Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Cam Güzeli Çiçeği

@okuryazarkedii

Sabaha müthiş bir baş ağrısıyla uyandım. Gözlerimi zar zor aralayıp yatakta doğruldum ve bir nebze de olsun ağrımı geçirebilmesini ümit ederek ellerimle şakaklarımı ovmaya başladım. Yeni yürümeye başlamış bir bebek gibi sarsak ve dengesiz adımlar atarak banyonun yolunu tuttum. Elimi yüzümü yıkarken dün gece yaşanan kavgayı ve duyduğum isimden sonra kızların yanına masamıza gidip, onları apar topar mekandan çıkarıp, evlerimize dağılışımızı hayal meyal hatırlıyordum. Tabii ki de hafızamda büyük bir yer edinen o ismi ve soyismi unutmam imkansızdı.

 

"Ilgaz Karahan."

 

"Ilgaz Karahan?" bu ismi dışımdan defalarca kez tekrarlayarak bende bir şeyler çağrıştırmasını umdum. Yüzüme ne kadar çok soğuk su çarparsam hatırlamama o kadar çok yardımcı olabilirmiş gibi dakikalarca kaldım banyoda. Ama işe yaramamıştı. Ilgaz Karahan ismini hayatımda hiç duymamıştım ve öyle biriyle hiç tanışmamıştım. O zaman kimdi bu ve benimle bu şekilde kedinin fareyle oynadığı gibi oynamasındaki amaç neydi? Ya da bir amacı var mıydı? Yoksa tüm bunları şaka maksadıyla mı yapıyordu? Gerçi böyle bir mizah anlayışı olmaz ama yine de insanları anlamak dünyadaki en zor işten bile daha zor ve karmaşık olduğundan tam olarak amacı şaka yapmak da olabilirdi.

 

İçimi bu şekilde rahatlatmaya çalışarak çıktım banyodan. Hala daha baş ağrım dinmediği için karnımın aç olmasını umursamayarak mutfağın çekmecesindeki ağrı kesiciden bir tane alıp suyla birlikte boğazımdan aşağıya gönderdim. Vücudum çok yorgun olduğu için daha fazla ayakta kalamayarak küçük mutfağımın köşesinde bulunan yuvarlak masanın etrafındaki dizili sandalyelerden birine attım kendimi. Gözlerim karşı duvarda asılı olan monolog saate kaydığında saatin 11 buçuğa yaklaştığını gördüm. Bugün mesaim saat 5'de başlıyordu bu yüzden biraz da olsa rahattım açıkçası.

 

Mutfak masasında ne kadar oturduğumu, dün yaşanan olayları tekrar tekrar kaçıncı defa düşündüğümü bilmiyordum. Papyon'un bacağıma sürtünmesiyle kendime gelip, kahvaltı hazırlamaya başladım. Dün gecenin etkisinden tam olarak çıkamadığım için midem hafif de olsa bulanmaya devam ediyordu. Bu yüzden basit bir şekilde peynirli tost hazırlayıp yanına da çay demleyip ağır hareketlerle yedim.

 

Yerken de her şeyin güzel olduğu zamanlarda ailecek yaptığımız kuş sütünün dahi eksik olmadığı kahvaltı masalarımızı hatırladım. Annem erkenden kalkar masayı hazırlamaya başlar, ben de ne zaman uyanırsam o zaman kalkıp anneme yardım etmeye başlardım. Babam ve abim de ekmek almak için çıkıp yarım saat sonra eve geldiklerinde mahallede maç yapan çocuklara takıldıkları için geç kaldıklarını bilir bu yüzden de sesimizi çıkarmazdık. Çocuk olmak, tek derdinin oyuncaklar olduğu o zamanlar o kadar güzel ve kıymetliydi ki çocukken hemen büyümek istediğim anlar için şu an çok pişmandım.

