Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm

@okuyan_bir_insan

Hayatımın pek çok yerinde kalabalığa karışmıştım. Hatta doğruyu söylemek gerekirse hayatım kalabalıktan oluşmaktaydı. Yurtta kaldığım dönemde yemek sırasındaki o gürültü hâlâ kulaklarımda çınlar bazı zamanlar. Fakat şu an içinde bulunduğum bu uğultulu kalabalıkla daha önce hiç karşılaşmamıştım.

Sabahın erken saatlerinde Handan teyzeye yardıma gelmemizle saatler göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş ve mahallelinin neredeyse yarısı Handan teyzeye doluşmuştu.

“Keşke benim kafede yapsaydık şu gün işini Handan teyze, baksana şu kalabalığa.” dedim. Elleriyle kısır yiyip yine o ellerini sağa sola sallayan çocuğu görünce resmen kaşım seğirmişti. Dip bucak temizlik yapan biri değildim ama bu görüntü içimde bir ‘Kadir Ezildi yi’ uyandırmaya yetiyordu.

Bu durumdan Handan teyze de memnun değil gibi görünüyordu. “Artık öyle yaparız kızım.” dedi. Ocakta kaynayan kaçıncı demlik olduğunu unuttuğum çayı bardaklara döküp herkesin çayını tazelemiştim.

Herkese çayını uzatırken bazıları güler yüzüyle karşılarken, bazıları da oldukça asık hatta nefret eden gözlerle bakıyordu. Bu bakışlardan biri de Yelda’nın annesine aitti. Ona aynı bakışlarla bakarken hiç çekincem yoktu.

“Demek Ateş oğlumla berabersiniz ha.” dedi. İşte maç şimdi başlıyordu.

“Öyle,” dedim emin bir şekilde “Beraberiz.”

“Nasıl kaptın gül gibi çocuğu. Kim bilir neler yaptın da aklını çeldin.” dedi. Asla mana bulmak gibi bir düşüncem yoktu ama bu insan tesettürlü birisiydi. Şu an söylediklerinin iftira atmaktan ne farkı vardı?

“Kızınızın yaptıklarını yapmadım, merak etmeyin. Hem Ateş öyle kolay aklı çelinebilecek biri değil. Keza öyle biri olsaydı kızınız çoktan o işi halletmişti.” dememle ortamda sessizlik oluştu.

“Ne demek istiyorsun sen? Hadsiz! Kızım hakkında doğru konuş.” diye çıkıştı.

“Ben sizin aksinize olmayan bir şeyi söylemiyorum hanımefendi. Aylar önce Ateş’le dükkâna bakmak için kendi işlettiği iş yerinde buluştuğumuzda oldukça cesur bir bluz ile yine oldukça samimi bir şekilde konuşmuştu. Gerçi Ateş o an yapması gerekeni yaptı ama merak ediyorum. Kızınız mahallenin bütün gençlerine kakaolu kek yapar mı?” diye sormamla ortam buz kesmişti. Benim ayıbım ya da günahım yoktu, saklamak zorunda olduklarımda.

“Ha tabii bir de kızınızın benim yolumu kesip, ‘Ateş benim ondan uzak dur.’ diyip gözdağı vermesi de var.” dedim. Bu şu an ispiyonculuğa girebilirdi belki, fakat şöyle bir mevzu da vardı ki ben bana söylenen hiçbir şeyin altında kalmazdım.

“İftira!” dedi ve ayaklandı. Onunla beraber ben de oturduğum yerden ayaklandım.

“Ben bu söylediğimi kanıtlarım ama burada herkesin içinde duymaya sizin gücünüz yeter mi?” diye sormamla afalladı. Blöf yaptığımı düşünüyorsa yanılıyordu.

Şu an gözlerim o kadından başkasını görmüyordu ama eminim ki herkes rahatsız olmuştu. Bir an için gözüm Handan teyzeye kaydı gözlerini kısa bir süreliğine kapatıp tebessüm etti. Sanırım bu, ‘ben senin arkandayım’ demekti.

