Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Geceye Hapsolmuş

@okuryazarkedii

Uyarı: Bu bölümde Asrın'ın karanlık dünyasına giriş yaptığımız için rahatsız edici unsurlar, durumlar ve sahneler bulunmaktadır. 18 yaşın altındaysanız ve hassas bir bünyeye sahipseniz bölümü okumamanızı rica ediyorum.

 

*Medyaya eklemiş olduğum videoyu bölümün sonuna doğru başlatmanızı öneririm. Medya: Mozart- Requiem

 

*Skalpel: Diğer adıyla neşter. Genel olarak tıbbi amaçla cerrahide ve kimi zaman çeşitli sanat ve zanaatlerde kesim yapmak için kullanılan çok keskin, ufak bıçak.

 

*Metzenbaum Makası: Metzenbaum makaslar ve çeşitleri sağlık alanında kullanılan cerrahi alet olarak bilinirler. Metzenbaum makas temel olarak hassas doku ve dokuların kesilmesi işlemleri için kullanılan cerrahi makas türüdür.

 

 

 

                         

 

 

❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀ ❀

 

 

 

 

Polis memurunun afallamış bir şekilde "Ne?" dediğini duysam da gözlerimi abimden ayıramıyordum. Bu bakışma, yıllar öncesinde içimde en derinlere bir yerlere gömmüş olduğum güzel duyguları, anıları titreştirirken; kin, nefret, öfke gibi duygularımın tekrardan gün yüzüne çıkmasına; hatta daha da fazla yeşerip, dallanıp, budaklanmasına sebep olmuştu. Bu kinim de, nefretim de, öfkem de sadece abime değildi. Hepsinin içinde babamın da büyük ölçüde payı vardı. Her ikisinden de ölesiye ve öldüresiye nefret ediyordum. Bir hiç uğruna ailemizin dağılmasına sebep olmalarına, beni ve en çok da annemi yüzüstü bırakmalarına, yaşanması mümkün olan güzel anlarımızın yaşanmamasına ve bir daha da asla yaşanmayacak olmasına sebep olmalarına... Kısacası hayatımızı ellerimizin arasından hiçbir şey olmamış gibi çalıp gitmelerineydi kinim, nefretim, öfkem.

 

Abimin aceleci adımlarla bize doğru gelmesiyle birlikte oturduğum yerden kalktım. Olabilecek her türlü şeye kendimi hazırlamıştım. Abim yanıma ulaştığında yan tarafımda benim gibi ayakta dikilen fakat sadece ayakta dikilmekle kalmayıp deyim yerindeyse el pençe divan duran Hakan Bey'e gözlerini dikti.

 

"Burada neler oluyor Hakan?" Abimin otoriter sesi merkezin içinde yankılandığında polis memuru iyice küçülmüştü. "Ben sizin kardeşiniz olduğunu bilmiyordum başkomiserim." Hakan Bey'in sesi abiminki kadar gür çıkmamış, hatta sesini bize duyurabilmek için biraz da olsa çaba sarf etmesi gerekmişti.

 

Kollarımı göğsümde bağlayıp yüzüme de alaycı bir gülümseme yerleştirip bir adım öne çıktım. "Demek başkomiser oldun. Ailesine bile sahip çıkamayan bir başkomiser hem de. Ne şahane ama!" Abimin sesini neredeyse bastıracak bir kuvvetle söylediğim içinde alay barındıran cümlelerim Yavuz'un tepesinin tasını attırmaya yetmiş; yüzünün sinirden kırmızıya dönmesine, alnında da damar belirmesine sebep olmuştu. Gerçekten kuvvetli görünen kaslı vücudu da üstündeki siyah dar tişörtü her an yırtabilecekmiş gibi gerilmişti.

 

 

Abim öne doğru atılarak çevik bir hareketle göğsümde bağlamış olduğum kollarımdan birini tutup kendine doğru çektiğinde ağzımdan küçük, tiz bir çığlık kaçtı. "Defol git buradan belanı benden bulma." Dişlerinin arasından tıslayarak söylediği bu cümle beni daha çok eğlendirmişti.

