@okuyan_bir_insan
|
Delice bir sevda, delice bir tutku bu Kurudu dudaklar, çorak çöle döndü
Bir yandan şarkı mırıldanırken bir yandan da kahvaltı hazırlıyordum. Dün akşam yaşananlar aklımdan çıkmazken dudaklarımda asılı kalan tebessümde olduğu yerde duruyordu. Dün Ateş’e karşı içimdeki tüm endişeleri söylemiş tabiri caizse eteğimdeki taşları dökmüştüm. Bunun sonucunda ise artık tam anlamıyla sevgiliydik. Şarkının en iyi yeri geldiğine geldiğinde tekrar söylemeye başladım.
Kurudu dudaklar, çorak çöle döndü
“Kim alıyor kız seni koynuna?” diye söylenerek mutfağa girmişti Yasemin. Boşluğuma geldiği için irkilmiştim. “Kim alacak kız beni koynuna?” diye sordum ben de. “Allah Allah.” dedi ve kahvaltı sofrasına otururken etrafı kokladı. “Yanık kokusu da gelmiyor hâlbuki.” dedi. “Ne yanığı be?”dedim ve ocağı kontrol ettim. “Kazı çeviriyorsun ya onu diyorum.” dedi. Onun bu dediğine gözlerimi devirerek, “Ha ha ve ha. Laf mı sokuldu şimdi bana?” diye sordum. “Aynen ondan yaptım. Zaten bana anlatmadın da Ateş’le ne yaptığınızı.” dedi. “Anlatacağım yavrum az sabır.” dedim ve göz kırptım. Yasemin fazla acıkmış olacak ki, “Her şey hazır biz kimi bekliyoruz?” diye sordu. “Akın’la Çağatay’ı. Kahvaltıya çağırdım, hepinize aynı anda anlatayım diye. O yüzden dün sana söylemedim neler olduğunu.” dedim. Çok geçmeden Akın ve Çağatay gelmişti. Dün akşam Ateş’le anlaşmıştık. Sabah herkes kendi ailesine söyleyecekti. Dün akşam ki hâli aklıma geldikçe gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Yazardan Aralarındaki meseleyi çözen ikili deyim yerindeyse aşk sarhoşuydu. Nazlı, Ateş’i büyüyüp yetiştiği yere götürmüş içindekileri anlatmıştı. Tüm bunlar sonucundaysa güzel bir birlikteliğe adım atmıştı ikili. Yurttan çıktıklarında henüz saatin erken olmasıyla güzel bir yere gidip oturmuştu ikili. İkisi de birbirini tam anlamıyla tanımadıklarının farkındaydılar. Bu yüzden birbirlerini tanımak için gün boyu sorular sormuş ve hiç bıkmadan yine sorulan sorulara cevap vermişlerdi. Gün sonunda eve dönüş yolunda direksiyona Ateş geçmiş, yanına Nazlı oturmuştu. Yol boyunca da Nazlı’nın elini tutmayı bırakmamıştı. “Neden gülüyorsun?” diye sordu Nazlı, arabayı kullanan Ateş’e. “Geçenlerde dediğin şey aklıma geldi de.” dediğinde bir şey anlamamıştı Nazlı. “Hangisi? Ben bir sürü şey söylüyorum sana hangisi geldi aklına?” diye sordu bu sefer. “İlk defa kendi arabamda şoför değil de yan koltuk prensesiyim demiştin o geldi.” diye Nazlı’nın merakını giderdi Ateş ve Nazlı’nın elini öptü. Nazlı onun bu hâline gülerek, “O zaman da çok hoşuna gitmişti bu dediğim. Sebebini sorabilir miyim?” diye sordu. Evlerinin olduğu sokağa geldiklerinde sakince arabayı Nazlı’nın evinin önüne park etti Ateş. “Benim prensesim olduğunu hissetmiştim. O yüzden hoşuma gitmişti. Gerçi senin gibi bir hatun için prenses sıfatı doğru değil. Sen benim kraliçem olabilirsin.” dedi, Ateş. Nazlı, Ateş’e melül melül bakarken “Öyle mi?” diye sordu. “Hissettin yani bizim olacağımızı.” dedi. “Sadece hissetmek yetmez, inandım da. Sana duyduğum duygulara, senin bana duyduğun duygulara ve bize. İnandım ve oldu.” dedi. “Peki ya gelmeseydim