“Ayy yengem. Allah aşkına ispatla da kızının ne olduğunu görsün. Gerçi hoş kendisi de kızının ne olduğunu biliyordur.” Dedi, Asena.

“Sus kız, sen karışma.” diye bu sefer Asena’ya çıkıştı.

“Pardon,” dedi Asena. “Sen kızının ne haltlar yediğini duyamayacaksan ne diye ağzını açıyorsun be?” diye bu sefer Asena çıkıştı. Onu hiç bu halde görmediğim için şaşkın şaşkın ona baktım.

“Senin kızın ağabeyime yamanmak için az peşimde kuyruk olmadı Nesrin Hanım. Yok ‘Ateş hangi yemeği sever?’, yok ‘ateş kahvesini nasıl sever?’, ‘Ateş nerede?’ Aaaa yeter be!” diye bağırarak sabrının sonuna geldiğini açıkça belli etti.

Nesrin Hanım Asena’yı kale almazken, “Siz,” dedi herkeste gözlerini gezdirip, “Yıllardır bu mahallede büyüyen kızımdan yana mı olacaksınız yoksa nereden geldiği bile belli olmayan bu yabancıya mı?” diye sordu.

“Orada duracaksın.” dedi Yasemin. “Deminden beri susuyorum ama benim de bir sabrım ve onunda bir sonu var. Sırf Ateş’in hali vakti yerinde diye kendi kızını Ateş’e yamamaya çalışan bir anne olarak senin bize laf etmeye hakkın yok.” dedi. Cebimdeki telefonu aldı ve aylar öncesine ait o ses kaydını herkesin duyabileceği bir şekilde açtı.

Ses kaydı bittiğinde Yelda’nın annesi Nesrin Hanım başını yerden kaldıramadan önce salondan sonra da evden çıktı gitti. Ortam yine bir süreliğine sessizliğe gömülürken, herkese en az bir yıllık dedikodu malzemesi çıkmıştı. Bu kaydı ilk kez duyan Asena ve Handan Hanım da bana ‘helal olsun’ der gibi bakıyordu.

“On numara yenge be. Yenge gibi yenge helal olsun.” dedi ve sırtımı pat patladı. Handan teyze ise sadece elimi tuttu ve elimin sırt kısmına hafifçe iki kere dokundu, yüzünde güzel bir tebessümle.

İlerleyen saatlerin ardından herkes yavaş yavaş dağılmıştı. Son yaşanan olaydan sonra Murat’ın annesiyle de tanışmıştık. Çok tatlı bir kadındı. Yasemin, Murat’ın annesi gitmeden önce Murat için bir tabak hazırlayıp kadına verdiğinde kadının çok hoşuna gitmişti. Tüm bunları da kapının arkasından izlemek oldukça eğlenceliydi. Bana da eğlence çıkmıştı.

Herkes en sonunda gittiğinde ben ve Yasemin kalmıştık. Dağılan ortalığı toplamaya yardım ettik ve en sonunda Asena’nın yaptığı yorgun kahvesiyle günü kapattık.

“Ne zaman yaşandı bu olay kızım?” diye sordu Handan teyze.

“Açılıştan önce, sizin bize akşam yemeğine geldiğiniz gün.” dedim.

“Ateş biliyor mu?” diye sordu.

“Evet, biliyor. Ses kaydını ona atmıştım.” dedim.

“Anneler hisseder kızım.” dedi ve elimi tuttu. “Yukarda Allah var ben hep sizi Ateş’le yakıştırdım. Oğlum için doğru insan olduğunu düşündüm. Ama benim de bir kızım var. Senin içinde en güzelini, en iyisini isterim. Sizin benim gözümde Asena’dan farkınız yok.” dedi, gözleri Yasemin ve ben de gezerken.

“Bugün bir kez daha şahit oldum. Allah sizi ayırmasın, birbirinizle sınamasın. Hep birbirinizi dinleyin olur mu? Kimseye kulak asmadan önce birbirinizi dinlemeyi öğrenin.” dedi. Ona onaylar anlamda başımı sallamakla yetindim.