 

 

 

Kolumu tutan parmakları canımı çok daha fazla acıtmaya başlasa da umursamayarak yüzümdeki alaylı bakışı ve sırıtmayı korudum. "Senin her dediğini sorgusuz sualsiz yapan küçük kız kardeşin yok artık karşında. Kendine gel ve şu ellerini de çek üstümden." Kolumu silkelemiş olmama rağmen ellerini üstümden çekmemişti.

 

Abim, kolumu sıkıca tutarak beni merkezin nispeten daha sakin bir yerine sürükleyip duvara doğru itti. Yüzümdeki alaycı ifade yerini endişeye bıraktı, ancak gözlerimde hala bir kıvılcım vardı. Hakan Bey ve Ela ise sessizce arka planda durarak gelişmeleri büyük bir şaşkınlıkla izliyorlardı. Her ikisinin de gözleri bir abime bir de bana kayarak ikimizin arasında mekik dokuyordu.

 

Ona abi demeyi reddederek "Yeter artık Yavuz." diye bağırdım. Bu ani hızdan dolayı nefesim kesilmişti. "Bu kadar kolay mı sanıyorsun? Beni sindiremezsin!"

 

Yavuz'un yüzünde öfke ve nefret bir araya gelmişti. Şimdi tıpkı benim ona baktığım gibi bakıyordu. "Sen hala aynı kibirli küçük kız kardeşimsin." dedi sertçe. Sesindeki belli belirsiz titreme dikkatimden kaçmadı. "Seni korumam gerektiğini mi sanıyorsun? Hem de senin yüzünden..." Sustu, sinirli bir şekilde tek eliyle çenesini sıvazladı. Söylemek isteyip de susmak zorunda kalmış olmasına fazlasıyla canı sıkılmış gibiydi. Israr dolu bakışlarımı sert yüzünün çevrelediği gözlerine diktim. Söylemek istediği şey her neyse bir an önce söylemesi için delici bakışlarımı bir an bile olsun gözlerinden ayırmadım. "Hem de benim yüzümden ne? Neden susuyorsun, konuşsana!" diye bağırdım içimdeki öfke bir yangına dönüşürken.

 

Yavuz'un suratı kasıldı, kolumdaki elleri daha da sıkılaştı. "Bunları hatırlamak istemiyorum," dedi ve başını iki yana sallayarak homurdandı. Bu söylediklerini bana değil de kendi kendine söylüyormuş gibiydi.

 

Hakan Bey sessiz adımlarla yanımıza yaklaştı. "Başkomiserim, bölüyorum ama şu an tüm merkez size bakıyor," dedi sakin bir ses tonuyla. Artık bu şamataya son vermemizi istediği her halinden belli oluyordu.

 

Yavuz'un gözleri öfkeyle parladı, ama Hakan Bey'in sakinliği etkili olmuşa benziyordu. Derin bir nefes aldı ve sonunda kolumu bıraktı. Ondan birkaç adım uzaklaşıp bileğimi ovmaya başladığımda "Seni bir daha burada görürsem tepkim çok daha farklı olacak. Şimdi defol git buradan." Dişlerinin arasından tıslayarak söylediği cümlelere bir de işaret parmağını gözümün önünde tehditvari bir şekilde sallayarak seremonisini tamamladı. Ardından merkez binasını hızla terk etti.

 

Ben ise içimdeki fırtınaları yatıştırmaya çalışarak duvarın soğuk yüzüne yaslandım. Şu an içimde sadece derin bir boşluk hissediyordum. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım, sakinleşmeye çalıştım. Yanıma yaklaşan bir çift ayak sesi duyduğumda gözlerimi açıp gelen kişiye baktım. Gelen Ela'ydı. Hafif bir öksürükle dikkatimi üzerinde topladığıma emin olduğunda çekingen bir sesle "Asrın, sen iyi misin?" diye sordu. Sesinde çekingenliğin yanı sıra endişe ve biraz da merak vardı.

 

"İyiyim." diye cevapladım ama sesim çok da ikna edici değildi. İçimdeki karmaşayı bastırmaya çalışarak yaslanmış olduğum soğuk duvar yüzeyinden ayrıldım.

