Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm

@okuyan_bir_insan

(Medyaya nasıl şarkı eklendiğini yorumlarda anlatırsanız çok sevinirim. İyi okumalar.)

 

“Ne zaman başladı?” diye sordu Çağatay.

“İlk kim açıldı?” diye sordu Akın.

“İlk görüşte mi?” diye sordu tekrar Çağatay.

“Bize niye söylemedin?” diye bir başka soru sordu Akın.

Karşıma oturan ikili şu an benden hesap soruyordu. Onlara Ateş’le olan son şeyleri anlatmadığım için kızgın, belki biraz da küskünlerdi. Fakat anlatacak bir şey yoktu. Derinlerden bir ses yükseldi. ‘Kendini kandırma Çiçek. Çok şey oldu.’ Tamam, kabul çok şey olmuştu ama ben nereden başlayacağımı bilemiyordum.

Şu an mahallede, aile çay bahçelerinden birinde oturuyorduk. Bunun en başlıca sebebi ise benim kımıl zararlısı arkadaşım Yasemin’di. Dün gece ben şarkı söylerken beni çekmiş, çekmekle de yetinmeyi bilmemiş arkadaş grubumuza atmıştı. Çektiği videoyu atarken ise yazdıkları hâlâ beni çıldırtıyordu. ‘Sonunda birimizin başı bağlandı. Darısı sizin başınıza.’

“Beyler sizce de bir şeyler eksik değil mi?” diye sordum.

Anlamaz gözlerle önce bana baktılar, sonra birbirlerine ve ardından tekrar bana bakıp, ‘Neymiş o?’ diye sordular. Ben de hiç çekinmeden cevabımı verdim.

“Bir sorgu odası ve tepemden inen beyaz ışık.” dedim, başımın üstünü işaret ederek.

“Artık kaçmayı bırakıp anlatacak mısın? Yoksa ben Ateş’e sorarak her şeyi öğreneyim mi?” diye sordu Akın.

Benim kaçış buraya kadardı. Aslında neyden kaçtığımı bile bilmiyordum. Belki sevmekten, belki birinin sorumluluğundan ya da aşktan. İzlediğim filmlerde de okuduğum kitaplarda da aşktan kaçanlar bataklık misali daha çok kapılıyordu bu duyguya. Sanırım ben de kaçtığım için bu kadar fazla kapılmıştım bu duruma.

“Tamam.” dedim yılmışlıkla. “Pes ediyorum, anlatacağım.”

İkisi de masaya yaslanmış ağzımın içine bakarken anlatmaya başladım.

“Ne ara başladığını bilmiyorum. Sanırım her şey buraya taşınmamızla başladı.” dedim.

“Bir anda kendimi onu izlerken buldum. Gözlerinde kaybolurken.” dedim anlatmaya devam ederken. Gözlerine bakamıyordum ikisinin de. Baksam anlatamazdım. Biliyordum.

“Daha önce tokalaşmak için elini tutmuştum bir iki kez. Sonra bir şey oldu. Eli elime değdiğinde tüm vücuduma elektrik verdiler sanki. Damarlarımda akan kanı hissettim. Kalbim bambaşka yerlerimde atmaya başladı.” dedim yaşadıklarımı anlatırken.

Cesaret edip bakışlarımı sabitlediğim masanın köşesinden kaldırıp her ikisine de baktığımda bana tebessümle baktıklarını gördüm. Daha sonra birkaç gün önce idrak edebildiğim şeyi söyledim.

“Bir de sanırım ben Ateş’i kıskandım.” diye itirafta bulundum ve bunu der demez yüzümü avuçlarımın arasına alıp başımı masaya gömdüm. Açıkta kalan alnımı masaya birkaç kez hafifçe vurdum. Üçüncü vuruştan sonra hissettiğim masa değil yumuşak bir şey olunca başımı kaldırıp ne olduğuna baktım. Çağatay elini koymuştu.

“Anlat.” dedi sadece.

“Orhan amcanın hastaneye kaldırıldığı gün var ya.” dedim hatırlatma amaçlı. İkisi de hatırladığına dair mırıltılar çıkardığında konuşmaya başladım.