 

Yüzümdeki buruk gülümsemeyle geçmişteki güzel anıları düşünerek masadan kalktım ve tabağımla çay bardağımı bulaşık makinesine yerleştirip salona geçtim. Dün gece kullandığım çantamı eve gelir gelmez masanın üstüne fırlatmıştım ve şu an o masanın üstündeki muhteşem dağınıklığın içinden bana bakıyordu. Çantamı "Bir gün bu dağınıklığı toplasam iyi olacak." diye düşünerek masanın üstünden aldım. Etrafta telefonumu göremeyince çantamın içerisinde olduğunu düşünüp elimi içine daldırdım ve telefonumu aramaya başladım. Telefonumu bir türlü bulamayınca çantamı alt kısmından tutup ağzını aşağıya çevirdim ve tuttuğum kısımlardan sallayarak içindekilerin dökülmesini sağladım. Telefonumla birlikte bana ait olmayan başka bir şey daha gözüme çarptığında o şeyi kaşlarımı çatarak elime alıp incelemeye başladım. Bu bir Cam Güzeli Çiçeği'ydi.

 

                                               

❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀

 

 

 

 

Ela seyyar satıcının tablasındaki bir çiçeği eline alıp gülümseyerek bana döndü. "Bak bu çiçek çok güzelmiş Asrın. Sence öğretmenim de beğenir mi?" Bense Ela'ya değil de pembe renkli olan ve yaprakları tıpkı kalbe benzeyen ortasındaki pembe rengin gittikçe koyulaştığı çiçeğe büyülenmiş gibi bakıyordum. Ela sabırsızca kolumu çekiştirerek "Asrın sana diyorum. Sence de beğenir mi öğretmenim? Ona en güzel, en gösterişli çiçeği ben almak istiyorum. Bu yüzden fikrine ihtiyacım var!" Ona baktığımda kucağındaki saksının içindeki beyaz renkli begonyaları göstererek kocaman gülümsüyordu. Tüm samimiyetimle hatta neşesine ortak olarak "Evet gerçekten de çok güzel görünüyorlar. Kesinlikle bu çiçekleri almalısın." dedim. Ela benden onayı alınca seyyar satıcıya ücretini ödedi. Ben hala yaprakları kalp şekline benzeyen açık pembe rengindeki çiçeğe bakıyordum. Sanki o çiçekte beni kendine çeken, büyüleyen bir şeyler varmış gibi geliyordu.

 

Gözlerimle işaret edip "Peki o çiçeklerin adı ne?" diye sordum seyyar satıcıya. Seyyar satıcı gözlerimi takip ederek işaret ettiğim yere bakınca yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı. "Bu güzel çiçeklerin adı Cam Güzeli. Oldukça narin, narin olmalarının yanı sıra da çok güçlü çiçeklerdir. Harika bir tercih ve öğretmeninin seveceğine de eminim küçük hanım." dedi. Yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeyip hatta daha da genişleterek çiçekleri yerinden alıp kollarımın arasına bıraktı. O gün Ela da ben de öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü için harika tercihler yapıp, seyyar satıcının yanından mutlu bir şekilde ayrılmıştık.

 

 

 

❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀

 

 

 

 

Ortaokul yıllarımda öğretmenime aldığım çiçeğin birebir aynısı şu an parmaklarımın arasında duruyordu.

 

"Bu güzel çiçeklerin adı Cam Güzeli."

 

"Harika bir tercih ve öğretmeninin de seveceğine eminim küçük hanım." Seyyar satıcının o günkü sözleri kulaklarımda çınlarken başım dönmeye gözlerimin önü de kararmaya başlamıştı.

 

"Bu güzel çiçeklerin adı,"

 

"Cam Güzeli." diyordu. Şimdi sadece sesi değil görüntüsü de gittikçe yaklaşıyordu. O gün samimi bir şekilde gülümseyen yüzü şimdi ise şeytani bir sırıtmaya dönüşüyordu. Salonum gözlerimin önünde dalgalanırken ve eşyalar etrafımda daha hızlı dönmeye başlarken hala daha aynı sesi duyuyordum.

 

"Oldukça narin,"

 

"Narin olmalarının yanı sıra da çok güçlü çiçeklerdir."

 

"Ama ben güçlü değilim!" gözyaşları içinde bağırarak söylemiştim karşımda duran şeytani bir şekilde gülümseyen yaşlı adama. "Ben güçlü değilim." Bilincimi kaybetmek üzere olduğumun farkındaydım. Sakin kalmaya çalışarak gözlerimi yumup kulaklarımı da ellerimle sıkı sıkı örttüm ve olduğum yere çöktüm.