sana. Atmasaydım o adımı, korkularıma kapılsaydım, içimi açamasaydım o zaman ne yapacaktın?” diye sordu Nazlı. Bu sorunun cevabını da merak ediyordu. “Beklerdim, anlardım seni. Hak verirdim. Anlatmazdım sana bana gelirsen neler olacağını ama gösterirdim. Öyle inanırdın belki bana. İncitmezdim ben de ki seni, sahibi gelene kadar korurdum onu. Ama diyelim olmadı. Yaşardım içimdeki senle bir ömür. Dedim ya kalbim kilitli diye. Anahtarlar sen de diye. Geri almaya da hiç hevesim yok açıkçası.” dedi Ateş. Nazlı tüm bunları duyduğunda hissettiği duyguların bir yenisini daha ekledi. Aşk. Nazlı’nın Ateş’e hissettiği duygular tabii ki de hoşlantıyla sınırlı değildi. Seviyordu onu. Ama şu an aşıkta olmuştu. Nazlı, Ateş’e doğru yaklaştı ve küçük bir öpücük kondurdu sevdiğinin dudaklarına. “Seni seviyorum.” dedi sadece. Ateş boşta kalan sol elini Nazlı’nın sağ yanağına koyup nazikçe okşadı. Daha sonra baş parmağını Nazlı’nın dudaklarına getirdi ve camdan bir şeye dokunur gibi varla yok arası dokundu. Ardından Ateş’te Nazlı’nın dudaklarına bir öpücük kondurdu. Kısa süren bu öpücükten sonra yüz yüze geldiler. “Seni çok seviyorum Nazlı’m.” dedi Ateş. Arabada öylece otururlarken Nazlı, Ateş’in bir şey söylemek istediğini ama bir türlü söyleyemediğini fark etti. “Söyle bakalım ne söyleyeceksen. İçine dert oldu resmen.” dedi, Nazlı. “Nereden anladın?” diye sordu Ateş. Nazlı, “Bir zahmet anlayayım değil mi? Hani sevdiceğimsin ya o kadar da olsun.” dedi. Ateş gülen gözlerle baktı Nazlı’ya. Daha sonra aklında dolanan soruyla yüzü biraz asılsa da en sonunda sordu içini kemiren soruyu. “Şimdi biz beraberiz ya.” dedi Ateş. Nazlı onaylar biçimde salladı başını. “Beraber olduğumuzu yakınlarımız bilecek değil mi?” diye sorup derin bir soluk verdi Ateş. Nazlı yanlış anlaşılmaya müsait olan bu durumu netleştirmek için şu soruyu sordu. “Sen yakınlarımızın bilmesini istiyorsun değil mi?” diye sordu. Bu sefer başını sallayan taraf Ateş olurken Nazlı’yı gülme krizi tutmuştu. “Neden gülüyorsun yavrum ya? Dokuz doğurdum burada zaten.” diye sitem etti Ateş. “Ateş’çim. İkimizde işimizde gücümüzde belli bir yaşın üstünde yetişkin insanlar değil miyiz? Neden saklayalım ki beraber olduğumuzu. Gerçekten bu soru için mi çırpındın bu kadar?” diye sordu Nazlı. “Ne bileyim gülüm ya. Her şey çok yeni ya belki bir süre saklamak istersin diye düşündüm.” dedi. “Hayır, saklamak istemem. Herkes bilsin başının bağlı olduğunu. Hem sen saklamak ister misin ki.” diye sordu Nazlı’da. “Sana karşı olan duygularımı değil ama seni saklamak isterim. Kimse seni benim gördüğüm gibi görüp baktığım gibi bakmasın. Sana hiçbir göz değmesin isterim.” dedi, usul usul Nazlı’nın yanağını okşarken. “Ama ben medeni bir insan olduğum için seni hapsetmek yerine sana gözünü değdirenin gözünü çıkartırım. O yüzden hiç sıkıntı yok.” dedi. “Gerçekten çok medenice bir davranış Ateş, takdir ettim.” dedi Nazlı kinayeli bir şekilde. “Biz de böyle Nazlı’m. Ne diyorlardı buna ‘sahiplenici erkek tutuşu mu?’ diye sormasıyla Nazlı bir kahkaha daha patlatmıştı. Ardından ikili evlere ayrılmış, sevgili oldukları ilk geceye gözlerini kapatmışlardı.
