Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18. Bölüm

@okuyan_bir_insan

Yirmi dört yılım kendim hakkında hiçbir şey bilmeden geçmişti. Gözümü açtığımda kendim gibi bir sürü çocuk olan bir yetimhanedeydim. Kimliğimde yazan soy isim uydurmaydı. Doğduğum tarih, beni bulduklarında hastanede yapılan kontroller sonucunda tahminlerden oluşan bir tarihti. Doğum yerim, İstanbul’da ki bir yetimhaneye bırakıldığım için İstanbul’du. Şu zaman ki hayatıma kadar hakkımdaki tek gerçek bir diğer adımın Çiçek olmasıydı.

Dün benim için ruhsal ve psikolojik açıdan oldukça yorucuydu. Yıllardır biriktirdiğim ve hesap sormak için yanıp tutuştuğum öfkem, kelimenin tam anlamıyla götümde patlamıştı.

Dün gece Yasemin’le beraber uyumuştuk ve yaklaşık yirmi dakika önce uyanmış, kahvaltı hazırlamak için yanımdan kalkarken seslere uyanmıştım. Sabah dükkâna gitmeden önce Akın’la yazmıştım ve annemler hakkında topladıkları bilgileri öğrenmiştim. Annem doğruyu söylemişti. Öğrendiğim babamın adını kendi çapımda internette aratmıştım. Gemicilik işiyle uğraştığını öğrendiğimde ise hiç şaşırmamıştım.

‘Bilmem farkında mısın ama hem anne hem de baba tarafından Karadeniz’lisin Nazlı, adamın ne olmasını bekliyordun. Ya müteahhit olacaktı ya da gemicilik işi yapacaktı.’ diyen iç sesime, yok tabanca olacaktı dememek için kendimi zor tuttum. Karadeniz’li olan herkes de gemiciydi zaten anasını satayım.

Onun hakkında biraz daha araştırma yaparken bir röportajına denk gelmiştim. Merak edip sayfaya girdiğimde kocaman bir aile fotoğrafı görmemle burkulan kalbimin acıdığını hissettim. Aldığım nefes kaburgalarımın arasındaki kalbimi yaktı. Benim gözlerim ise sadece ondaydı. Kırklı yaşlarının sonlarında olmasına rağmen yakışıklı duruyordu ve yapılıydı. Gözlerimiz ise aynı renkti.

‘Senden haberi yoktu, unutma bunu Nazlı. Bizi bilmiyordu.’ diyen, iç sesime bir aydır biliyor ama diyince gerçek bir kez daha yüzüme çarpmıştı. Beni bir aydır biliyordu ama karşıma çıkmamıştı. Aile fotoğrafının kalanına baktığımda yanındaki kadın eşiydi. Güzel bir kadındı. Fotoğrafa dikkatli baktığımda oturdukları koltuğun arkasında üç tane çocuk ayakta dikilmiş poz veriyordu, ikisi erkek biri kızdı.

“Sanırım bu tabloda bana yer yok.” dedim ve daha fazla bu görüntüye maruz kalmak istemediğimden haber sayfasından çıkarak diz üstü bilgisayarı kapattım. Yataktan da çıkıp topladıktan sonra tuvaletteki işlerimi halledip mutfağa girdim.

“Kolay gelsin ustam, yardım lazım mı?” dediğimde, “Her şey hazır hadi sofraya geç.” dedi. En son çayları da koyup oturduğunda kahvaltıyı yapmaya başladık. Yasemin neler olduğu hakkında meraktan patlayacak olsa da tekrar tekrar anlatıp üzülmemi de istemiyor ve herkes beraberken tek seferde anlatıp kurtulmamı istiyordu.

Hızlı biten kahvaltının ardından aynı hızla hazırlanıp evden çıkmıştık. Dükkâna kısa sürede gelmemizle ben çay suyu koymuş ve makineleri açmıştım. Yaklaşık on beş dakikanın ardından önce Handan teyzeler gelmişti. Dükkândan içeri girmesiyle çantasını Asena’nın kucağına tutuşturup, “Kızım.” dedi ve beni bağrına bastı. Bu hareketi dün yaşananları hatırlattığında gözlerimin dolmasına engel olamamıştım.

