@okuryazarkedii
|
Annem pes etmeyerek bu kez de döndüğüm tarafa gelip yorganı üstümden almaya çalıştı. Ama sadece çalışmakla kaldı çünkü sıkı sıkıya tuttuğum yorgan bir annemin tarafına gidiyor, bir benim tarafıma geliyordu. En sonunda pes edip yorganı bıraktım ve doğrularak yatağın üstünde oturur vaziyete gelip, anneme dik dik baktım. Gözlerimi kaçırıp, ellerimi annemin sıcak avuçlarının arasından çektim ve yataktan kalkarken, “Hayır anne, hiçbir şey olmadı. Ben şimdi hazırlanmış olurum.” deyip annemi odadan gönderdim. “Hayır, hayır, hayır.” endişeli adımlarım odada yankılanıyor, stresten titreyen ellerimle saçlarımı çekiştiriyordum. “Bunları kimse, hiç kimse öğrenmemeli.” Ellerimi makyaj masama dayamış, karşımdaki aynadan yansımama bakıyordum. Korkak ama bir o kadar da delice bir kararla parlayan yeşillerime takıldı gözlerim. Gözbebeklerimde bir şeyler görmeye başladım, gördüklerimden korkup birkaç adım geriye gittim. Hala o sahneler oynuyordu gözbebeklerimde. Hala görebiliyordum. “Hayır, hayır, hayır…” elime geçen ilk şeyi aynaya fırlattım. Cam binlerce parçaya ayrılırken, gücümün tükendiğini hissettim. Aynadaki yansımamı, gözbebeklerimi görmezsem geçer sanmıştım, ama geçmedi. Geçmiyordu. Aynı sahneler şimdi baktığım her yerdeydiler.
“Asrın uyan.” Vücudumda eller hissediyordum hala. Çırpınmaya çalışsam da hareket edemiyordum. Büyük bir sarsıntıyla açtım gözlerimi. Kalbim delicesine çarpıyor, ağzımdan hızlı hızlı aldığım nefesler yetersiz kalıyordu. “Geçti, rüyaydı hepsi.” Terden alnıma yapışmış saçlarımı elleriyle geriye itti. “Ben buradayım.” Yüzümü ellerinin arasına aldı. “Güvendesin.” Boş gözlerle, beni telkin etmeye çalışan Ilgaz’ın endişeyle kısılan ilgi dolu gözlerine bakıyordum. Parmağıyla güven verircesine yanağıma dokundu, beni ürkütmekten korkarmış gibi tüy kadar hafif bir şekilde okşamaya başladı. “Buradayım.” sesi fısıltıdan farksızdı. Yüzümü tutan ellerine götürdüm ellerimi. Bileklerinden tutup aşağıya çektim. “Dokunma bana.” Yatakta geri giderek ondan uzaklaştım. Sırtımı yatak başlığına yasladım. Vücut dilimi analiz etmeye çalışan bakışları hala üstümdeydi. Sesi oldukça ilgili ve endişelenmiş çıkıyordu. Bu da farklı bir rüya mı acaba diye düşünmeden edemedim. Gözlerimi Ilgaz’ın irdeleyen bakışlarından kaçırıp, “Hatırlamıyorum.” dedim. Bu söylediğime inanmadığını biliyordum. Bu adam bana her yönüyle yabancı gelse de ben onun için hiç yabancı değildim belli ki. Bana aşina, hareketlerimi bilen; üzüldüğümde nasıl ağladığımı, sevindiğimde nasıl kahkaha attığımı, yalan söylediğimde bakışlarımı etrafta nasıl gezdirdiğimi, kısacası her şeyimle beni biliyor, beni tanıyordu. Bu da onun eline benimle ilgili mükemmel bir koz sunuyor ve onun karşısında beni savunmasız kılıyordu. Yalan söylediğimde anlıyor, bana inanmıyor, onu kandıramıyordum. Şu anda da olduğu gibi söylediğim şeye inanmamıştı. Ben hala gördüğüm kabus yüzünden düzensizleşen nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. Kalp atışlarım hızlı, düşüncelerim karmakarışıktı. Çok gerçekçi olan bu rüya, gerçeklik algımı tamamen yerle bir etmişti. Eski