*******
Akın ve Çağatay’ın da gelmesiyle, dörtlü keyifli bir şekilde kahvaltı yaptı. En sonunda dayanamayan Yasemin, “Söyle artık neler olduğunu. Şuracıkta çatlayacağım şimdi meraktan.” diye söylendi. “Ben de.” dedi Çağatay. “Ben de.” dedi Akın. Boğazımı temizleyip derin bir nefes aldım ve tek nefeste, “Biz Ateş’le beraberiz.” dedim. Karşımdaki üçlüden ilk birkaç saniye ses gelmezken; “Nasıl?” diye sordu Çağatay. “Ne zaman?” diye sordu Akın. “Öpüştünüz mü?” diye sordu Yasemin. Tüm bakışlar ve buna benim bakışlarımda dahil olmak üzere Yasemin’e dönerken; “Oha.” dedim. “Çüş.” dedi Çağatay. “Sakın söyleme!” diye yükseldi Akın. “Bu sorunun cevabını duymaya hazır değilim.” dedi. “Sen bu iki manyağı bırakta anlat nasıl oldu bu iş?” diye soran Çağatay’la, dün yaşananları sonlara doğru yaşanan sıcak teması katmayarak anlattım. Söyleyeceklerim bittiğinde karşımdaki üçlüye baktım. “Vay be.” dedi Akın. “Adam sağlam konuşmuş.” dedi Çağatay. “Öpüştünüz mü?” diye tekrar sordu Yasemin. Üçümüz birden ‘Yasemin!’ diye bağırdık. “Aman be. Sizinle de bir konuşulmuyor, Allah Allah ya.” dedi ve söylene söylene odasına gitti. Bugün pazardı ve Murat’la buluşacaktı. Unuttum sanıyorsa fena yanılıyordu. Akın ve Çağatay’la biraz daha sohbet ettikten sonra gitmişlerdi. O sırada hazırlanan Yasemin’in odasına bodozlama dalmıştım. “Bir gün gözüm çıkacak senin yüzünden Nazlı.” dedi, elindeki maskarayı yerine koyarken. “Bir şey olmaz.” dedim ve yatağına oturdum. “Sen Murat’la buluşacaksın değil mi?” diye sordum. “Sen unutmadın mı onu ya?” diye sordu. “Sence unutmam mümkün mü Yaso. He kurban olduğum?” diye sordum. Derin bir nefes verip, “Evet, Murat’la buluşacağız.” dedi. “Beni gelişmelerden haberdar edeceksin biliyorsun değil mi?” diye sordum. “Sen daha sorduğum sorunun cevabını vermedin.” dedi. “Sen bana bugün yaşananları anlatırsan ben de sorduğun sorunun cevabını veririm.” dedim. “Anlaştık.” dedi ve elini uzattı. “Anlaştık.” dedim ve uzattığı elini sıktım. “İyi eğlenceler.” dedim ve odasından çıktım. Odaya girdiğimde telefonumdan gelen bildirim sesiyle komodinde duran telefonumu aldım. Mesaj gelmişti. Ateş’ten. Ateş ❤:Yavrum ne yapıyorsun? Siz: Az önce kahvaltı yaptık canım. Akın ve Çağatay’da buradaydı az önce gittiler. Sen ne yapıyorsun? Ateş ❤:Ben de iyiyim canım. Biz de az önce kalktık kahvaltıdan. Söyledim bizimkilere evde resmen şu an bir bayram havası var. Attığı mesaj gülmeme sebep olmuştu. Siz: Ben de söyledim bizimkilere. Zaten bizim çocukları da o yüzden çağırdım, hepsine aynı anda söyleyeyim diye. Ateş ❤:İyi yapmışsın gülüm. Gerçi ben sana başka bir şey demek için yazmıştım. Ne için olduğunu merak etmiştim. Siz: Söyle bakalım. Ateş ❤:Annem seni bekliyor hayatım. On dakikaya burada olsun Nazlı kızım, çağır hemen gelsin dedi. Ben de engel olamadım. Siz: Dert etme hayatım. Gelirim birazdan. Söyle Handan teyzeye birazdan oradayım. Ateş ❤:Tamam gülüm. Dışarı çıkarken giydiklerinden giy de annemin bizle işi bittiğinde dışarı kaçarız. Bu arada sen bugün dükkânı açmayacaksın değil mi? Siz: Genelde pazarları öğleden sonra açıyorum. Ama bugünlük açmasam da olur. Tutma şimdi beni ilk günden gözünden düşmeyeyim kadının. Yazdıktan sonra mesaj yerinden çıkıp telefonun ekranını kilitlemiştim. Ben