@okuyan_bir_insan
|
Şu an ki ortamı ölsem hayal edemezdim sanırım. Yetiştiğim yurdun bahçesinde karşımda yirmi dört yıldır görmediğim babam ve onların çocukları vardı ve ben az önce ne demiştim. ‘Kendimi tanıtayım mı?’ gerçekten bunu yapmış mıydım? Kriz anlarında saçmalamayı bırakmalıydım. Babasının arkasında duran kız öne çıkarak, “Merhaba abla, ben Cemre. Şey senin kız kardeşin oluyorum.” dedi ve aniden sarıldı. Birkaç saniye sonra anca kendime gelmişken, tam da çekilmek üzereyken ben de kollarımı ona sarmıştım. Benden birkaç santim uzundu. Kollarımı gevşetip geri çekildiğimde o da geri çekilmişti. “Ben Emre, Cemre’nin ikiziyim.” dedi ve tokalaşmak için elini uzattı, Cemre’ye çok benzeyen biri. Uzattığı elini sıktığımda, “Her ne kadar adımı söylememe gerek olmasa da adettendir. Ben de Nazlı.” dedim. En son Cemre ve Emre’ye nazaran daha büyük gibi duran tam karşıma geçti. Kendisinin boyunun maşallahı vardı. Önce elini uzattı ve “Tahir,” dedi. Uzattığı elini sıktığımda gözlerimin içine baktı ve beklemediğim bir anda tuttuğu elimle beni kendine çekti. “Abla.” dedi ve sıkı sıkıya sarıldı. Ne olduğunu anlamadan kendimi ona sarılırken buldum. Benden oldukça uzun olduğu için başım göğsünde kalıyordu ve hızlı atan kalbini net bir şekilde duymamı sağlıyordu. Panikten ve ne yapacağımı bilemediğimden dolayı, “Kalbin çok hızlı atıyor.” dedim. “Seninle sonunda tanıştığım için heyecanlıyım, böyle atması normal.” dedi. O da nihayet geri çekildiğinde hepsinde gözlerimi gezdirdim. Sonunda başıma gelmeye tenezzül eden aklımla, “Siz neden buradasınız?” diye sordum. Birbirlerine yandan bakan bakışları gördüğümde, “Siz beni takip mi ettiniz? Ne zamandan beri?” diye sordum. “Birkaç gündür.” dedi Agah Bey. “Neden?” diye sordum bu kez de. “Karşıma çıkmak için neden beni takip ettiniz?” “Doğru zamanı bulmak için.” dedi o da bu kez. “Bir yerde oturup konuşalım mı kızım? Biliyorum, aklında çok soru var yani vardır belki de ama benim sana sormak istediğim çok şey var. Yıllar sonra da olsa seni tanımama, tanımamıza müsaade eder misin?” diye sordu. “Gerçekten beni tanımak mı istiyorsunuz?” diye sordum. “Yani beni kabul ediyor musunuz, çocuğunuz olarak?” diye sorduğumda yumuşak yüz hatları sertleşti ve kaşları çatıldı. “O da ne demek? Tabii ki de seni tanımak istiyorum, istiyoruz. Sen benim kızımsın, kardeşlerinin ablasısın. Tamam yirmi dört yıl var arada, kolay olmasını beklemiyorum ama seni bulmuşken kaybedecek bir dakikam bile yok artık. Sen, sen beni bizi tanımak ister misin?” diye sordu. ‘İster miyiz Nazlı? Kendimizi olası tüm kötü senaryolara hazırladık ama şimdi tüm o düşündüklerimizin aksine tanımak istiyor.’ “İsterim.” dedim. “Birbirimizi tanıyalım. Dediğiniz gibi kolay olmayacak tabii ama burada suçlu bizler değiliz. Ben hepinizi tanımak isterim.”
