Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13. Bölüm

@okuyan_bir_insan

Ateş’le mistik bir şekilde başlayan günümüz sinemaya gitmemizle güzel bir randevuya dönüşmüştü. Her ne kadar aksiyon filmlerini sevsem de hem ilk randevu diye hem de beraber izlediğimiz ilk film diye romantik komedi-dram filmine girmiştik.

Bana göre sıkıcı başlayan film sonlara doğru oldukça üzücü bitmişti. Kız çok sevdiği aşkı için ondan vazgeçmiş ve daha sonra saçma sapan bir hastalık yüzünden ölmüştü. Sevdiği adama bıraktığı tek şeyse bir ses kaydıydı. Sinemadan çıktığımızda film yüzünden oldukça üzgündüm. Bu durumumu Ateş’te fark etmişti.

“Hayatım ne oldu? Neden üzgünsün?” diye sordu.

“Saçmalık!” diye yükseldim. “Sevdiğin insandan sevdiğin için nasıl vazgeçebilirsin? Şimdi daha iyi mi oldu yani? Ne biçim film bu ya?” dedim söylenerek.

Bu hâlime önce şaşırmış, sonra gülmemek için kendini bir hayli kasmış ve en son dayanamayarak gülmüştü.

“Gülme bak seni çok pis yaparım. Bak hâlâ gülüyor. Gülmesene be!” diyip tuttuğu elimi ondan kurtardım ve hızlı adımlarla yanından ayrıldım. Çok uzaklaşamadan arkamdan hızlıca sarıldı. Gülmesi kesilse de sesi hâlâ sırıtıyordu.

“Tamam, tamam gülüm bak gülmüyorum.” dedi ve omuzlarımdan tutarak yüz yüze gelmemizi sağladı. “Asma suratını, o sadece bir film.” dese de, “Ne yapayım!? Sinir oldum ya.” dedim.

İleride duran poligon standını görünce Ateş’in elini tutup, çekiştirmek suretiyle standa doğru sürükledim. Standın önüne geldiğimizde, “Göster bakalım hünerlerini.” dedim. Ani değişen ruh halime şaşırsa da bir şey demedi.

Adama parasını ödedikten sonra boncuk silahı hazırlaması için beklerken, “Bakalım ne kadar maharetlisin Ateş Bey.” diye sataştım. Oysa sadece çapkınca bir şekilde sırıtıp göz kırptı.

“Yavrum, biz de attığını vurmak baba mesleği biliyorsun değil mi?” diye sordu. Bu sorudan çok bir ikazdı. Haluk amca eski asker olduğu için resmen kendine pay biçiyordu.

Görevli boncuk tabancanın hazır olduğunu söyleyip Ateş’in önüne bıraktı. Silahı alıp nişan alan Ateş, hiç beklemediğim bir şey yaptı. Hedefleri ardı ardına vurdu ve tek bir ıska dahi olmadan otuz hedefin otuzunu da devirdi. Şaşkınlıktan beş karış açılan ağzımı ellerimle kapattım. Karşımda hazır ola geçip tekmil verdi. “Ateş Gündoğdu Eskişehir. Emret komutanım.” dedi ve asker selamı verdi.

“Vaov etkilendim.” dedim sırıtıp. Etkilenmiştim harbiden. “Ben senin komutanın mıyım şimdi?” diye de sordum. Aşk insana gerçekten yaramıyordu. Bu işve cilve nereden geliyordu.

“Her zaman ve tek komutanım hanımımdır.” dedi. Bu dediği sırıtmama neden olmuştu.

“Askerlik nerede yapıldı Ateş Bey?” diye sormamla bir şok daha yaşadım.

“Hakkâri, özel kuvvetler komando.” demesiyle derin bir nefes aldım. ‘Üniformalı Ateş’i düşünürsek yanarız. Çık oradan çık.’ diyen iç sesime uydum.

“Gerçekten mi?” diye sordum.

“Gerçekten.” dedi sırıtarak. “Ne oldu Nazlı Hanım? Bakıyorum da bir etkilendiniz, yükseldiniz sanki.” dedi.

“Evet, etkilendim doğrudur.” dedim ve benden hiç beklemediği bir şey söyledim. “Sadece etkilenmekle de kalmadım ama, âşık oldum hatta baya bir yükseldim sana.” dedim oldukça kısık bir sesle. Bu sefer sırıtma sırası bendeydi. Derince yutkundu, adem elması yavaşça yükselip alçaldı.