evimizdeki odamdan, annemin giyimine, konuşma şekline kadar her şey çok ama çok gerçekçiydi. Aynadaki çocuksu yansımamın gözbebeklerinde ne görüp de sinir krizi geçirdiğini hatırlamıyordum. O an dışında gördüğüm her şey çok net ve gerçekçiydi. Hatta hissettiği çaresizlik, umutsuzluk hissi bile o kadar gerçekçiydi ki bunu hala ruhumun en derinlerinde bir yerlerde hissetmeye devam ediyordum. Ama böyle bir anı gerçekte yaşamış olsam hatırlardım değil mi? Evet, evet. Kesinlikle hatırlardım. Yatağın çöken tarafının hafiflemesiyle birlikte daldığım düşüncelerden sıyrılıp ayaklanan Ilgaz’a baktım. Kararsız adımlarla yanıma gelip, yatağın kenarında dizlerinin üstüne çöktü. Şimdi neredeyse aynı boydaydık. Anlayışlı bakışları, anlayışlı ses tonuyla birleşti, “Bana her şeyi anlatabilirsin.” dediğinde dostane bir tavırla, bacağımın üstündeki elimi sıktı. “Sana her zaman yardım edeceğim.” Önce elimin üstündeki eline, sonra da anlayış dolu yüzüne baktım. Ardından büyük bir kahkaha patlattım. Sırtımı yatak başlığından ayırıp, dikleştirdim. “Ne dedin sen?” Kendimi kontrol edemiyor, kahkaha atmaya devam ediyordum. “Bana her zaman yardım edeceksin öyle mi?” Ellerimle ağzımı örtüp kahkahamı bastırmaya çalıştım, fakat olmuyordu. Ilgaz’ın çatılan kaşlarına inat gülmeye devam ediyordum. Öyle ki bir süre sonra gözlerimden yaş gelmeye başladı. “Bana yardım edecekmiş.” kendi kendime, kahkalarımın arasına sıkıştırırarak söyleniyordum. Gülmeye devam ederek oturduğum yerden kalkıp kapıya yöneldim. Ilgaz’ın şüpheli bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum. Ama buradan kaçmayı bile düşünmeyeceğimi bildiği için hareketsiz bir şekilde çöktüğü yatak kenarından beni izlemeye devam ediyordu. Kapıya kadar ilerleyip, pervazında durdum. Önümde uzayıp giden koridora baktım. Kahkahalarımın gürültüsü azalıp, yerini sessiz ağlayışlarıma bıraktı. Birkaç saniye önce gülmekten yaş akan gözlerimden, şimdi acı dolu yaşlar süzülüyordu. Ani duygu değişimleri yaşıyordum. Hırsla sildim gözyaşlarımı, hışımla döndüm arkama. Ilgaz’ın analiz eden bakışları derinleşmiş, daha önce hiç görmediğim bir şekle bürünmüştü. Titreyen ellerimi birleştirerek ondan tarafa doğru uzattım. “Bana yardım etmek istiyorsan, beni bu görünmez kelepçelerden kurtar.” Ilgaz yavaşça kalktı dizlerinin üstünden, doğruldu. Kararlı adımlarla bana doğru gelirken başını olumsuz anlamda sallıyordu. “Hayır, bunu yapamam.” diyordu. Biriken gözyaşlarımı silerek gülümsedim. “Tahmin etmiştim.” Karşı karşıya duruyorduk artık. Ben ışığa yakın, o ise karanlıkta. Bakışları gözlerimde, içimde olan biten, zihnimden geçen her düşünceyi biliyormuşçasına bakıyordu. Onun bakışları altında kendimi çıplak hissediyordum. Beni analiz etsin, davranışlarıma göre çıkarımlarda bulunup, bana karşı kullansın istemiyordum. Bu yüzden gözlerimi kaçırıp, hızlı adımlarımı ona çevirdim. Aramızda bıraktığı mesafeyi kapattım. “O zaman, bana her zaman yardım edeceğini söyleme!” Hem göğsünden itiyor, hem de bağırıyordum. “Beni özgür bırakmadıktan sonra, yardım edeceğim demenin bir anlamı yok.” Ne onu itmelerime karşı