@okuyan_bir_insan
|
“İki hafta da bu organizasyonu ayarlayacağım diye göbeğim çatladı. Herkes birbirini hem tanısın hem de eğlenceli vakit geçirsin diye bu buluşmayı ayarladık.” diyen Yasemin’e öylece bakıyordum. Karaoke kafe tarzında bir yerdeydik. Yasemin, arkamdan iş çevirip herkesi toplamış ve bu buluşmayı ayarlamıştı. Açıkçası hoşuma da gitmişti. Çünkü benim hayatımda her ne kadar eksik kişiler de olsa bu insanlardan başka kimsem yoktu. birbirleriyle anlaşabilmeleri benim için çok önemliydi. “Hoş geldiniz abla.” diyen Çağdaş’la sıkıca sarıldım. “Hoş buldum.” Diğer herkesle de sarıldıktan sonra arada oluşan sessizlikten rahatsız oldum ve “Ee tanıştınız mı bakalım?” diye sordum. “Tanıştık abla.” diyen Onur’du. “Anlaşabildiniz mi peki?” diye sorduğumda tekrar bir sessizlik oluşmuştu. “Seni paylaşamıyorlar da biraz ama bak birazcık.” diyen Tolga, kendini tutamayıp güldüğünde herkes ona ölümcül bakışlarını atmıştı. “O da ne demek şimdi?” diye sordum. “Gülüm, bir parça kardeş kıskançlığı çokta bir şey yok.” diyen Ateş’e, “Ablama gülüm deme!” diye topluca bir ses yükseldi. Çağdaş, Onur, Emre ve Tahir son derece sinir olmuş bir şekilde Ateş’e bakıyorlardı. Bu duruma müdahale etmem gerektiğini bildiğimden vakit kaybetmeden söze girdim. “Beyler,” dedim ve hepsinin bana dönmesini sağladım. “Beni ablanı olarak hissedip ve kabul edip benimsediğiniz için teşekkür ederim. Açıkçası kardeşlerim tarafından kıskanılmak hoşuma da gidiyor ama Ateş benim hayatımdaki insan. O yüzden ona düşmanınızmış gibi bakmayın lütfen. Ona çok değer veriyorum ve seviyorum. Lütfen kıskançlığınızın dozu kaçmasın olur mu?” dediğimde hepsi sinirli bir soluk bırakıp yarım ağız da olsa tamam demişlerdi. “Ama yine de benim yanımda sana çok yaklaşmasın. Daha yeni bulduğum ablamı zaten paylaşmak çok zor geliyor, uzak durun bakayım birbirinizden.” diyip yanımdaki Ateş’i uzaklaştırarak kendini sol yanıma atan kişi Tahir’di. Sağ yanımda ise Cemre vardı. “Ateş ağabeyi gerçekten çok seviyorsun galiba abla.” dediğinde ona baktım. “Hayatıma aldığım ilk insan o ve evet çok seviyorum.” dediğimde koluma girip, “Yaaaa.” demişti. Ondan yana tamamen dönüp göz kırptığımda, “Sende ne var ne yok?” diye sordum. Yüzü anında düştüğünde, “Yok abla, ben kocayıncaya kadar da olmaz. Ağabeyim bir yandan, fasulye sırığı olacak Emre bir yandan. Yani benim gönül işleri yaş anlayacağın.” dedi ve masada olan kuru yemiş tabağından rastgele aldığı birkaç kuru yemişi uzaklara bakarak yedi. “Lan bakmasana ablama öyle içli içli!” diye bir ses yükseldiğinde dikkatim oraya kayarken, Tahir’in Ateş’e söylediğini fark ettim. Bakışlarım Cemre’ye dönerken, “Cehennemime hoş geldin.” dedi. Ortamdaki her an gerilmeye müsait olan havayı dağıtmak için Yasemin kolumdan tutarak beni piste sürükledi. Daha sonra masaya giderken, “Herkes kendini toplasın, buraya Nazlı için geldik. Kavga çıkaran olursa yakarım çırasını.” diye azar çekmesini duydum. Listeden bir şarkı seçtikten sonra bilgisayarın başında duran kişiye söyledim ve müziği açmasını bekledim. Benim sahneye çıkmamla bizim masa da dâhil olmak üzere diğer masaların dikkati de sahneye yönelmişti. Başlayan müzikle beraber şarkıya başlamak için doğru anı bekledim. ‘Aç kalbini ben geldim, sıkı sıkı tut bırakma, zar zor yıktım duvarlarımı kıymetini bil uzatma. Bak yaldızlarımı döktüm, açtım kapılarımı gir içeri, bahçelerimi anla ben büyük harflerden ürktüm.’ Şarkıyı Ateş’e bakarak söylüyordum ve yüzündeki ifadeden anladığıma göre bu durumdan oldukça hoşnut duruyordu. Şarkı bittiğinde ise önce bilgisayar başındaki adam gitmiş ve bir şeyler söyleyerek mikrofon alarak yanıma geldi. Başlayan şarkıyla ona öylece baktım, çünkü en sevdiğim şarkılardan biriydi. Kendime gelip şarkıya giriş yaptığımda az önceki gibi gözlerinin içine bakarak söyledim. ‘Al aşkım beni yanına dalmışım sarhoşluğuna bir ömrü senle aşalım al uçur beni sonsuza, kaybetmek varsa ne çıkar aşkta yer yok hiç korkuya.’ Bir an olsun gözlerimiz birbirinden ayrılmazken son iki dörtlüğü Ateş söylemişti. Onu şarkı söylerken ilk defa görüyordum ve sesi çok güzeldi. ‘ Öyle günler var ki baştan sonu gelmiş böyle istenmiş sen yaşamalısın, ayrılık beter ölümden Tanrı yazmasın aşkımı benden kimse ayırmasın, biz dünyayı çok sevdik ölüm bizden uzak olsun aşık olduk yüreklendik kader bizden yana dursun, hasretliği çektirme Tanrı’m gözümüz yollarda kalmasın ne istersen götür ama sevda bize aşk bize kalsın.’ Birbirimizin gözlerine bakarak söylediğimiz şarkıyı aynı şekilde bitirmiştik. Etraftan kopan güçlü bir alkışla anca kendime geldiğimde etrafa baktım. Tam sahneden inecekken önümü kesen tanımadığım biri bir peçete uzattı. Peçetede ne yazdığına baktığımda istek şarkı olduğunu anladığımda şaşırıp kalmıştım. Ateş tam peçeteyi veren kişinin peşinden gidecekken zar zor durdurdum. Bir terslik olduğunu anlayan bizimkiler elimdeki peçeteye bakarken, “Kim yazdı lan bunu?” diye soran kişi ise Tahir’di. “Ben yazdım ağabesi beğenemedin mi?” diye söyleyen kişiye baktığımda yanında ama ayakta duran takım elbiseli birkaç kişi vardı. İşlerin hiç iyi yerlere gitmeyeceğini anladığımda Tahir’in önüne geçtim ve “Hemen gidelim buradan, uğraşmaya değmez.” dedim ve bir elimle Tahir’in bir elimle de Ateş’in kolundan tutup bizim masaya doğru sürüklemeye çalıştım. “Sana o peçeteyi şarkıyı söyle diye verdik.” diye hâlâ konuşmaya devam eden adamı takmamaya çalışıyor ve kavga çıkmadan mekânı terk etmeye çalışıyordum ama benim için oldukça zordu. “Nerede olduğundan da mı haberin yok ayyaş.” diyen kişi ise Kadir’di. “Burayı pavyonla karıştırdın herhalde.” “Çok konuşma, çıkıp söylesin işte şarkıyı. Ha eğer para istiyorsanız,” dedi ve ceketinin iç cebinden bir deste para çıkarıp masasına bıraktı. “Kız şarkıyı söylesin parayı da alsın.” dediğine sinirden gözüm seğirmeye başlamıştı. Tahir’i ve Ateş’in kolunu tutan ellerim aşağıya düştüğünde ikisinin de dikkati bana dönmüştü. “Duyuyor musunuz?” diye sordum. Bizim ekip aynı anda anlaşmış gibi “Neyi?” diye sordular. “Sela sesini.” dememle az ilerimde olan masadaki hadsiz adama kafa atmıştım. Böylece mekânda büyük bir kavga başlamıştı. Ben önüme çıkan rastgele adamlarla dövüşürken bir an için neler olup bittiğine baktım. Kadir ve Tolga takım elbiseli adamları dövüyor, Emre; Cemre’yle Yasemin’i uzaklaştırmaya çalışıyordu. Tahir ve Çağdaş bir olmuş ve hadsiz olan adamın bir anda ortaya çıkan koruma kılıklı adamları sırt sırta vermiş dövüyordu. Ateş, hakkımda arsızca konuşan adamın ağzına az önce cebinden çıkardığı paraları sıkıştırıp küfürler ediyordu. Murat ise bir adama kafa atmakla meşguldü. Başka bir koruma kılıklı adam Onur’a saldırmaya kalktığında arkasında olduğum için bu durumu fırsat bilip bir anda adamın sırtına atladım ve kollarımla boynunu sıktım. “Karnına vur.” dememle Onur sırtında olduğum adamın karnına vurmaya başlamıştı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmediğim bir zaman diliminde duyduğum polis siren sesi ve ardından gördüğüm bizzat polislerin ta kendisi olmuştu. Mekândan içeri giren polisler bize biz onlara bakarken Ateş, “Nazlı! Adamın sırtından insene!” demesiyle yavaş bir şekilde adamın sırtından inmiştim. Ellerimi teslim olmuş gibi havaya kaldırarak, “Açıklayabilirim.” demiştim ama neyi açıklayacağımı da bilmiyordum. Polis memuru, “Alın şunları.” dediğinde tekrardan karakolluk olmuştum.
********* Ayakta, başımı demir parmaklıklara yaslamış ve kollarımı da demir parmaklıkların arasından çıkarmış bir şekilde gözlerim kapalı bir hâlde duruyordum. Arkamdaki kalabalıktan gelen uğultu ise yavaş yavaş sinirlerimi bozuyordu. “Yalnız her şey bir yana, ablam adama ne biçim kafa attı. Gördünüz değil mi? Çok sanatsaldı, böyle kafa atmayı nereden öğrendin abla?” diye soran Onur’du. Reklamdaki kız gibi ‘babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi’ der gibi sormuştu. Onu cevapsız bırakarak hiç istifimi bozmadan olduğum hâlde kalmaya devam ettim. Bu yaşanan kavga anlaşılan herkesi bir araya getirmişti. Yanımda hissettiğim hareketlilikle başımı hafif çevirerek o tarafa baktığımda