“Ben o gün Ateş’le buluşmuştum. Dükkâna bakmak için.” dedim. “Araba tamir dükkânı varmış. Beni oraya çağırmıştı. Her neyse gittim ben oraya, Murat’ta vardı. Sohbet ederken dükkâna birden bir kadın girdi. ‘Senin için kakaolu kek yaptım Ateş’ciğim sen seversin.’dedi.” dedim. Anlatırken farkında değildim ama sesimi değiştirmiş yüzümü ekşitmiş ve burnumdan solumuştum. Bunu anlamam ise karşımdaki ikilin değişen surat şekilleri sayesinde olmuştu.

“Şimdi Ateş’in hakkını yiyemem. Kadını net bir şekilde uyardı ve ikaz etti. Ama kadın yüzsüz. Biz dükkâna bakmaya giderken nereye gittiğimizi sordu. Peki ben ne cevap verdim sizce?” diye sordum, Çağatay ve Akın ikilisine. Film izler gibi beni izliyorlardı. Açıkçası şu an anlattıklarım bir filmden daha heyecanlıydı.

“Sen ne cevap verdin?” diye sordu ikisi de.

Anlattıklarımın gazıyla birden ayağa kalktım. Kalkarken de elimi masaya vurdum ve yüksek sesle, “Evet! Ben cevap verdim! Ne hakla verdim! Ben neyi olarak cevap verdim! Ne oluyor lan bana!” dedim. Kısa bir sessizlik oluşan çay bahçesine göz gezdirerek herkese hitaben ‘Pardon’ dedim ve yerime oturdum.

Kollarımı masaya yaslayıp başımı da kollarıma dayamıştım. Aniden kafamı kaldırıp, “Açıklayın bana. Ben neyin içine düştüm?” diye sordum.

Akın derin bir nefes aldıktan sonra, “O sana nasıl davranıyor?” diye sordu.

“Çok güzel.” dedim anında. “Sevdiğini hep belli ediyor. Sözleriyle, davranışlarıyla, bakışıyla.” dedim, gittikçe kısılan sesimle.

“Sen ne yapacaksın peki şimdi?” diye sordu Çağatay. “Sakın bana bir şeyler hissetmiyorum deme. Seni hiç tanımayan biri bile şu hâlini görüp bir şeyler hissettiğini bilir.” dedi.

“Korkuyorum.” diye itirafta bulundum. “Beni tanımıyor. Gördüğü kadarını biliyor. Beni bilince sıkılmasından korkuyorum.” dedim. “Daha önce sevilmemiş, tercih bile edilmemiş biri olarak bana verilen sevginin yetmemesinden, aramızdaki bu şeyin yıpranmasından korkuyorum.” dedim. Günlerdir içimde tuttuğum endişeler artık patlamış ve her yere yayılmıştı.

“Bundan sonra ne olacak?” diye sordu Akın, “Kaçacak mısın?”

“Hayır.” dedim. “Açılıştan sonra ona istediği cevabı vereceğim. Beni olduğum gibi kabul ederse, endişelerimi anlarsa ondan sonrasını zaman gösterecek.” dedim. Biraz daha sohbet ettikten sonra çay bahçesinden kalktık.

Sabah Yasemin’le Handan teyzeleri akşam yemeğine davet etme konusunu konuşmuştuk. Cafe’yi açtıktan sonra çok yoğun olacağım için açmadan önce davet etmek daha iyi olurdu. Yasemin’de kabul edince evden çıktıktan sonra Handan teyze ve ailesini akşam yemeğine davet etmiştim. Davetimi kabul edip yedi buçukta bizde olacaklarını söylemişti.

Çay bahçesinden çıktıktan sonra akşam hazırlıkları için markete gidiyordum ki arkamdan ses duymamla adımlarım durmuştu.

“Vay be. Gönlü ne geniş insanmışsın kaç kişiyi aynı anda idare ediyorsun?” diye patavatsızca soruyu soran kişi Yelda’dan başkası değildi.

