@okuyan_bir_insan
|
Yazardan 2007 İlkokul birinci sınıfa başlayan Nazlı, oldukça heyecanlıydı. Üstünde kendisine oldukça bol gelen mavi okul önlüğüyle ve boyundan büyük okul çantasıyla öğrenmeye hevesli bir öğrenciydi. İki ay olmuştu okula başlayalı. Zorlanıyordu, okuma fişleriyle cebelleşiyordu ama hevesi asla geçmiyordu. Ali ata niye biniyordu, Ayşe topu neden tutuyordu bilmiyordu ama yavaş yavaş öğreniyordu. Sabah erkenden uyanmayı sevmese de yurdun dışına çıkabildiği tek zamanlarıydı. Bu yüzden itiraz etmeden her sabah kalkıyordu. Sınıfına girdiğinde, sınıf arkadaşı diğer sınıf arkadaşlarına hevesle bir şeyler anlatıyordu. Merakına yenik düşüp küçük kalabalığa karıştığında, “Ne konuşuyorsunuz?” diye sordu. “Gamze’nin kardeşi olmuş onu anlatıyor.” dedi arkadaşı. “Kardeş mi?” diye sordu. “Nereden geldi ki kardeşin?” dedi Nazlı. Bunları bilmek için oldukça eksiği vardı. Bu eksikliğin en başında da kimsesizlik vardı. “Annemin karnından.”dedi Gamze. “Bebekler annenin karnında büyürmüş.” dedi, annesinden aldığı bilgileri sınıf arkadaşlarına sattı. “Annen kardeşini yedi mi?” diye dehşetle sordu Nazlı. İri kahve gözleri korkuyla açılmış, küçük elleriyle de küçücük ağzını kapatmıştı. “Öyle şey mi olur akıllım.” dedi Gamze. “Anneyle baba, bebekleri olsun diye Allah’a dua ediyormuş. Allah’ta annenin karnına bebek koyuyormuş.” diyince kimse bir şey diyemedi. “Ben şimdi dua edersem Allah karnıma bebek koyar mı?” diye sordu başka biri. “Büyük insan olmak gerekiyormuş. Annem küçük çocukların gerçek bebeği olmaz dedi.” diyince; başka biri, başka bir soru sordu bu sefer. “Kardeşinin cinsiyeti ne?” “Erkek.” dedi Gamze. “Ama çok küçük, sürekli uyuyor. Bir de çok ağlıyor.” dedi. Onlar konuşmaya devam ederken Nazlı yerine geçti. Onun da kardeşi vardı, hem de kız ve aynı yaşta idilerdi. Nazlı’nın kardeşi Yasemin’di. Orhan amcası bir insanın kardeşinin olması için aynı anne babadan olmasının gerekli olmadığını söylemişti. Eğer bir insanı çok seviyorsan o senin kardeşindi.
*******
Karşımdaki bu adam bana kardeşim olduğunu söylüyordu, delirmiş olmalıydı. “Ne diyorsun lan sen. Benim kardeşim falan yok. Derdin ne, söyle çabuk. Emin ol kaybedecek bir şeyim yok, gebertirim seni.” dedim, tehditkâr bir sesle. “Adın Nazlı Çiçek Demir, ama Çiçek ismini kullanmıyorsun. *** yetiştirme yurdunda büyüdün ve en yakın arkadaşların Yasemin, Akın ve Çağatay.” Her kelimesinde şaşkınlığım artıyor, boğazında duran kolum milim milim düşüyordu. Benim hakkımda bu kadar şey bilmesi normal değildi. Zaten kim kendisiyle alakası olmayan birisi hakkında bu kadar çok şey bilir ki. “Gastronomi okudun ve bir dükkânın var. Ateş denilen adamla da berabersin. Bu durum her ne kadar benim kıskançlık krizlerine girmeme neden olsa da şu an bir şey diyemiyorum tabii.” dedi. Bulunduğumuz yakınlıktan rahatsız olduğum için iki adım geri attım. “Annem gibi kokuyorsun.” diyince de kendimi tutamamış ve gözümden bir damla yaşın süzülmesine engel olamamıştım. “Konuşalım mı artık, lütfen.” diyince ona arkamı döndüm ve gözümden akan yaşları hızlıca sildim. “Adın ne?” diye sordum. Gözleri öyle bir parladı ki, sanki ona dünyanın en güzel şeyini söylemişim gibi baktı. “Çağdaş.” dedi. “Çağdaş,” diye tekrarladım. “Güzel isim, ama ben şu an konuşmaya hazır değilim Çağdaş.” dediğimde gözlerindeki parıltılar söndü. “Ama bana numaranı verirsen-” diyerek telefonumu uzatmıştım ki lafımı keserek telefonu elimden hızla aldı. “Tamam,” dedi sesini kontrol edemeyerek. “Sen hazır olduğunda konuşalım, ama ben dükkâna gelebilir miyim? Hiçbir şey sormam, konuşmam da. Yirmi iki yıl sonra bir ablam olduğunu öğrendim, uzaktan da olsa onu görmek istiyorum.” dediğinde annesinden oyuncak isteyen çocuklar gibiydi. “Olur,” dedim. “Gelmekten çekinme ama büyük ihtimal yarın açmam dükkânı. Bu olayı sindirmem ve düşünmem gerek.” dedim ve iki adım atmışken durup arkamı döndüm. “Hazır olup seni aradığımda ne olursa olsun bana yalan söyleme. Canımın yanacağını bilsen bile, gerçekler canımı yakacak olsa bile bana doğruyu söyle.” dedim ve bu kez durmadan ya da arkamı dönmeden daha hızlı adımlarla oradan ayrıldım. Gideceğim yer belliydi.