gelenin Ateş olduğunu fark ettim. “Ne oldu?” diye sordu. Başımı yasladığım demirden kaldırıp ona baktığımda yüzümde, ‘Cidden sordun mu bu soruyu’ der gibi bir ifade vardı. Bunu sesli de dile getirerek “Ne mi oldu?” dedim. “Kardeşlerim benimle dışarıya çıktıkları ilk anda karakolluk oldu. Sadece onlarda değil, siz de hepinizi karakolluk ettim Ateş daha ne olsun.” dememle derin bir nefes aldım. Tahir, “Açıkçası ben hâlimden hiç şikâyetçi değilim. Ayrıca senin bizi karakolluk ettiğin falan da yok, sen sanıyor musun ki sana söylenen o sözlerden sonra çekip gideceğimi. Kendini bilmezin biri senin hakkında ileri geri konuşacak ve ben hiçbir şey yapmadan gideceğim öyle mi? Anlaşılan ben kendimi tanıtamamışım sana. Kimse benim ablamla ileri geri konuşamaz, konuşan olursa da sonu aha böyle olur.” dedi ve başıyla yan tarafta duran yaklaşık yarım saat önce kavga ettiğimiz adamları göstermişti. “Hiçbirimiz, en azından kardeşlerin bu durumdan şikâyetçi değil abla.” dedi Onur. “Hem kaç kişi ablasıyla nezarethaneye düşer ki. Bence biraz bunun tadını çıkarmalıyız.” dedi ve iki büklüm olana kadar güldü. Diğerleri de Tahir ve Onur’a katılır gibi başını sallıyordu. “Kardeşlerin haklı, hiçbirimiz öyle bir durumda karşılık vermeden öylece çekip gitmezdik.” diyen ise Murat’tı. Tolga oturduğu yerden kalkıp yanıma geldiğinde, “Yengeciğim,” dedi ve bir yan tarafta perti çıkmış adamlara bir de bana bakarak, gülmemek için kendini zor tutup, “Beyefendi senden hangi şarkıyı söylemeni istemişti. Bence şu an tam sırası söylemek için.” dedi ve kahkaha atarak güldü. Bu durum sadece benim değil herkesi güldürmüştü, ya da topluca sinirlerimiz de bozulmuş olabilirdi. Emin değildim. Ben de istediği şarkının tam da şu anımıza uyan dörtlüğünü söyledim. ‘ Kurşun ata ata biter yollar gide gide biter kurşun ata ata biter yollar gide gide biter, mapus yata yata biter aldırma gönül aldırma aldırma gönül aldırma gönül aldırma.’ Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyordum, burada zaman mekân kavramı kalmıyordu. Kapının dışından yükselen adım sesleriyle içeri önce babam girdi. Parmaklıklara en yakın olan kişi bendim ve önce bana sonra da arkamdaki kişilere dikkatli bir şekilde baktı. “Kızım, Tahir sizin ne işiniz var burada?” diye sordu. Babamın ardından Akın ve Çağatay’da girdiğinde derin bir nefes aldım. “Vaziyet alın ortalık fena karışacak.” dememle, Akın, “Çiçek,” diye dişlerinin arasından oldukça kısık ama ürkütücü bir sesle konuştu. “Neden dönüp dolaşıp buraya geliyorsun? Hayır, nezarethanelere bu kadar ilgi duyuyorsan polis olsaydın. Neden sürekli seni burada buluyorum ben?” diye azar çekmeye başladı. “Öncelikle boyum yetmediği için polis olamadığımı biliyorsun.” Bir de böyle bir gerçeğim vardı. Gastronomi okumadan önce polisliğe merak sarmıştım. Boyum yetmediği için de ikinci sevdiğim bir meslek olan gastronomi okumuştum. “Ayrıca beni her hafta buradan topluyormuşsun gibi davranma. Hem sen ne sebeple buradasın diye sorsana, ‘iyi misin bir şeyin var mı, başına bir hâl mi geldi mi’ diye hiç sormak yok. Sen hayırdır yani?” diye yükseldiğimde, “Sana, sen istemedikçe hiçbir şey olmaz.” dedi. Sanki gözyaşım varmış da siliyormuşum gibi yalandan gözaltlarımı sildim. “Çok sağ ol ya. Bana olan bu güvenin gözlerimi yaşarttı. Hatta bak siliyorum da. Ayrıca seninle yine bir nezarethanede tanıştığımızı hatırlatmak isterim. Çünkü sen nasıl tanıştığımızı unutmuş gibisin.” “Of Çiçek! Of! Aklım çıktı kızım benim burada, buraya gelene kadar kırk tane şey düşündüm. Acaba başına bir şey mi geldi, acaba katil mi oldu, canı yandı mı diye bin tane şey geldi aklıma. Eğer seni iyi görmeseydim o zaman sorardım sana.” demesiyle evdeki vazoyu deviren suçlu çocuklar gibi başımı öne eğmiştim. “Kaldır başını ve bana ne olduğunu anlat. Ayrıca siz neden hep birlikte buradasınız?” diye sordu. “Biri de artık bana neden evlatlarımın burada olduğunu ve kızıma kızan bu adamın kim olduğunu söylesin.” diyen ise babamdı, çarşı pazar karışmıştı. Akın elini babama doğru uzattı ve “Ben Akın