“Pardon.” dedim aramızdaki mesafeyi koruyarak. Bir yandan da telefonumdan ses kaydını açmaya çalışıyordum. Bu tür insanlara karşı teknolojinin nimetlerinden faydalanılmalıydı.

“Diyorum ki.” dedi. “Kaç kişiyi parmağında oynatıyorsun. Yalnız ikisi de yakışıklı çocuk ha işi biliyorsun.” dedi.

“Senin gibi mi yani?” diye sordum. Bu sorumla afallarken konuşmasına fırsat vermeden, “Dekolteli kıyafetler giyip, dişiliğimi kullanarak insanları baştan çıkarmaya çalışmıyorum ama.” dedim.

Günler önce Ateş’in işyerinde olanlara atıfta bulunarak. “Kusura bakma ben senin gibi değilim. Ne kadar umurunda olur bilemem ama o gördüğün iki kişi benim uzun yıllardır arkadaşım.” dedim. Bu insana hiçbir şekilde açıklama yapmazdım ama bu konuşmayı kayıt ediyordum.

“Ateş benim!” diye yükseldi. “Yıllardır seviyorum ben onu. Sen kimsin ki, anlık bir hevessin onun için. Sen onun hiçbir şeyi olamazsın.” dedi. Hastaydı. Kesinlikle Yelda’nın aşkı hastalıklıydı.

“Öncelikle.” dedim ve derin bir nefes alarak cümleme devam ettim. “Ateş bir insan, ondan bir eşya gibi bahsedip sahiplenemezsin. Ayrıca sana sevme diyen mi var? İnsan seveceği kişiyi seçebilir mi? Gönlün kime düşerse onu seversin, ama böyle davranarak kendi sevgini kirletmekten başka hiçbir şey yapmıyorsun. Hem söylesene, sen Ateş’in tam olarak nesini seviyorsun? Gerçekten merak ettiğim için soruyorum. Ateş’i sevmeni sağlayan şey ne?” diye sordum.

Cidden sorduğumu anlamış olacak ki, “Çok yakışıklı.” dedi. “Çok karizmatik. Üstelik yanındaki kadını yaşatır. Her anlamda.” dedi. Son cümlesi yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Ben de hiç gocunmadan konuşmama devam ettim.

“Yani Ateş’ten eli yüzü düzgün, iyi para kazandığı bir işi var ve,” dedim, yaşadığım anlık mide bulantısını geçirmek için derince yutkundum. “Senin cinsel açlığını her anlamda tatmin edebileceğini düşündüğün için mi Ateş’i sevdiğini söylüyorsun? Sence de bunlar çok yüzeysel şeyler değil mi?” diye sordum. Başlattığı konuşmanın buraya gideceğini tahmin edememiş olacak ki öylece kalakaldı. “Üstelik sen nasıl ‘onun için anlık bir hevessin’ diyebilirsin? Ben bile şu kısacık zamanda Ateş’in öyle bir insan olmadığını anlamışken, sen yıllardır onu tanıdığını söylüyorsun. Bunu nasıl söylersin? Her şeyi geçtim, kendi hemcinsin hakkında nasıl böyle bir şey düşünürsün?” dedim hayretle.

Öylece kalakalırken konuşan taraf yine ben olmuştum. “Bak. Ben sevmek ya da sevilmek nedir bilmem. Bana, ne sevgiyi öğreten bir annem ne de sevilmenin nasıl bir şey olduğunu hissettiren bir babam olmadı. Ama ben sevmenin nasıl bir şey olduğunu gördüm. Eşinin ölümünün üzerinden, yıllar geçmesine rağmen ne kalbine ne de hayatına hiç kimseyi almayan Orhan babamdan gördüm. Her cumartesi eşinin mezarına en sevdiği çiçekler olan kasımpatıları ekerken titreyen ellerinden gördüm. Aşk adı altına birbirlerinin yataklarını ısıtan boş bedenlerden değil.” dedim. “Sen benim karşıma hiç çıkmadın, bu konuşma da hiç yaşanmadı.” dedim ve orayı terk ettim.