 

Merkezin dışına çıktığımızda soğuk hava yüzüme çarptı ve bir an için rahatlamış hissettim. Merkezden uzaklaşıp arabaya doğru ilerlerken düşüncelerim hala karmakarışıktı. Yavuz'un sözleri, bakışları, söylemek isteyip de söyleyemediği o sır, tüm o öfke ve nefret... Bunların hepsi çok ağır geliyordu. Birkaç gündür yaşadığım akılalmaz olayların etkisinden çıkamamışken bir de bu şekilde abimle yüzleşmek zorunda kalmak beni epey bir derinden sarsmıştı.

 

Yavuz'un söyledikleri hala kafamda yankılanıyordu. "Seni korumam gerektiğini mi sanıyorsun? Hem de senin yüzünden..." Bu cümlenin tamamını bilmemek içimi kemiriyordu. Benim yüzümden ne olmuştu? Benim neden bundan haberim yoktu? Bu şekilde aklımda uzayıp giden 'Neden?' sorusuyla başlayan binlerce soru belirmişti.

 

Ela, yanımda sessizce yürüyordu. Benim gergin oluşum ona da fazlasıyla yansımıştı ama yine de Onun varlığı, biraz olsun rahatlamama yardımcı oluyordu. Arabaya ulaştığımızda, Ela kendisi için sağ tarafın kapısını açıp içeriye oturduğunda arabayı benim kullanmamı istediğini anladım. Aramızdaki bu sözsüz anlaşmaya uyup ben de sürücü koltuğuna geçtim. Arabayı çalıştırmadan önce birkaç saniye boyunca ellerimi direksiyonun üzerinde dinlendirdim, derin nefesler almaya devam ettim.

 

Ela, yan koltukta oturmuş endişeli gözlerle beni izliyor, sanki ne düşündüğümü anlamaya çalışıyormuş gibi her mimiğime dikkat kesiliyordu. "Asrın, gerçekten iyi misin?" diye sordu yine, hala endişeliydi. Başımı O'na çevirdim ve gülümsemeye çalıştım, ama bu gülümseme pek de başarılı olamamıştı. "Bu yaşadıklarım çok ağır gelmeye başladı ve nasıl hissetmem gerektiğini artık bilmiyorum." dedim tüm dürüstlüğümle.

 

Arabayı çalıştırdım ve yola çıktık. Ela'da sessizliğini koruyarak bana eşlik etti. Düşüncelerim hala Yavuz'un etrafında dolanıyordu. Onunla yüzleşmek, yıllardır gömmeye çalıştığım duyguların tekrar yüzeye çıkmasına sebep olmuştu. Ama bu duyguların üstesinden gelmek zorundaydım. Artık geçmişin esiri olmak istemiyordum.

 

Eve vardığımızda, Ela kapıyı açıp aşağı indi. Ben ise bir an duraksadım, arabanın içinde oturmaya devam edip düşüncelerimi toparlamaya çalıştım. Ancak Ela'nın endişeli bakışları altında bunu yapamayacağımı fark edip, ben de arabadan indim.

 

Ela kendinde bulunan yedek anahtarla dış kapımı açtığında önden benim geçmem için alan açtı. Ona minnet dolu bakışlar atarak yanından geçip, salonuma yöneldim ve kendimi dağınık görüntüsüne tezat rahatlıkta olan koltuğumun üzerine bıraktım. Bıraktığım gibi de ne kadar çok yorulduğumu anlamam bir oldu. Ciddi anlamda hem fiziksel olarak hem de mental açıdan çok fazla yorulmuştum. Beynimde dönüp duran düşünceleri durduramıyor, ardı arkası kesilmeyen sorulara da bir cevap bulamıyor olmamın getirdiği bir yorgunluktu bu.

 

Ela, elinde bir bardak suyla geri döndüğünde gülümseyerek bana doğru uzattı bardağı. "İç, belki rahatlamana yardımcı olur." Suyu alıp bir yudum içtim. Gerçekten de biraz rahatlamış hissettim. "Teşekkür ederim Ela," dedim koltuktaki pozisyonumu değiştirip yanımda Ela'ya da yer açarken. "Beni düşündüğün için." Bu şekilde düşünülmek, önemsenmek mi içimi rahatlatıyordu yoksa gerçekten de suyun bir etkisi miydi anlayamamıştım.