“Nasılsın diye sormayacağım sana, çünkü senin bile nasıl olduğunu bilmediğine eminim. Cesaretin için seni tebrik ederim. Başka biri senin yerinde olsaydı eğer belki de senin yaptığını yapamaz ve yüzleşemezdi. Sen çok güçlü bir kızsın ve biz her zaman senin yanındayız tamam mı? Sen asla yalnız değilsin kızım.” diyerek tekrar beni sarıp sarmaladığında aynı şekilde karşılık verdim.

“Teşekkür ederim Handan teyze. Biliyorum, her zaman yanımda olduğunuzu. Zaten bu yüzden cesaret edip gerçeğin peşine düştüm. Yoksa yapamazdım, iyi ki varsınız. Hepinizi çok seviyorum.”

“Ama en çok beni seviyorsun değil mi Nazlı’m?” diye araya girerek duygusallığı bozan Ateş’e bakıp gülümserken o göz kırpmakla yetinmişti.

Aradan geçen on dakika da herkes gelmiş ve resmen ne söyleyeceğim diye ağzımın içine bakıyorlardı. “Öncelikle durumu herkes bildiği için baştan anlatmam gereken bir durum yok. Dün, Çağdaş’ın daha önceden konumunu attığı evlerine gittiğimi herkes biliyor, annemle tanışmak için gittiğimi.” dediğimde hiç kimse lafımı kesmeden beni dinliyordu.

“Annemin anlattığına göre onun babasıyla, babamın babası düşmanmış ve bu düşmanlıkta onların babalarından geliyormuş. Fakat annemle babam birbirlerini sevmişler, âşık olmuşlar. Annemin babası olacak o adam ise annemi başka bir adamla evlendirmek istiyormuş, annem de bunu duyunca babama söylemiş ve kaçmaya karar vermişler.”

Ben her şeyi anlatırken bazılarının gözleri doluyor, hatta dolmakla da kalmayıp benim için ağlıyorlardı. Beyler ise başıma gelenler ölen insanları suçluyorlardı ki zaten öyleydi. Bu yüzden o ikisine ettikleri küfürleri duymamazlıktan geldim.

“Peki ya baban Nazlı abla, eğer annenin anlattıkları doğruysa babanın hiçbir şeyden haberi yok demektir.” diyen Asena’ya, “Var,” dedim. “Yani o zamanlar tabii ki yokmuş ama bir buçuk iki ay önce aynı mektup ona da gitmiş. Yani yaklaşık iki aydır o da beni biliyor.”

Bu sözlerimin ardından ortam da sessizlik oluşurken bu sefer ağzını hiç açmayan Kadir konuşmuştu. “Yirmi dört yıl sonra ilk aşkımdan bir kızım olduğunu anlatan bir mektup alsaydım eğer, önce bu mektubun doğruluğunu kontrol ederdim. Bu kolayca idrak edilebilecek bir mevzu değil. Daha sonra kızımın kim olduğunu öğrenmeye çalışırdım. Çevresini, bensiz nasıl bir hayat yaşadığını, bu zamana kadar neler yaptığını. Senin karşına çıkmadığı için belki de kızgınsın şu an ama bir de böyle düşün. Ha eğer işler benim düşündüğüm gibi değilse o zaman siktir et. Bu zamana kadar anasız da babasız da aslanlar gibi büyümüşsün. Bu saatten sonra hayatında olmasa da olur.” dediğinde ilk defa onu bu kadar uzun konuşurken görmüştüm.

“Eyvallah, hakkımda aslan olarak düşündüğünü bilmiyordum. Öğrendiğim iyi oldu.” dedim takılmak için. “Ben öyle bir şey söylemedim.” dedi ve önündeki çayı içti. Ardından çaktırmamaya çalışarak göz kırptı.

“Kardeşler nasıl, anlaşabilecek misiniz?” diye soran Nilüfer’le kardeşlerim hakkında da konuşmuştuk. Hayatım iyice Türk dizisine dönerken işin sonunun nereye gideceğini de merak ediyordum.

Neredeyse iki saatlik muhabbetimizin ardından birkaç müşteri gelmesiyle herkes ufaktan kalkmış ve dükkândan çıkmışlardı. Herkes yavaş yavaş giderken bir tek Ateş kalmıştı.

“Kalayım mı yanında, kaçırırım seni hım ne dersin?” diye sordu.

