başlamasından o kişinin barmen olduğunu çabucak anladım. Minik, köşeli bardakların ağız kısımlarını limon suyu olduğunu tahmin ettiğim sıvının içerisine daldırdı, daha sonra da daldırdığı kısımları tuz dolu tabağın içerisinde yuvarlayarak tuzların yapışmasını sağladı. Ağzına bijon takılmış olan tekila şişesinden hazırlamış olduğu bardakların içerisine özenle doldurdu içkiyi. Son olarak da bardakların bir köşesine limon dilimi astı ve garson da barmenin hazırlamış olduğu bardakları hepimize tek tek servis edip yanımızdan uzaklaştılar.

 

Kızlarla yüzümüze büyük bir gülümseme yayıldığında bardaklarımızı elimize alıp hep bir ağızdan "Şerefe!" diyerek minik bardakları tokuşturduk ve ağzımıza götürüp tek bir solukta içtik içkinin tamamını. İçki boğazımdan aşağı geçtiği her yeri yakarak mideme doğru yol aldığında yüzümü buruşturdum, gözlerimi de sıkı sıkı yummuştum ve başımı sağa sola hızla sallayarak bu hiç özlemediğim tada alışmaya çalıştım.

 

Gözlerimi açıp bardağımı masaya bırakacağım sırada bardağın altındaki bir şey dikkatimi çekti. Hızlı bir şekilde bardağı ters çevirip minik bir bantla tutturulmuş olan kağıdı bardağın altından söküp aldım ve avucumun içine gizlediğim sırada kızların bu yaptığımı görüp görmediklerini anlamak için kaçamak bakışlarla onlara baktım. Ama hiçbirinin ilgisi benim üzerimde değildi. Farklı bir şeylerden konuşup gülüşüyorlardı. Ben de onlara ayak uydurmak için konuyu bilmesem de gülümseyerek ve başımı "Evet." anlamında aşağı yukarı sallayarak karşılık veriyordum.

 

Avucumda sıkı sıkı tutmakta olduğum kağıt parçası artık her anlamda bana huzursuzluk vermeye başladığında açıp içinde yazanları okudum. "Yakında tanışacak olmamızın şerefine." kusursuz bir el yazısıyla yazılmıştı.

 

Artık bu saçma oyundan fazlasıyla sıkılmıştım. Bu yüzden de hiç düşünmeden büyük bir kararlılıkla elimi arka cebime atıp telefonumu çıkardım ve Bilinmeyen Numaranın bana mesaj gönderdiği kısma girip "Siktir git annenle tanış orospu çocuğu!" yazdım ve sonuna da onun yaptığı gibi gülücük eklemeyi unutmayarak mesajı gönderdim. Şu an bu mesajla birlikte ölüm fermanımı imzalamış olabilirdim. Ama yine de bu duruma çok fazla kafamı takmayıp, yüksek sesle çalan şarkıya içkinin etkisiyle gevşemiş ve rahatlamış olan vücudumu hareket ettirerek eşlik ettim oturduğum yerde.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde şişenin dibini görmeye yaklaşmıştık. Bu raddede artık beynim uyuşmaya başlamış ve bu yüzden de ne gizli sapığımı düşünebiliyordum ne de yarın ki yoğun çalışma programımı. Şu an sadece oturduğum dar tabureden kalkıp vücudumla şarkının hızlı ritmine ayak uydurarak pistlerin tozunu attırmak istiyordum. Bu, normal hayatta benim için abartılı bir tabir olabilirdi ama şu an sünger kıvamına gelen beynim ve durmadan hareket etmek isteyen vücudum için kesinlikle yetersiz bile kalıyordu pistlerin tozunu attırma isteğim.

 

Hızla yerimden kalktım, başımın dönmesini umursamayarak piste doğru sarsak adımlar attım. Kızların arkamdan sevinç nidaları atarak beni desteklemeleriyle birlikte onlara dönüp ağız dolusu gülümsedim. Önüme döndüğümde baş dönmem artmıştı bu yüzden de yanından geçtiğim insanlara elimde olmadan çarpıyordum ve duyduklarından emin olmadığım bir sesle "Özür dilerim.", "Çok pardon", "Affedersiniz." diyordum.

 

Sonunda piste ulaşabildiğimde kendinden geçmiş bir şekilde dans eden yarı çıplak bedenlerin arasına karışmıştım. Şimdi tıpkı ben de onlar gibi dans ediyordum. Aklımda hiçbir soru işareti olmadan, dışarıdan nasıl göründüğümü dahi düşünmeden sadece dans ediyordum işte. Yanıma kızların da gelmesiyle birlikte daha çok coşmuş, sergilediğim figürleri daha da hızlandırmıştım.