hazırlanırken Yasemin, “Ben çıkıyorum.” dedi. Ben de, “Görüşürüz.” dedim ve ardından çok geçmeden kapı sesi duyuldu. Ben de üzerime yazlık güzel bir t-shirt ve şort etek giydim. Daha sonra eşyalarımı da alıp evden çıktım. Çıktığım gibi birkaç adım ötemdeki apartmana girdim. Kapıyı çalmamla açılması bir oldu. Handan teyze karşımda tüm dişlerini gösterecek şekilde gülüyordu. “Hoş geldin kızım gel, geç içeri.” dedi ve kapının önünden çekilerek beni içeri davet etti. İçeri geçip ayakkabılarımı çıkardıktan sonra bana sıkıca sarılmasıyla başta afallasam da aha sonra karşılık vererek ben de sarıldım. Bir koluma Handan teyze bir koluma da Asena girmişti. Kol kola beraber salona girdiğimizde karşılaştığım ortamla öylece kalakaldım. Salonun ortasında yan yana duran sandalyelerden birinde Ateş oturuyordu. Yanındaki sandalye boştu. Ateş beni görünce ayaklanıp, “Hoş geldin yavrum.” dedi ve sarıldı. Ben de sarılmasına karşılık verirken hafifçe sırtına vurdum ve “Annenle kardeşin burada. Ayıp deme öyle.” dedim. Bu sırada sarılma merasimimiz bitmişti. “Yavrumsun ama ben ne yapayım?” dedi. Onun bu hâline gülmekle yetindim. Asena ve Handan teyzenin burada olduğunu hatırlamamla bakışlarım o tarafa döndü. Ateş aklımı okumuş gibi merak ettiğim soruyu sordu. “Annecim, topladın bizi buraya iyi hoşta ne yapıyoruz biz. Salonun ortasına neden sandalye taşıttırdın bana?” diye sordu. “Kurşun döktüreceğim size çok göz var üstünüzde.” dedi. “O nereden çıktı ya şimdi. Hem dün bir bugün iki, nasıl hemen göz olsun üstümüzde?” diye sordu Ateş. Handan teyze, “Sen çok konuşma bakayım. Benden daha çok mu bileceksin?” diye azarladı Ateş’i. Gülmemek için kendimi zor tutarken Asena’yla göz göze gelmemizle ikimiz de daha fazla dayanamamış ve kahkaha atmıştık. “Gülme kız.” diye yalandan bir sinirle Asena’ya çıkıştı Ateş. Gözleri bana takıldığında, “İlk günden rezil olduk kızın gözünde anne ya.” dedi. Bunu demesiyle daha çok gülerken; “Hiçte rezil olmadın bir kere.” dedim. “Gerçekten mi?” diye sordu. “Gerçekten.” dedim. “Maşallah tü tü tü. Rabbim dualarımı kabul etti. Bir de bana ‘dün bir bugün iki’ diyor. Dışarıda da böyleyseniz size cevşen bile yazdırmamız gerekecek.” dedi, Handan teyze. Ben anlamaz gözlerle bakarken durumu Asena açıkladı. “Annem seni gördüğünden beri sana hasta da. Ağabeyimin seninle beraber olması için istisnasız her gün dua etti.” dedi. “Gerçekten mi?” diye soran taraf bendim bu sefer. “Gerçekten.” diyen kişiyse Ateş’ti. “Ben ne diyeceğimi bilemedim. Teşekkür mü etmeliyim?” diye sordum. Birkaç adımlık mesafemizi kapatıp yanıma geldi Handan teyze. “Seni ilk gördüğüm andan beri Ateş’le beraber olmanızı istemem doğru. Ama seni gelin olarak değil kızım olarak görüyorum.” demesiyle hızlıca boynuna sarılmıştım. Dolan gözlerimi derin nefesler alıp, gözlerimi ardı ardına kırpıştırarak gözyaşlarımdan kurtulmaya çalıştım. Başarılı da olmuştum. Çalan kapının ardından Handan teyzeyle birbirimizden ayrılmıştık. “Geldi. Hadi bakalım siz geçin şöyle.” dedi ve sandalyeleri işaret ederek. Kapı bir kez daha çaldığında salondan hızla çıktı. **********