 

Ne kadar süre o şekilde kaldım bilmiyordum ama gözlerimi açtığımda yerde cenin pozisyonunda yatarken buldum kendimi. Uyumuş olmalıydım. Başımı yerden kaldırmadan kaşlarımın altından etrafıma baktığımda seyyar satıcının artık olmadığını gördüm. Ellerimi kulaklarımdan çekmeye korksam da yavaş ve temkinli bir şekilde ellerimi kulaklarımdan çektim ve sesin de artık burada olmadığını fark ettim. Ama her şeyin başlamasına sebep olan çiçek benimle birlikte yerdeydi.

 

Kararlı bir şekilde yerden kalkıp telefonumu elime aldım ve daha ilk aramadan sonra yapmam gereken şeyi yapıp Bilinmeyen Numara'yı engelledim. Daha sonra Ela'ya acilen yanıma gelmesi için hızlıca bir mesaj atıp yatak odasına giyinmeye gittim. Üzerime öylesine bir şeyler geçirmiş, saçlarımı da sıkı sıkı at kuyruğu yapmıştım. Kilitli poşete koyduğum Cam Güzeli Çiçeği’ni de çantama atmış bir şekilde Ela'yı beklemeye koyuldum.

 

Karakola gitmek için hazırlanmıştım. Neden bu zamana kadar beklemiştim ki? Dün gece taksinin içinde yapmış olduğum o konuşmadan sonra gitmiş olsaydım şu an her an kötü bir şey olacakmış gibi diken üstünde bekliyor olmazdım. Kendimle sinirli bir şekilde münakaşaya girmişken çalan kapıyla birlikte olduğum yerde sıçradım. Masanın üstüne koymuş olduğum bıçağı elime alıp arkama gizleyerek yavaş ve sessiz adımlarla dış kapıya yöneldim. Kapıya vardığımda nefesimi tutup kapı deliğinden baktım ve gelen kişinin Ela olduğunu görmemle birlikte tutmuş olduğum nefesimi büyük bir rahatlamayla dışarıya verdim.

 

Ela'ya dün geceden beri başımdan geçen olayları detaylı bir şekilde anlattım. "Son olarak da çantamın içerisinde bu çiçeği buldum." diyerek kilitli poşetin içerisine koyduğum Cam Güzeli Çiçeği'ni gösterdim. Ela'dan gelecek olan tepkiyi nefesimi tutarak bekliyordum. Ela kaşlarının çatık olmasına tezat olacak bir sakinlikle poşeti elimden alıp çiçeği incelemeye koyuldu.

 

 

"Aslında göstermem gereken bir şey daha var." dedim utana sıkıla. Ela'nın dikkati çiçekten bana kayarken ben de cebimden çiçekle birlikte çantamın içerisine koyulmuş olan notu çıkartıp O'na doğru uzattım. Dün hiç tanımadığım bir adamın boynuna sarmaş dolaş yapışıp dans etmemi hatırlayınca gerçekten de çok utanıyordum. Çantama koyulmuş olan not tam da bununla ilgiliydi.

 

"Hiç kimseye yalvarma. Bu kişi ben olsam bile." Ela, yine kusursuz bir el yazısıyla yazılmış olan notu sesli bir şekilde okuduğunda içimden bir ürperti geçti.

 

"Dün gece yaşanan kavga olmasaydı ciddi bir durum gözüyle bakmaz gülüp geçerdim. Hatta bu notu bile ciddiye almaz gülüp geçebilirdim. Ama o kavgadan sonra maalesef ki bunu yapamıyorum." dediğinde istemsiz olarak tuttuğum nefesimi ciğerlerimden dışarıya verdim. Haklıydı. Benim onlara anlatmamamdaki en büyük sebep de buydu. Gelen mesajları ve aramaları ciddiye almayıp, bana saçma sapan bir şaka yapıldığını düşünmüş olmam!

 

"Yani durum çok mu vahim diyorsun?" Duyacağım cevaptan korkarak sorduğum bir soruydu bu. Ela'da bunu anlamış olacak ki oturmuş olduğu koltuktan kalkıp ayakta dikilen ve yaşadığı şeylerin hala daha şokundan çıkamamış bu yüzden de hafifçe titremekte olan bedenime sıkıca sarıldı.