 

Cebimde telefonumun titrediğini hissettiğimde dansıma ara vermeyerek elimi arka cebime attım ve telefonumu çıkardım. Bu sırada bana dans ederek yaklaşmakta olan kişiyi çoktan fark etmiştim. Yine de dans etmeyi sürdürmeye devam ettim.

 

Telefonumun ekranında gördüğüm isim bana artık yabancı gelmemeye başlamıştı. Hatta içkinin etkisi olmalıydı ki mesaj gelmesi hoşuma bile gitmişti. "Yerine otur." bu mesaj beni epeyce eğlendirmiş, ağız dolusu bir kahkaha atmama sebep olmuştu. Halbuki bu kişiden ilk arama ve mesaj geldiğinde ne kadar çok korkmuş ve paniklemiştim. Ama şu an o korkunun yerinde yeller esmiş, benden çok uzaklara savurup götürmüş gibiydi.

 

Telefonumu yine aynı yerine koydum ve bana artık iyiden iyiye yaklaşmış olan ve hareketlerini bana uydurmaya çalışan genç adama şüpheyle baktım.

 

Daha sonra usulca genç adama doğru ilerleyip, aramızda bıraktığı mesafenin tamamını kapatıp, kollarımı boynuna doladım. Aynı zamanda dans etmeye de devam ediyordum. Onu hazırlıksız yakalamış olacağım ki gözleri şaşkınlıkla aralandı ve dudakları o şeklini aldı. Hemen sonra yüzündeki şaşkın ifadeyi silip memnuniyetle ellerini belime dolayıp beni sanki mümkünmüş gibi daha da yaklaştırdı kendine. Hiç rahatsız olmamıştım. Aksine yüzüme muzip bir gülümseme yerleştirip aramızdaki boy farkını kapatmak için parmak uçlarıma kalktım ve iyice kulağına yaklaşarak "Sonunda tanışacağız demek ki." Dedim. Geri çekilirken yüzümdeki muzip gülümsemeyi koruyordum.

 

Elleri belimde yukarı aşağı hafif hareketlerde bulunurken ben de söylediğim şeyin yüzünde oluşturacağı değişimleri fark edebilmek için gözlerimi yüzünde gezdiriyordum. Fakat sonra söylediğim şeyi idrak edememiş gibi kaşlarını çatmış ve elleri belimdeki hareketlerini durdururken kulağıma doğru eğilip "Elbette tanışırız ama..." duraksadı. Biraz düşündükten sonra "sonunda derken ne demek istedin?" diye sordu. Aklının karışmış olduğu yaptığı her mimikten belli olacak şekilde. Konuşurken dudakları kulağıma hafif bir şekilde sürtündüğü için gıdıklanmıştım ve bu da dudaklarımın arasından bir kıkırdamanın kaçmasına sebep olmuştu.

 

Onun çatık kaşlarının aksine benim gülümsemem daha çok yayıldı yüzümde ve yine aynı şekilde parmak uçlarıma kalkıp kulağına yaklaştım. "Hadi ama bu aptal oyunu ölene kadar sürdüremezsin." yüzünden uzaklaşırken "Nasıl da yakalandım ama! Evet Bilinmeyen Numara bendim." demesini ve tüm bunları neden yaptığını artık açıklamasını bekliyordum.

 

Ama bedenini bedenime sürterek dans eden adamın kafası daha da karışmış gibi görünüyordu. Bu görüntü bir saniyeliğine benim de kafamı karıştırmıştı. Ama hemen sonra yüzüme muzip gülümsememi tekrardan yerleştirip bu sefer ona yaklaşma gereği duymadan -çünkü zaten fazlasıyla yakınlaşmıştık- "Ben yerime oturmayınca sen geldin işte." diye söylendim.

 

Adam ne söylediğimle ilgilenmiyor sadece müziğin hızlı ritmine ayak uydurarak dans ediyordu. Aynı zamanda benim bedenimin de müziğin ritmine uyum sağlamasına sebep oluyordu.

 

Cevap bekleyen gözlerle adama bakmaya devam ettim. Ama adamın hiçbir şekilde umurunda değildim. Artık sıkılmaya başlamıştım "Sana diyorum. Bu aptal oyunu ölene kadar sürdüremezsin!" diye bağırdım. Sonunda adamın dikkatini çekebilmiştim.