Şu an ki ortamı kelimelere dökecek olursak eğer, Türk korku filmlerinin yan sanayi versiyonu diyebiliriz sanırım. Yaklaşık on dakika önce gelen kadınla resmen üç buçuk atıyordum. Kadının verdiği o mistik hava resmen korkularımı tetikliyordu. Yan yana oturduğumuz Ateş’le, üstümüzdeki çarşafı iki ucundan sıkı sıkıya tutan Handan teyzeye ve Asena’ya bakıyorduk. Bir yandan da küçük piknik tüpünün üstünde kurşun eriten ve bir şeyler mırıldanan teyzeye bakıyorduk. “Yalnız ben korkmaya başladım.” dedim. “Sen de korkuyorsun değil mi yenge? Allah’ım bu konuda yalnız olmadığım için teşekkür ederim.” dedi, Asena. “Ne dedin kız sen bir daha de bakayım.” dedi Ateş. “Ne diyeceğim ağabey ya ben bir sürü şey diyorum hangisinden bahsediyorsun?” diye sordu. Ben daha Asena’nın bana yenge demesinin şokunu üstümden atamamışken ikili hararetli bir şekilde konuşmaya başlamışlardı bile. ‘Niye şok oluyorsun ki?’ diye sordu derinlerdeki ses. ‘Adamla berabersin. Kardeşi tabii ki sana yenge diyecek. Annesi kızım dedi ona şaşırmadın da kardeşinin yenge demesine mi şaşırıyorsun?’ diye azar çekti. Haklıydı. “Yenge dedin kızım yenge. Bir daha de bakayım.” dedi Ateş. “Sana mı dedim be? Aa deliye bak.” dedi ve güldü, Asena. Ateş, “Eğer Nazlı’ma bundan sonra yenge dersen sana araba kullanmayı öğretirim.”dedi. “Yengem.” dedi anında Asena, son harfini uzatarak. “Canım yengem, gülüm yengem. Koluma canım yengem yazdırayım mı? Belki o zaman arabayı üstüme yaptırırsın. Ne dersin ağabeycim?” diye sordu Asena. Tamam, şu an konu benden çıkmıştı. Ağabey kardeş benim üstümden kendi çıkarlarını gözetiyordu. Onlara nasıl baktım bilmiyorum ama anında konuşmayı kesip herkes kendi önüne dönmüştü. Kadın erittiği kurşunla karşımıza geldi ve çarşafın üstünden içi su dolu olan küçük tencereye az önce erittiği kurşunu döktü. Refleks olarak ellerim başımın üstüne çıkmıştı. Beynimin delinmesini istemezdim. Sonunda üstümüzden kalkan çarşafla rahat bir nefes alırken, kadın tencerenin içindeki kurşuna bakıyordu. Handan teyze merakla, “Ne çıktı?” diye sordu. Kadının gözleri ayakta dikilen Asena’yı bulduğunda başıyla beni işaret ederek, “Kız için sade kahve yap.” dedi. “Ben sade kahve içemem.” dedim. Benim için oldukça acıydı sade kahve. “Keyif kahvesi değil zaten, falına bakacağım.” dedi. Asena kahveyi yaparken kadın da şekilsiz şükülsüz duran kurşuna bakıp bir şeyler söylemek için ağzını açmıştı. “Karmaşa var.” dedi kadın. “Hiçbir şey sandığın gibi değil.” dedi gözlerime bakarak. Sanırım muhatabı bendim. “Göz var burada çok göz var. Kimisi hasetliğinden, kimisi mutluluğunuzu istediğinden bakıyor size ama bakanların asıl muhatabı sensin.” dedi. Tamam, artık hepten korkmaya başlamıştım. Yanımdaki Ateş korktuğumu anlamış olacak ki elimden tutmuştu. O sırada da Asena elinde kahveyle gelmişti. Kadın başka şeylerden konuşmaya devam ederken benim aklım söylediklerinde kalmıştı. Kahveyi içeceğim zaman kadın, “Geçmişini düşün, şu anını ve olmasını istediğin şeyleri düşün ve niyet edip kahveni kapat.” dedi. Kahveyi içerken kadının dediğini yaptım. Geçmişimi, şu anımı ve geleceğimin nasıl olmasını istediğimi düşündüm. En son kahve bittiğinde niyetimi edip kahveyi kapattım. Çok geçmeden soğuyan kahve fincanımı kadın önüne aldı ve fincanı aldı. Alırken tabaktan zor ayrılan fincana bakıp, “Falın fallanmış.” dedi. Ne anlama geldiğini bilmiyordum ama merakta etmiyordum. Merak ettiğim tek şey kadının ne