Türkoğlu; Nazlı’nın arkadaşı ve avukatı, aynı zamanda da diğerlerinin Nazlı sayesinde ahbabı ve avukatı oluyorum.” dedi. Babam uzattığı elini tutup, “Agah Arslanoğlu, Nazlı’nın ve Tahir Arslanoğlu’nun babası oluyorum.” dedi. “Yeter bu kadar, şahısların ifadelerini almalıyız.” diyen polis memuru babam ve Akın arasındaki muhabbeti bölmüştü. “Avukat Çağatay Akıncı, buradaki şahısların avukatıyım.” diye kendini tanıttı. Akın benim, Ateş’in, Murat’ın ve Çağdaş’ın avukatıyken; Çağatay’da Tahir, Kadir ve Tolga ve Onur’un avukatlığını üstlenmişti. Akın’la sorgu odasına gittiğimde her şeyi baştan sona anlattım. Beş dakikanın ardından iki polis memuru eşliğinde ifadem alındı. Benden sonra diğerleri de Akın ve Çağatay’la görüşüp baş başa konuştular ve ardından ifadelerini aldılar. Birkaç saatin sonunda babamın lehimize şahit bulmasıyla ve karşı tarafın şikâyetçi olmamasıyla karşılıklı anlaşarak son imzaları attıktan sonra karakoldan çıkmıştık. Karakolun önünde duran taksiyle içinden annem indiğinde, “Kızım!” dedi ve sıkıca bana sarıldı. “İyi misin, iyi misiniz? Ne işiniz var burada sizin?” diye sordu. Benden ayrıldığında herkeste gözlerini gezdirdi ve en son babamda durdu. Çok tuhaf bir histi. Bir insanın annesi ve babası bir araya gelince böyle hissetmesi çok tuhaf bir duyguydu. Yabancı ve rahatsız ediciydi. Hâlbuki annem ve babamdı onlar, birbirlerini seven iki insandı bir zamanlar. Şimdi ise her ikisinin de ayrı insanlardan çocuğu olmuş, birinin eşi toprağın altındayken; diğerinin eşi evlerinde kocasını ve çocuklarını beklemekteydi. İkisini bağlayan tek kişi olduğumu bilmek ise can sıkıcıydı. Bu rahatsız edici sessizliği bölüp, “Bir yerde oturup konuşalım mı? Gördüğüm kadarıyla burada tanışmayan ve neler olup bittiğini merak eden insanlar var.” dememle yürüme mesafesindeki güzel bir çay bahçesine geçtik. Üç yuvarlak masayı birleştirip oturduk ve çay söyledikten sonra ortamı yumuşatmak ve sohbet açmak için Yasemin’i anneme ve babama tanıtmakla başladım. “Öncelikle, kendimi bildim bileli yanımda olan arkadaşım hatta kardeşim olan Yasemin. Aynı yurtta büyüdük.” diyip anneme ve babama Yasemin’i tanıttım. “Memnun oldum çocuğum ben Sedef, Nazlı’nın annesiyim.” diye kendini tanıttı annem. “Ben de Agah, babasıyım.” dedi, babam da. “Ben de memnun oldum sizleri tanıdığıma.” “Ateş; benim hayatımdaki insan, sevgilim olur kendisi.” dediğimde babamı yalancı bir öksürük tutarken annem gülen gözleri ve tebessümüyle bakıyordu. Aslında şu an annemle babamın bir arada olması bana tuhaf ve olmaması gereken bir şeymiş gibi geliyordu ama yalnız değillerdi. İçimi bir nebze de olsa rahatlatan şey buydu. Ateş elini babama doğru uzattığında, babam da Ateş’in elini öpmesine müsaade etti. Aynı şeyi anneme de yaptığında annem de öpmesine izin vererek sözsüz bir şekilde Ateş’i onayladıklarını belli ettiler. “ Memnun oldum Agah Bey, Sedef Hanım.” diyen Ateş’e annem, “Hanıma ne gerek var oğlum, abla ya da teyze desen yeter. Sen nasıl rahat edeceksen öyle hitap et.” dedi. “Peki, Sedef teyze.” diyen Ateş’e başını sallayarak, “İşte şimdi oldu.” dedi. “Ne kadar da çabuk kabullendin ya anne. Oldu olacak düğünlerini de yap tam olsun.” Diye anneme serzenişte bulunan kişi ise Onur’du. Annem, “Bana bak,” diye Onur’a çıkıştı. “Sen de bak bakayım Çağdaş.” diye ikisine yönelik konuştu. “Ablanızın hayatında biri olması, ablanız olduğu gerçeğini değiştirmez. Yirmi dört yaşında bir kadından bahsediyoruz. Kıskanacaksanız da içinizden kıskanın, benim canımı sıkmayın.” diyince gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Masadakilere baktığımdaysa tek olmadığımı fark etmiştim. “Evet, Akın ve Çağatay. Yasemin’le benim üniversitede zamanlarından arkadaşımız olurlar. İkisi de mesleğinde başarılı birer avukattır. Şu an çay bahçesi yerine nöbetçi mahkemede değilsek bunun sebepleri Akın ve Çağatay’dır.” “Sizin bölümleriniz de aynı değil, nasıl tanıştınız?” diye soran annemle kısa bir sessizlik oldu. Yasemin’le kısa süreli bir bakışma yaşadıktan sonra, “Akın ve Çağatay, Yasemin