Bu yaptığım belki doğru değildi fakat kadınlar hissederdi. Yelda karşılık bulamadığı aşkında daha da hırçınlaşacak ve sonra, belki de çok pişman olacağı şeyler yapacaktı.

Ses kaydı 03:47 saniye

Gönderilen: Ateş

Siz: Uygun bir zamanda mümkünse yalnız dinle.

 

O an ne Nazlı, ne de Yelda farkında değildi. Bu konuşmayı duyan bir kişi daha vardı. Kadir, tüm konuşmaları duymuş ve dağılan ikilinin ardından bakmıştı.

“Durdun durdun turnayı gözünden vurdun Ateş efendi. İyi yere tezgah açtın. Sağlam hatun sevmişsin helal olsun.” dedi ve sanki bu konuşmaya maruz kalmamış gibi yoluna devam etti.

***********

Yelda’yla olan konuşmayı her ne kadar umursamamaya çalışsam da aklımdan çıkmıyordu. Ateş’e duyduğum bu güven nereden geliyor bilmiyorum ama bir an olsun Ateş için anlık bir heves olduğumu hiçbir zaman düşünmemiştim.

Üniversite zamanlarında sözde beni çok sevdiğini söyleyen bir çocuk sürekli peşimde dolanıp, kendisi için bir şans vermemi söyleyip ona bir adım atmamı istiyordu. Ben de inatla o şansı vermeyip, o adımı atmıyordum. Zaten çok geçmeden asıl derdinin ne olduğu belli olmuştu. Birkaç kişiyle benim üzerimden iddiaya girmiş, ‘yatağa atarım, atamazsın’ muhabbeti döndürmüşlerdi. Gereksiz varlığa verdikleri süre dolunca da iddiayı kaybetmişti. Daha sonra yanında bir kız görünce olayı öğrenmiştim.

Neden böyle iğrenç bir şey yaptığını sorduğumda amacının sadece ‘eğlenmek’ ve benim yatakta nasıl olduğumu merak etmesinden kaynaklı olduğunu söylemişti. O gün onu ve iddiaya giren arkadaşlarını rezil etmiş, tüm okula yaymıştım. Çocukların ailelerine kadar giden bu olay hepsinin okuldan atılmasıyla son bulmuştu.

Eski anılara daldığımı fark ettiğimde hızlıca başımı iki yana sallamıştım. Çalan telefonumu fark ettiğimde hemen cebimden çıkarmış, arayanın kim olduğuna bile bakmadan açmıştım.

“Alo.” dedim.

“Neredesin?” dedi endişeli olduğu bariz olan bir sesle. Birkaç saniyeliğine telefonu kulağımdan çekip kimin aradığına baktım. Arayan kişi Ateş’ti.

“Mahalledeki marketteyim.” dedim.

“Bekle orada geliyorum tamam mı? Lütfen bekle.” dedi ve telefonu kapattı.

Ben öyle dona kalırken saniyeler içinde kendime gelmiş, alacaklarımı aldıktan sonra marketin önünde beklemeye başlamıştım. Çok geçmeden arabasını gördüm. Hızlıca park edip arabadan indiği gibi karşıma geçti ve beklemeden sarıldı. Sadece sarıldı.

“Sen iyi misin?” diye sordu.

“İyiyim.” dedim.

“Emin misin?” diye sordu bu sefer de.

“Eminim.” dedim. “Asıl sen iyi misin?” diye sordum.

“Artık iyiyim.” dedi.

“Ses kaydı için mi böylesin?” diye sordum.

“Ben ne yapacağımı bilemedim.” dedi. “Bir an. Kısacık bir an olsa da sana zarar verdiğini düşündüm ve o zamandan beri iyi değilim. Ama artık iyiyim. Sen iyisin, ben de iyiyim.” dedi.

‘Sebep bu işte.’ dedi. Derinlerdeki o ses. ‘Ona güvenmenin nedeni tam olarak işte bu.’

“Beni gördün, gayet iyiyim, hiçbir şeyim yok ve sapasağlamım.” dedim ve etrafımda bir kez döndüm. Bu hâlim komiğine gitmiş olacak ki gülmüştü. O gülünce ben de gülmüştüm.