 

 

"Hayır bir tanem. Endişelenmene gerek yok. Gel biraz otur, sakinleş. Sonra da ne yapacağımıza karar verelim." Beni koltuğa doğru yönlendirirken söylemişti bunu. Ela'nın söylediğini yapıp koltuğa oturdum ve bir nebze de olsa içimi rahatlatmaya çalıştım. Ela'nın oturmayıp ayakta dikildiğini fark edince sorar gözlerle ona baktım. O da karşılık olarak elinin işaret parmağını kaldırarak "1 dakika hemen geliyorum." deyip salondan çıktı. Geri geldiğinde elinde kilitli poşetin içerisine koymuş olduğu not vardı. Doğru ya! Çiçeği kanıt olarak sunabilmeyi akıl edip notu unutmuştum. Bu sıralar gerçekten de aklım başımda değildi.

 

"Şimdi durum değerlendirmesi yapacak olursak; İlk önce taksideyken bir arama geldi ve telefonun diğer ucundaki kişi senin adını soyadını biliyor hatta bundan da öte zihninde seninle birlikte yaşayıp, düşündüğün her şeyi senden önce görüyor gibiydi. Öyle değil mi?" Bu gerçek yüzüme tokat gibi çarparken sakin kalmaya çalıştım. Bir cevap vermem gerektiği için de Ela'nın sorusuna sadece başımı belli belirsiz aşağı yukarı sallamakla yetindim. Bu cevap Ela'ya yeterli gelmiş olacak ki konuşmasına devam etti.

 

"Aklıma gelen ilk kişi taksici ki senin de aklına aynı şey gelmiş ve direkt olarak gitmek istediğin yere bile varmadan taksiden inmişsin. Bu yüzden de bizden önce varmış olman gereken Grey Place'e bizden çok sonra varmış oldun." Soluklandı, biraz düşündükten sonra ekledi "Eğer sana bunları yapan kişi taksici olsaydı o taksiden inmene asla izin vermezdi. Bu yüzden de taksici şıkkını elemiş oluyoruz." Sessizce oturup Sherlock Holmes edasına bürünüp dedektifçilik oynayan Ela'yı dinliyordum.

 

"Ilgaz Karahan. Hmm. Daha önce Ilgaz Karahan diye biriyle tanışmadığına emin misin?" Sorduğu soruya gözlerimi devirmeden edemedim.

 

"Gece kulübünde bu ismi duyduğumdan beri ne kadar çok düşündüm haberin var mı senin? Tanımayı bırak, o ismi ve soyismi herhangi bir kitapta okumuş olsam dahi aklıma gelirdi bu." Hafif sitemkar bir şekilde dudaklarımdan dökülen bu cümleler Ela'yı gücendirmişe benzemiyordu. Tam tersi mahcup bir ifadeyle gözlerimin içine bakıp "Haklısın, kusura bakma. Ben de şoktayım ve öğrendiğim şeyleri mantık çerçevesine oturtamıyorum." diyerek sesli bir şekilde nefesini dışarıya verdi. Çok geçmeden ayaklanıp "E hadi karakola gitmiyor muyuz?" Yine ve yeniden hiçbir sonuca ulaşamayıp ellerimiz boş bir şekilde karakolun yolunu tutmak için harekete geçmiştik.

 

Papyon'un kumunu temizleyip; mamasını, suyunu tazeleyip evden çıkacağımız sırada Ela kolumdan tutarak beni durdurdu. "Bu arada bunca şeyi iş işten geçtikten sonra anlatmanı da es geçtiğimi düşünme sakın. Şu an pek kendinde değilsin diye bir şey demiyorum ama bu olay çözüldüğünde benden çekeceğin var bilmiş ol." Sahte bir sinirle söylemiş olduğu cümleler gülümsememe sebep olmuştu.

 

Ela'nın "Bebeğim, Güzel Kızım" diyerek sevdiği Nissan Micra bebek mavisi arabasının sağ koltuğundaki yerimi almıştım. Arabanın içindeki tabiri caizse ölüm sessizliği benim patronum olan Akın Bey'i arayıp bugün çalışamayacağımı söyleyip işten izin almam dışında pek bozulmadı. Ela'da ben de fazlasıyla düşünceliydik.

 

Yaklaşık yarım saat süren yolculuğun ardından karakola varmıştık. Arabadan inip karakolun tam karşısında durduğumuzda Ela'yla bir saniyelik göz teması kurup kararlı ve kendimizden emin adımlarla karakolun sensörlü açılır kapanır kapısından geçip, içeriye adımımızı attık.