söyleyeceği idi. “Kalabalık bir yerde büyümüşsün. Ama o insanların hiçbiriyle alakan yok.” demesiyle derin bir nefes aldım. Yetimhane de büyüdüğümü hiçbir zaman saklamamıştım. Ama hususi olarak da kimseye dememiştim. Ya gerçekten görüyordu ya da bir yerlerden duymuştu. “Çok yalnız kalmışsın. Etrafın çok kalabalıkmış ama yalnız kalmışsın.” dedi. “Ama yanında seni sevenlerde var. Arkanda olmuşlar, destek çıkmışlar.” diye anlatmaya devam etti. “Sen kayıp bir çocuksun. Ama seni bulmuşlar ya da bulmak üzereler. Burada bir koç var, kanı var. Gördüğün gerçek değil, sandığın doğru değil. Misafirin var, yakın bir zamanda her şeyi değiştirecek bir misafir çıkıp gelecek ve hayatında kalıcı olacak. Tabii bu sana bağlı. Eğer onu kabul edersen vakti geldiğinde hep hayatında olacak.” dedi. Ortam da derin bir sessizlik oluşurken herkes birbirine bakıyordu. Bu sessizliğe ve aklımdan geçen sorulara dayanamayarak en sonunda merak ettiğim şeyi sordum. “Misafir kadın mı erkek mi?” dedim. “Erkek.” dedi. “Yetişkin mi?” diye sordum. “Ne yetişkin ne çocuk.” dedi. “Orada peki bir kadın var mı?” diye sorduğumda gülümsedi. Sanki bu soruyu sormamı bekler gibiydi. Bu hâli daha çok korkmama sebep olurken, “Var.” dedi. “Boş bir kundak elinde patik olan bir kadın var, ağlıyor. Uzun zamandır ağlıyor bu kadın.” dediğinde hışımla oturduğum yerden ayağa kalktım. “Lavaboya gitmem gerek.” dedim ve salondan çıktım. Koridorda kalan lavaboya girdim. Elimi yüzümü yıkamak için musluğu açtım. Biraz olsun serinlemiştim. Aynadaki yansımama bakarken rengim atmış ve korkunç görünüyordum. Duyduklarım ağır gelmiş, kaldıramamıştım. Bu dediklerinden az çok çıkarım yapabiliyordum ama ihtimal bile vermek istemiyordum. Doğduğum gibi benden vazgeçen bir kadını istemiyordum. Yalnız ve sevgisiz geçen çocukluğumun telafisi olamazdı. Bu yüzden az önce duyduğum her şeyi unutacaktım. Hiç yaşanmamış gibi devam edecektim. Tekrar elimi yüzümü yıkadıktan sonra kurulanıp kapıyı açtım. Karşımdaki duvarda kollarını göğsüne bağlamış bir şekilde Ateş duruyordu. Kapının açılmasıyla yerinden doğrulmuştu. O sırada ben de lavabodan çıkmış kapıyı kapatmıştım. Beni kolları arasına alan sevgilime baktım. Gözleri merakla yüzümü tarıyor neyim olduğunu anlamaya çalışıyordu. Sanırım gördüğü şeyler hoşuna gitmemişti. “İzin vermemeliydim. Özür dilerim Nazlı’m.” dedi Ateş. “Özür dilenecek bir şey yok Ateş, ama az önce konuşulanları hiç olmamış gibi yapsak olur mu?” diye sordum. “Hangi konuşulanlar?” diyince yüzümde bir gülümseme belirmişti. “Seni seviyorum.” dedim kollarım hâlâ onun belindeyken. “Seni seviyorum.” dedi, kollarımın üzerinden sırtıma doladığı kollarından birini çekip yanağımı okşarken. “Hadi çıkalım artık evden. Sevgilimle baş başa vakit geçirmek istiyorum.” dedi ve kolunu boynuma doladı. Ben de bir kolumu sırtına doladım ve koridordan çıkıp salona geçtik. İçeri geçtiğimizde o kadın gitmişti. “Anne biz çıkıyoruz.” dedi, mutfakta olduğunu tahmin ettiğim Handan teyzeye hitaben. Tahminim doğru çıkmış, Handan teyze evin mutfağından bize doğru geliyordu. “Hadi bakalım güzel güzel eğlenin.” dedi ve bana baktı. “Az önce fena oldun, fark ettim. Kusura bakma kızım ben bilemedim böyle olacağını.” dedi. “Kusurluk bir şey yok Handan teyze. Sen canını sıkma. Ben iyiyim.” dedim. İnanmasa da, “Tamam bakalım hadi yine gel ama. ” dedi. “Tamam, ama sen de gel hem bana dükkânda da arkadaş olursun.” dedim. “Gelirim tabii güzel kızım benim.” dedi ve bizi kapıdan uğurladıktan sonra içeri geçti. “Nereye gidiyoruz kaptan?” diye sordum. “Seninle her yere ama sevgili olan her insanın yaptığı o şeyi yapmaya gidiyoruz.” dedi. “O ne demek lan.” dedim. ‘Manitaya da lan demezsin.’ dedi, derinlerdeki ses. Şu an derdim, kimse kusura bakmasındı. “Neler geçiyor senin aklından?” diye sordu ve çapkınca sırıtıp göz kırptı. Sanırım kalbim tekledi. İlk randevumu hastanede yaşamak istemediğimden, “Hiçbir şey geçmiyor. O yüzden soruyorum ya zaten.” diye atar yaptım. “Haşin sevgilim benim.” dedi ve yanağımı öptü. “Sinemaya gidiyoruz hadi atla.” dedi ve arabanın kilidini açtıktan sonra kapımı da açarak öne oturmamı bekledi. “Ama sen böyle yaparsan ben şımarırım.” dedim cilveli olmaya çalışarak. Nazlı’ya ‘cilve yap demişler’ o da ‘onu ne yapacağım ki’ demiş. “Şımar bebeğim. Sen şımarmayacaksın da kim şımaracak.”dedi. Daha fazla bekletmemek için arabaya bindiğimde vakit kaybetmeden o da arabanın ön tarafından dolanıp sürücü koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırdıktan sonra sinemaya gitmek için AVM’ye doğru sürdü. Yolda giderken de şarkı açmayı ihmal etmemiştim. Vazgeçmem, geçemem Gir Kanıma!
**********
Ateş ve Nazlı beraber saatlerini geçirirken, Yasemin ve Murat’ta birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. Yasemin’in öğrendiğine göre sahile yakın olan çay bahçesinin sahibi Murat’mış. Yıllar önce harabeye yüz tutmuş bir yerken babası orayı alıp adam etmesi için Murat’a vermiş. Yıllar içinde de harabe olacak olan o yer şimdi birçok insanın kafasını dinlediği yer hâline dönüşmüş. “Demek ana sınıfı öğretmenliği. Çocukları seviyor olmalısın.” dedi Murat. “Öyle. Sen sevmez misin çocukları?” diye sordu. “Severim sevmesine de daha önce kendimi hiç çoluk çocuk sahibi bir adam olarak hayal etmemiştim. Tabii Hasan ağabey baba olana kadar.” dedi Murat. “Hasan ağabeyle ne alakası var?” diye sordu Yasemin’de. Merak etmişti. “Bizim ekipte çocuğu olan tek kişi o. Yıllar önceki hâlini de bilirim. Çoluk çocuk görünce kaçan adama baba olunca bir haller oldu. İlk zamanlar bize bile zar zor gösteriyordu. Sağ olsun Nilüfer yenge olaya el attı da sorun çözüldü.” dedi, sonlara doğru gülerek. Yasemin’in takıldığı tek nokta ise Hasan ağabeyin daha önce çocuklardan kaçtığı kısım oldu. Yasemin çocukları çok severdi. Kendi yaşayamadığı çocukluğunu kurtarmak için bu mesleği seçmişti. En baştan onları iyi yetiştirmek ve her çocuğun hayatında iyi bir şekilde yer edinip mutlu olmalarını istiyordu. Kendi çocukluğunu yine kendince böyle tamir ediyordu. “Neden kaçıyordu ki çocuklardan?” diye sordu bu sefer de. “Hasan ağabeyin baba tarafı biraz kalabalıktır. Bayramda falan o kadar çok insan bir araya geldiğinde çoluk çocukta bir araya geliyor tabi. Bir keresinde şey demişti bana, ‘sırf bakıcılık yapmayayım diye köyün en acayip yerlerini keşfettim sayelerinde’ demişti.” dedi, Murat. “Hasan ağabey baba olana kadar hayal etmemiştim demiştin. Peki, şimdi öyle bir hayalin mi var?” diye sordu Yasemin. Yersiz mi olmuştu bu soru? Neden sormuştu ki? Ne