 

Bana işkence gibi gelen müthiş bir yavaşlıkla gözlerini göğüslerimden ayırıp yüzüme tırmandırdı ve sonunda gözlerini gözlerime kenetleyebildi. "Fazla konuşuyorsun! Sus da eğlenmemize bakalım." dedi büyük bir rahatlıkla ve belimin iki yanını sıkıca kavrayan ellerini kalçalarıma doğru usulca indirmeye başladı. Bu yaptığı huylanmama sebep olmuştu. Yerimde huzursuzca kıpırdanıp adamın boynuna doladığım kollarımı çözdüm. Ellerim, kalçalarımda yaramazca gezinen ellerini bulduğunda tutup kendimden uzaklaştırmaya çalıştım. Ama sadece çalışmakla kalabildim çünkü hayvan herif koala gibi yapışmıştı vücuduma ve asla da ayrılmak istemiyordu! Bu sefer ellerimi göğsüne koyup itmeye benden ayrılmasını, uzaklaşmasını sağlamaya çalıştım ama yine nafile. Yerinden 1 santim bile oynamamıştı.

 

"Çekil üstümden pislik herif!" diye bağırırken ellerimi yumruk yapmış göğsüne vuruyordum. Dolu dolu gözlerle kızları görmeyi umut ederek etrafıma bakındım ama yoklardı. Bedenime hala yapışık halde olan sarhoş bedeni pataklamaya devam ederken "Yardım edin!" diye bağırdım. Hiç kimse duymuyordu ya da duyuyorlardı da o alkol denen zıkkımı fazlasıyla kaçırdıkları için sesin neden ve nereden geldiğini idrak edemiyorlardı.

 

Yaşadığım şokun etkisiyle ayılmaya başlamıştım, alkolün kanımdan hızla çekildiğini hissediyor gibiydim. Zihnimin etrafındaki sis perdesi dağılınca içkiden dolayı geri planda kalan beynim tekrar gün yüzüne çıkmıştı; Hiç tanımadığım bu adamın boynuna sarılırken ne düşünmüştüm ki? Onun gizli numaranın sahibi olduğunu ve bana bunu itiraf edip bir daha öyle şeyleri yapmamasını sağlayabileceğimi mi düşünmüştüm gerçekten? Sünger kıvamına gelmiş bir beyinle düşününce çok mantıklı gelmişti ama şu an ayık bir beyinle düştüğüm duruma bakınca hiç de mantıklı gelmiyordu. Hatta mantıklı gelmemenin de ötesindeydi. Tam bir aptallıktı yaptığım!

 

Adama hiçbir şekilde gücümün yetmiyor olması canımı fazlasıyla sıkmaya başlamıştı. Gözlerimden akan yaşlara engel olamayarak "Lütfen bırak beni." dedim sesim yalvarır gibi çıkmıştı ve duyup duymadığından emin bile değildim. Karşılığında adam bana bakarak kocaman sırıtmaya başladı ve yüzünü yüzüme yaklaştırarak "Çok güz-"

 

Cümlesini tamamlayamamıştı. Üzerimdeki ağırlık gitmiş, bedenimin sınırlarını büyük bir umursamazlıkla ihlal eden pis eller çekilmişti. Bedenim tamamen özgür kalmıştı. Ama ben hala o eller üzerimdeymiş, beni hala sıkı sıkı tutuyorlarmış gibi olduğum yere çakılı kalmıştım, adeta mıhlanmıştım.

 

Gözlerimin önünde olup bitenlere inanamıyordum. Yaklaşık birkaç saniye önce ayakta ve sapasağlam olan genç adam şimdi siyah takım elbiseli birkaç kişi tarafından öldüresiye dövülüyordu. Yüzü kan içinde kalmıştı ve artık kim olduğu seçilemez hale gelmişti. Benim sesimi duymayan ya da duymazdan gelen insanlar şu an bu olay yüzünden çığlık çığlığa kaçışıyorlardı. Hatta bazıları kaçarken bana çarpıyor, büyük bir şoka uğramış bedenimin sarsılmasına neden oluyorlardı.

 

Zaten bunu istememiş miydim? Birilerinin bana yardım etmesini ve o adamdan kurtulmayı? "Kurtuldun işte hadi kaç gitsene!" diyordu içimden bir ses. Ama ben orada gözlerim dolu dolu bir şekilde hareketsizce yatan hala da acımasızca dövülen adamdan gözlerimi ayıramıyordum. Ta ki o adı ve soyadı duyana kadar.

 

Takım elbiseli adamlardan biri karşıma geçip kan olmuş ellerini ceketinin cebinden çıkardığı mendile silerken büyük bir rahatlıkla "Ilgaz Karahan'ın selamı var." dedi.

Loading...
0%