“Bu akşam ailecek bizdesiniz haberin var mı?” diye sordum.

“Annem aramıştı sabah, söylemişti.” dedi.

“Menü çoktan kafamda belli ama sevdiğin bir şey varsa söyle yapayım.” dedim. Dediğim şeyle gözlerim şokla açılırken, aynı şekilde Ateş’in gözleri de şokla açılmıştı.

‘Rezil ettin bizi.’ dedi derinlerdeki ses. ‘Adama gelirken ekmekle yoğurtta al de tam olsun.’ dedi tekrardan. Bu akıl karmaşasında hissettiğim şeyse çok farklıydı. Saniyelere sığamayacak ama kısa bir an hayal ettim. Sabah, evden işe gitmek için çıkan Ateş’e giderken ‘Ne yemek istersin akşama’ diye sordum. O da ‘Sen ne yaparsan yerim güzelim’ demişti. Gerçekten güzelim derse yağ gibi eriyip gidebilirdim ki hayali bile içimden bir şeylerin ılık ılık akmasına neden olmuştu.

“Sen ne yaparsan yerim, hoşuma gider.” dedi. Dediği şeyle gözlerim daha çok açılmış ardından gelen hıçkırıkla yeri nasıl yarıp içine girebilirim diye düşünmeye başlamıştım. Yeri yaramayacağımı anlayınca, “Tamam o zaman gittim ben, akşam görüşürüz hoşça kal bay.” dedim ve koşarak kaçmak suretiyle yanından uzaklaştım. Arkamdan duyduğum kahkahalarsa onun kahkahasından başka bir şey değildi. Güldüğü için çemkiremeyecek kadar utandığımdan bir an önce eve gitmek için daha hızlı koşmaya başladım.

********

Akşam yemeği için önce tatlımı yapmıştım. En az iki saat dolapta beklemesi gerekiyordu. Tatlıyı yapıp dolaba kaldırdıktan sonra bütün tavuğu temizledim. Tavuk için sosunu da hazırladım ve baharatların biraz birbirine karışması için bekledim. Tavuğun içini doldurmak için iç malzemeyi de hazır ettikten sonra tavuğun içini doldurmaya başladım. Tavuğun üstüne derin olmayan kesikler attıktan sonra sosu üzerine iyice yedirdim. Önceden ısıttığım fırına atıp pişmesi için bıraktım. O sırada patlıcan oturtma için malzemeleri çıkardım ve geniş borcama diğer yemeğimi de hazır ettim. Bir süre sonra pişen tavuğu çıkarıp patlıcan oturtmayı koydum ve onu da pişmeye bıraktım. Bu sırada Yasemin’de gelmişti.

“Nazo! Ben geldim. Yardım lazım mı?” diye sordu. Mutfak kapısından elimde terlikle çıkınca, “Açıklayabilirim.” dedi.

“Açıkla.” dedim.

“Şöyle ki. Yani durum şu ki.” dedi ve durdu. Daha sonra, “Aman be söylediysem söyledim ne olmuş ha ne olmuş. Sen bunu birilerine anlatmadan bazı şeylerin farkına varamayacaktın. Yalan mı?” dedi. Doğruydu.

“Evi süpür.” dedim.

“Ha.” diyerek anlamadığını çok net bir şekilde belli etmişti.

“ ‘Yardım lazım mı?’ diye sormadın mı? Şaşkın. Git evi süpür toz al.” dedim ve mutfağa geri döndüm. Yasemin’in söylenmeleriyle ben de sebze çorbasını yapmış blenderla ezmiştim. Yemeklerim hazırdı. Saate baktığımda yediye on vardı.

“Ben duşa giriyorum.” dedim ve hızlıca duşa girdim.

Yarım saatin ardından duştan çıkmış, saçlarımın diplerini kurutmuştum. Altıma krem renk bol bir keten pantolon ve üzerime de kısa kollu beyaz bir t-shirt giymiştim. Benden sonra Yasemin’de duşa girmişti. Masayı hazırlarken zil çalmıştı.