*********
Aradan üç saat geçmiş, saatler önce evde olması gereken Nazlı eve gelmemişti. Telaşlanan Yasemin ilk önce Ateş’i aramış, Nazlı’nın onunla beraber olmadığını öğrendiğinde Akın ve Çağatay’ın olduğu gruba yazarak ikisine de sormuştu. Onlardan da olumsuz yanıt alınca en son dükkâna bakmış ve kapalı olduğunu görünce deyim yerindeyse Yasemin balataları sıyırmıştı. “Nerede bu kız Allah’ım çıldıracağım.” diye etrafında dönen Yasemin’i kimse durduramıyordu. “Her yere baktığınızdan emin misiniz? Yurda baktınız mı?” diye sordu Murat. “Buraya gelirken yurda uğradık, orada yoktu.” diyen Akın’la tüm ihtimaller tükenmişti. “Nereye gider ki. Hadi gittin diyelim neden haber vermiyorsun, ama habersiz bir yere gitmez ki. Eğer bir yere gidecekse ya da geç kalacaksa mutlaka bana söyler. Nerede bu kız?” diye etrafında dönerek sesli düşüncelere daldı Yasemin. Başına bir şey gelmesinden korkuyordu. “Sevgilisiyledir nerede olacak başka.” diye ortama giriş yaptı Yelda. Tüm dikkatler ona dönerken, “Ne diyorsun sen be!” diye bağırıp tam saldıracakken Murat belinden tutup sakinleştirmeye çalışıyordu. Dün Nazlı’yı bir adamla gören Yelda, ne konuştuklarını anlamasa da fotoğraflarını çekmişti. İkisini de sevgili sandığı için bir marifet yapmış gibi çektiği fotoğrafları göstermek için doğru anı kollamaya çalışmıştı. Yanılıyordu, herkesi kendi gibi sanıyordu. Fotoğrafı açıp Ateş’e gösterdiğinde yüzünde bu durumdan oldukça memnun olduğu belli olan bir tebessüm vardı. Yine yanılıyordu, karşısındaki insanlar saf değildi ya da kendisi gibi salak. Ateş ve diğerleri fotoğrafa bakıyordu. Fotoğrafta Nazlı, adamı duvara yaslamış ve kolunu adamın boğazına dayamıştı. Kendini savunmak için yaptığı bir hareket olduğu bariz belliydi. O an aklına olmayacak bir şey geldi. Nazlı, birkaç gündür sürekli tetikte ve arkasını kontrol ediyordu. Hata yapmıştı, onu yalnız bırakmamalıydı. “Bu adamla Nazlı birlikte bir yere gittiler mi?” diye sordu Ateş. Yelda ise ilk kez doğru bir şey söyleyip, “Hayır, beraber gitmediler ama Nazlı telefonunu uzattı adama galiba numarasını aldı.” dedi gevşek gevşek. “Sana demiştim Ateş, O kız seni taşıyamaz.” Tüm bunlara kulak asmayan Ateş’in cevabı ise çok netti. “Benim de senin gibi hem gönlü, hem midesi hem de yatağı geniş insanlarla işim olmaz. Bunu o küçük aklına iyi sok.” dedi. İleride bu lafından çok pişman olacaktı ama zamanı geri alamazdı. Fotoğrafı gören Yasemin yakınlaştırıp tekrar baktığında jeton düşmüştü. “Ben bunun kim olduğunu biliyorum.” dedi. Herkes ona bakarken lafına devam etti. “Bir aydır bu adam sürekli kafede, saatlerce oturuyor. Sonra da bir sürü şey alıp gidiyor.” dediğinde herkes fikir yürütmeye çalışıyordu. O sırada herkesin telefonuna aynı anda mesaj geldi. Gelen mesaj ise Nazlı’dandı. Herkes attığı konuma bakarak neresi olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yasemin tanıdık gelen konuma daha dikkatli baktığında ilk kez ondan yüksek sesle söylediği bir küfür duyuldu. “Has *iktir.” Meraklı gözlerle herkes ‘ne oldu’ der gibi bakıyordu. Herkeste gözlerini gezdiren Yasemin en son Ateş’te durmuştu. “Konu ciddi, hemen gitmemiz lazım.” dedi ve herkes arabalara doluştular. Yaklaşık kırk beş dakika sürecek olan yolculuk böylece başlamıştı.