ve bana yardımcı oldu.” dedim. Bunu dememin hiçbir anlamı yoktu, hiçbir şeyi anlatmıyordu ama ben anlatacaklarımdan olabildiğince kaçıyordum. “Nasıl bir yardımmış bu?” diye topluca sorulan soru ise, Çağdaş, Onur, Tahir ve Emre’den gelmişti. “Canım kardeşlerim benim. Ne de güzel hep bir ağızdan soruyorsunuz öyle, ne yapıyorsunuz siz buna mı çalışıyorsunuz?” diye sorduğumda, “Abla,” dedi Cemre. “Kaçtığın çok belli oluyor, yapma.” dedi ve kaşlarını kaldırıp, başını iki yana salladı. “Hadi ya,” dedim ve derin bir nefes aldım. “Cevap!” diyen aynı dörtlü bana baktığında, “Anlatacağım ama asla bölmeyeceksiniz.” dedim. Akın ve Çağatay’la da nasıl tanıştığımızı bir çırpıda anlattığımda kimseden ses çıkmadı. Bu hikâyeyi bilen Murat ve Ateş’ten bir tepki gelmezken diğerleri şaşkınlıkla dinlemişti. “Son olarak,” dedim ve geriye kalan Kadir Murat ve Tolga’yla da tanıştırdım. “Mahallemizden aynı zamanda da Ateş’in ve benim de arkadaşlarım Kadir, Tolga ve Murat.” dedim ve masada kalan çayımı içtim. Soğumuş olduğunu fark ettiğimde yüzüm buruştu. Bu hâlimi fark eden Emre güldüğünde, ‘ne oldu’ der gibi baktım. “Babam da soğumuş çaydan nefret eder. Sen gerçekten babamın kızısın.” dedi. Onun bu lafının üstüne babamla kısa bir an bakıştık, annemle de aynı bakışmayı yaşadığımda derin bir nefes alma ihtiyacı duydum. “Her şeyi konuştuk iyi hoşta siz neden karakolluk oldunuz?” diye sordu annem. Baştan sona bu konuyu da konuştuğumuzda babamın sinirli soluklarını duydum. “Şerefsize bak, bir de para teklif etti ha.” diye sinirle kendi kendine ağzının içinden mırıldandı. “Konu kapandı, bitti gitti. Kimse kimseye bir şey yapmayacak, anlaştık mı?” diye herkeste göz gezdirdim. “Baba?” diye sorarcasına seslendiğimde, “Tamam.” dedi. “Kalkalım mı?” diye sordum. Hep bir ağızdan olur cevabı alınca babam hesabı ödedi ve çay bahçesinden ayrıldık. Kararan havayla beraber annem, babam ve kardeşlerimle vedalaştıktan sonra mahalle kadrosuyla baş başa kaldık. “Esnaf lokantası?” diye sorduğumda amaç kimler aç kimler tok onu bilmekti. Yasemin, “Mercimek çorbası.” dedi ve dudaklarını yaladı. “O zaman istikamet esnaf lokantası.” dememle herkes onaylamış ve arabalara doğru yol almıştı. Bizimle beraber gelen Murat’ı ensesinden tutan Yasemin, “Aşkım ne yapıyorsun?” diye sordu. Hepimizin dikkati bu ikiliye kaymış onları dinliyorduk. “Ne yapıyorum, Ateş’lerle beraber gideceğiz işte, lokantaya.” diyen Murat’la, havaya bir soluk bıraktı Yasemin. “Aşkım, hani daha az önce Ateş Nazlı’nın annesi ve babasıyla tanıştı ya. Belki yalnız konuşmaları gereken mevzular vardır. Hani belki Nazlı Ateş’e bir şeyler sormak ister falan. Sen buraya Ateş’le, Ateş’in arabasıyla gelmedin mi?” diye sorunca hepimiz ona baktık. “Ne bakıyorsunuz öyle ya. Allah’ım düşünceli bir insan bu kadar zor olmamalı.” dedi ve Murat’a baktı. “Ateş’ten anahtarları alsana.”diye sesini yükselttiğinde Ateş’ten hızlı davranarak ceketinin cebinde olduğunu tahmin ettiğim anahtarı bulmak için ceplerini yokladım, doğru tahmindi. Anahtarı aldığım gibi Murat’a fırlattığımda havada tuttu. “Aç ve açken oldukça sinirli olur. Hemen gitmemiz gerek.” dedim ve hızla arabama yöneldim. Ateş ve ben benim arabamda tek giderken, Murat ve Yasemin’in yanında Kadir ve Tolga vardı. Arabanın içinde lokantaya doğru giderken, “Nasıl buldun?” diye sordum. “Annemle babamı yani. Gerçi ne sormam gerektiğini de bilmiyorum ama sevgilisini ailesiyle tanıştıran kız tanışma sonrası ne sorar ki?” dedim ve güldüm. Ateş’te bu hâlimize yandan bir gülüş atarken, “Ben de bilmiyorum Nazlı’m, fakat annen ve baban hakkındaki düşüncelerimi merak ediyorsan eğer iyi insanlara benziyorlar. Baban tam bir kız babası, kızgın ve memnuniyetsiz. Gerçi onu da anlayabiliyorum, ben olsam ben de kızımın yanına kimseyi yakıştırmam ama benim favorim annen.” dedi ve araba kullandığından dolayı birkaç saniyeliğine bana yan bir şekilde baktı ve göz kırptı. Favorisinin neden annem olduğunu az çok tahmin edebiliyordum ama maksat muhabbet olsun diye, “Favorin neden annemmiş söyle bakalım biz de bilelim?” diye sordum. “Beni nasıl koruduğunu görmedin mi?” dedi ve saniyelik olsa da bana baktı. “Çağdaş ve Onur’a ne dediğini hatırlatayım istersen hayatım. ‘Ablanızın hayatında biri olması, ablanız olduğu gerçeğini değiştirmez. Yirmi dört yaşında bir kadından bahsediyoruz. Kıskanacaksanız da içinizden kıskanın, benim canımı sıkmayın.’ dedi ya işte orada bir yakınlaştık annenle.” dediğinde kahkahamı tutamadım. “İşine geldi değil mi?” diye alaylı bir şekilde sorduğumda, “Geldi tabii, valla hiç saklayamam.” dedi ve o da güldü. “Beni bırak da şimdi asıl mesele sensin, sen nasıl hissediyorsun?” diye sordu ve ışıklarda durmamızı fırsat bilip hafifçe bana doğru döndü. “Önemli.” dedim. “Birileri için değerli olmak, önemli olmak çok güzel bir duyguymuş. Yanlış anlama, senin için önemli olduğumu biliyorum. Neticede biz sevgiliyiz, hayat arkadaşıyız ama bir ebeveyn tarafından önemli olmak başka bir şeymiş. Ben bu zamana kadar çocuktum, büyüdüm ergen oldum, sonra yetişkin olup meslek sahibi olan bir kadın oldum. Arkadaş oldum, birisinin sevgilisi oldum ki bu birisi sen oluyorsun.” dediğimde amacım biraz olsun ortamı yumuşatmaktı. “Ben bugün ilk kez birilerinin evladı olduğumu hissettim. Nezarete girdiğimizde komşunun camını kırıp suç işleyen bir çocuktum, çay bahçesinde hepinizi tanıttığımda arkadaşlarımı ve sevdiğim adamı tanıştıran yetişkin bir gençtim. Evlatlar böyle yapmaz mı? Ailesini arkadaşlarıyla tanıştırmaz mı?” diye sorduğumda yeşil ışık yanmıştı. Ateş, arabayı sürüp sağa döndüğünde biraz ilerledikten sonra kenara çekip dörtlüleri yaktı. Emniyet kemerimi çıkardıktan sonra koltuk altlarımdan tutup kucağına yan bir şekilde oturmamı sağladı. Ben ise tüm bu süreci şaşkınlıklar içerisinde izliyordum. Bazen Ateş’in ne kadar güçlü olduğunu unutuyordum. “Evet, evlatlar küçükken yaramazlık yaparlar. Büyüyüp ailesiyle arkadaşlarını tanıştırırlar, koca insan olunca kendi yuvalarını kurup kendi ailesine bile sahip olurlar. Sen hep bir evlattın Nazlı’m. Annenin ve babanın iyi insanlar olup seni sevdikleri için çok mutluyum. Şayet öyle olmasaydı bile sen benim annemin ve babamın da evladısın. Annem başından beri seni öyle kabul etti zaten. Babam bu olaylar ilk ortaya çıktığında senin yedi ceddini araştırdı sırf kimse sana zarar vermesin diye. Memlekete gitme muhabbeti olduğunda bana, ‘Sen de kızımla yanında gideceksin ve onu sağ salim getireceksin.’ dedi bana. Sanki o söylemese ben gelmeyecekmişim gibi. Asena kardeşlerini öğrendiği andan beri öyle hummalı bir araştırma peşine düştü ki şu an kuzenin bilmem kaçıncı çocuğu olacağına varıncaya kadar biliyor. Yani demem o ki senin zaten bir ailen var ama kendi annen ve babanın seni sevmelerine ve iyi olmalarına senden daha çok sevindiğimi bil.” dedi ve kucağında olmamı fırsat bilip açıkta kalan boynuma bir öpücük bıraktı. “Şimdi gidelim ve bizimkileri daha fazla bekletmeden yemeğimizi yiyelim. Yoksa ben yemek diye seni yiyeceğim.” dediğinde güldüm ve dudaklarından bir öpücük çaldım. Hızla yerime geçip emniyet kemerimi takarken, “Hiç şikâyetçi olmam.” dedim. “Bunu öğrendiğim iyi oldu.” dedi ve arabayı çalıştırdı. “Aklımda bulunsun.” diyip göz kırptı. Lokantaya tahmin edilebileceği üzere en son biz gelmiştik. “Nerede kaldınız ağabey ya. Bu Yasemin’in içinden başka bir şey çıktı. Ponçik bir kızdı bu çok başka biri oldu.” dedi Tolga, biz masaya otururken. “Sipariş vermediniz mi?” diye sordum. “Siz gelmeden nasıl verelim?” diye yüksek seste karşılık veren Yasemin’le hemen siparişlerimizi verdik. Güle oynaya, sohbet ede ede yediğimiz yemek nihayet bitmişti. Şimdi ise eve dönüş yolundaydık. “Sabah annen müsaitse işe gitmeden önce uğrayayım diyorum. Ne zamandır görüşemiyoruz kadınla ayıp oluyor artık. Şimdi saat geç oldu bu saatte aramayayım ayıp olmasın. Sen eve gittiğinde uyumuyorsa söyler misin?” diye Ateş’e sorduğumda, “Söylerim gülüm de yabancı mısın sen Allah aşkına misafir gibi önceden arıyorsun? Bugüne bugün evin kızısın sen.” dedi. Beni bu kadar benimsemeleri ve kendilerinden biri olarak görmeleri çok hoşuma gidiyordu. Bu hoşnutluğumu da benden yana kalan sağ yanağına güçlü bir öpücükle göstermek istediğimden hiç beklemeden öptüm. “Ama diğer taraf küsecek şimdi, yarım iş olmaz ki.” dediğinde bu tatlı isyanına gülmüştüm. Tekrar yakalandığımız ışıklar sayesinde başını bana çevirmesini fırsat bilip sağ tarafına da öpücük kondurdum. “Artık küsmez bence.” dedim ve bu sefer göz kırpan ben oldum.