hakla, hangi hadle sormuştu? Kendi sorduğu sorudan yine kendi rahatsız olan Yasemin, “Kusura bakma. Haddim olmayan sorular soruyorum ama muhabbet öyle gelişti diye sordum. Rahatsız ettiysem özür dilerim.” dedi. “Olmadım.” dedi, Murat. “Rahatsız olmadım, aksine gayet memnun etti bu soru beni. Hatta mümkünse hep böyle sorular sor bana. Özellikle beni ve geleceğimi etkileyen sorular.” dedi gülümseyerek. “Sorduğun soruya gelecek olursak, Nilüfer yengenin doğumu sıkıntılıydı. Zaten zor bir hamilelik yaşamıştı. Ela’nın yaşaması mucize gibi bir şeydi. Hepimizin kucağında büyüdü minik fare. Onu ilk kucağıma aldığımda hissettiğim şey bambaşkaydı. Sanki ben baba olmuşum gibiydi. Koruma iç güdüsü öyle güçlüydü ki bu duyguyla ne yapacağımı bilemedim. Bir de bilmem bilir misin? Erkeklerin çoğu kız çocukları olsun isterler. Öyle bıcır bıcır babacım babacım desin, dibinden ayrılmasını istemezler.” dedi. “Güzel anlattın ama ne yazık ki her baba öyle değil ne yazık ki. Canlı örneği karşında duruyor. Ama senden çok iyi bir baba olur. Anlattıklarına bakılırsa sen babalığı baya sevmişsin.” dedi Yasemin. Biliyordu Murat, Yasemin’i de Nazlı’yı da. Nasıl şartlar altında büyüdüklerini, nasıl arkadaş olduklarını. Onlarınki sonsuz bir arkadaşlıktı. “Her insan insan olarak doğar Yasemin ama her insan insan olarak ölmez. Yaşadığı yer, bulunduğu koşullar, gördükleri, şahit oldukları yaptıkları, yapmadıkları ya da yapamadıklarıyla insanlar değişir. Bazılarının mayasında vardır kötülük bazıları da kötü olmak zorunda kalır. Ama hiçbir şey hiçbir neden bir çocuğun hayatını çalmaya sebep değildir. Çünkü o çocuğun tercihi değildir dünyaya gelmek. Bu dünyaya gelen hiçbir çocuğa sormazlar doğmak ister misin? Annen baban bu insanlar olacak ister misin diye? Eğer nefsini tutamayıp bu dünyaya bir canın gelmesine sebep olduysan sorumluluk almalısın. Ben bunu bildim böyle yaşadım. Ama ne yazık ki insan oğlu bildiği şeyleri unutmaya çok müsaitler. Oysa ki, unutulmaması gereken yegâne şey bu. Kadına ve çocuğa dokunma.” Murat’ın uzun soluklu konuşmasını gözünü kırpmadan dinlemişti Yasemin. Her kelimesinde haklıydı. “Haklısın.” dedi Yasemin. “Herkes nasıl anne baba olamıyorsa, her insan insan olarak da kalamıyor.” dedi. Ortamın havası değişsin diye konuyu değiştirdi Murat laf lafı açtı. İkisi de birbirini biraz daha tanıdı. Aralarında ki bu flörtleşme başka bir boyuta atladı. İlk adımı da Murat attı. “Diyorum ki.” dedi ve söze girdi Murat. “Acaba sen de istersen eğer bir şansımız olur mu? Birbirimizi tanımaya, tanıdıktan sonra alışmaya ve sevmeye. Sen de beni tanımak ister misin?” diye sordu. “Ben seni tanımayı çok isterim de.” dedi. “İsterim.” dedi Yasemin. “Tanıyalım birbirimizi.” dedi ve bir adımda o attı. Bu adım boşa değildi, ikisi de biliyordu ve bu son adım olmayacaktı birbirlerine karşı.
Bir bölümün daha sonuna geldik. Yasemin ve Murat çifti hakkında ne düşünüyorsunuz. Bu bölüm biraz mistik ve spoilerlı oldu. Aklımdaki şeyi yazıya da dökebilirsem ilerleyen bölümlerde hem güzel hem de hüzünlü şeylere tanık olacağız. Stok bölümlerim bitti ne yazık ki. O yüzden bu kız bölüm yazmaya kaçar. Yazım yanlışı varsa af ola. Yorumları ve oy kullanma kısmını kullanarak beni motive edebilirsiniz. Sağlıcakla kalın. :)) |
0% |