 

                                                                    

*******

 

Yüksek ağaçların olduğu bir yerdeydim. Olduğum yere baktığımda ot bile bitmeyecek olan bir yerde koca koca ağaçlar vardı. Anlamsız sesler duyduğumda o yöne doğru adımladım. Fakat tuhaf bir şeyler vardı. Sanki bedenimi ben değil de bir başkası yönetiyordu. Her adımımda sesler daha net duyulduğunda ağacın altında bir kadının ağladığını gördüm.

“Neden ağlıyorsunuz?” diye sordum tanımadığım bu kadına.

“Kaybettim.” dedi hıçkırıklarının arasında.

“Neyi kaybettiniz?” diye sordum. Aslında neden sorduğumu bile bilmiyordum. Bu kadının kim olduğunu bilmediğim gibi.

“Yavrumu kaybettim, evladımı ilk göz ağrımı kaybettim.” dedi kadın, ağlaya ağlaya.

Kucağında tuttuğu kundağa yaklaşmaya çalıştım. Her adımımda kadın biraz daha uzaklaştı. Ben inatla kadının kucağındaki kundağa bakmaya çalışıyordum ama başka bir şey aynı inatla bakmamı engelliyordu. En son, son kez şansımı denemek için bulduğum güçle kadına doğru koştum. Ve kundağa baktım. Gördüğüm şeyle afallamıştım. Çünkü bu bebek bana benziyordu.

 

********

 

Sıçrayarak uyandığım uykumda nefes nefese kalmıştım. Hâlâ gördüğüm rüyanın etkisindeydim. Handan teyze de kurşun döktürdüğümüz zamandan beri çok sık olmasa da bu rüyayı görüyordum. Fakat son bir haftada bu rüyayı her gün görmeye başlamıştım ve artık bu yorucu bir hal almaya başlamıştı.

Rüyamı hatırladıkça son saniyeler beni korkutuyordu. Bu rüya benim kadına yaklaşmaya çalışmamla biter yine kan ter içinde uyanırdım. Fakat bu sefer yüzünü görmüştüm, o bebek bendim. Yurda bırakıldığım zaman Orhan amca bir tane bile olsa bebeklik fotoğrafımız olmasını istediği için o zamanlar birçok bebeğin fotoğrafını çekmiş. O bebeklerden biri de bendim. Yıllar sonra Orhan amca bana tek olan bebeklik fotoğrafımı verdiğinde öylesine bir yere koymuş, bir daha da fotoğrafa bakmamıştım.

Yasemin’le olan fotoğraf albümüme bakmak için yataktan kalktım. Komodinin en altına koyduğum albümü aldım ve fotoğrafların arasında olan bebeklik fotoğrafımı aldım. Yanılmamıştım, rüyamda gördüğüm bebekle elimde fotoğrafı duran bebek aynıydı. O bebek bendim. Her rüyada kadının yüzünü görüyor ama uyandıktan sonra bir türlü hatırlayamıyordum. Şimdi olduğu gibi yine hatırlayamamıştım.

Bu konu hakkında daha fazla kafa yormak istemediğimden saate baktım, 06.50’di. Hem biraz olsun rahatlamak, hem de kan ter içinde kaldığım için duşa girdim. Yarım saatlik duşun ardından kurulanıp çabucak hazırlandım. Yasemin’e bakmak için odasına girdiğimde yeni yeni uyanıyordu.

“Günaydın.” dedim.

Önce saate daha sonra da bana baktı. “Bana gün daha aymadı ama günaydın.” dedi esneyerek. “Deli mi dürttü seni? Erkencisin.” dedi yatakta doğrulurken.

“Erken kalkan yol alır cicim. Uyanınca bir daha yatamadığımı biliyorsun. Ben de hazırlandım işe gideceğim. Birkaç tarif dener oyalarım kendimi.” dedim.

Ben ona laf anlatırken Yasemin çoktan karşıma geçmişti. “Sen de bir haller var. Kaç gündür normal değilsin. Anlat diye bekliyorum ama sabır da bir yere kadar. Sorun ne?” diye sordu.