koyuyordu, ne de bağırışlarıma ağzını açıp tek bir laf ediyordu. Kalın dudaklarını birbirine sıkı sıkı bastırmış, sessizce beni izliyordu. Bu sakinliği beni çileden çıkardı. Artık avuç içlerimle itmiyor, yumruk yaptığım ellerimle sert darbeler indiriyordum göğsüne. “Bana öyle bakma, her hareketimi analiz etmeye çalışma!” Ilgaz’ın ayağı yatağa takılmış, düşerken kollarımdan tutarak beni de kendiyle birlikte yatağa çekmişti. Tam olarak göğsüne düştüğüm için cümlem yarıda kesilmiş, anın şokundan dolayı dudaklarım aralık kalmıştı. Ilgaz’ın üzerinde yarı uzanır vaziyette duruyordum. Sert göğsünden başımı kaldırdığımda bakışları koyulaşmış, gözbebekleri büyümüş ve sırıtarak bana bakan bir Ilgaz görmeyi beklemiyordum. Anında aralık dudaklarım kapandı ve kaşlarımı çattım. Kaşlarımı daha çok çatarak, avuç içlerimi göğsüne dayadım ve ağırlığımın tamamını göğsüne vererek kalktım üstünden. Ben üstümü başımı düzeltirken, Ilgaz yattığı yerden hala bana bakıyordu. Ona ters bir bakış atıp, tekrardan kapıya yöneldim; bu hareketimle Ilgaz’ı harekete geçireceğimi bildiğim için. Öyle de oldu. Kapıya yaslanıp arkamı döndüğümde, Ilgaz’ı ayakta bana bakarken buldum. Başımla kapının dışını işaret edip, “Çık odamdan.” dedim. Ilgaz’ın kaşları çatıldığında emir kipiyle konuştuğumun farkına varıp, “Çok yorgunum, uyuyacağım.” dedim az önceki cümlemi hafiftletmeye çalışarak. Kaşlarını çattığında ortasında oluşan uzunlamasına çizgiler ortadan kaybolduğunda rahatlamıştım. Bugün daha fazla tartışmak, duygu karmaşası yaşamak istemiyordum. Yeterince, hatta fazlasıyla karmaşıktı duygularım zaten. Ilgaz, odadan çıktığı sırada arkasından seslendim ve buraya geldiğimden beri her an aklımda olan o şeyi söyledim. “Papyon, yani kedim. Şu an evde tek başına ve evde tek başına yaşayamaz. Açlıktan ölür. Onu buraya getirir misin?” Bakışlarımı gözlerinden kaçırmadan devam ettim. “Bir de evden birkaç parça kıyafete ihtiyacım var.” dedim, üzerimde hala gece elbisesi olduğunu göstererek. Bu isteklerimle uzun süre daha burada kalacağımı kabullenmiş bulunuyordum. Bu da Ilgaz’ın kafasını fazlasıyla karıştırmışa benziyordu. Başını hafifçe omzuna doğru eğip, duyduğu şeylerin ne denli doğru olduğunu kafasında tartıyor gibiydi. Dik bakışlarına aynı şekilde karşılık vererek bir an bile kaçırmadım gözlerimi gözlerinden. Daha sonra Ilgaz bu isteklerime karşılık olarak hiçbir şey söylemeden kapıyı üstüme kapatarak, “Uyu.” dedi. Kapı üstüme kilitlediğindeyse aklıma yeni bir şeyin gelmesiyle, acele ederek “Bir şey daha diyeceğim.” dedim, Ilgaz’ın gitmeyip, kapının önünde durarak ne diyeceğimi merakla beklediğini biliyordum. “Odamı aydınlatacak herhangi bir şey yaptırabilir misin? Karanlıktan hoşlanmıyorum da.” dedim. Ilgaz’dan yine bir karşılık alamamıştım. Bunun yerine uzaklaşan ayak seslerini duydum. Beni yine soru işaretleriyle bir başıma bırakmıştı. İsteklerimi yerine getirip, getirmeyeceğinden emin değildim. Getirmesini ummaktan da başka bir şey gelmiyordu elimden. Saate baktım, fakat pencerenin bile olmadığı, en ufak ışık hüzmesinin dahi girmediği bu zifiri karanlık odada