*******
Yurttan çıktığımızda onların arabasını takip ederek İstanbul’un nezih denilebilecek mekânlarından birine gelmiştik. Yolda giderken Ateş’e ve Yasemin’e durumu kısaca özetlemiştim. Şimdi ise mekâna geleli yaklaşık on beş dakika oluyordu. “Nasılsın?” diye sordu Agah Bey. “Şaşkın.” diye karşılık verdim. “Siz peki, yani hepiniz.” diye karşımdaki dörtlüye sormuştum. Gerçi tam da karşımda sayılmazlardı. Cemre ve Tahir yanıma oturmak istemişlerdi. Karşımdaysa Agah Bey ve Emre vardı. “Biz de aynı durumdayız, şaşkın ama mutlu.” dediğinde öylece bakmıştım. “Gerçekten mutlu musunuz? Beni yanlış anlamayın, sadece yıllardır kurduğunuz bir düzen aile varken bir anda bir kız ortaya çıktı. Ne bileyim, bu durum sizi kötü etkilemedi mi? gerçekten benim varlığım sizi rahatsız etmiyor mu?” diye sordum. “Bu dediğinin olması mümkün değil. Hiç kimse seni böyle görmüyor Nazlı, göremezde. Senden haberim olsaydı eğer, bir kez bile düşünmeden alırdım seni. Ne olursa olsun, sen benim kızımsın. Yerinde benim yanım olurdu, olmalıydı.” dedi ve başı öne düştü. “Annem,” dedim ve derin bir nefes aldım. “Bana her şeyi anlattı. Sizin neyden ne kadar haberiniz var bilmiyorum ama ben ölmeyeyim diye varlığımı saklamış. Beni bilselermiş eğer öldürürlermiş.” “Bu nasıl bir canilik böyle?” dedi Cemre. “Gerçekten yaparlar mıydı baba, ablamı öldürürler miydi?” diye sordu. “Yaparlardı.” dedi Agah Bey. “Ben anneni çok sevdim Nazlı.” diye başka bir konuda söze girdi. “Annen de beni. Biliyorduk, ikimizde bu yolun sonunun olmadığını biliyorduk ama o zamanlar aşkımızın bu engelleri yıkacağını sandık, olmadı. Ben annenin hamile olduğunu bilmiyordum. O mektup gelene kadar da bilmiyordum.” dedi ve masadaki sudan içti. Zor konulardı, anlayabiliyordum. “Mektubu ilk aldığım an inanmadım, kabul ediyorum. Daha sonra fotoğrafına baktım, mektubun içinde fotoğrafın da vardı. İnsan hisseder ya hani, ben sana baktığımda kızım olduğunu hissettim. Sen benim canımdan bir parçaydın, insan canının yarısını nasıl hissetmez.” Tüm bu dediklerini gözümün içine bakıp söylüyordu. Bunlar bana çok ağır geliyordu. Bazı kendini bilmez insanlar yüzünden ben bu sevgiden mahrum kalmıştım. Ne ben ne de onlar bu ayrılığı hak etmemişlerdi. Biz bu yaşanan hiçbir şeyi hak etmemiştik. “Ben,” dedim ve sesimdeki boğukluğu gidermek için masadaki sudan ben de içtim. “Bu zamana kadar hep annemi babamı bekledim. Nerede bir kedi köpek görsem, sanki sizi bulacaklarmış gibi onlara sizi çok özlediğimi, beklediğimi söylerdim. Çocuk aklı işte; o köpek sizi bulacakta, dile gelecekte, benim sizi özlediğimi söyleyecek. Sonra sizden vazgeçtim. Beni bile isteye bıraktığınızı düşündüm, istenmeyen çocuk. Aldırılmak için geç kalınmış, doğduktan sonra ise sokağa bırakılmış bir çocuk olarak düşündüm kendimi hep. Başka türlüsü gelmedi aklıma çünkü, kim istediği çocuğunu sokağa bırakırdı ki. Ben bu konuşmayı kafamda hep kurdum. Sizi hiç aramadım ama bir gün karşılaşacağımızı biliyordum.” dedim ve sudan bir yudum daha aldım. Bu masadan içimi dökmeden kalkmayacaktım. “Seni ilk gördüğüm an, ‘beni neden bıraktın?’ diye hesap soracaktım sana. ‘Bakamayacağın bir çocuğu neden yaptın?’ diye soracaktım, ‘neden yıllar sonra karşıma çıktın?’ diye hesap soracaktım ama şimdi ben bunların hiçbirini yapamıyorum. Yapamıyorum çünkü, annem benim için hem benden hem kendinden vazgeçmiş, babam varlığımı bile bilmeden yaşamış. Hesap sormam gerekenler toprak olup gitmiş. Ben kimseye kızamıyorum, hesap soramıyorum. Benim giden yirmi dört yılımın kefaretini kim ödeyecek şimdi?” ve bir hıçkırık. Masadan hızla kalkıp kendimi kadınlar tuvaletine attım. Boş bir kabine girip kapıyı kilitledikten sonra gözyaşlarımı tutmadım ve içim dışına çıkana kadar ağladım. Bunca yıllık sevgisiz büyüyüşüme ağladım, annemin olmayışına, babamın olmayışına. Varken yok oluşlarına ağladım. Ben yaşayamadığım yıllarıma, kaybolan zamanıma ağladım. “Abla,” dedi ağlamaklı bir ses. Bu Cemre’nin sesiydi. “Şu an sana ‘biliyorum, seni anlıyorum’ gibi zırvalıklar söylemeyeceğim. Çünkü bilemem, anlayamam, ama artık yalnız değilsin abla. Keşke sana giden yıllarını geri verebilsem, öyle bir gücüm olsa keşke ama yok. Sana geçmişi veremem ama geleceğinde gerçek bir abla - kardeş olabiliriz. Ben korkuyorum abla, seni öğrendiğimizden beri bizi kabul etmemenden korkuyorum. Sadece ben de değil ağabeyim de, Emre’de hatta babam da. Bu yüzden hemen çıkamadık karşına.” Her dediğine bir gözyaşı daha akıtıyordum. En sonunda kilidi açıp kabinden çıktığımda kızarık gözleriyle karşılaştım. “Siz beni kabul ediyor musunuz? Beni ablanız olarak görüyor musunuz?” “Ablamsın tabii, Allah Allah. Başka ne olacaksın ya, tabii ki de ablamız olarak görüyoruz ve kabul ediyoruz. Sen, sen bizi kardeşin olarak görür müsün? Kabul-” derken sözünü kesecek bir şey yaptım. Kendime çekip bu kez sarılan taraf ben oldum. Kısa bir afallamanın ardından o da kollarını bana sardı. “Abla?” dedi sorar gibi. “Kardeşim.” dedim, aklındaki soruları gidermek ister gibi. Bu dediğimle kolları daha da sıkılaşırken, “Ablam.” dedi bu sefer. Sarılma merasimimiz biterken geri çekildik ve “Resmen bir ablam var artık. Konuşmamız gereken o kadar çok şey var ki hepsini sana anlatmak için sabırsızlanıyorum.” demesiyle kahkahamı tutamadım. Ağlamalı gülmeli geçen abla kardeş olma merasimimizden sonra elimizi yüzümüzü yıkayıp tuvaletten çıkmıştık. Masaya geldiğimizde bakışlar bize dönmüştü. Agah Bey de ayaklandığında, “Siz iyi misiniz?” diye sordu ikimize bakarak. Tam karşısına geçtiğimde gözleri artık benim üzerimdeydi. “Baba demek benim için her zaman daha zor olmuştur.” dedim ve tüm söyleyeceklerimi gözünün içine bakarak söylemeye devam ettim. “İlkokulda arkadaşlarım babalarını anlattığında hep onlara özenirdim. Bir babam olmasını çok isterdim. Orhan amca; yurttaki güvenlik görevlisi, beni o büyüttü. Ben onu baba yerine koydum ama seninle karşılaşınca anladım. Baba demek bambaşka bir şeymiş, baba.” dememle gözleri tekrar dolmuştu. “Kızım,” dediğinde “Baba,” diye karşılık verdim. Kollarını bana sardığında ben de ona sarıldım. Baba sıcaklığı böyle bir şeymiş demek ki, huzurlu ve güvenli. Çalan telefonumla birbirimizden ayrıldığımızda kimin aradığına baktım, Ateş’ti. Merak etmiş olmalıydı ki arıyordu. Kafamı telefondan kaldırıp baktığımda herkes telefonuma bakıyordu. “Bunu açmam gerek.” dedim ve yanlarından ayrılmadan yerime geçip telefonu açtım. “Efendim.”dememle karşıdan ses duyulması bir olmuştu. “Gülüm, neredesin sen Allah aşkına. Meraktan öldük burada, her şey yolunda mı, iyi misin?” diye sordu. “İyiyim, her şey yolunda.” dedim ve gözlerimi babama çevirdim. “Babam ve kardeşlerimle oturuyoruz.” dememle gözlerindeki parlamaya şahit oldum. Ondan babam diye bahsetmem oldukça hoşuna gitmiş gibi duruyordu. “Konuşmamız