“Ateş olan benim ama yakan sensin. Yaktın beni.” dedi. Görevli adam şaşkınca bir devrilen hedeflere bir de Ateş’e baktı ve en büyük ödülü Ateş’e verdi. Ben de gaza gelerek, “Ben de atış yapacağım.” dedim.

Tam cebimden parayı çıkarıp verecekken bileğimden tuttu ve benim atış paramı da kendisi verdi. Bu hareketine kızıp kızmamak arasında kalsam da ilk randevumuza limon sıkmak istemediğimden sustum.

Adam boncukları hazırlayıp silaha yerleştirdiğinde, “Aman abla gözünü seveyim ıskala. Sen de ağabey gibiysen batırırsın beni.” dedi. Adamın bu haklı isyanına gülerek karşılık verdim ve bu sefer ben nişan aldım. Aldığım nişandan sonra nefesimi tutup atış yapmaya başladım.

Otuz atış sonucunda sadece bir ıskam vardı. Bunun sebebi ise Ateş’ti. Arkama fazla yaklaştığını hissettiğimde geriye doğru hafif bir tekme atmış, onu arkamdan savuşturmuştum. Çalışan görevli sonuca baktığında tarlası yanmış gibi bakakalmıştı.

“Senin yüzünden.” dedim Ateş’e dönüp, “Iskalamayacaktım, sen yaklaştığın için ıskaladım. Bunu saymıyorum.” dedim.

“Say abla. Allah aşkına say ne olur. Karı koca batırdınız beni.” dedi ve kazandığım pelüş oyuncağı bana verdi.

Benim takıldığım ve beni dumura uğratan şeyse adamın bizi karı-koca sanmasıydı. Ateş’e baktığımda yüzünde bir gülümseme vardı. Belli ki adamın bizi karı-koca sanması hoşuna gitmişti. Ateş adamı düzeltmeyince ben de düzeltme gereği duymadım. Bir elimizde pelüş oyuncaklarımız bir elimiz birbirimizin elinde olacak şekilde oradan ayrılıp avm’nin restoran katına çıkmak için oradan ayrıldık. Her şey iyi hoştu da bu oyuncakların boyunun benimle bir olması sinirimi bozmuştu.

Yandan yandan sırıtan Ateş’e baktığımda tuttuğum elini biraz daha sıkıp, “Gülme.” dedim. İyi dedim hoş dedim de ben de neredeyse gülecek gibiydim. En son daha fazla dayanamayıp, “Ne gülüyorsun ya?” dedim ben de gülerken, “Ben kısa değilim siz çok uzunsunuz ben ne yapayım?” diye isyan ederken bile gülüyordum.

“Gülüm.” dedi ve tuttuğu elimi bırakmadan kolunu boynuma doladı. Böyle yapınca ellerimiz kalbimin üstünde kavuştu. Bu sayede az olan mesafemiz hiç mesafeye dönüştü ve şakağıma bir öpücük bıraktı.

“Az önce söylemeye fırsatım olmadı ama ben de etkilendim. Hem de baya, mümkünmüş gibi daha çok âşık oldum sana.” dedi. Kısık sesiyle söyledikleri aklım ve hormonlarımla oynarken bir an için nerede olduğumuzu unuttum.

“Ee ne demişler. ‘aslanın eşi de aslandır.’ Olsun o kadar değil mi?” dedim. Gözlerimin içine parıldayan gözleriyle baktı. Çok şey anlattı bana bakarken, çok şey anlattım ona bakarken. Biz birbirimizle, gözlerimizle de konuşabildiğimizi o an da fark ettik.

Restoran katına çıktığımızda rastgele bir yere girdik. Karşılıklı oturduğumuzda duvar dibinde kalan yere ayıcıkları oturttuk. Bu hâlimize güldüğümde, “Dörtlü randevuya çıkmışız gibi oldu.” dedim ve bu daha çok gülmeme sebep oldu.

Bu dediğim aklıma bazı sorular getirdiğinde sormak için fırsat kolladım. Çalışan görevli menüleri getirip seçmemiz için fırsat verdiğinde konuyu açmamın tam sırasıydı.

“Murat nasıl biri?” diye sordum. Bu soruma şaşırmıştı. Önce kendi neden böyle bir soru sorduğumu kafasında düşünmüştü. Nedenini bulamayınca da, “Neden sordun Nazlı’m?” diye sordu.