********
Oradan ayrıldıktan sonra beynim işlevini yitirmiş, yerini yolu bilen ayaklarıma bırakmıştı. Tanıdık gelen kokuyla başımı kaldırıp baktığımda rota tamamlanmıştı. ‘Taci’nin Mekânı’ Mekândan içeri girdiğimde oldukça dikkat çekmiştim. Bunun başlıca sebebi ise meyhaneye bir kadın olarak tek başıma gelmemden kaynaklanıyordu. İspat edemem ama durum öyleydi. Denizi gören masalardan birine oturduğumda, Taci ağabeyin sesini duymamla arkamı döndüm. “Ooo deli kız, sen gelir miydin buralara?” diye sordu. Bu sorudan çok sitem gibiydi. “Esnafın hâlinden esnaf anlar ağabey. Dükkânı bırakamıyoruz ki.” dediğimde başını sallamakla yetinmişti. “Ne istersin, hangisinden atayım sana?” diye sorunca, “Aç değilim, mezelerden şu kuru cacık var ya o bol olsun bir de yetmiş beşlik alayım ağabey.” “Mideyi delmek gibi bir derdin var galiba ya da derdin büyük, söyle bakalım hangisi?” diye sordu. “Bana kalsın ağabey. Henüz ben de neyin içinde olduğumu bilmiyorum çünkü.” dediğimde hiçbir şey demeden başını sallayarak gitmişti. Kısa sürede gelen mezeler ve ra*ıyla bir yandan düşünmeye bir yandan da içmeye başlamıştım. Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama hatırladığım son şey toplu bir konum bilgisi mesajı attığımdı. “Nazlı!” diye yüksek sesle adımı duyduğumda karşıma baktım. Yasemin, Murat, Ateş, Akın ve Çağatay da buradaydı ama hepsinden ikişer tane vardı, baya kalabalıklardı. “Bu hâlin ne, ne oldu sana?” diye soran Yasemin’e öylece baktım. Onun karşıma oturmasıyla diğerleri de bir sandalye çekip karşıma ve yanıma oturmuşlardı. “Neler olmadı ki.” dedim gülerek. Bir yandan da başımı sallıyordum. Salladığım başım yüzünden midem bulanınca yüzümü buruşturdum. Temiz bir bardağa su dolduran Ateş’i gördüğümde ona baktım. Kızgın durmuyordu ama nasıl olduğunu da anlayamamıştım. Doldurduğu suyu yudum yudum içtiğimde herkes benden bir cevap bekliyordu. Derin bir nefes aldığımda, “Bugün kardeşim olduğunu söyleyen bir adamla tanıştım.” dedim ve bu sefer kahkaha attım. “Benim bir kardeşim varmış, düşünebiliyor musunuz? Anası babası olmayan bir kızın kardeşi varmış.” dedim ve gözlerimden yaşlar akana kadar güldüm. Gözümden süzülen bir damla yaşla, kahkaham hıçkırıklara dönmüştü. “Ablamsın sen benim, dedi bana. Kardeşinim ben senin dedi, her şeyimi söyledi. Hangi yurtta büyüdüğümü, ne okuduğumu, hayatımda kimler olduğunu her şeyimi söyledi. Benim bir kardeşim varmış. Adı Çağdaş’mış. Nasıl olabilir ki böyle bir şey?” diye sordum sonlara doğru kısılan sesimle. Her şey şaka gibi geliyordu. Ortam da uzun süreli bir sessizlik oluşmuştu. Eminim ki kimse böyle bir şey beklemiyordu, ben de böyle bir şey beklemiyordum. Nasıl bekleyebilirdim ki? Kulağıma çalınan müzikle bir kez daha tebessüm ettim, tam da beni anlatıyordu. “Nasılım biliyor musun? Kafam karışık, kaçırmışım hayatı. Meçhule yolculuk. Nasılım biliyor musun? Bildiğin gibi, bir ümit başlıyor her günüm, bitmiyor