“Ben geri kalanı hallederim, sen kapıya bak.” dedi Yasemin.

Çok bekletmeden dış kapıyı açtım. Merdivenlerden gelen ayak sesleri iyice yakınlaşırken kapıyı açtım. Önde Handan teyze, arkada eşi Haluk amca, arkasında Asena ve en sonda Ateş vardı. Hepsini içeri buyur ettikten sonra saatler önce yaşanan şey aklıma gelince istemeden gözlerimi kaçırmıştım Ateş’ten.

“Kaçırma gözlerini benden.” dedi ve sağ tarafıma eğilerek yanak yanağa gelmemizi sağladı. Diğer tarafıma da aynı şeyi yapınca, “Böyle yapınca daha tatlı oluyorsun.” dedi.

Ben onun dedikleriyle öylece kalırken o kapıyı kapatmıştı. “Hadi içeri geçelim yanlış anlaşılmasın.” dedi ve önden gitti.

Salondan Yasemin’le konuştuklarını duyduğumda mutfağa girerek son kez kontrol etmiştim. Yemekler hâlâ sıcak, sofra hazırdı ve içeceklerde dolaptan çıkmıştı.

Salona girdiğimde tekrar selamlaşmanın ardından, “Yemekler hazır, isterseniz yiyelim şimdi.” dedim.

Benim bu teklifim üzerine, “Valla kurt gibi acıktım.” diyerek olduğu yerden kalkmıştı Asena. “Lavabo ne taraftaydı? Ben bir ellerimi yıkayayım.” dedi. Yasemin, Asena’ya lavaboyu gösterirken biz de sofraya geçmiştik.

Asena’nın gelmesiyle beraber çorbalardan başlayarak yemekleri yemeye başlamıştık. Hepsinden övgü dolu sözler duyarken yanımda denk düşen Ateş’te, “Ben demiştim ‘ne yaparsan yerim hoşuma gider’ diye, haklıymışım. Çok hoşuma gitti.” dedi. “Yemekte, yapan kişi de.” diyince tutan öksürüğümle tüm dikkatler bana dönmüştü. Kimse ne olduğunu anlamazken;

“Kursağımda kaldı da bir şey yok.” dedim ve su içmeye devam ettim. Bir yandan da yanımda olmasını fırsat bilip ayağımla, Ateş’in ayağına vurmuştum.

“Arsızsın cidden.” dedim kısık bir sesle.

“Sadece sana böyle. Başka türlü göremezsin beni böyle.” diyince hoşuma gitmişti. Gülmemek için yanaklarımın içini ısırsam da tebessüm etmeme engel olamamıştım.

Son yemeğe geçmeden önce ocağa koyduğum çay suyunu demlemeye bırakmıştım. Biten yemeğin ardından hızlıca sofrayı toparlamış, bulaşıkları makineye dizmiştik. Ardından kahvelerle beraber yaptığım tatlıyı da servis etmiştim.

“Maşallah maşallah gelin kahveni de görürüz inşallah güzel kızım.” diyen, Handan teyzeye ne diyeceğimi bilemediğim için öylece bakmakla yetinmiştim.

Ardından gelen içli bir ‘Amin’ cümlesiyle söyleyen kişiye baktığımda bu kişi Ateş’ten başkası değildi.

Biten kahve fincanlarını alıp, “Çay getiriyorum şimdi sakın ayrılmayın bir yere.” diyip mutfağa girmiştim. Saklama kabına eşit olacak şekilde dört dilim pasta da ayırıp koymuştum.

Çay tepsisiyle salona girdikten sonra çayları servis ettim. Mutfağa gidip, saklama kabıyla geri döndüm ve Handan teyzeye verdim. “Bu akşamki tatlıdan evde de afiyetle yersiniz.” dedim.

“Ne zahmet ettin yavrum. Ellerine sağlık.” dedi.

“Zahmetlik bir şey yok tekrar afiyet olsun.” dedikten sonra yerime geçtim.

Biraz daha sohbet ettikten sonra kalkmak için ayaklandılar.