Geçtiğimiz günlerde ‘Hakkı Dayı’nın Yeri’nde ’ yapılan konuşmaya tanık olduğu için, “Yasemin’le Murat görüşüyorlar ya ondan sordum. İyi birisi midir? Hovarda ya da çapkın biri değil, değil mi?” diye sordum.

Bunca zamanda yaptığım çıkarımlar ve şahit olduklarım doğrultusunda iyi biri gibiydi. Ama bu iyilik ikili ilişkilerde ne kadar geçerlidir bilemediğimden Ateş’e sormuştum. Yasemin üzülürse eğer, arkadaşımı üzeni ben de üzerdim.

“Murat iyidir. Öyle yanlışı olmaz, düz adamdır neyse odur. Söyleyeceklerini de sevgisini de saklamaz ama saklanılmasını da istemez. Cesurdur aşk konusunda ama aynı şekilde o da bekler aynı cesurluğu.” dediğinde öylece bakmıştım. Hiçbir şey anlamadığımı anlayan Ateş konuyu özetlemek için tekrar konuştu.

“Aşkı konusunda cesurdur yani. O birisini sevdiğinde herkese anlatmak, yedi mahalle duysun ister. Kaçak göçek savaşmayı sevmez. Yani sevdiği kadında sevdasının arkasında dursun, aşkını korkmadan söylesin arkasında dursun ister.” dediğinde bazı taşlar yerine oturmaya başlamıştı. Tam bir şey soracağım vakit garson gelmişti.

“Karar verebildiniz mi efendim?” diye sorduğunda Ateş’e bakıp, “Önce çorba içip sonra yemek söylesek olur mu?” diye sordum.

“Olur gülüm.” dedi. Çorbaları söyledikten sonra yemek siparişini de vermiştik. Hemen arkasından gelsin diye.

Garson siparişleri alıp menüyü de alınca aklımdaki soruyu sordum. “Murat daha önce hiç birileriyle bir şeyler yaşadı mı? Öyle bir anlattın ki bu konuda çok canı yanmış sanki.” dedim. Ateş öylece bakarken bir yerlere daldı. Ben ise onu daldığı yerden çıkarmadım. Belli ki o günlere gitmişti.

“Murat’ın kendi özeli olduğu için bu konuda bir şey diyemem ama zamanında bir şeyler atlattı.” dedi. “Yasemin için endişelenmene gerek yok. O olayların üstünden çok zaman geçti. Eğer aralarında bir şeyler olacaksa da bu, Murat sevdiği için olur. Birilerini unutmak için değil.” dedi.

Bu dediğiyle her ne kadar rahatlasam da biraz endişelerim vardı. Yine de bu durum ikisini ilgilendirirdi.

Çorbalarımız geldiğinde yemeklerimizi yemeye başladık. Yemeklerimiz bittiğinde oradan ayrıldık. Tabii ki pelüşlerimiz de bizimle beraberdi. Avm’den çıktığımızda aklıma gelen şeyle Ateş’e döndüm.

“Aslında gitmemiz gereken bir yer var.” dedim. Neresi diye sorgulayan bakışlarla baktığında çok geçmeden, “Orhan babama gitmeliyiz. Bizi o da bilmeli.” dedim. Arabanın yanına geldiğimizde kucağımızdaki pelüşleri arka koltuğa koyduk. Ardından ön koltuğa da oturduğumuzda Ateş’le göz göze geldik.

“İstikamet yetimhane. Rızasını almam gereken bir Orhan baba var.” dedi ve ondan yana kalan sol elimi tuttu. Avm’nin otoparkından çıktığımızda yetimhaneye doğru yol aldık.

 

***********

 

Yasemin ve Murat birbirlerini tanımak için sorular sorarken laf lafı açmış, konu ise Nazlı ve Ateş’e gelmişti. Yasemin bu durumu fırsat olarak görüp Ateş hakkında sorular sordu. Arkadaşı ilk defa birisine ciddi manada bir şeyler hissediyordu ve bu uğruna değmeyecek birisi olsun istemiyordu. Nazlı onun her şeyiydi ve Yasemin, onun olan her şeye karşı korumacı biriydi.

“Ateş nasıl biri? Yani ikili ilişkilerde, hayatına aldığı birini üzmez değil mi?” diye sordu. Tüm mahalle Nazlı ve Ateş ikilisini biliyordu. Bu yüzden kaçak sorular sorup rezil olmaktansa açık açık sormak daha iyiydi.