geceler.” Şarkı ilerledikçe daha gür bir sesle söylüyordum. Ağladığımdan dolayı tarazlanan sesim umurumda bile değildi. “Nasılım biliyor musun? Şakaklarıma aşklar düşmüş, içimde bir çocuk çığlık çığlığa duymuyor musun? Titriyor ellerim tutmuyor musun?” Şarkının bundan sonraki kısmına eşlik edemedim, çünkü ağlamak gibi daha önemli sorunlarım vardı. Bizim gibi çocukların sesini hiç kimse duymazdı. Çığlıklarımız susturulur, haykırışlarımız bastırılırdı. Bize yaşamayı değil hayatta kalmayı öğretmişlerdi. Tutmaları için uzattığımız ellerimiz yara bere içinde kalırdı. Hayatın acımasızlığını anladığımız da ise artık ne çığlığımız kalırdı ne de uzattığımız ellerimiz. Ben ağlarken kimse bir şey demiyor ya da soru sormuyordu. Buna ihtiyacım olduğunu biliyorlardı. Hareketlilik hissetsem de dönüp bakmadım. Yanımdan birisinin kalktığını, daha sonra da oturduğunu hissettim ama yine oralı olmadım. Birden birisinin göğsüne çekiliğimde tanıdık gelen kokuyla bu bedenin Ateş olduğunu anladım. “Ağla,” dedi. “İçini rahatlat, istediğin kadar ağla. Sakın hiçbir şeyi içinde tutma.” demesiyle ağlamam tüm şiddetiyle devam etti. İçmenin ve ağlamanın getirdiği mayışmayla, uyumamak için direnmedim. Ateş’in göğsünde uyuya kaldım.
********* Ateş’in göğsünde uyuya kalan Nazlı’ya bakıyordu herkes. Nazlı’nın anlattıkları hepsini hayrete düşürmüş, böyle bir şeyin nasıl olabileceğini düşünüyorlardı. Uyuyakalan Nazlı’yla orada daha fazla kalmanın anlamsız olduğunu bildikleri için Ateş Nazlı’yı kucakladığı gibi başını Murat’tan yana çevirdi. “Hesabı halletsene biz seninle bir ara hesaplaşırız.” dedi Ateş. Murat başını sallamakla yetindi ve hesabı ödedi. Bir ara gözden kaybolan Yasemin elinde poşetlerle geri döndüğünde nedenini kimse anlamadı. “Bakmayın öyle arabayla döneceğiz kesin midesi bulanacak. Geri zekâlı bir şişeyi bitirmiş.” dedi öfkeli nefeslerinin arasından. Mekândan çıktıklarında arabalara doğru yöneldiler. “Nazlı’yı benim yanıma bırak arkada daha rahat eder.” diyen Yasemin’i dinledi ve arka koltuğa bıraktı Nazlı’yı. Ateş, Nazlı’yı bıraktığı gibi sürücü koltuğuna geçti ve eve gitmek için arabayı çalıştırdı. “Ne olacak şimdi?” diye sordu Murat. “Baksanıza resmen dağılmış kız, hem nereden çıktı bu kardeş olayı şimdi? Yirmi dört yıldır neredeydi bu insanlar?” Hem sinirle hem de merakla sordu Murat. Nazlı onun için arkadaştan çok kardeş gibiydi. “Bilmiyorum,” dedi Yasemin. “Ama Nazlı toparlayacak. Her zaman nasıl ayağa kalktıysa yine kalkacak.” dedi kucağındaki Nazlı’nın başını okşarken. Ateş ise sessizliğini koruyordu. Sevdiği kadının yıkıldığını görmek onu da sarsmıştı. Eli ayağına dolanmış, ne yapması gerektiğini şaşırmıştı. Fakat bildiği tek bir şey vardı. Bundan sonra bu işin peşini bırakamazdı. Ne var ne yoksa öğrenecek, zararlı bulduğu şeyleri Nazlı’ya ulaşamadan sevdiğinden uzak tutacaktı. Canının, canını yakabilecek olan her şeyi yok edecekti. Dikiz aynasından Nazlı’ya baktı ara ara, içinden söz verdi defalarca. ‘söz Nazlı’m, yârim.’ dedi. ‘sana sözüm olsun seni üzecek hiç kimseyi yaklaştırmayacağım yanına.’ Eve vardıklarında arabadan çıktığı gibi midesi bulanan Nazlı’nın yardımına Yasemin yetişti. Hazırda tuttuğu poşeti Nazlı için tutarken Ateş ise sırtını okşadı. İstifrası biten Nazlı’ya Murat su uzattı. Az önce ne var ne yoksa çıkarttığından gücü kalmayan Nazlı’yı yine Ateş taşıdı. Kendinde olan ama gözlerini açık tutamayan Nazlı’yı salondaki koltuğa yatırdı. O sırada ise Yasemin Nazlı için ada çayı yapmaya mutfağa gitmişti. Çalan kapıya bakan Murat, Akın ve Çağatay’la beraber salona döndü. Çağatay, “Nasıl oldu daha iyi mi?” diye sordu. “Az önce istifra etti. Biraz daha iyi şimdi.” dedi Ateş. “Sizden bir şey isteyebilir miyim?”diye sordu. Akın ve Çağatay baş sallamakla yetindi. Ateş koltuktan kalkıp salonun başka bir köşesine geçti. Peşinden gelen Akın ve Çağatay’a, “Nazlı’nın ailesini yani o çocuğu ve ailesini bulmanızı istiyorum. Nasıl insanlar olduklarını bilmiyoruz, Nazlı’ya zarar vermek için karşısına çıkmak istiyor olabilirler. Bana yardım eder misiniz?” diye sorduğunda cevap gecikmemişti. “Benim de aklımda olan şey tam olarak bu. Yıllar sonra ortaya çıkmalarının muhakkak bir nedeni olmalı.” diyen Akın’ı, Ateş ve Çağatay da onayladı. Elinde adaçayıyla gelen Yasemin Nazlı’nın yanına geldi. “Hadi birkaç yudum iç midene iyi gelir.” dedi ve Nazlı uyku ve uyanıklık arasında birkaç yudumda olsa adaçayından içti. Daha sonra tamamen uyku daldı. “Ateş, Nazlı’yı odasına taşır mısın?” diye sordu. Bir şey demeden Nazlı’yı kucağına aldı ve zaten bildiği odaya taşıdı. Yatağına yavaşça bıraktığında hemen geri çekilmedi. Saçlarını okşadı, akan gözyaşlarının rahatsız edici ıslaklığını incitmeden yanaklarından sildi ve yüzüne öpücükler kondurdu. İçerden Yasemin’in çağırmasıyla odadan çıktı ve salona girdi. “Ne oldu?” diye sordu. “Hepinizi kovsam bile gitmeyeceğinizi biliyorum. Bu yüzden nevresimlerimi değiştirdim yani aranızdan iki kişi orada iki kişi de salonda yatacak.” dedi Yasemin. “Ona da artık siz karar verirsiniz. Ben Nazlı’nın yanına gidiyorum. Çok ses çıkarmayın, ses olunca uyuyamıyorum.” dedi ve Nazlı’nın odasına yöneldi. “Gerçi bu gece uyuyabileceğimi de sanmıyorum.” diye söylenerek salondan ayrıldı. Salonda kalan dörtlü birbirine baktı. “Sakın aklınızdan Yasemin’in odasında kalmayı geçirmeyin. Sevgilimin odasında ne işiniz var?” diye söylendi Murat ve Yasemin’in odasına girdi. İçeriden bir çarşaf ve battaniyeyle çıktı ve koltuğun üzerine bıraktı. “İki koltuk bir de yer yatağı var ona da siz karar verirsiniz artık.” dedi ve odaya girdi. O gece beşi de uyuyamadı. Yarını düşündüler, Nazlı’ya ne olacağını nasıl bir tepki vereceğini. Beşinin de aklından türlü türlü sorular ve ihtimaller geçti. Yalnız tek bir şeyi umut ettiler. Birden çıkan bu ailenin Nazlı’ya yara olmamasını dilediler ve sabahı sabah ettiler.