********
Sabah erkenden kalkıp Yasemin’le kahvaltı yaptıktan sonra işe uğurladım. Saat on buçuğa gelirken ben de Handan teyzeye gitmek için evden çıktım. Karşı apartmana girip Ateş’lerin evinin kapısını çaldığımda, Handan teyze her zaman ki gibi beni güler yüzüyle karşıladı. “Hoş geldin kızım, geç hadi kapıda kalma daha fazla.” diyerek beni içeri davet etti. “Hoş buldum Handan teyze,” dedim içeri girerken. Montumu portmantoya astıktan sonra ondan tarafa döndüm ve elini öptüm. “Güzel kızım benim hadi geç içeri.” dedi ve koluma girerek beraber salona girmemizi sağladı. Çok geçmeden elinde koca tepsiyle mutfaktan çıkan Asena’yı gördüm. Tepside çaylar ve gördüğüm kadarıyla tuzsuz çekirdekler vardı. Tepsiyi orta sehpaya bırakan Asena bana dönüp, “Hoş geldin yengem.” dedi ve sarıldı. Ben de ona sarıldığımda, “Hoş buldum.” dedim ve sonunda koltuklara oturduk. Nasılsın, iyi misin gibi havadan sudan sohbetlerden sonra konu nihayet benim son olaylara gelmişti. “Ailenin bulmana o kadar sevindim ki kızım. Sen nasılsın peki, nasıl hissediyorsun?” diye sordu. “Garip ama mutlu.” diye yanıtladım. “Alışık olmadığım bir şey diye korkmuştum başta, doğruyu söylemek gerekirse böyle bir şeyi beklemiyordum da. Kabul görmek, birilerinin evladı olmak bunlar pek bildiğim şeyler değildi.” dedim. “Bir annenin varlığı, baba sıcaklığı güzel bir şeymiş. Ben alıştım sanırım, her şey daha çok yeni ama onlara alıştım. Abla bile olmuşum, daha ne olsun.” diyip güldüğümde ortam biraz da olsa yumuşamıştı. Bir yandan çekirdeklerimizi yiyip çaylarımızı içerken diğer yandan da sohbet ediyorduk. “Memlekete gidecekmişsiniz duyduğuma göre, doğru mu?” diye sordu, Handan teyze. “Öyle bir şey var evet, babam ‘sen ne zaman hazır olursan o zaman gideriz’ dedi. Ben de bu duruma kendimi alıştırmaya çalışıyorum işte.” dedim. Biz muhabbet ederken çalan telefonumla sohbetimiz bölünmüştü. Kimin aradığına baktığımda ekranda gördüğüm ‘babam’ yazısıyla derin nefes aldım. Hâlâ gerçek değil gibi geliyordu ama yavaş yavaş alışmam lazımdı. “Babam arıyor,” dedim ve telefonu açtım. “Alo, baba?” dedim. “Kızım nasılsın, müsait miydin?” “Müsaitim baba, Ateş’in annesi ve kardeşiyle beraber oturuyoruz.” dedim. “Öyle mi, o zaman ben sizi hiç bölmeyeyim. Sen uygun olunca beni ara olur mu?” dediğinde, “Sorun ne, yoksa bir şey mi oldu?” diye sordum. “Yok, bir şey olmadı. Sadece seni bir yere götürmek istemiştim de ama acelesi yok.” dediğinde Handan teyze bana, “Kızım sen babanla ilgilen biz sonra yine konuşuruz zaten.” dedi. ‘Emin misin’ der gibi baktığımda gözlerini kapatarak başını salladı. “Baba,” dediğimde; “Efendim güzel kızım.” dedi. “Ben müsaitim, çıkacağım şimdi Handan teyzelerden. Nereye götüreceksen gidebiliriz.” dedim. “Emin misin? Ayıp olmaz değil mi?” diye sorduğunda, “Eminim, sorun olmaz.” dedim. “O zaman ben senin dükkânının arka sokağındaki caddede seni bekleyeceğim beş dakikaya orada olurum.” dedi. “Tamam, görüşürüz.” dedim ve telefonu kapattım. “Kusura bakma Handan teyze, bana da sürpriz oldu. Arayacağını bilmiyordum.” dedim. “Kızım ne kusuru Allah aşkına. Baban seninle vakit geçirmek istemiş, gidin baba kız eğlenin. Bu sizin en doğal hakkınız.” dediğinde ona sıkıca sarıldım. “Şey,” dedim gitmeden önce. Bunu henüz Ateş’le bile konuşmamıştım ama şu an için doğru zaman gibi geldiği için, “Ben annemle seni tanıştırmak istiyorum. Henüz ona da bir şey söylemedim yani haberi yok.” dedim. Bu yaptığım şu an için doğru muydu bilmiyordum ama annem Ateş’le tanışmıştı. Her ne kadar iyi şartlar altında olmasa da Ateş’in hayatımdaki yerini biliyordu. Bu yüzden annemin