“Ateş iyidir.” dedi Murat. “Bir evlat olarak da, bir ağabey, arkadaş ve insan olarak iyidir. Hayatına aldığı kadına da bir yanlışı olmaz, yani Nazlı için gönlün rahat olsun.” dedi.

“Yani yarın öbür gün Nazlı’nın karşısına Ateş’in eski görüştükleri çıkıp Nazlı’nın canını sıkmazlar değil mi?” diye sordu. Murat’ın dedikleri iyiydi hoştu ama yeterli değildi.

Murat bu soruya kısıkça gülüp, “Ateş’in hayatına daha önce kimse girmedi. Yalan değil bizim zorumuzla birkaç kişiyle görüştü ama hepsiyle tek görüşme yaptı, devamı gelmedi hiçbirinin. Bir bardak çay içmekten öteye gitmedi hiç kimseyle.” dedi.

Bu cevaba ne tepki vereceğini bilemedi Yasemin. Daha sonra kaşlarını çatıp, “Ne diye zorluyorsunuz siz de adamı. Kimseyle görüşmek istememişse, istememiş işte. Allah Allah.” dedi.

“Yaptık işte zamanında bir hata. Ama nasip diye bir şey var işte. Olmadı olmadı, hiç beklemediği yerden geldi nasibi.” dedi, Murat.

“Senin daha önce oldu mu hiç? Yani hayatında birisi.” dedi çekine çekine Murat.

“Oldu.” dedi Yasemin. “Bir kişi oldu sadece. Ondan sonra da kimseyi almadım hayatıma.” dedi.

“Ne zaman bitti peki?” diye sordu Murat.

“Dört yıl önce.” dedi Yasemin. Daha sonra konudan destek alarak, “Senin oldu mu peki?” diye sordu. Bir daha fırsatını bulup soramayabilirdi.

“Oldu.” dedi Murat’ta.

“Neden bittiğini sorsam, fazla mı ileri gitmiş olurum?” diye sordu Yasemin.

“Senin çoğun azın yok ben de Yasemin. Sen ne sorarsan sor ben cevaplarım. Oldu ki cevabı yok ben de o zaman susarım.” dedi Murat.

 

 

“Neden bittiğine gelecek olursak, korktu.” dedi. “İlişkimizi saklanarak yaşamak istedi. Kimseler bilmesin duymasın istedi. İlk başlarda utangaçlığından öyle istedi sandım ama durum farklıymış. Ailesi beni istemiyormuş, ben de bunu duyduğumda ona sordum ‘doğru’ dedi, ‘sen bu ilişkinin arkasında mısın’ dedim ses etmedi. Sonradan öğrendim. Kızı zengin bir adama vermişler, o da kabul etmiş. Mahalleden kurtulmak istemiş, şatafatlı şaşalı bir hayat istemiş. Kızmadım ona isteyebilirdi elbet. Ama benim ona öyle bir hayatı veremeyeceğimi en başından bilmesine rağmen kalbimle oynaması, o acıttı canımı.” dedi Murat.

Ortamdaki hava iyice ağırlaşırken, “Senin ilişkin neden bitti?” diye sordu.

Yasemin derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya başladı. “Üniversite ikinci sınıftım. Aklımda bir şeyler yaşamak hiçbir zaman olmadı. Tek derdim bir an önce mezun olup Nazlı’yla kendimize ait küçük bir evimiz olmasıydı. Sonra o çıktı karşıma, ilgilendi sevgi gösterdi. Gerçi ben öyle sandım. Daha sonra anladım neleri ne için yaptığını. Neyse bir süre sonra çıkmaya başladık. Nazlı çok söylemişti ‘ben bu çocuğa güvenmiyorum’ diye ama o zamanlar dinlemedim işte. Belli bir süre sonra cinsel anlamda bir şeyler istemeye başladı.” dedi.

Yasemin’in dedikleriyle, Murat’ın elleri yumruk hâlini aldı. Duyacağı şeylere hazır değildi ama konu bir kere açılmıştı ve tek seferde duyması daha iyiydi.

“Ben ise buna karşı çıktım.” diyen Yasemin’le ne zaman tuttuğunu bilmediği nefesini serbest bıraktı.

Murat için sevdiği birinin önceki ilişkileri önemli değildi. O ve ondan sonrası onu ilgilendirirdi. Fakat sevdiği birisinin kendinden önce başka birisiyle bir şeyler yaşamış olması, ister istemez onu sinirlendiriyordu. Kıskanıyordu.

“Âşık değildim ona. Vücudumu paylaşacak kadar da güvenmiyordum, sevmiyordum. Bu yüzden o tekliflerini geri çevirdim hep. Bu teklifler sıklaşınca da kavga edip bitirdik. Ertesi gün son kez yüz yüze konuşmak için evine gittim. Laf arasında yedek anahtarının nerede olduğunu söylemişti. Anahtarı bulup kapıyı açtım. Sonrasını da tahmin ediyorsundur zaten, yatakta sere serpe yatan o ve bir kız.” dedi Yasemin gülerek.

“Hiçbir şey hissetmedim onları öyle görünce. Ne kızgınlık ne öfke ne de acı hiçbir şey. Bir duygu hariç, rahatlama. O kadar rahatladım ki.” dedi. “Daha sonra da karşıma çıkmadı zaten.” diyip konuşmasını tamamladı.

Murat ise mutluydu. O adama karşı en ufak bir şey hissetmemesi onun için bir şanstı ve bu şansı kullanacaktı.

“Adam olmakla erkek olmak arasında çok büyük bir fark var Yasemin. Adam olan insan sevdiğine dokunmaya kıyamaz bile. İncitmek istemez, canı yansın istemez. Sırf erkek diye sevdiğini zorlamaz. Bunu yapan insan bile olamaz. Bir adam birisini seviyorsa eğer zaten bir şeylere zorlamaz. O insan bile değilmiş.” dedi Murat.

“Öyle.” dedi Yasemin. “Küçük bir gençlik hatası olarak kaldı sadece.” dedi.

Yasemin’in telefonuna bildirim geldiğinde dikkatler oraya kaymıştı. Nazlı, ‘biz Orhan amcanın yanındayız. Sen de gelsene.’ diye mesaj atmıştı.

Gelen mesajla Yasemin’in aklında bir şimşek çakmıştı. Nazlı, kendini Ateş’e anlatmak için onu yurda götürmüştü. Yasemin’de bir şeylere başlamak istiyorlarsa bunu temelden başlayarak yapmak istiyordu.

“Nazlı mesaj atmış Orhan amcanın yanındayız diye. Muhtemelen Ateş’le beraber, gidelim mi?” diye sordu.

Murat her ne kadar şaşırsa da, “Olur, gidelim.” dedi.

Aradan geçen yarım saatlik bir süreçte yetimhaneye gelmişlerdi. Murat, Ateş’in arabasının arkasına kendi arabasını park ettikten sonra ikili arabadan inip yurdun içine girdiler. Bahçede çocuklarla oynayan Nazlı ve Ateş ikilisine baktılar. Aralarından bir çocuk Yasemin’i fark etmesiyle, “Yasemin abla!” diye bağırıp koşar adımla Yasemin’e doğru koştu.

“Yasemin abla ben seni çok özledim.” diyen çocuğa sarıldı.

“Ben de seni çok özledim.” dedi, çocuğa ve saçlarının üstünden öptü Yasemin.

Bu manzaraya hayranlıkla bakan Murat yakalanma korkusuyla silkelenerek kendine gelmeye çalıştı. Fakat gördüğü manzara unutulacak gibi değildi. İnsana hayaller kurduran özelliği vardı.

Çocuklarla selamlaşan ikili en sonunda Ateş ve Nazlı’nın oluğu yere gelebildiklerinde sarılma ve merhabalaşma faslından sonra Orhan’ın olduğu kulübeye oturabildiler.

“Seni iyi gördüm Orhan Amca. Nasılsın, iyi misin?” diye sordu Murat.

“Daha iyiyim evladım sağ ol. Sana da teşekkür etme fırsatı bulamadım. Bana kan verdin o kadar.” dediğinde, “Lafı bile olmaz.” dedi Murat.

Beşli hep bir arada çay eşliğinde sohbet ederken, “Kızlarım, söyleyin o haytalara bir ara buraya uğrasınlar. Ne zamandır gelmiyorlar. Çocuklar özledi onları.” dedi Orhan. Nazlı, “Merak etme Orhan amcam ben çekerim onların kulaklarını.” dedi.

Onun bu hâline gülen Orhan olduğu yerden kalktığında, “Ben bir etrafı kolaçan edeyim siz de güzelce sohbet edin.” dedi ve oradan ayrıldı.

“Orhan amcanın bahsettiği haytalar kim?” diye sordu, Ateş.

“Akın’la Çağatay’dan bahsediyor.” dedi Yasemin.