saatin akrep ve yelkovanının kaçı gösterdiğini göremiyordum. Bu yüzden oraya gidip, ayaklarımda topuklu ayakkabılarım olmadığı için parmak uçlarımda yükselerek saati yerinden çıkardım. Saat 4’ü 20 geçiyordu. Uykum tamamen kaçmıştı. Yatağa oturup, sırtımı başlığına yasladım ve örtüyü bacaklarıma çektim. Ortaokul yıllarımdan hatırladığım pek fazla bir şey yoktu. Sadece Cam Güzeli Çiçeği’ni ve çok sonradan da sebebini hatırlamadığım bir şekilde başka bir şehire taşındığımızı anımsıyordum hayal meyal. Ama bu, sayısı bir elin beş parmağını geçmeyecek kadar sınırlı olan anılarımın arasında Ilgaz’a dair tek bir iz dahi yoktu. Çok ama çok tehlikeli bir adam olduğunu biliyordum. Geçmişten bugüne sevdiğim, sevmediğim şeylerin ne kadarına karıştı, ne kadarına kendisi benim yerime karar verdi bilmiyordum. Şu anlık bildiğim tek gerçek vardı o da her şeyin Cam Güzeli Çiçeği’yle başlamış olduğuydu. Sonrasında nasıl devam ettiği ve de edeceği muammaydı. Bu denli tehlikeli bir adamın yanında söylediklerime ve hareketlerime dikkat etmeliydim; Kendimle ilgili daha fazla koz vermek istemiyorsam -ki istemiyordum- atacağım adımları bile en az iki kez düşünmeliydim. Onun güvenini kazanmalı, suyuna gidecek şeyler yapmaktan kaçınmalıydım. Ancak bu şekilde onu gözlemleme şansı bulabilir ve en savunmasız halini yakalayıp onu gafil avlayabilirdim. Ben bu şekilde planlar yaparken gözlerim karanlığa iyice alışmış, duvarın köşesinde duran bir şey dikkatimi çekmişti. Örtüyü üstümden atarak ayaklandım ve henüz ne olduğunu tam göremediğim için temkinli bir şekilde oraya doğru yürüdüm. Küçük saksıyı fark ettiğimde eğilip, ellerimin arasına aldım; Cam Güzeli Çiçeği’ydi. Anında sebebini bilmediğim bir şekilde vücudum acıyla kıvrıldı. Gözyaşlarım, gözlerimde birikti. Ruhumdan bedenime kadar taşıp gelen bu acının sebebine anlam veremiyordum. “Neler oluyor bana?” diye düşünerek yatağa uzandım. Saksıyı da yan tarafıma koyup, o tarafa döndüm. Bir elim yanağımın altında, diğer elim çiçeğin kadifemsi yapraklarını okşuyordu. İçimden bin bir farklı duygu geçiyordu ve birçoğu da bana yabancıydı. “Kurtulacağız.” diye fısıldadım. “Kendimi de kurtaracağım, seni de kurtaracağım bu ait olmadığımız topraklardan.” Bir yanım bu çiçekten nefret ediyor, diğer bir yanımsa bu çiçeğe canım pahasına da olsa iyi bakmam gerektiğini söylüyordu. “Küçüklüğünden itibaren bu çiçeği sevmeni, ona iyi bakmanı aşıladım sana.” Haklıydı. Bu çiçeğin ruhumun acı, kırgınlıklarla dolu tarafına iyi gelen, o bilmediğim yaralarımı iyileştiren bir yanı vardı. Bunu aşılamıştı bana ve bunu öyle profesyonelce yapmıştı ki bu nefret ettiğim çiçekten ölsem de vazgeçebileceğimi düşünmüyordum artık. Hedef olarak neden beni seçtiğini de bilmiyordum, ama sadece şu anlık. Çünkü biliyordum ki gerçekleri er ya da geç bir gün elbet öğrenecektim. Gözyaşlarım yatağı ıslatırken, parmağım hala çiçeğin yapraklarında geziniyordu usulca. İki tutsak birbirimize bakıyorduk; O köklerini toprağa salamamış, bense toprağa saldığım köklerimden hoyratça sökülüp, koparılmış, ait olduğum topraklardan çok uzaklara getirilmiştim.