Doğruydu. Gördüğüm rüyalar bütün dengemi bozmuştu. Susmadan konuşan ben sessizliğe gömülmüştüm. Buna engel olamıyordum.

“Anlatırım.” dedim ve gülümsedim. “Tabii Murat Bey’den bizi görmeye zamanın kalırsa.” dedim. Sevgili olduklarından beri ayrılmıyorlardı arkadaşımı özlemiştim. Bana da insaftı.

“Diyene bak hele hele. Asıl Ateş Bey’den bize zaman kalmıyor ki.” diye söylendi.

“O zaman bu gece beyleri sepetliyoruz ve evimizde kız gecesi yapıyoruz.” dedim.

“Kabul, bu gece benimsin bebek.” dedi ve yanağımdan makas aldı. Ardından odasından çıkıp lavaboya girdi.

“Ben çıkıyorum!” diye bağırdım.

“Naş naş.” diye karşılık alınca gülümseyerek evden çıktım.

Yürüme mesafesinde olan dükkânıma giderken Ateş’e günaydın mesajı attım.

 

Siz: Günaydın. ❤

 

Ateş ❤: İşte şimdi doğdu güneşim. Günaydın bebeğim. 😘

 

Ateş ❤: Bugün işten sonra ne yapıyorsun gülüm.

 

Siz: Yasemin’le kız gecesi yapacağız. Sen ne yapacaksın?

 

Ateş ❤:Artık hiçbir şey. Seninle bir yerlere gideriz diye düşünmüştüm.

 

Siz: Üzgünüm bebeğim ama ben iyi bir arkadaşım. O yüzden Yasemin’i ekemem yoksa o beni eker. (toprağa)

 

Ateş ❤: Pekâla bakalım. Siz iki arkadaşa iyi eğlenceler. Eğer değişiklik olursa seni haberdar ederim.

 

Siz: Ben de seni haberdar ederim bebeğim. 😘

 

Ateş ❤: Ah kalbim. Bunun gerçeğini de isterim. 😉

 

Siz: Arsız.

 

Ateş ❤:Yalnız sana.

 

Konuşmamız burada son bulurken ben dükkâna gelmiştim. Dükkânı açtım, kahve makinelerini çalıştırdım, terleri süpürdüm, camları sildim ama kafamı bir türlü dağıtamadım. En sonunda mutfağa gittim ve birkaç tarif yaptım. Kutay’ın da gelmesiyle gün hızlı başlamış ve kafam biraz da olsa dağılmıştı.

Aklıma Ateş ve arkadaşlarının açılış hediyesi gelince pikabı olduğu yerden çıkarmıştım. Plakların olduğu yere de gittiğimde Sezen Aksu’nun plağını seçmiştim. Pikabı çalıştırdıktan sonra plağı da yerleştirdim.

 

Bir gün dönüp bakınca düşler
İçmiş olursa yudum yudum yudum yıllarını
Ağla, ağla, Firuze, ağla
Anlat bir zaman ne dayanılmaz güzellikte olduğunu

Kıskanır rengini baharda yeşiller
Sevda büyüsü gibisin sen, Firuze
Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu
Üzüm buğusu gibisin sen, Firuze

 

Çalan şarkılar eşliğinde günü kapatmıştık. Kaç gündür yaşadıklarımın stresi ve bilinmezliklerin getirdiği sıkıntıyla eve gitmek yerine yurda gittim. Orhan amcayla biraz dertleşmek iyi gelebilirdi. Eve gelip arabaya bindiğim gibi yurda gittim. Yarım saatlik bir süreden sonra yurdun önüne geldiğimde arabadan indiğim gibi Orhan amcanın yanına gitmiştim.

Orhan amcanın yanında geçirdiğim yarım saatin ardından en sonunda içimi kemiren soruyu sordum. “Beni yurda bırakan ya da bırakanlar hakkında bildiğin bir şey var mı?” diye sordum. Böyle bir soru beklemediğine emindim, yüz ifadesi de tahminimi doğrular nitelikteydi.