 

Stajyer polis olduğunu tahmin ettiğimiz genç bir polisin yönlendirmesiyle sıra sıra dizilmiş olan memur masalarından boş olanına oturup bizimle ilgilenecek polis memurunun gelmesini bekledik. Kısa bir bekleyişin ardından 20'li yaşlarının sonlarında olduğunu tahmin ettiğim adam masanın karşı tarafındaki sandalyesine oturup, yüzümüze dahi bakmadan kahvesinden bir yudum alarak "Ben polis memuru Hakan Çelik. Şikayetiniz nedir? Sizi dinliyorum." dedi. Yine bir kez olsun yüzümüze bile bakmayıp, bu sefer de önündeki bilgisayardan bir şeyler yapmaya başlamıştı.

 

Polisin yaptığı bu muamele fazlasıyla canımı sıkmıştı. Sinirlerime daha fazla hakim olamayıp elimde sıkı sıkı tutmakta olduğum telefonumu masanın üstüne sertçe koyup büyük bir "pat" sesinin çıkmasına sebep olmuştum. Polis bu tepkimle eş zamanlı olarak yerinden hafifçe zıplarken, birkaç memurun bakışları da üzerimizde toplanmıştı.

 

"Birkaç gündür telefonuma Bilinmeyen Numara'dan aramalar ve saçma sapan mesajlar geliyor." Telefonumu parmaklarımın ucuyla polise doğru iterken hafifçe gülümseyip "Bir bakın isterseniz." dedim. Sonunda polis memuru Hakan Çelik Bey'in dikkatini çekebilmiştim! Polis memuru korkudan zıplamanın verdiği utançla kıpkırmızı olurken, biz de Ela'yla kahkahalarla gülmemek için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kalmıştık.

 

Ela daha fazla dayanamamış olacak ki ayağa kalkıp az ötede duvara dayalı olarak konumlandırılmış su sebilini göstererek "Ben bir su alayım en iyisi. Sen de ister misin Asrın?" dedi. Ben başımı olumsuz anlamda sallarken Ela da yanımızdan ayrılmadan önce polis memuruna dönerek "Size de bir bardak soğuk su getirmemi ister misiniz Polis Memuru Hakan Çelik Bey?" Sesindeki imayı 500 metre ötemizdeki bir insan duymadan bile kolaylıkla anlayabilirdi. Tabii ki polis memuru da anlamıştı.

 

Memur Bey Ela'nın sorusunu duymazdan gelerek bana baktı "Biz işimize dönelim." dedi sert bir tavırla. Sakin adımlarla su sebiline doğru yürüyen Ela'nın attığı adımların sesleri eşliğinde süreci anlatan, dosyayı yönlendireceği bürolardan bahseden Hakan Bey'i dinliyordum. Ta ki Ela'nın endişeli ve şaşkın sesiyle "Yavuz?" deyişini duyana kadar. İçimden "Yavuz mu?" diye geçirerek kafamı az ilerimizde olan Ela'ya çevirdim. Gördüğüm manzarayla birlikte beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Zaman o an yavaşladı ve süreci anlatmaya devam eden polis memurunun sesi kesik kesik ve ağır çekimde gelmeye başladı. Nefesimin sıklaştığını, gözlerimin de yanmaya başladığını hissediyordum. "Hayır şimdi olmaz. Şu an burada ağlayamazsın." kendimi telkin etmeye çalışarak söylediğim bu sözler gözlerimin daha fazla dolmasına sebep olmuştu. Dirseklerimi dizlerime dayayıp başımı da ellerimin arasına alarak bu anın gerçekten yaşanmıyor olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım.

 

Bayağı derinden gelen, gittikçe netleşen bir ses "Asrın Hanım iyi misiniz? Beni duyuyor musunuz?" O esnada başımı kaldırıp karşı sandalyeme ne zaman oturduğunu anlamadığım, bana endişeyle bir şeyler söyleyen polis memurunu gördüm. Daha sonra hala karşı karşıya durmakta olan Ela ve Yavuz'a baktım. Bu manzaraya daha fazla dayanamayıp "O'nun burada ne işi var?" dedim tükürürcesine bir nefretle. Polis memuru, şaşkın bir şekilde söylediğim bu nefret dolu cümleyi anlamlandıramayarak "Kimin?" diye sordu.

 

Başımla işaret ederek Ela ve Yavuz'u gösterip "Abimin." diyebildim. Sesimin güçsüz ve çatlak çıkmasına içimden lanetler okuyarak.

Loading...
0%