 

“Harbiden siz nasıl tanıştınız? Hiç anlatmadınız.” diye soran Murat’la ister istemez sırıtmıştı Nazlı. Akın ve Çağatay’la olan tanışma anlarını hatırlayan Nazlı ve Yasemin ikilisi kendilerini tutamayıp gülerken Ateş ve Murat bu manzaraya ister istemez gıcık olmuşlardı. Nasıl bir tanışma şekliydi ki bu kadar komikti.

“Yavrum artık anlatsan da merakımızı gidersen mi?” diye sordu Ateş, Nazlı’ya.

Masadaki soğumuş çayından bir yudum aldı Nazlı. İster istemez yüzü buruştu. Birkaç öksürükten sonra kendine geldi ve anlatmaya başladı.

 

Yıl 2020

Hafif geçen okul gününün ardından part time çalıştığı işten çıkmıştı Nazlı. Yasemin’le aynı okulda fakat farklı bölümlerde okudukları için ders saatleri oldukça farklıydı. İkisi de birbirlerine yakın yerlerde yarı zamanlı iş bulmuş, okuldan sonra para biriktirebilmek için çalışıyorlardı. İşi erken biten Nazlı, Yasemin’in çalıştığı yere gitti. Onunda işinin bitmesine az bir zaman vardı. Karşı yoldaki banklardan birine oturdu ve Yasemin’i beklemeye başladı.

Yarım saatlik bir bekleyişin ardından Yasemin göründüğünde hızlı adımlarla Nazlı’nın yanına gitmiş ve oturduğu banka oturmuştu.

“Canım çıktı bugün ya.” dedi Yasemin.

“Bugün derslerin yoğundu değil mi?” diye sordu Nazlı.

“Öyleydi valla. Bir de iş yeri derken bütün pilim bitti.” dedi Yasemin.

Sırt sırta vermiş ikili konuşurken Nazlı çantasından sandviç ve bir portakal suyu çıkarıp Yasemin’e doğru uzattı.

“Yemek yemediğini biliyorum. Yurtta bir şey kalmamıştır, bunları ye.” dedi.

Yasemin, Nazlı’nın uzattığı sandviçi alırken, “Sen yedin mi?” diye sordu.

“Benim bu saate kadar aç kalmam mümkün mü bebeğim?” diye sordu, Nazlı.

“Değil tabii, yanlış soru pardon.” dedi Yasemin ve sandviçle meyve suyunu hızlıca bitirdi.

Biraz daha dinlendikten sonra yurda gidecek olan ikili tam ayaklanmışken duydukları sesle öylece kalakaldılar. Seslere dikkat kesilen ikili daha iyi anlayabilmek için gelen sese doğru gittiler.

“Ya bırakın bizi be! İstemiyoruz sizle bir yere gitmek.” diyen yabancı bir kız sesi duydular.

Nazlı ve Yasemin duyduklarıyla gelen sese doğru gittiklerinde iki adamın iki kızı kollarından tuttuklarını gördüler.

“Ne oluyor lan burada!” diye bağırdı Nazlı.

Dikkatleri dağılan iki adam gelen sese doğru baktıklarında Nazlı ve Yasemin ikilisiyle karşılaştılar. “Sen karışma burada senlik bir şey yok. Bizim işimiz bu bebeklerle.” dedi, sesinden bile sarhoş olduğu belli olan adam.

“Ama benim işim seninle onu ne yapacağız?” diye sordu Nazlı.

Adam dikkatlice Nazlı’yı süzdüğünde boşta kalan eliyle sakallarını sıvazladı. Ardından pis bir kahkaha attığında, “Esmer, severim. Yatakta fena oluyorlar.” dedi.

Yanındaki ondan aşağı kalır yanı olmayan diğer pislikse diğer adama eşlik ederek güldü. “O zaman bana da sarışın düştü.” dedi.

Adamların bu hâllerinden yararlanıp kendilerini kurtaran kızlar uzaklaştıklarında telefonlarına sarıldılar. Ardından alkollü olan iki pislik yavaş yavaş Nazlı ve Yasemin’e doğru yaklaşırken, Nazlı üstündeki deri ceketi çıkardı ve ilerideki banka çantasıyla beraber bıraktı.

“Güzelim şimdi soyunmaya ne gerek var. Ben seni kendi ellerimle soyacağım. Çiçek gibi açacağım.” dedi ve tekrar iğrenç bir kahkaha attı.