gereken şeyler oldukça fazla malum. O yüzden beni merak etmeyin, konuşmamız bitince geleceğim ben.” dedim. “Sen gerçekten iyisin değil mi Nazlı’m? Aklım sen de kaldı.” dediğinde “İyiyim, gerçekten. Şimdi kapatmam lazım, sonra konuşuruz.” dedim. “Tamam canım, konuşuruz. Bir şey olursa beni ara mutlaka tamam mı?” dediğinde, “Tamam, bay bay.” dedim ve telefonu kapattım. “Bu arkadaş sana hep böyle ‘Nazlı’m’ der mi?” diye sordu Tahir. “Ay ağabey sevgililer, tabii ki de istediği gibi hitap eder.” diyen Cemre’yle bakışlarımı hepsinin üstünde gezdirdim. Ne dediğinin sonradan farkına varan Cemre ise elleriyle ağzını kapatmıştı. “Siz,” dedim ve hepsinde göz gezdirdim. “Benim Ateş’le beraber olduğumu biliyor muydunuz? İyi de nasıl bili-” derken kendi lafımı kendim böldüm. “Beni takip ederken öğrendiniz değil mi? Yoksa beni mi araştırdınız?” diye sordum. “Seni daha yakından tanımak ve yanlışlıkla da olsa pot kırmak istemediğimizden hakkında bazı şeyler öğrenmek istedik. Ama anlaşılan yanlış strateji kullanmışız, asıl böyle pot kırdık.” diyen Emre’ydi. “Öncelikle hakkımda bir şeyleri öğrenmek istemeniz normal, ama bunu bana sorarak yapın lütfen. Benim sizden saklayacak bir şeyim yok ve evet az önce konuştuğum kişi sevgilimdi. Adı Ateş ve bir süredir beraberiz.” dedim. Beylerin suratı düşer gibi olsa da Cemre, “Nasıl tanıştınız?” diye sorunca hepsi merakla bana bakıyordu. Nasıl tanıştığımızı anlattığımda, “Ayy kader resmen. Peki, nasıl sevgili oldunuz?” diye sordu. Bu soru üzerine erkeklere bir öksürük tutarken bu sefer nasıl sevgili olduğumuzu anlattım. Ben kız kardeşime bir şeyler anlatıyordum. Yasemin’de benim kardeşimdi ve hep öyle kalacaktı ama Cemre’yle konuşmak bambaşka hissettiriyordu. Ben nasıl sevgili olduğumuzu anlatırken masadakiler yer yer hüzünlenmiş, yer yer de kızmıştı. Bunun sebebini anlamasam da sorgulamadım. “Yani şimdi sen mi açılmış oluyorsun?” diye sordu Cemre. “Orasını hiç bilmiyorum ama kendimi bir anda Ateş’le sevgiliyken buldum.” dedim. “Yalnız öyle çok sevgilim demezsen iyi olur.” diyen Tahir’e, “Neden?” diye sordum. “Kıskanayrum!” diye yükseldi. “Zaten ha bire sarılıp durayi sağa. Topuklaruna sıkıcağum az kaldi.” derken dehşetle ona bakıyordum. “Oğlum,” dedim. “Beni kıskandığın için sevgilimin ne günahı var? Kendi çapında zararsız ziyansız kıskan işte.” dediğimde bir şey demedi. Beni takip ettiklerini söylemişlerdi. O sıralarda Ateş’in bana sarıldığını muhakkak görmüşlerdi. Belki de daha fazlasını da. “Neyse, arada kaynamadan benim sormak istediğim bir soru var.” dedim ve babama baktım. “Eşin, yani çocukların anneleri, bu durumdan haberdar değil mi? Ben kimsenin arası ya da ilişkisi benim yüzümden bozulsun istemiyorum. Ben kimsenin kurulu düzenini bozamam, eğer yapabileceğim bir şey varsa yaparım.” dedim. Babam bana öylece bakarken masada duran elimi tuttu. “Gülendam’ın, yani eşimin her şeyden haberi var, için rahat olsun kızım. Hem kardeşlerinle de tanışmanı en çok isteyen kişilerden biri de o.” derken benim aklıma takılan şey, “Beni kaç kişi biliyor ki en çok isteyen kişi o?” diye sormak olmuştu. Böyle bir soru sormamı beklemediği için şaşkınlığı belli oluyordu. “Karadeniz’in neredeyse yarısı seni biliyor.” diyen Tahir’di. “Ne!?” diye sesim yükseldiğinde şaşkınlığımdan ses tonuma da engel olamamıştım. “En yakın zamanda Rize’ye gelmen gereken konular var abla.” diyen ise Cemre’ydi.