 

Ela yüzüne kondurduğu anlayış dolu gülümsemeyle yanımdaki yerini alırken "Senin iyiliğin benim için her şeyden önemli Asrın, bunu biliyorsun." dedi. "Eğer konuşmak istersen ben buradayım." diye devam ettirdi cümlesini. Yavuz ile ilgili olan hassasiyetimi bildiği için beni konuşmaya zorlamak istemediğini anlamıştım.

 

O an, bu karmaşayla tek başımıza mücadele etmek istemediğimi fark ettim. Başıma gelen bu olayları Defne ve Gizem'le de paylaşmam gerektiğine karar verdim. İyiden iyiye gömülmüş olduğum koltukta doğrulup telefonumu elime aldım. "Gizem ile Defne'yi de çağıracağım. Yavuz'la ilgili konuya çözüm bulamayacak olsalar da hiç değilse Bilinmeyen Numara hakkında bizim görmediğimiz, gözden kaçırdığımız bir detayı bulabilirler." dedim. Ela'dan onaylayan bir dönüt aldığımda Gizem'in numarasını tuşladım.

 

Kısa bir süre sonra kapı zili çaldı. Ela kapıyı açtığında Gizem ile Defne yüzlerindeki endişeli ifadeyle bana doğru yürüdüler. Defne, Gizem'le Ela'yı geride bırakarak yanıma oturdu. "Ne oldu Asrın? Acil gelin dedin diye babama bile haber vermeden çıktım şirketten." Defne'de Gizem'de babalarının şirketlerinde çalışıyorlardı. Bu yüzden de istedikleri zaman istedikleri yere gitme gibi sonsuz bir hakka sahiptiler. Ela'nın ise şu anda tam olarak ne iş yaptığını, hangi sektörde olduğunu bilmiyordum. Çünkü sürekli işverenleriyle kavga edip sık sık sektör değiştirirdi. Bu yüzden artık onun iş hayatıyla ilgilenmeyi bırakmıştım.

 

"Size anlatmam gereken şeyler var," dedim ve onların da koltuklara oturmaları için işaret ettikten sonra kısık sesle ekledim: "Yavuz'la karşılaştık bugün." Gizem büyük bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak "Ne? Abin olan Yavuz mu? Hani o sizi bırakıp giden ve yıllarca sizi arayıp sormayan Yavuz'la mı? Hani şu şere..." Ela'nın uyarı niteliğindeki öksürüğüyle kendine gelen Gizem, sonunda susmayı akıl edebilmişti.

 

Derin bir nefes alarak baştan sona her şeyi anlattım. İlk önce karakola neden gittiğimizden bahsettim, daha sonra Yavuz'la polis merkezindeki karşılaşmamızdan, Yavuz'un başkomiser oluşundan, bana karşı öfkeli tavrından ve söylediği gizemli cümleden. "Seni korumam gerektiğini mi sanıyorsun? Hem de senin yüzünden..." Bu cümle hala kafamda yankılanıyordu.

 

Defne, sakin ve düşünceli bir sesle, "Peki, bu cümleyi neden söylediğini düşündün mü? Senin yüzünden ne olmuş olabilir?" diye sordu. Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bilmiyorum. Hiçbir fikrim yok. Ama Yavuz'un bunu söylemesinin bir nedeni olmalı. Geçmişte ne yaşandığını öğrenmek zorundayım." İçimdeki bu şüpheyle, aklımdaki bu soru işaretleriyle daha fazla yaşamak istemiyordum. Bu yüzden ne yapıp edip abimin ağzından dökülmek üzere olan o cümlenin devamını öğrenmeliydim.

 

Ela, sessizce yanıma yaklaştı ve elimi tuttu. Yaşadığım olaylardan dolayı oldukça bitkin görünen yüzüme bakarak "Tamam üzme kendini. Her şeyi birlikte halledeceğiz. Şimdi hep birlikte ne yapacağımızı düşünelim." dedi yüzüne de moralimi yükseltmek için beceriksiz bir gülümseme yerleştirmişti. Yine de bozuntuya vermeyip gülümsemesine aynı beceriksiz ifadeyle karşılık verdim. Şu anlık elimden gelenin en iyisiydi bu. Gizem de başını olumlu anlamda sallayarak ekledi: "Evet, Ela haklı. Her şeyi birlikte halledeceğiz. Yavuz'un ağzından dökülmek üzere olan o sırrı ortaya çıkaracağız."