“Umarım bizi unutmazlar.” diye fısıldadım Cam Güzeli’ne. Bu sırada annemin ve arkadaşlarımın yokluğumu fark edip, bir an önce polise gitmelerini umuyordum. Buradan kendi başıma kurtulamayabilirdim. Kendi imkanlarımla kaçmak bana pahalıya patlayabilir, bedenimde derin yaraların açılmasına mahal verebilirdi. Hiç tanımadığım bu adamın ne denli ileri gidebileceğini az çok terapi odasındaki sözünden sonra anlamıştım. Dediklerini yapmazsam canımı yakabilecek farklı terapi yöntemlerinden bahsetmişti. Bunun olmaması için elimden geleni yapacaktım. Yine de Ilgaz’ın insafına kalmaktansa polislerin sorunsuz bir şekilde beni kurtarmalarını tercih ediyordum. Zihnimde polisler tarafından kurtarılıp, Ilgaz’ın da hapise gönderildiği senaryolar kurarken uyku bastırmaya, gözlerim kapanmaya başladı. Az önce hiç uykum yokken şimdi gözlerimi zar zor açık tutuyordum. Cam Güzeli’ni okşayan elim yatağa düştü, vücudum iyiden iyiye gevşedi ve gözlerimle birlikte zihnim de karanlığa gömüldü.
Hissettiğim esintiyle tüylerim ürpererek uyandım. “Odamda cam bile yok bu esinti nereden geliyor?” diyerek araladım gözlerimi. Yatakta doğrulup gözlerimi ovuşturarak etrafıma bakınıyor, esintinin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum. Ayak ucumda siyah büyükçe bir bavul görmeyi beklemiyordum. “Anlaşılan, Ilgaz yine ben uyurken odama girmiş.” diye düşünerek kapıya baktım. Kapı, belli belirsiz aralık bir şekilde açık duruyordu. Kaşlarımı çatarak kalktım yataktan, her an basılacakmışım gibi hissederek sessizce kapıya doğru yürüdüm. Kalp atışlarım hızlanmış, dışarıdan duyulabilir bir hale gelmişti. Kalbim resmen ağzımda atıyordu! Kaplumbağa yavaşlığıyla parmak uçlarımda yürüyerek kapıya vardığımda, kulpundan tutup gıcırdamaması için yavaşça açmaya başladım aralık olan kapıyı.Yeteri kadar açtığımdaysa vücudumu odanın içerisinde tutarak, başımı uzatıp koridora baktım. Koridor tamamen boştu. Ilgaz, kapıyı bilerek mi açık bırakmıştı yoksa kilitlemeyi mi unutmuştu? Kaşlarım çatık bir şekilde bunu düşünerek hala koridora bakıyordum. Belki de beni deniyor, ne yapcağımı görmek istiyordu. Kafam allak bullak olmuştu. Ilgaz’ın dalgınlığına gelip, kapıyı açık unuttuğu kanısına inandırdım kendimi. Bu, buradan kurtulabilmek için ilk ve tek şansım olabilirdi. Bu yüzden, kapıyı yine az önceki aralık konumuna getirip, aynı sessiz adımlarla odanın içine geri döndüm. Topuklu ayakkabılarımı ayaklarıma geçirirken, büyük bir gizemle hala orada duran valize takıldı gözlerim. İçinde ne olduğunu deli gibi merak etsem de şimdi onunla vakit kaybedemezdim. Ayakkabılarımı giydikten sonra yatağın üstündeki minik saksıyı kollarımın arasına alıp, yine aynı sessizlikle odanın çıkışına yöneldim. Buradan kurtulacaksak birlikte kurtulacaktık. Çiçeğimi geride bırakmaya hiç niyetim yoktu. Tekrardan vücudum içeride, başımı da öne doğru uzatıp koridora baktım. Koridor hala bomboş ve sessizlik içerisindeydi. Odadan dışarıya çıkıp, ardımdan kapıyı yavaşça çekip, kapattım. Artık tamamen koridordaydım. Yakalanmamak için hem sessiz olmalı, hem de olabildiğince hızlı hareket etmeliydim. Koridorda sessizce ilerlemeye çalışırken ne kadar dikkat edersem edeyim siyah, sivri burunlu, ince topuklu ayakkabılarımın sesi çıplak parkenin üzerinde koridor boyunca tak tuk