********
Babamlarla oturduğumuz mekânda hem konuşmuş, hem de akşam yemeği yemiştik. Rize’ye gitme konusunda acele etmeme gerek olmadığını, ben ne zaman hazır hissedersem o zaman gitmemiz gerektiğini söyledi. Bu süreçte de babam İstanbul’dan da ev bakmaya başlayacağını anlattı. Tahir’in yirmi bir yaşında üniversite son sınıf öğrencisi olduğunu öğrendim. Babasının işlerini devralabilmesi ve aynı zamanda da kendi isteğiyle de ‘deniz ulaştırma ve işletme bölümü’ okuduğunu öğrendim. İkizler ise on dokuz yaşında taze mezunlardı. Emre işletme okurken, Cemre ise psikoloji okuyordu. İkisi de okulu İstanbul’da kazanmışlar. Eve geldiğimde ise herkesin bizim evde olduğunu fark ettim. Şaşkınlığımı üstümden atamadan Yasemin ve Ateş beni aralarına alarak merakla bana bakıyorlardı. “Nasıl geçti?” diye sordu Yasemin. “Ağlamışsın, yoksa kötü bir şey mi dediler?” diye sordu Ateş. “Seni eve tek mi gönderdiler?” diye soran Asena’ydı. “Neler konuştunuz?” diye bir başka soru da Tolga’dan geldi. “Bir susarsanız eğer kız anlatacak.” diyen ise Kadir’di. “Teşekkür ederim.” dedim ve hepsinde göz gezdirdim. “Öncelikle konuşma iyi geçti, ağladım çünkü duygusal bir konuşma yaşandı. Artık bir babam ve toplamda beş kardeşim var.” dememle herkes gülmüştü. Yasemin, “Çok sevindim Nazlı, sonunda istediğin aileye kavuştun.” dedi ve sıkıca bana sarıldı. Ben de ona karşılık verirken ensesine hafifçe vurdum. “Şapşal, sen benim neyimdin peki bu zamana kadar. Ben zaten bir aileye sahiptim. Sadece var olan ailem biraz genişledi o kadar. Sen hâlâ benim ailemsin, sakın deli saçması düşüncelere girme. Valla yolarım etlerini.” dememle ortamdaki hava değişmiş ve sohbet şamatalı bir hâl almıştı. “Bu arada söylemeyi unuttum ama benim bir ara Karadeniz’e gitmem lazım, yani lazımmış.” dememle niye diye soran gözlerle karşılaştım. “Nedenmiş o?” diye sesli bir soruysa Ateş’ten gelmişti. “Babamların dediğine göre beni orada bilmeyen neredeyse yok. O yüzden hem kendimi tanıtmak için, hem de kim olduğumu görmeleri için gitmem gerek.” dedim. “Tamam, ne zaman gidiyorsun söyle hep beraber gidelim.” diyen Murat’ öylece baktım. “Hep beraber mi gideceğiz?” diye sordum. “Ne sandın?” diyen Kadir’di. “Seni orada yalnız mı bırakacaktık. Ayrıca yaranı deşmek istemem ama orası annenin de memleketi, yani seni ailenden koparan deden olacak o adamın da. Ne kadar kalabalık gidersek, senin için o kadar iyi olur.” dedi. Haklıydı, beni memleketimden de ailemden de koparan adamın memleketi de orasıydı. Beni ailemden ayıran kişi bizzat öz dedemdi. Biraz daha konuştuktan sonra herkes evine gitmek için ayaklanmıştı. Herkesle tek tek vedalaşırken hepsini haberdar edeceğimi söyledim. En sona Kadir kaldığında ona da sarıldım. “Benim bir ağabeyim yok ama sayende ağabeyim varmış gibi hissediyorum, teşekkür ederim beni düşündüğün için.” dedim ve yüz yüze gelmemizi sağladım. “Mahalleye geldiğin ilk gün anlamıştım ben de bir yer edineceğini. Benim de bir kardeşim yok, sen de bana kardeş oldun. Bir ağabeyin görevi de kardeşini korumaktır. Ben