“Nereden çıktı kızım bu soru? Sen hiç sormazdın.” dediğinde derin bir nefes aldım. “Ban kalsa yine sormazdım da bana kalmadı işte.” dedim.

“O ne demek öyle?” diye sordu. Tekrar derin bir nefes alma ihtiyacı duydum, zaten bu aralar aldığım nefesler bana yetmiyordu.

“Son zamanlarda sürekli aynı rüyayı görüyorum. Ot bile bitmeyecek bir yerdeyim ama koca koca kalın gövdeli ağaçlar var. Sonra bir ses duyuyorum, bir ağlama sesi. Gidiyorum oraya, bir kadın var kucağında da bir bebek. Kadının kucağındaki bebeğin yüzünü göremiyorum. Sonra kadın kaybettim diye ağlıyor. Ben bebeği görmek için uzandıkça kadın uzaklaşıyor yani düne kadar öyleydi. Ben o bebeğin yüzünü dün gördüm. O bebek benim Orhan amca.” dememle gözlerindeki acıya şahit oldum.

“Rüyalar için haberci derler kızım. Belki senin gördüğün bu rüya da haberci bir rüyadır. Muhakkak bir anlamı vardır. Sen gönlünü ferah tutmaya bak. Sorduğun soruya gelecek olursak, seni bulduğumda kimse yoktu etrafında. Bir kundağın içindeydin sadece, yanında ise o not vardı.” dedi, notun ne olduğunu biliyordum. Çok sevgili anneciğim ya da babacığım beni bırakırken adı çiçek olsun diye kundağıma not bırakmışlardı, ne incelik ama.

 

*******

 

Orhan amcanın yanından ayrıldıktan sonra markete uğrayarak Yasemin ve bize zerre faydası olmayacak olan ‘kız gecesi kitini’ alıyordum. Alışverişi bitirdikten sonra eve döndüğümde Yasemin ve kızgın suratı beni karşıladı.

“Hayırdır, ne zamandan beri sirke satıyorsun?” diyerek dolaylı yoldan laf soktuğumda yüzünü buruşturdu.

“Neredesin sen? Beni ektin sandım.” dedi. Onun bu hâline gülerek, “Orhan amcaya uğradım sonra da markete. Ee ne var ne yok acıktım ben.” dedim ve nihayet salona geçebildim.

“Orhan amcaya neden uğradın ve yemeği şimdi sipariş edeceğim.” dedi, cebinden çıkardığı telefonla uygulamaya girerken.

“Bana tantuni söyle, içeceğe gerek yok. Ben aldım.” dedim. “Orhan amcaya neden uğradığımı da gecenin ilerleyen saatlerinde söylerim. Açım ve iştahımı kesecek bir şeyler konuşmak istemiyorum.” dedim.

Telefonun ekranında gezinen eli öylece kaldığında bana baktı. “Durum baya ciddi.” dedi ve kısa bir es verdikten sonra tekrar konuştu. “Korkmalı mıyım?”

“Valla bilmiyorum. Açıkçası ben korkuyorum.” dedim. Ardından silkelenerek, “Hadi hadi ver şu siparişi ben de bir üstümdekilerden kurtulayım.” dedim ve salondan kalkarak üstümdekilerden kurtuldum. Daha sonra elimi yüzümü yıkadım ve Ateş’ten gelen mesajları cevapladım.

Gelen yemeğimizi sakince yemiştik. Ben çay demlemek için mutfağa girmiştim. Yasemin de abur cuburları hazırlıyordu. Mutfakta işim bittiğinde çekirdekler için de tabak alıp salona geçtim.

“Anlat bakalım sorun ne?” diye sordu Yasemin.

“Sorun tam olarak sorunun ne olduğunu bilmememden kaynaklanıyor desem ne dersin?” diye sordum.

“Hiçbir bok anlamadım derim.” dedi, oldukça açıklayıcıydı.