“Biliyor musun?” diye sordu Nazlı, “Ben kafa atmayı çok severim.” dedi ve ani bir şekilde karşısında pis pis sırıtan adama kafa attı. Hem ani gelen kafa darbesinden hem de sarhoş olduğundan dolayı yere düştü. Böylece bir kavganın da fitili ateşlenmiş oldu.

Yere düşen adamın üstüne çıktı. Henüz ne olduğunu anlayamayan adamın ellerini adamın karnının üstünde kavuşturup diziyle olduğu yerde sabitledi ve peş peşe yumruklarını atmaya başladı.

“Ulan it!” ve bir yumruk, “Ulan p*ç!” ve bir yumruk daha. Ardı ardına attı tüm yumruklarını. Sayıyor sövüyor ne biçim insanlarsınız diye sorguluyor. Ama Nazlı’da biliyor ki böyleleri insan bile değildi.

Kısa bir an Yasemin’e baktı. Onun da kendisinden aşağı kalır yanının olmadığını gördüğünde gönül rahatlığıyla altındaki adamı dövmeye devam etti.

Darbeler nedeniyle iyice kendinden geçen adama, hıncı geçmediği için başının iki yanından tutarak adamın sere serpe uzandığı yere kafasını sertçe yere vurdu. Bir an için kendinden geçmişti Nazlı. Gözü dönmüştü, sanki o an kendisi değildi. Katil olmaya bir pamuk ipliği kadar yakınken aniden geri çekildi.

“Yeter! Ölecek, katil olmak mı istiyorsun?” diyen adamı duymamıştı. Gözleri hâlâ yerde baygın bir şekilde yatan adamdaydı. Etraftaki insanlar hayretle bu manzaraya bakıyordu. Az önce kendilerinden çelimsiz kızlara, iki adam zorla ilişki teklifi ettiği zamanda böyle bakıyorlardı. İnsanlar izlemeyi seviyorlardı, olaylara seyirci kalmayı fakat bazı şeyler izlenilmezdi. Bunu bilmiyorlardı.

Yükselen iki siren sesiyle girdiği düşüncelerden çıktı Nazlı. İki ambulans ve bir ekip otosu gördü. Ambulansın kendisi için olmadığı bariz belliydi. Onun kaderine karakol kolları düşmüştü.

O gece Akın ve Çağatay’la tanıştı ikili. Nazlı’nın katil olmasını engelleyen ve ceza almamasını sağlayan kişi Akın’dı. O gece dörtlü nezarethanede kalırken, iki arkadaşın hayatına iki kişi daha girmişti. Sarsılmaz dostluk temelleri o gece atılmıştı.

                                                                

******

 

“İşte öyle.” dedim. Avm’den çıktıktan sonra Yasemin’i de çağırmıştım. Murat ve Yasemin’in bugün buluşacağını elbette unutmamıştım. Amacım çağırdığımda tek mi gelecek yoksa onunla mı onu görmekti. Ve gördüğüm şeyden gayet memnundum. Bu ikilinin buraya gelmesi demek bir şeylerin yolunda gittiğini gösterirdi.

“Yani Akın olmasa katil mi oluyordun gerçekten?” diye sordu Murat.

“O an her şey olabilirdi. Gözüm dönmüştü resmen. Ama o olaydan sonra bir daha öyle bir şey yaşanmadı.” dedim.

Ateş’e baktığımda oldukça şaşkındı. “Benden korkmamışsındır inşallah.” dedim.

“Hanımından korkmayan erkek akılsız erkektir. Hanımcıyım ben.” dedi. Bu dediği hepimizi güldürürken gitmeden önce son kez çocuklarla oynadık. Çocuklar yer yer Murat ve Ateş’i kızdırmış, yer yer de peşlerinden koşturmuştu.

Ateş, ‘Nazlı ablayla ben evleneceğim’ diyen bir çocukla çocuk olmuş onu kovalamıştı. Tüm bunlara ise gülerek bakıyordum. Çocukların peşinde koşturan Ateş’e gözüm daldığında ister istemez kendimi büyük bahçeli bir evde hayal ettim. Bahçede çocuğumuzla koşuştururken, en sonunda yakalayıp havaya kaldırdığını ve benim Ateş’e kızıp ‘atma çocuğu’ diye kızarkenki hâlim. Ateş’in ve çocuğumuzun yanına gidip ikisine de sıkıca sarıldığımı ve ardından saniyelik bir şekilde dikkati başka bir yere kayan çocuğumuzun, dikkatsizliğinden faydalanıp Ateş’in dudaklarıma küçük bir öpücük kondurduğunun hayalini kurdum.