“Her şey çok güzel olmuş kızlar ellerinize sağlık.” dedi Haluk amca.

“Afiyet olsun Haluk amca. Beğendiyseniz ne mutlu bana.” dedim.

“Valla çok uğraştı.” dedi Yasemin. “Hepsini Nazlı yaptı. Tebrikler ona.” dedi.

Handan teyze ve Asena ‘Ellerine sağlık’ derken Ateş, “Demek o yüzden bu kadar lezzetliydi. Sadece senin elin değdiği içinmiş.” dedi. Bu adam gerçekten arsızdı ve beni domatese çevirecek laflar söylemekten çekinmiyordu.

Handan teyzeleri yolcu ettikten sonra etrafı Yasemin’le hızlıca toparlamıştık. İkimizde pijamalarımızı giydikten sonra salonda yan yana oturmuştuk.

“Ee anlat. Bugün neler konuştunuz Akın ve Çağatay’la.” dedi.

Bugün olanları baştan sona anlattığımda şaşırmış, hayrete düşmüş, bana hak vermiş, Yelda meselesinde oldukça celallenmiş akabinde yaşananlardan sonra gülme krizine girmişti. Aynı anda dört mevsimi yaşayan canım ülkem gibi aynı anda tüm duyguları yaşıyordu.

“Öncelikle, artık Ateş’e karşı bir şeyler hissettiğin bariz belli ki adamın bir tek anons etmediği kaldı kendi duygularını.” dedi. “Eğer, Ateş’e bir şeyler hissetmeseydin onu savunmaz ya da kıskanmazdın.” diyerek tespitlerinde bulunmaya devam etti. “Ayrıca konuşmaları ses kaydına almak oldukça akıllıca bir hareketti. İyi bari kafan çalışıyor.” dedi.

Hiçbir şey söylemeden baygın baygın ona bakarken, “Ve en güzeli de bu adam sana fazlasıyla önem veriyor.” dedi. “Sevmek bir yana dursun sana sen olduğun için değer veriyor. Sen de bir an önce şu adama karşı olan duygularını belli et.” dedi ve ayaklandı. “Güzel şeyler beklemeye gelmez.” dedi.

“Sen ve Murat ne iş? Unuttum sanma.” dedim, olduğum yerden kalkarken.

“Ben ve Murat’ın ne iş olduğunu Pazar günü öğreneceğiz. Hadi iyi geceler.” dedi ve odasına girdi.

Ben de kapıyı açmadan ama duyabileceği bir şekilde, “Sonucunuz ne olursa olsun. Seni üzerse kafasını kırarım. Ona öyle söyle, haberi olsun ki ayağını denk alsın.” dediğimde gülme seslerini duydum.

“Tamam anne.” dedi alay ederek. “Yat artık sen de.” dedi ve bir daha ses çıkmadı.

Odaya girdikten sonra ışığımı kapattım ve yatağa girdim. Birkaç saniye sonra aydınlanan telefon ekranımla mesaj geldiğini anlamıştım.

 

Ateş: Yemekler çok güzeldi. Sen de çok güzeldin.

 

Siz: Yemeklerin güzel olduğunu defalarca kez söylemiştin.

 

Ateş: Ama senin ne kadar güzel olduğunu söyleyememiştim. Çok güzeldin. Ve güzelsin.

 

Siz: Teşekkür ederim o zaman. Her iki iltifatın için de.

 

Ateş: Hangi iltifat?

 

Siz: Arsız.

 

Ateş: 😊😊

 

Ateş: Dediğim gibi sadece ve yalnızca sana.

 

Ateş: İyi geceler. ❤

 

Siz: İyi geceler. ❤

 

Ve ilk adımı böylece atmıştı Nazlı. Kalbine düşen ilk kıvılcımı kabul etmişti. Çiçek ateşe düşmüştü. Ve artık o ‘Ateşe düşen Çiçekti.’

 

Bir bölümün daha sonuna geldik. Artık Nazlı'nın da neler hissettiğini az da olsa anlamış olduk. Bölümü nasıl buldunuz yorumlarda belirtirseniz sevinirim. :))

Loading...
0%