Yasemin’e son zamanlarda gördüğüm rüyayı ve üzerimdeki etkisini anlattım. En son olarak dün gece rüyanın hiç görmediğim kınsını anlatınca aramızda derin bir sessizlik olmuştu. Saf ya da alık bir insan değildim. Hiç böyle bir rüya görmemiştim, ya fal bakan kadının anlattıklarından fazlasıyla etkilenmiştim ki bu, kadının rüyamda ağlamasının nedenini anlamamı sağlıyordu ya da bir şeyler olacaktı ve Yaradan beni önceden uyarıyordu.

“Şimdi ben sana ne desem boş Nazlı. Hiç böyle şeyler görmeyen sen birden, özellikle de o fal muhabbetinden sonra böyle şeyler görmen fazlasıyla etkilendiğini gösteriyor bir de ne bileyim ya bir şeyler için önceden uyarılıyorsan?” diye sordu. Bu soru bana sormasından çok sesli düşünmesi gibiydi.

“İşte ben de bilemiyorum Yasemin. Aklımda dolanan şeyler akıl alır gibi değil. Zaten bir şeyleri anlamak için bugün Orhan amcanın yanına gittim.” dedim ve bir turda orada neler konuştuğumuzu ve Orhan amcanın bana neler dediğini anlattım.

“Ateş’e söyledin mi peki bunu?” diye sordu. Hayır anlamında başımı salladım.

“En yakın zamanda söyle. Biliyorum aslında anlatılacak elle tutulur bir şey de yok ama sen yine de anlat.” dedi, bu sefer evet anlamında başımı salladım.

Biraz daha konuştuktan sonra ortalığı toparlayıp uyumak için odalarımıza çekildik. Ateş’le de kısa sayılamayacak bir görüntülü konuşma yaptıktan sonra uyumuştum.

 

********

Gün çoktan doğmuş ve ben hızlı bir şekilde hazırlanarak dükkâna gitmiştim. Makineleri çalıştırdıktan sonra etrafı düzeltmiş ve taze atıştırmalıklar ve kurabiyeler yapmıştım. Kutay’da geldiğinde gün hızlı bir şekilde başlamıştı. Bir ara Handan teyzeler de gelmiş, beraber sohbet etmiştik. Nilüfer, Ela’yı da getirdiğinde kısa bir anlığına da olsa tüm derdimi unutmuştum.

“Kucağına da çok yakıştı.” dedi, kinaye dolu sesiyle.

“En iyi çocuk uzaktan sevdiğin çocuktur derler.” dediğimde, “Karnında hissettiğin ilk an öyle olmadığını anlayacaksın.” dedi, “Çünkü ben de öyle anlayabilmiştim.”

Nilüfer’le de sohbetimiz bittiğinde Ela’yı öğle uykusu için eve götürmek zorunda kalmıştı. Tam gaz çalışmaya devam ederken kapı bir kez daha açılmış bu kez içeri Yasemin, Murat ve Ateş üçlüsü girmişti. Hepsiyle tek tek merhabalaşırken, “Murat ve ben de buralar. Sen Ateş’le konuş aklın kalmasın.” dedi ve benden ayrılırken göz kırptı. Onun bu hâli tebessüm etmeme neden olmuştu.

“Ya bırak benim sevgilim o. Dün gece zaten kaptın Nazlı’mı bir şey yapamadım.” dedi ve beni göğsüne doğru içine sokmak istercesine çekti.

“Aman, al Nazlı’nı yedik sanki.” dedi Yasemin yalancı bir kızgınlıkla.

“Ateş, seninle konuşmak istediğim bir şey var, içeri geçelim mi?” diye sordum.

Yüz ifademde ne gördü bilmiyorum ama alaycı ifadesi dağılmış onu ilk gördüğüm andaki gibi yüz hatları gerilmiş ve sert bir ifadeye kuşanmıştı. Bir şey demeden elimi tutup mutfağın yanında kalan personel odasına çevirdiğim küçük odaya geçip ikili koltuğa oturduk.