Çok güzel bir hayaldi. Daha önce asla bir çocuk sahibi olmayı düşünmeyen ben, Ateş’in hayatıma girmesi ve bir şeyler yaşamaya başladığımızdan beri kendimi böyle hayaller kurarken buluyordum.

Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde o tarafa baktım. Ateş bana gülümseyerek bakıyordu. “Ne oldu Nazlı’m, daldın gittin?” diye sordu.

“Seni böyle çocukların peşinden koştururken görünce hayallere daldım öyle.” dedim. Saklayacağım ya da söyleyemeyeceğim bir şey yoktu.

“Nasıl hayallermiş onlar?” diye sordu, ellerim ellerindeyken.

“İçinde senin, benim ve bize benzeyen bir çocuk olan bir hayal.” dediğimde gözlerinin parladığına anbean şahit oldum.

“Yalnız değilsin sevgilim. Ben de böyle bir hayal kurdum ve hâlâ kuruyorum.” dedi.

“Nasıl?” diye sordum.

“Açılış gününde kucağında Ela’yı görünce içim bir tuhaf olmuştu. Seni ve kucağında kızımızı tuttuğunu hayal ettim bir an. Sana benzeyen bir kız çocuğu. O kadar güzel bir hayaldi ki, etkisinden çıkamıyorum hâlâ.” dedi.

“Ama senin canını sıkan başka şeyler var sanki, söyle bakalım sevdiceğine nedir aklına takılan şey?” diye sorduğunda yine cevaplamak için çekinmemiştim.

“Ben nasıl anne olunur bilmiyorum.” dedim. Söylediğim her kelime boğazımda bir düğüm olup nefes aldırmıyordu. Kimsesizlik hiçbir zaman geçmiyordu.

“Ben bir çocuğum olursa nasıl bakacağımı, nasıl seveceğimi, ne yapıp ne yapmayacağımı yani kısacası bir bebeğe nasıl davranılır ben bunların hiçbirini bilmiyorum.” dedim.

“Annelik illa görülerek yapılan bir şey değil ki.” dedi Ateş. “Her kadının içinde olmasa da çoğu kadın annelik iç güdüsüyle doğar. Bir evlada bakmak için rol model o kadar önemli değildir ki.” dedi.

“Her canlı bir anneye ihtiyaç duyar, hatta anne olan anneler bile. Benim demek istediğim senin anne olmak için bir anneye ihtiyacın yok. İnsan kendisi için bir anneye ihtiyaç duyar. Annelik duygusunu taşıyıp, anne olmak isteyen herkes anne olabilir. Yeter ki içinde bu duygu olsun. Yoksa çocuk sahibi olmak çok kolaydır.” dediğinde, söylediklerine hak verdim.

Benim anne olmak için bir anneye ihtiyacım yoktu. Benim kendim için bir anneye ihtiyacım vardı, fakat o hiçbir zaman yoktu. Eğer ileride bir gün anne olursam ona ihtiyacım olmayacaktı.

“Sana gelecek olursak eğer bu senin tercih edeceğin bir şey. Anne olup olmamak tamamen sana bağlı. Aylarca karnında taşıyacak olan sensin, sancılar çekip içinde insan taşıyacak olan sensin. Bu yüzden sen ne zaman istersen o zaman olur. Bir çocuk sahibi olup olmak tamamen sana kalmış bir şey.” dedi.

Boynuna sıkıca sarıldım. “Babası kesinlikle sen olacaksın. İleride ki çocuğumuz çok şanslı olacak.” dedim.

Kolları belimi bulurken, “Tabi ki de ben olacağım. Ayrıca böyle muhteşem bir anneye sahip olacağı için kesinlikle çok şanslı olacak.” dedi.

Bizi bu büyülü andan çıkaran ise Murat ve Yasemin ikilisi oldu. Yetimhaneden çıktığımızda geldiğimiz şekilde geri döndük. Güzel geçen bir günün kazancı ise iki pelüş büyük boy ayı, biriken güzel anılar ve doğru insanı bulduğumu bir kez daha fark etmemi sağlayan Ateş’in o güzel sözleri oldu.

 

Bir bölümle daha karşınızdayım. Umarım okurken zevk almışsınızdır. Bundan sonraki bölümler geç gelebilir çünkü, bölüm stoğum yok. Bugün ve yarın 14. bölümü bitirmeye çalışacağım. Yazım yanlışları var ise af ola. Hoşça kalın. Kendinize iyi bakın. :))

Loading...
0%