**********
Sabah gözlerimi inanılmaz bir baş ağrıysa açtım. Gözüme giren ışıkla baş ağrım daha da katlanılmaz bir hâle geldiğinde, “Ananı, ne oluyor ya?” diye söylendim. İçeriden, “Söylenmeyi bırak da kalk elini yüzünü yıka pis alkolik seni.” diye söylenen Yasemin’in sesini duydum. Dün gece ne olduğunu hatırlamaya çalışıyor ama bir türlü hatırlamıyordum. Hâlâ yatakta dün gece olanları düşünürken yorgan bir an da üstümden çekildi. “Yaa bırak yaa yorganımı.” dedim ve geri üstüme çekmeye çalışırken beklemediğim bir şey yaşandı. Yüzüme dökülen buz gibi suyla bir an da kendime geldim. “Manyak ruh hastası! İnsan böyle mi uyandırılır?” dedim elindeki artık boş olan bardağa bakarken. “Dua et elimdeki bardak. Sürahi ya da kova falan da olabilirdi.” dedi ve camları açtı. “Kıyafetlerini al doğru duşa gir. Ev kıraathaneye döndü herkes burada.” dedi Yasemin. “Ne demek herkes burada?” diye sordum. “Ne alaka. Gece burada mı kaldılar?” “Sen neler olduğunu hatırlamıyor musun?” diye sordu. Tam başımı hayır anlamında sallayacakken zihnime düşen anlarla öylece kaldım. Telefonuma bakıp Çağdaş ismini görünce dün gecenin gerçekliği bir kez daha canımı yaktı. “Hadi kalk duş al, kahvaltı neredeyse hazır.” dedi ve odadan çıktı. Kıyafetlerimi alıp banyoya girdim. Sıcak su bedenime iyi gelirken, yorgun düşen zihnime neyin iyi geleceğini bilmiyordum. Kurulanıp getirdiğim kıyafetlerimi giydim. En son kafamı da havluyla sarıp banyodan çıktım. Odaya girdiğimde Ateş’te buradaydı. “İyi sıhhatler olsun aşkım.” dedi ve beni kollarıyla sardı. Sarılışına sıkıca karşılık verdim ve içimi kemiren o soruyu sordum. “Kızmadın mı bana?” Ben ona o bana bakıyordu, diline kadar gelen sözler bir türlü ağzından çıkmıyordu. “Doğruyu söyleyeyim mi?” “Söyle.” dedim. “İçtiğin için sana kızmadım, beni habersiz bıraktığın için sana kızdım ama senin yerinde olsaydım eğer senin yaptığını yapardım. O yüzden canını bunun için sıkma. Ben de dâhil olmak üzere kimse sana kızgın değil.” dediğinde sarılışımı sıkılaştırdım. Kollarını belimden çekti ve ellerimi tuttu. Beni yatağın kenarına oturttuğunda arkama geçti. Başımdaki havluyu çözdü ve narince taradı. Saçımın her bir teline ayrı özen gösterdi. Tarama işi bittikten sonra fön makinesinin sesi geldi. “Havalar soğudu, saçlarını kurutalım ki hasta olma.” Eskiden çok kolay ağlayan ben, zamanla yaşadıklarım ya da yaşayamadıklarım sayesinde hissizleşmeyi öğrendim. Fakat kalbime giren bu adamın her bir hareketinden ayrı etkileniyor, birçok defa âşık olurken buluyordum kendimi. Tıpkı şu an olduğu gibi. Dolan gözlerimi tavana dikerek yaşları geri gitmesini sağladım. Dün yeterince ağlamıştım. Kurutma işi bittiğinde saçımı bir kez daha taradı ve örmeye başladı. Bu hareketine şaşırmıştım. “Saç örmeyi nereden biliyorsun?” diye sordum. “Asena doğduğu zaman annemden öğrenmiştim.” dedi. “Hımm kardeşinin saçını ören bir ağabey ha, sevdim.” dedim gülerek. Bu lafıma bir şey demedi. Bitirdiği örgünün ucuna komodinde duran tokayı taktı ve sol omzumun üstüne bıraktı. Açıkta kalan sağ boynuma bir öpücük bıraktı. Bu sırada da içeriden Yasemin’in kızgın sesi, “Sofraya!” diye bağırdı. Havluyu ve dökülen saçlarımı toparladıktan sonra mutfağa geçtik. “Sonunda ya vallaha sonunda gelebildiniz yani.” diye söylendi. “Geldik işte Yaso’m.” dedim ve sofraya baktım. Kızartmalar, akıtmalar ne ararsan vardı. “Birileri mesleğimi elimden almaya çalışıyor galiba.” diye takıldım. “Yok canım almayayım, sağ ol. Oradan oraya koşturmaktan helak oldum. Üç kere kendimi yakma tehlikesi atlattım bana yetti bu kadar mutfak macerası.” diyince hepimiz gülmüştük. Kahvaltı bittikten sonra salonda hep beraber çay içerken aklıma gelen şeyle Yasemin’e baktım. “Senin bu saatte işte olman gerekmiyor muydu?” “İzin aldım.” dedi. Benim için izin aldığını biliyordum. Burada bulunan insanların da benim için burada olduğunu biliyordum. Herkes anlatmamı sabırla bekliyordu. “Dün gece,” dedim ve konuya girdim. “Dükkândan çıktıktan sonra takip edildiğimi fark ettim.” dedim ve her şeyi baştan sona anlattım. Anlattıkça yaşananlar bir kez daha gözümde canlanıyordu. “Soy adını biliyor musun? Yani o adamın.” diye sordu Akın. “Hayır, sormadım.” dedim ama aklıma gelen şeyle odama gidip telefonumu aldım. Çağdaş adında başka tanıdığım yoktu ama numarasını telefonuma kendisi kaydetmişti. Elimde telefonumla salona döndüm. “Numarasını kendi kaydetti. Belki soy adıyla kaydetmiştir.” dedim ve rehberden adını buldum. Tam da tahmin ettiğim gibiydi. “Soy adı Akçay.” dedim. “Sen ne yapacaksın peki, görüşecek misin onunla?” diye sordu Çağatay. “İnan bilmiyorum. Düşünmem gerek ki zaten doğruyu söyleyip söylemediğini bile bilmiyorum. Ama böyle bir şey varsa yapacağım ilk şey DNA testi istemek olur.” dedim. Hepsi onaylar şekilde başını salladı. Akın ve Çağatay ayaklandığında, “Nereye?” diye sordum. “Bir araştıralım bakalım bu çocuk kimmiş, neyin nesiymiş? O kadar avukat olduk, biraz kullanalım bu imkânları değil mi?” dediğinde bir şey demedim. Onları geçirdiğimizde Yasemin’e döndüm. “Sen,” dedim işaret parmağımı ona uzatarak. “Madem izin aldın git sevgilinle takıl.” Tam itiraz edecekken, “Hayır, itiraz kabul etmiyorum. Ben iyiyim daha da iyi olmam için günlük yaşantıma geri dönmeliyim bu yüzden sen sevgilinle gidiyorsun ben de sevgilimle gidiyorum.” dediğimde Ateş’in kolunun altına girdim. Kollarıyla beni sıkıca sardığında, “Her zamanki gibi haklı, hadi gidin. Ben sevgilimi özledim ya.” dedi. “Hazırlanayım biz de çıkarız.” dedikten sonra odaya geçip uzun kollu triko bir kazak ve koyu mavi İspanyol paça bir pantolon giydim. Mevsimlik ceketimi de giydiğimde hazırdım. Çantamı da alıp odadan çıktığımda Yasemin’de odadan çıkmıştı. Daha sonra hep beraber evden çıktığımızda Ateş’le baş başa kalmıştık. Biraz gezdikten sonra iş yerine gitmiştik. Araba tamir işine merak sardığımı söylediğimde bana zorla giydirdiği tulumla iş yaptırmıştı. Tüm bunları kafam dağılsın, düşünmeyeyim diye yapıyordum ve Ateş’te tüm bunlara kafam dağılsın diye ses çıkarmıyordu. En son beni arabanın altına yatırmak istediğinde, “Yok artık.” dedim. “Nasıl çıraksın sen? Bir de bana göster diyorsun. Uzaktan bakmayla olmuyor bu işler.” dediğinde ne olduğunu anlayamadan kendimi arabanın altında bulmuştum. Tam söylenecekken tanıdık bir ses duymamla olduğum yerde kaldım. “Allah neşeni arttırsın Ateş. Ne oldu? Nasıl bir bahane buldu da inandırdı seni? O kız nasıl olurda bu kadar kör etti gözlerini?” bu ses, Yelda’ya aitti. “Sana bir daha buraya gelme dediğimi çok net hatırlıyorum. Yüzsüz müsün sen?” diye çıkıştı Ateş. “Ya o kız seni aldattı!” dediğinde olduğum yerden çıktım. “Ne diyorsun lan sen!” Benim burada olduğumu bilmediği için kısa süre afallamıştı. Kendini hemen toparlayarak, “Yalan mı? Köşelerde erkeklerle sürten ben miyim?” dediğinde Ateş’e baktım. “Sakın araya girme.” dedim ve hedefime doğru ilerledim. Yüzüne sağlam bir tokat