“Bir şey olmuş. Biri canını sıkacak bir şey mi dedi? Söyle gülüm, ne oldu?” diye sordu.

Ona gördüğüm rüyalardan ve içinde olduğum ruh halini anlattım. Her kelimemi dikkatle dinlemiş fakat bir yardımı olamayacağını anladığında omuzları çökmüştü.

“İstersen,” dedi. “Onları bulabilirim. İster misin?” diye sorduğunda bir süre öylece kalmıştım. Onlar dediği kişilerin kim olduğu bariz belliydi. Bir süre daha düşündükten sonra, “İstemiyorum.” dedim. Bu kararımı anlayışla karşılayıp, “Tamam.”dedi. “Sen nasıl istersen öyle olsun gülüm.”dedi ve beni kollarının arasına aldı.

Ne kadar süre öyle kaldık bilmiyorum ama Ateş’in çalan telefonuyla oturduğumuz koltukta toparlandık. Ateş telefonu açıp karşı tarafla konuştuğunda, “Tamam geliyorum.” dedi ve telefonu kapattı.

“Çıraklardan biri aradı gülüm. Gitmezdim ama bizim çıraklar halledememişler. Darılmazsın değil mi bana gidiyorum diye?” sorduğunda dudaklarına öpücük kondurdum. Şu an ona hissettiğim hiçbir şey kelimelerle ifade edilebilecek gibi değildi.

“Çok seviyorum seni, darılmam tabii ki. Hadi bir an önce git işlerini hallet.” dedim. Tam ayaklanacakken bileğimden tuttu ve kucağına yan bir şekilde oturmamı sağladı. Bu şekilde oturduğumuzda ondan biraz daha uzun kalıyorum.

“Ne yaptım bilmiyorum ama iyi ki yapmışım ve sen bana ödül olarak gelmişsin.” dediğinde dudaklarıma öpücük konduran bu kez kendisiydi.

*********

Ateş’in gidişinin ardından yeni bir saat geçmişti. Yasemin, Murat ve Kutay’da yaklaşık on beş dakika önce çıkmıştı. En son ben çıktığımda yaz ayının bitmesinden dolayı erkenden kararan havaya baktım. Ne yaz insanı ne de kış insanıydım. Gerçi bizim gibi çocuklar kış ayını sevmezdi. Kimsesizlik en çok kış ayında sızlatıyordu insanın içini.

Sakin adımlarla mahalleye doğru yürürken arkamda birini hissetmemle kısa süreliğine duraksasam da bu sefer arkamı dönmedim. Adımlarım sakin ve normal hızdaydı. Köşeyi döndüğümde duvara saklandım ve beni takip eden kişinin gelmesini bekledim. Saniyeler içinde o da köşeyi döndüğünde hızla yakalarından kavrayıp sırtını duvara çarptım. O daha ne olduğunu anlayamadan kolumu da boğazına dayamıştım.

“Ne ayaksın lan sen?” diye sordum ve boğazına dayadığım kolumu biraz daha bastırdım.

“Kaç haftadır peşimdesin. Ha bire dükkândasın, derdin ne lan!” diye bağırdığımda kimse umurumda değildi.

Karşımdaki çocuğa bakmaya devam ederken bir yandan da olası bir şeye karşı onu süzdüm. Üç numara esmer saçları, biçimli kalın kaşları ve gür kirpikleri vardı. Badem göz denilebilecek seviyedeydi ve benden bir hayli uzundu. Zaten boğazına yetişebilmek için parmak uçlarımda duruyordum.

“Anlatacağım.” dedi elleri boğazındaki kolumdayken.

“Üç saniyen var.” dedim.

“Ben senin kardeşinim.” dedi ve ekledi, “Sen benim ablamsın.”

 

Bir bölümün daha sonuna geldik. Bombayı da böylece patlatmış oldum. Vaziyet alın ortalık karışacak. On altıncı bölümün bir pragrafı bile yok şu an da. O yüzden siz bu bölümü okurken, ben bölüm yazmaya gidiyorum. Hoşça kalın, kendinize iyi bakın. :))

Loading...
0%