“Beni miskinliğe alıştırma derim.” dedim. “Senin yüzünden hiç çalışasım gelmiyor ama çalışmamız lazım sevgilim.” dedim ve kollarımı sıkıca boynuna doladım. O da kollarını sıkıca belime dolamıştı.

“Ama ben seni çok özlüyorum.” derken boynuma gömdüğü başı yüzünden sesi boğuk çıkmıştı.

“Ben de seni çok özlüyorum ama ne yazık ki liseli değiliz aşkım.” dedim ve Ateş’le lise de karşılaşmadığımız için şükrettim o zamanlardaki ben, ben değildim.

“Biliyorum, benim için endişelisin ve beni yalnız bırakmak istemiyorsun. Neyse ki her zaman benim yanımda olduğunu biliyorum ve hissediyorum. Bu yüzden kazık kadar olmuş iki yetişkin olarak işimizin başına dönmeliyiz.”

“Sana bir itirafta bulunayım mı?” diye sordu, hâlâ başı boynumdayken. “Bulun.” dedim.

“Senin her şeyini çok seviyorum ama sen de en çok sevdiğim yerin neresi biliyor musun?” diye sordu. Bu bir soru değildi ama yine de “Neresi?” diye sordum.

“Boynun,” dedi. “Boynunun ayrı bir sıcaklığı var, insanın içini ısıtan bir sıcaklık. Sana böyle sarılınca dudaklarımın altında nabzın atıyor ya işte bunu çok seviyorum.”

Onu boynumdan çıkarıp yüz yüze geldiğimiz de nasıl baktım bilmiyorum ama Ateş biliyordu. O benim bir bakışımdan beni anlardı.

“Seni çok seviyorum Ateş.”

“Seni çok seviyorum Nazlı’m.” dedi ve dudaklarıma öpücük kondurdu.

Ateş gittikten sonra ben de işimin başına dönerek birkaç gündür yaşadıklarımın etkisini çalışarak üzerimden atmaya çalışmıştım.

Kapanış saatine doğru kalabalıklaşan dükkân nihayet boşaldığında zihnimin yorgunluğu bedenime de vuruyordu. Mesaj geldiğinde arka cebimdeki telefonu çıkardım.

 

Ateş ❤: Bebeğim ne yapıyorsun?

 

Siz: Dinleniyorum hayatım, birazdan dükkânı kapatacağım. Sen ne yapıyorsun?

 

Ateş ❤: Ben de çalışıyorum gülüm. İşim biraz uzun sürecek, o yüzden yazdım sana. Ben yetişemeyeceğim.

 

Bu yazdığına şaşırmakla gülmek arasında kalmıştım. Bazen beni gerçekten küçük bir çocukmuşum gibi hissettiriyordu.

 

Siz: Bebeğim benim eve tek başıma da dönebileceğimi biliyorsun değil mi? Her ne kadar eve seninle dönmek hoşuma gitse de önce iş. O yüzden aklın ben de kalmasın, hem zaten çıkışta hemen eve gitmeyeceğim.

 

Ateş ❤: Biliyorum ama bu yine de seninle ve gitmek istememe engel değil. Ayrıca beraber eve dönmemiz benim de çok hoşuma gidiyor. Aynı eve gittiğimiz günleri de göstersin Rabbim (çok amin) ayrıca sen nereye gidiyorsun?

 

Bir insanın dediği her şey nasıl insanın kalbini tekletebilirdi. Ateş’in tek bir sözü, hatta bakışı kalbimin teklemesi için yeterliydi.

 

Siz: Yurda uğrayacağım. Çocukları özledim, hem kafam da dağılır biraz. Ayrıca ben bir evlilik teklifi almadım. Yani aynı eve gitme işi şu an biraz yaş.

 

Ateş ❤: Yaş ise kurutalım gülüm. Yolun sonunda sen varsan yaş olan tüm işleri kuruturum.

 

Siz: Şapşal. Seni seviyorum. 💋

 

Ateş ❤: Çok seviyorum hem de. Ayrıca bunun gerçeğini de isterim. ❤

 

Ateş’le yazışmamın ardından kafeyi toparlayıp kilitledikten sonra çıktım. Arabaya binip yarım saatlik yolu yine düşünceler eşliğinde geçirdim. Yarım saatin sonunda yurda geldiğimde birkaç çocuğun bahçede oynadığını gördüm. Çantamı Orhan amcanın kulübesine bıraktıktan sonra bahçeye doğru yürüdüğümde çocuklar beni fark etmişti.