attığımda öylece kalakaldı. “Bu bana attığın iftira için.” dedim ve diğer yanağına da tokat attım. “Bu hayatında biri olduğunu bildiğin hâlde Ateş’in peşini bırakmadığın için.” Kolundan tutup tamirhaneden çıkardım. “Aklın varsa benden de Ateş’ten de uzak dur. Yoksa seni öyle bir rezil ederim ki utançtan değil başını kaldırmak insan içine çıkamazsın. Bu dediklerim tehdit değil, dediklerimi yapmadığın takdirde geleceğinden ufak bir spoiler bilmem anlatabiliyor muyum?” diye sorduğumda sert adımlarla gitti. Arkamı dönmemle Ateş’in dudaklarıma yapışması bir oldu. Bu önceki öpüşlerine tezat oldukça hırçın ve tutkuluydu. Nefes almadan öpüyor, dili ağzımın içini talan ediyordu. Ben de olabildiğince karşılık vermeye çalışıyordum. Son kez dili dilime değip alt dudağımı dişleyerek bıraktı. “Şu an çok fena yükseldim sana. Acayip ateşliydin, zaten tulumda çok yakıştı.” dedi ve bu sefer boynuma gömüldü. Derin soluklar alarak az öncekine tezat oldukça narin öpücükler kondurdu. İş yerinde biraz daha takıldıktan sonra dün geceki ekiple beraber bu sefer Asena, Tolga ve Kadir’de dâhil olmak üzere dışarıda yemek yedik. Diğerlerinin de olaylardan haberlerinin olduğunu görüyordum. Hepsi bana pür dikkat bakıyor göz göze gelince de bakışlarını çeviriyorlardı. Sohbet ede ede yemeğimizi yedikten sonra evlere dağılmaya karar vermiştik. Ateş’le vedalaşırken, “Bu gece evde kal.” dedim. “Biliyorum gece yarısı cama tırmanıp geleceksin. Dün gece de bizdeydin. Hem, Handan teyzeye de mahcup olmak istemiyorum. Sen de son yaşananları düzgünce anlat kadına. Sağdan soldan yalan yanlış şeyler duymasın. İnanmaz biliyorum ama yine de her şeyi anlat.” dedim. “Hanım ne derse o. Yapacak bir şey yok.” dedi ve sıkıca sarıldı. “Dün gece de yanında uyutmadı insafsız baldız ama yapacak bir şey yok.” dedi. Bu söylediğine gülerken az ileride Murat’la vedalaşan Yasemin, “Duyuyorum.” dedi. Ateş’in cevabı ise gecikmedi, “Duy diye söylüyorum zaten!”
1 Hafta Sonra Aradan bir hafta geçmişti. Bu süreçte ise kafeyi açmamış bol bol düşünmüştüm. Konuşsam kaybedeceğim bir şey yoktu. Kendimi bildiğimden beri aklımda dönen soruların cevabını bulabilirdim. Gördüğüm rüyaların belki de böyle bir anlamı vardı. Şimdi hep beraber Murat’ın çay bahçesinde oturuyorduk. Ben konuşmak için boğazımı temizlerken tüm dikkatler bana döndü. “Hepinizin bildiği üzere birkaç gün önce hayatımın bazı gerçekleriyle karşılaştım. Bu süreçte de hepiniz ayrı ayrı yanımda oldunuz, bunu için size ayriyeten teşekkür ederim.” dedim. Akın ve Çağatay, Çağdaş’ı araştırıyordu. Ateş, Yasemin ve Murat her zaman yanımdaydı. Hasan ağabey ve Nilüfer hangi kararı verirsem vereyim arkamda olacağını söylemişti. Handan teyze ise endişelerimi anlıyor her iki ihtimalde doğabilecek sonuçlar hakkında benimle fikir yönetiyordu. Yani kısacası herkes bir şekilde varlığını hissettiriyordu. “Ben de bir karar aldım. Sonuç her ne olursa olsun hayatım hakkındaki gerçekleri öğrenmek istiyorum. Bu süreçte de beni yalnız bırakmayacağınızı biliyorum. Bu yüzden bu kararımı ilk sizlere söylemek istedim.” dediğimde herkes kararıma saygı duymuştu. Sırada ise her şeyi öğrenmek vardı. Hayatım hakkındaki gerçekleri artık öğrenme vaktiydi.
Bir bölümün daha sonuna geldik. Medya da telefondan okuyanlar için bir şarkı var ne yazık ki pc den ben de göremiyorum. :( Umarım bölümü beğenirsiniz. Görüşlerinizi yazmaktan çekinmeyin lütfen. Yazım yanlışı var ise af ola. Hoşça kalın. :) |
0% |