 

İçimde bir parça huzur hissettim. Arkadaşlarımın desteğiyle bu karmaşayı çözebileceğime inanıyordum. Çözemeyecek olsak bile şu anda burada olup bana bu denli destek olmaları bile fazlasıyla önemli ve değerliydi benim için.

 

Hep birlikte oturup düşünmeye başladık, özellikle Ela'yla çocukluğuma dair hatırlayabildiğimiz tüm anıları, ipucu olabileceğini düşündüğümüz her detayı bir araya getirmeye, bir mantık çerçevesine oturtmaya çalıştık. Anlattıkça içimdeki düğümler yavaş yavaş çözülüyor gibi hissediyordum.

 

Ela, kalemiyle defterine notlar alarak cümlenin olası devamlarını yazarken, Gizem ve Defne'nin ortaya atmış olduğu fikirleri dinliyordu. Ben de sessizce bu varsayımları dinliyor, gerekli yerlerde de minimal müdahalelerde bulunuyordum. Tam o sırada, cebimdeki telefonun titrediğini hissettim. Aklımda saniyesinde nasıl belirdiği belli olmayan "Acaba o mu?" sorusuyla kalbim hızla çarpmaya başladı. Bir anlığına tereddüt etsem de merakıma yenik düşerek telefonu cebimden çıkardım. Ekranda Bilinmeyen Numara'dan 1 mesaj yazısını görmemle kaşlarımı çatıp ekrana o şekilde bakakaldım. Numarasını engellediğim halde nasıl oluyordu da bana mesaj gönderebiliyordu? "Nasıl...?" Parmaklarım titreyerek mesajı açtım ve Ilgaz'ın artık tanıdık gelen yazım şeklini görmemle tüylerim diken diken oldu.

 

 

"Artık sana zarar veremez." Görmekte olduğum kelimeler beynimde yankılanırken, kalbimin göğüs kafesimden dışarı çıkacakmış gibi atmaya başladığını hissettim. Ilgaz bana nasıl mesaj atabiliyordu? Onu engellemiştim, engellediğimden emindim. Artık şaşkınlık ve korku içerisinde ne yapacağımı bilemez haldeydim.

 

"Asrın, bir şey mi oldu?" Ela'nın endişeli sesi gerçek dünyaya geri dönmemi sağlamıştı. Gözlerimi telefon ekranından kaldırarak Ela'ya baktım. "Bilinmeyen Numara'dan yani Ilgaz'dan mesaj geldi." dedim titreyen sesimle, içimdeki korkuyu saklayamadığım bariz bir şekilde.

 

Gizem şaşkınlıkla başını kaldırdı. "Nasıl olur? Numarasını engellediğini söylemiştin." dedi. Ben de tıpkı Gizem gibi şaşkındım ve şaşkın yüz ifademle başımı olumsuz anlamda sallayarak "Evet engellemiştim ama şu an bana nasıl mesaj gönderebildiği hakkında en ufak bir fikrim yok." Defne titreyen parmaklarımın arasında zar zor tutmakta olduğum telefonumu alıp gönderilen mesajı sesli bir şekilde okudu. O kelimeleri tekrardan duymak içimdeki huzursuzluğun derinleşmesine, artmasına sebep olmuştu.

 

Hepimiz mesajdaki gizli özenin kim olduğunu anlamıştık. Ilgaz abimden bahsediyordu; abimin artık bana zarar veremeyeceğinden. Gözlerim istemsizce bugün abimle yaşadığımız arbededen geriye anı olarak kalan morarmış bileğime kaydı. Yüzümde ufak da olsa bir tebessüm belirdi.

 

"Bu durum daha da karmaşık hale geliyor. Ilgaz, Yavuz'la sorun yaşadığını nereden biliyor? Bu kadar bilgiye ve güce nasıl ulaşıyor? Kim bu adam?" Defne soruları arka arkaya sıraladığı için nefesi kesilmişti, durup nefeslenmesi gerekmişti. "Bence yarın farklı bir karakola gitmeliyiz. Bu, böyle olmayacak çünkü." Ela birden atılıp; "Bence gerek yok. Biraz bekleyelim ortalık belki durulur. Hem Asrın da fazlasıyla yoruldu bu süreçte. Dinlenmeye, kendini toparlamaya ihtiyacı var."