“Çiçek abla!” diye hep bir ağızdan bağırıp, üzerime doğru geldiklerinde hepsine tek tek kucak açtım.

“Neden daha sık gelmiyorsun eskisi gibi. Yoksa artık beni özlemiyor musun?” diye soran Barış’a mahcupça bakmıştım.

“Özür dilerim. Büyükler bazen çok işle uğraştığı için dışarıya çıkmaya zaman bulamayabiliyor, o yüzden gelemedim.” dedim. Çok iş dediğimde kim olduğumu öğrenmekti, gerçekten ne büyük işlerle uğraşıyordum.

Çocuklar bahçede oyunlarına devam ederken ben de bahçedeki banka oturmuştum. Ateş’e içimi açtığım banktı bu. Şimdi burada onsuz oturmak tuhaf hissetmeme neden olmuştu. Gözlerimi karşımdaki manzaradan ayırmazken yanımda hissettiğim hareketlilikle oraya baktığımda Orhan amcanın olduğunu anladım. Elinde tuttuğu iki karton bardak vardı. Bekletmeden benden tarafta olan elindeki bardağı uzattığında hemen aldım.

“Havalar soğudu, çocuklar neden dışarıda?” diye sordum.

“Birkaç hafta sonra isteseler de çıkamayacaklar. Biraz daha iyiyken hava enerjilerini atsınlar.” dediğinde başımı sallamakla yetinmiştim.

“Düşünüyorsun değil mi?” diye sordu. Çayımdan bir yudum alırken, “Nasıl düşünmem ki?” dedim. “Ben hiçbir zaman böyle bir şeye ihtimal vermemiştim. Yıllarca bile isteye terk edilen çocuktum ben, bana göre. Ne bileyim öyle olsaydı belki canım daha az-” derken sözümü kesmişti.

“Hayır, öyle olsaydı canın daha az yanmazdı, şu hâlinden daha beter yanardı canın. Senin canını yakan şey ise ailenden ayrı geçirdiğin boş yere geçen zamanlar. Eğer her şey olması gerektiği gibi olsaydı nasıl olurdu diye düşündüğün ihtimaller. Sana düşünme diyemem kızım ama zamanı geri alamayız. Bazı şeyler yaşanması gerekir, istemesek de yaşanır. Buna kader deriz. Kaderinde bu varsa kim ne yapabilir.”

Orhan amca benim kendime sesli söyleyemediğim gerçeklerimi haykırıyordu. Kuytu köşelerimde, içimden bile gizli gizli söylediğim her şeyi yüzüme söylüyordu, canım yanıyordu ama böyle olmaz mıydı? Gerçekler can yakmaz mıydı? Yakardı, en çok gerçekler can yakardı.

Başka hiçbir şey söylemeden geldiği gibi yanımdan kalkarken benim çoktan başım öne düşmüş ağlıyordum. Orhan amcanın yanımdan kalkmasıyla sessiz gözyaşlarım hıçkırıklara dönerken omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyordum. Ne kimse duymasın diye bir telaşım vardı ne de görünmekten korkuyordum. Kaçtığım gerçekler gözyaşı olarak beni yakalıyordu.

Başımın önde olmasından dolayı gördüğüm küçük ayaklarla dikkatim dağılmıştı. Başımı kaldırıp baktığımda yurda yeni gelen çocuklardan biriydi. Orhan amcadan öğrendiğime göre ailesiyle yaşadığı trafik kazasından sağ çıkan tek kişiydi. Ne anne tarafı ne de baba tarafı onu istememişti, bu yüzden de yurda bırakılmıştı.

“Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Orhan amca konuşmadığını söylemişti ama neden ağladığımı merak etmişti sanırım.

“Canım acıyor.” dedim.

“Yaran mı var?”

Başımı sallayarak onaylamıştım onu.

“Neren acıyor?” diye sorunca parmağımla kalbimi işaret edip, “Kalbim acıyor.” dedim.

“Adın ne senin, bana adını söyler misin?” diye sordum.