diye yankılanıyordu. Hızlıca eğilip, topuklularımı çıkarıp, elime aldım ve bir elimde saksı, diğer elimde topuklu ayakkabılarımla yürümeye devam ettim. Kalbim ağzımda atıyor, her an bayılacakmışım gibi hissediyordum. Ama şu an hayatımda hiç olmadığım kadar dirayetli olmalı ve kendimi bu bilinmezlikten bir an önce kurtarmalıydım. Koridorun ortalarına geldiğimde, merdivenler görüş açıma girmeye başlamıştı. Aşağıya temkinli bir şekilde göz attım, boş olduğunu görünce de sessiz adımlarla merdivenleri inmeye başladım. Kendimi üçüncü sınıf bir korku filminde her zaman yanlış yolu seçip, çok saçma bir şekilde öldürülen grubun en salak karakteri gibi hissediyordum. Her basamakta kalp atışlarım daha çok şiddetleniyor, dizlerim de titremeye devam ediyordu. Son basamağa geldiğimde, etrafı hızlıca kontrol ettim. Hemen sağ tarafımda açık bir kapı vardı ve içerisi boş görünüyordu. O kapının yanındaysa, kapısı olmayan kocaman bir salon yer alıyordu, orası da boş görünüyordu. Diğer tarafımda kalan sıralı kapılar ise kapalıydı. Beni ilgilendiren tek şey merdivenin tam karşısında, yaklaşık iki metre uzağımda ki çıkış kapısıydı. Kapıyı görmemle birlikte heyecanım arttı. Aldığım nefesler ciğerlerime ulaşmamaya başladığında kendimi telkin etmeye çalıştım. “Hadi kızım yapabilirsin.” Sağ tarafımda kalan kapısı açık odayı hızla geçtiğimde, sırtımı duvara yaslayarak ilerledim ve salona vardım. Gözlerimi hızlıca salonda gezdirip, birden karşıma birinin çıkması olasılığına karşılık olarak saklanabileceğim bir yer aradım. L şeklindeki koyu renk koltuğun arkasının güzel bir seçenek olabileceğine karar verip, içimi az da olsa rahatlattım. Yalın ayak ve parmak uçlarımda yürümeye devam ederek çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladım. Kapının metal kulpunu kavradığımda, soğukluğu tüm vücuduma yayıldı. Kapının gıcırdamaması için kulpunu yavaşça indirdim aşağıya. Bu sırada artık kalp atışlarım evrenden bile duyulabilecek bir şiddete ulaşmıştı. Kulpu tamamen indirdiğimde itiraf etmeliyim ki kapının kilitli olacağını ve kaçış planımın sekteye uğrayacağını düşünmüştüm. Ama öyle olmadı ve kapı açıldı. Kapının açılması bana fazlasıyla sürpriz oldu. Dışarıya adımımı atacağım sırada, arkamdan gelen öksürük sesiyle olduğum yerde hareketsizce kaldım. Arkamı dönmeyi reddederek dışarıya bakmaya devam ettim. Deve kuşu misali ben düşmanımı görmezsem, onun da beni görmeyeceğini düşünüyordum belli ki. “Bayılma numarası yapsam yer mi ki?” saçma düşüncelerime devam ediyordum içimden. Aynı zamanda önümdeki, özgürlüğü vaat eden taş döşemeleri inceliyordum. “Bence kesinlikle bayılmalıyım.” “Asrın.” Bu kez adımı duyduğumda, durumu yumuşatmak adına yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdim ve bir asker edasıyla topuklarımın üstünde arkama döndüm. Az önce önünden geçtiğim kapısı açık olan odanın hemen önünde, kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde kapı pervazına yaslanan Ilgaz’ı gördüm. Gözlerini üzerimden ayırmadan baştan ayağa beni süzüyordu. Bir elimde ayakkabılarım, diğer kolumda Cam Güzeli, yüzümde de kocaman bir sırıtışla saçma sapan bir görüntü sergilediğimin farkındaydım. Boğazıma düğümlenen gerginliği güçlükle yutkunarak, “Umarım helvamı fıstıklı yaptırır.” diye geçiriyordum içimden.
|
0% |