 

Gizem ve Defne yarın farklı bir karakola gitmem için bana ısrar dolu gözlerle baksalar da ben Ela'ya hak vermiştim. Söylediği gibi bu süreçte hem fiziksel hem de ruhsal olarak fazlasıyla yorulmuştum ve artık dinlenmek istiyordum. "Ela haklı. Bu işin peşine şu anlık düşmek istemiyorum. Hem bugün kafa izni yaptığım için Akın Bey'in bu hafta içerisinde tekrardan izin verebileceğini hiç sanmıyorum." Kızların ağızlarının içinde küfür ettiklerini duysam da pek umursamadım.

 

Birkaç saat daha bu şekilde oturup çözüm yolu bulmaya çalıştıktan sonra doğru düzgün hiçbir sonuca ulaşamadığımızı fark ettik. Bu yüzden de kızlar işlerine dönmeye karar verdiler. Uzun ve yorucu bir günün sonunda tek başıma kalmış olmanın rahatlığıyla bitkin vücudumu koltuğun üzerine bıraktım. Şu an düşünebildiğim ve bana iyi gelen tek şey bu gece harika bir eğlencenin olacak olmasıydı. Kızlar yanımda olduğu için çok dikkatli okuyamadığım mesajı şimdi yüzümdeki kocaman sırıtmayla tekrar tekrar okuyordum.

 

Cinsiyet: Erkek

 

Yaş: 19

 

Ölüm sebebi: Trafik kazasına bağlı beyin ölümü gerçekleşmesi

 

Konum: Belender Mezarlığı

 

Saat: 22:00

 

Orhan'dan gelen bu mesaj bile bana zevk vermeye fazlasıyla yetiyorken iş üzerinde ne kadar zevk alacağımı düşündükçe deyim yerindeyse mutluluktan havalara uçmamak için zor tutuyordum kendimi. Sonunda beni neşelendirecek gelişmeler de oluyordu hayatımda.

 

Sessizlik odanın her köşesine yayılmıştı, saatin tik taklarıyla dolup taşan sessizlik içinde beklediğim an bir türlü gelmiyordu. Her tik tak, bir sonraki anın umuduyla dolarken, zaman sanki kendini unutturmuş gibi hissettiriyordu. Saat, gelmesi beklenen anın eşiğinde durmuş, bir adım daha atmak istemiyor gibiydi. Bu şekilde sonsuza dek uzayıp gideceğini düşünmeye başladığım an artık gelmek üzereydi. Bir adım daha ve sonunda tik tak; o beklenen an geldi!

 

Evden çıkmadan önce, hiçbir şekilde iz bırakmamak için ellerime siyah deri eldivenlerimi giydim. Bileğimdeki tokayla saçlarımı gelişigüzel toplayıp, başıma da siyah hırkamın kapüşonunu çektim ve artık tamamen hazırdım. Baştan ayağa siyahlar içindeydim. Şu an geceye hapsolmuş ruhumun birebir yansıması duruyordu aynada görmüş olduğum bedende. Görüntüme memnuniyetle gülümseyip aşağıda beni bekleyen arabaya doğru gitmek üzere evden ayrıldım.

 

Mezarlığın girişinde durdum ve etrafıma dikkatlice baktım. Mezarlığın sessizliği ve geceye hakim olan karanlık benim için bir tür rahatlama ve güç kaynağıydı. Bu gece, sıradan bir mezarlıkta başlıyordum işe. Rüzgarın hafif esintisi, yaprakların hışırtısı kulağıma birazdan yapacağım gösterinin ezgisi gibi geliyordu.

 

Ay ışığı, mezar taşlarının üzerinde ürkütücü gölgeler yaratıyordu. Kürek elimde, tarif edilen mezarın başında duruyordum. Daha sonra vakit kaybetmek istemediğim için toprağı vahşice kazmaya başladım. Her bir kürek darbesiyle içimdeki karanlık arzular daha da derinleşiyordu.