“Ege.” dedi. “Adın güzelmiş.” dedim.

Küçük ellerini yanaklarıma uzatıp yanaklarımdaki, benim silmeye tenezzül bile etmediğim yaşları sildi.

“Annem bir yerim yaralandığında üflerdi, benim de hemen canımın yanması geçerdi. Artık annem yok ama nasıl üflediğini hatırlıyorum. Ben de senin yarana üfleyeyim mi, belki acısı geçer?” dediğinde tekrar ağlamaya başlamıştım.

“Benim yaram üfleyebileceğin yerde değil, ama sarılırsan üflemiş gibi olursun sarılalım mı?” diye sorduğumda kollarını sıkıca boynuma sarmıştı. Ben de Ege’ye sıkıca sarılmıştım.

Dediğim gibi de olmuştu. Ege sarılınca kalbimdeki acı az da olsa hafiflemişti. Biraz daha öyle sarılınsa kollarımı gevşetmemle o da boynumdan kollarını çekmişti.

“Üflemiş gibi oldum mu?” diye sordu.

“Oldun.” dedim. “Teşekkür ederim bana sarıldığın için.”

Gülümsedikten sonra utanıp yanımdan kaçtığında başımı göğe kaldırıp derin bir nefes aldım. Tekrar çocuklara bakacakken gözüm yurdun kapısına doğru kaydı ve hiç beklemediğim birisiyle karşılaştım. Agah Arslanoğlu yani babam buradaydı.

 

*********

 

Sabah erken saatte kalkan Agah Bey oldukça heyecanlıydı. Bu heyecanı yüzünden gece doğru düzgün uyuyamamıştı bile. Hazırlanıp otelin restoran katına indiğine dair çocuklarına mesaj atmıştı. Çocukları da çok geçmeden geldiğinde hepsi bir an önce kahvaltılarını yapıp Nazlı’yla tanışmak istiyorlardı.

“Baba, ablam sence bizi kabul edecek mi?” diye sormuştu Cemre. Bir ablası olduğunu öğrendiğinde ilk önce babasının annesini aldattığını düşünmüştü. Daha sonra annesi ve babası bir araya gelerek işin aslını anlattıklarında, kardeşler ne yapacağını şaşırmışlardı. Ama asıl şaşkın olması gereken babasıydı. Yıllar sonra bir çocuğu olduğunu öğrenmek ve onca yılı ondan ayrı geçirdiğini bilmek içini yakmıştı.

“Neden etmesin ki?” diye soran ise Cemre’nin ikizi Emre’ydi. “Bu durumda hiç kimsenin suçu yok.” Emre her ne kadar bu duruma sıcak bakmasa da bir ablası olduğunu öğrendiğinde en çok o merak etmişti. Emre’yi korkutan şeyse annesinin ve babasının bu olay yüzünden arasının açılmasıydı.

“Eder kızım, eminim sizi tanıyınca çok sevecektir.” dedi Agah Bey’de.

“Nasıl karşısına çıkacağız baba?” diye sordu Tahir. En çok o merak ediyordu ablasını.

“Dükkânına gidelim, olmaz mı?” diye soran ise Cemre’ydi.

“İş yeri olmaz. Sonuçta kalabalık bir yer, hem bu durumu bir de çevresine mi açıklayacak.” diyen Tahir’di.

“O zaman bir fırsatını bulup karşısına çıkacağız. Ben artık kızıma geç kalmak istemiyorum.”

Yemeklerini yiyen Agah Bey ve çocukları, kahvaltı işini bitirdikten sonra ilk iş Nazlı’nın evine gitmişlerdi. Şu an ne yapıyorlarsa akıl ve mantıktan çok uzaktı. Çünkü hiçbiri ne yapacağını bilmiyordu. Nazlı’nın kaldığı apartmanda bir hareketlilik olunca hepsi oraya baktı. Agah Bey, apartmandan çıkan Nazlı’yı takip etmesini şoföre söyledi. Dükkâna giren Nazlı’yı arabanın içinden izlediler. Tam cesaretlerini toplamışlardı ki mahallelinin hep birlikte içeri girdiklerini görünce bir daha girme girişiminde bulunmadılar.