de üzerime düşen görevi yapıyorum.” dedi ve göz kırpıp ardından evden çıktı. Asena’yla da vedalaştıktan sonra Ateş çıkarken sımsıkı sarılarak, “Gece yarısı geleceğim, camı aç gülüm.” dedi ve boynuma öpücük kondurdu. “Hiç hayır demem valla, özledim.” dedim ve onun yaptığı gibi boynunu öptüm. Ateş’te evden çıktıktan sonra Yasemin’le salonu toparlamış ve biraz daha sohbet ettikten sonra odalarımıza geçmiştik. Ateş’in de dediği gibi gece yarısı olduğunda açtığım camdan odama girmişti. Girdiği gibi belime kollarını doladığında bacaklarım yerini biliyormuş gibi onun beline sarmıştı kendini. “Çok özledim seni.” dedi ve boynuma sayısız öpücüklerini bıraktı. Kollarım boynuna dolanmışken eşitlenen boyumuzdan faydalanarak, “Ben de seni çok özledim Ateş’im.” dedim ve onun yaptığı gibi açıkta olan en yakınımda olan boynuna öpücüklerimi sıraladım. Boğazından gelen hırıltıyla hassas noktasının boynu olduğunu anladım. Başını boynumdan çektiğimde kısılan gözleri ve hafif açılan dudaklarını gördüm. Dudaklarına öpücük kondururken bana eşlik ederek anında karşılık vermişti. Hâlâ kucağında olmamla üç adımda yatağıma geldi ve beni sırt üstü yatırdığı gibi bacaklarımın arasında olmasıyla üstüme yattı. “Daha fazla ileri gidersek duramam.” demesiyle kendime geldim. “Şimdilik,” dedim ve ne zaman nefes nefese kaldığımı bile anlamadım. Derin nefesler alırken, “Şimdilik burada duralım.” dedim. O da beni başıyla onaylarken boynumdan ve dudaklarımdan son bir öpücük aldı ve kendini yan tarafa attı. İkimizi de altımızda kalan yorganın içine aldı ve kollarını bana sıkıca doladı. “İyi geceler Nazlı’m.” “İyi geceler Ateş’im.”
*******
“Hadi Nazo ya çıkamadın bir türlü.” diye evin salonundan bağıran Yasemin’ e cevap vermeden son kez üzerimi düzelttim ve odadan çıktım. “ ‘Bir yere gideceğiz hazırlan’ dedin hazırlandım. ‘Güzel giyin’ dedin giyindim. Bu kış zamanında etek giydirdin bana Yaso, Allah aşkına biz nereye gidiyoruz.” diye sordum. Babamlarla konuşmamızdan bu yana iki hafta geçmişti. Sık sık konuşup irtibatı koparmıyorduk. Hatta Çağdaş ve Onur’la da tanışmışlardı ve ben olay çıkacak sanırken gayet normal bir şekilde konuşmuşlardı. Kardeşlerim, kardeşlerimle tanışmışlardı. Böyle söyleyince kulağa tuhaf geliyordu ama durum tam olarak buydu. “Sürpriz diye kaç defa demem gerekiyor Nazlı.” demesiyle şansımı daha fazla zorlamadan, “Tamam, hadi çıkalım artık.” dedim ve evden çıktık. Gideceğimiz yeri Yasemin bildiği için arabayı o sürüyordu. Bir yerde park ettikten sonra yaklaşık on dakika yürüdük ve bir kafenin önünde durduğumuzda ne olduğunu anlamaya çalışırken, Yasemin’in koluma girmesiyle hızlı bir şekilde mekâna girdik. İçeri girdiğimizde ise neredeyse tüm tanıdıklarım buradaydı, tabii kardeşlerim de.
Bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım yaptığım Karedeniz ağızı çok göze batmıyordur, çünkü Karadeniz'li değilim. Bölümü beğendiniz mi? Beğendiyseniz oy vererek bana destek olun ve görüşlerinizi yorumlarda bildirin lütfen. Kendinize iyi bakınnn, hoşça kalııınnn. :)) |
0% |