 

Toprak, kürek darbelerimle savrulurken, mezarın derinliklerine doğru ilerliyordum. Her kürek darbesi, içimdeki karanlık tutkunun daha da körüklenmesine sebep oluyordu. Etraftaki sessizlik sadece toprağın çıkardığı sesle bozuluyordu. İçimde hiçbir insani duygu barındırmadan öyle hayvani bir içgüdüyle kazıyordum ki mezarı, beni uzaktan görenler kesinlikle insan olduğuma inanmaz, vahşi yırtıcı bir hayvan olduğumu düşünürlerdi. Mezarlığın karanlık köşelerinde, sadece ben ve saplantılı eğlence anlayışım vardı.

 

Mezarın derinliklerine ulaştığımda, yeni yeni soğumaya başlayan genç, erkek bedeniyle karşılaştım. Bir an durdum, derin bir nefes aldım ve ellerimden kaymaya başladığını yeni fark ettiğim eldivenlerimi sıkıca kavradım. Cesedi yukarı çekerken, kalbim delicesine bir heyecanla hızla çarpıyordu. O an toprağın soğukluğundan dolayı uyuşan parmaklarım bile umrumda değildi. Her hareketim, içimdeki tatmin hissinin daha da artmasına sebep oluyordu.

 

Cesedi mezardan çıkardıktan sonra, yanımda getirmiş olduğum çantadan kullanmak üzere cerrahi aletleri ve bir çift beyaz lateks eldiven çıkardım. Zamanla yarıştığımı bilmek bana ayrı bir sadist zevk verse de işimi temiz ve özenli yapmak zorundaydım. Bu yüzden ellerime lateks eldivenleri geçirip ay ışığının altında parlayan keskin bir skalpel ile ölü bedenin karın bölgesine doğru uzun bir kesi attım. Metzenbaum makasın ince ve hassas uçlarıyla dokuları birbirinden dikkatlice ayırdım. Her adımı dikkatle planlayıp titizlikle uyguluyordum.

 

Deri katmanlarını ortadan ikiye ayırdığımda ilk olarak kalbine ulaştım, onu dikkatlice çıkardım ve ellerimde tarttım. Bu an, benim için tarifi imkansız bir haz anıydı. Yüzümdeki sırıtışa engel olamayarak kalbin ardından ciğerleri ve diğer organları da özenle çıkardım. Her birini, benim karanlık dünyamın bir parçası olmak üzere zihnime kaydettim. Bu süreç boyunca, içimdeki heyecan ve tatmin hissi doruk noktasına ulaştı.

 

Topladığım organları dikkatlice ve zarar görmeyeceklerinden emin olduğum bir şekilde paketleyip Orhan'a teslim ettim. Daha sonra parçalamış olduğum ölü bedeni yerden destek alarak ayaklarımla mezarın içine itip, mezarı yeniden kapattım. Toprağı cesedin üzerine sererken, kimsenin bu gece burada neler olduğunu anlamaması için yine aynı özenle her şeyi eski haline getirdim.

 

Yanımda getirmiş olduğum içerisinde cerrahi aletlerin olduğu çantayı da Orhan'a vermek üzere yanına gittiğimde O'nu yüzündeki kocaman ve hayranlık dolu sırıtmayla bana bakarken buldum.

 

"Bu sefer çok başarılıydın. Hatta tüm işi 35 dakikada hallederek kendi rekorunu tekrardan kırdın." Sözlerini duymazdan gelerek; "Her zamanki gibi kameraları halletme işi sende." Dedim ve aramızda az bir mesafe olmasına rağmen çantayı göğsüne doğru fırlattım. "Tamam, tamam. Sen hiç merak etme." Bunu çantayı yere düşmeden önce son anda yakalarken söylemişti. Bu haline dudağımın bir kenarı yukarı kıvrılırken yanından geçip gittim. Mezarlıktan ayrılıp karanlık sokaklara dalmadan, karanlıkla tam olarak bütünleşmeden önce de, "Yarın da iş var. Sana bilgileri mesaj olarak atarım." diye seslendiğini duydum. Şimdi ise dudağımın her iki kenarı da yukarı doğru kıvrılmıştı.

Loading...
0%