Emre anlık bir düşünceyle arabadan indiğinde Cemre’yi aradı ve telefonu hoparlöre vermesini söyledi. Emre telefonu hattın diğer ucundan da duyulabilecek şekilde içerde konuşulanları arabadakilere dinletti. Bu konuşmalar hepsine ağır gelmişti.

Emre saklandığı yerden çıkıp arabaya geri döndüğünde sessizlik hâkimdi. Kızı ondan her ‘baba’ diye bahsettiğinde sanki ilk defa baba olmuş gibi yüreği hopluyordu. Kaç saat orada geçirdiklerini hiç fark etmediler. Bir ara acıktıklarında şoför vasıtasıyla Nazlı’nın yaptıklarından yediler. Agah Bey ilk defa yıllar sonra bulduğu kızının elinden bir şey yiyordu.

Nazlı eve geçmeden onunla konuşmak istemişlerdi ama arabasıyla bir yere gittiğini fark ettiklerinde takip etmeden duramamışlardı. Yarım saatlik yolculuğun ardından geldikleri yerle hepsi derin bir şekilde yutkunmuştu.

Çocukların hep bir ağızdan ona seslenmesini ve hepsinin tek tek sarılmak için mücadele etmesini Arslanoğlu kardeşler kıskanmıştı. Çocuklarla ne konuştuklarını duyamasalar da gördükleri hepsine yetmişti.

Tüm gözler Nazlı’nın üstündeyken dakikalar sonra sarsılan omuzlarını gördüklerinde ağladığını anlamışlardı. Bu görüntüye daha fazla dayanamayan Agah Bey arabadan inip Nazlı’nın yanına gitmek isteyince küçük çocukla olan konuşmasını duymuştu. Kızı canım acıyor demişti, kalbim acıyor demiş ve küçük çocuktan sarılmasını istemişti. Yanında hareketlilik hissetse de aldırmadı Agah Bey, o an ise günler beklediği an gerçekleşti. Kızıyla göz göze gelmişti.

“Kızım.”

 

******

 

Karşımda gördüğüm adam benim babamdı. Yıllar sonra çıkıp gelen babam, varlığımı dahi bilmediği babam. Babam? Acaba bana babalık yapmak için mi çıktı karşıma, tanımak istediği için mi, yoksa elime üç beş kuruş sıkıştırıp hayatına girmemem için ‘benden uzak dur’ demeye mi geldi? Eğer öyle bir şey diyecek olsaydı yanında çocukları olur muydu? Ya da çocuklarını gösterip ‘bak benim zaten çocuklarım var sana gerek yok’ diyip göstermek için mi buradalar? Neden buradalar?

“Kızım.” diyen adamla olduğum yerde kaldım. Bahçe kapısından bir hışım geçip bana doğru koşar adımlarla geldiğinde olduğum yerden ayaklandım fakat, sanki vücudumun kontrolü çoktan benden çıkmıştı.

Ayağa kalkmamla sarılması bir oldu. “Kızım, Çiçek’im. Yavrum benim, babacım.” diyip daha sıkı sarıldı. Şoka girdiğim için bir şey diyemiyor ona sarılamıyordum. Gözlerim babam olan adamın arkasında kalan üç çocuğundaydı. Hepsi bana ve babalarına dolu gözlerle bakıyorlardı.

Bana sarılmayı bitiren babamın kollarının arasından çıktığımda bir eksiklik hissetmiştim. Bu hiç normal değildi.

“Merhaba,” dedim dolu gözlerimle. Bu aralar oldukça sulu gözlü olmaya başlamıştım. Acilen eski ayarlarıma geri dönmeliydim ama bu şu an için mümkün değildi. “Ben ne söylemem gerektiğini bilmiyorum ama sanırım önce kendimi tanıtmakla başlamalıyım. Merhaba ben Nazlı, tanıştığıma memnun oldum.”

 

Bir bölümün daha sonuna geldik. Bu bölüm diğer bölümlere nazaran daha kısa olabilir fakat her şeyi bir bölüme sığdırmak istemedim. Yazar gözüyle yazılan Agah Arslanoğlu'nun neler hissettiğini görmek hoşunuza gidiyor mu? Bu arada en zorlandığım yer ikizlere bir isim bulmaktı. Yazım yanlışı varsa af ola. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalınnnnn. Oy atmayı ve yorum yazmayı unutmayıııınnn. :))

Loading...
0%