Handan teyzeyle de tanışmasını istemiştim. “Sen annenle konuş kızım sonra uygun bir zamanda tanışırız.” dedi tebessümle. “Hadi adamı bekletme de bir an önce buluşun.” Hızlıca hazırlanıp vedalaştıktan sonra evden çıktım. Telefonda babamın dediği yere geldiğimde arabaya yaslanmış bir şekilde beni bekliyordu. Geldiğimi fark ettiğinde bana doğru birkaç adım atıp sıkıca sarıldı. Ben de ona karşılık vererek beline kollarımı doladım. “Hoş geldin kızım.” dedi. “Hoş bulduk baba.” “Hadi arabaya geçelim hava soğuk üşüme.” dedi ve yolcu koltuğunun kapısını açarak oturmamı bekledi. Bekletmeden hemen oturduğumda arabanın önünden dolanarak şoför koltuğuna oturdu. “Çok centilmensin.” dedim gülerek. “Kızlarıma her zaman beyefendiyimdir.” dedi ve göz kırpıp arabayı çalıştırdı. Klimayı da açıp, “Isınırsın şimdi.” dedi. Bu düşünceli hareketine bile sıcacık olmuştum. “Nereye gidiyoruz?” diye sorduğumda, “Sürpriz.” dedi. Yaklaşık bir saate yakın süren yolculuğumuz müstakil evlerin olduğu yere gelince az çok sürprizin ne olduğunu anlamıştım. İstanbul’dan ev baktığını biliyordum. Arabayı dört katlı ve geniş bir bahçesi olan müstakil bir evin önünde durduğunda motoru durdurup arabadan indi. Ben de indiğimde, “Gel bakalım.” dedi ve kolunu omzuma atarak benimle beraber eve girdi. Eve girdiğimizde bizi küçük bir hol karşılıyordu. Kapıdan girdiğimiz gibi duvara gömme bir şekilde olan portmantoluk vardı. Birkaç adımda hol bittiğinde sol tarafta kocaman bir salon bulunuyordu. Evin sağ tarafında bulunan taraf boydan boya cam kaplıydı ve bahçenin manzarası harika görünüyordu. Salonun arkasında kalan yerde ise mutfak olduğunu tahmin ediyordum. Babam kolunu omzumdan indirmeden o yöne doğru ilerlettiğinde açtığım kapıyla tahminin doğru çıkmıştı. Mutfak oldukça büyük ve beyaz döşenmişti. Böyle olmasıyla daha ferah ve büyük duruyordu. Mutfağın ortasında ise ada tezgâh vardı. Mutfaktan çıktığımızda hemen sağ çaprazda bir kapı daha vardı. Oraya da baktığımda yemek odası olduğunu gördüm. Ben etrafı incelerken ise tek kelime etmemiştik. Ta ki babamın, “Yukarıya da çıkalım mı?” sorusuna kadar. “Nasıl, beğendin mi?” diye sordu. “Çok güzel ev, bayıldım.” dedim. “Yoksa burayı mı aldın?” diye sorduğumda, “Henüz değil.” dedi. “Neden henüz değil?” diye bir soru daha sorduğumda çoktan ikinci kata çıkmış ve sağdan ikinci kapının önünde durmuştuk. “Aç bakalım.” diye bana başıyla işaret yaptığında kapıyı açtım. Oda her ne kadar boş olsa da çok güzeldi. Hemen sol tarafta alan tasarrufu için bir gömme dolap vardı ve sol tarafta kalan kapıda banyoya açıldığını tahmin ettiğim bir kapı vardı. O kapıyı da açtığımda tahminim yine doğru çıkmıştı. “Aklımdan geçen oda burası ama tabi yine son karar senin.” dedi. “Anlamadım.” diye karşılık vermiştim. Gerçekten de anlamamıştım. “Eğer sen de beğendiysen bu ev ve oda senin.” dedi. “Ben senin için İstanbul’a taşınacağım. Artık kızımdan ayrı tek bir gün bile geçirmek istemiyorum.” dediğinde çoktan gözlerim dolmuştu. “Senin işin de hayatında burada. Bencillik yapıp sana Rize’ye taşın diyemem ama ben sana gelirim kızım.” Babama sıkıca sarıldığımda aklıma gelen şeyle ona döndüm. “Yasemin, ben onunla yaşıyorum. Şimdi onu tek başına bırakamam ki.” dediğimde kolları arasındaki bedenimi daha çok sıkılaştırdı. “Onun odası da hemen yandaki oda. Her ne kadar yanımda hep kalmanı istesem de seninde kurulu bir düzeninin olduğunu biliyorum. Bu yüzden haftanın bazı günlerini bana ayırabilirsin diye düşünüyorum. Hem senin artık ne zaman istersen çıkıp gelebileceğin bir baba evinin olmasını istiyorum. Sana bunca yıldır veremediğim ve bizden esirgenen ne varsa yaşamak istiyorum kızım.” dediğinde duygulanmıştım. Başımı göğsünden kaldırmadan sıkı sıkıya sarıldım ve babamın kokusunu içime çektim. “Teşekkür ederim baba. Babam olduğun için, beni sevdiğin için ve bu denli düşündüğün için.” dedim. “Sana bir sır vereyim mi?” dedi ve yaşarmış ve gözlerimden taşmış gözyaşlarıma baktı. Başparmaklarıyla gözyaşlarımı silerken, “Gerçek anne ve babalar evlatlarını her zaman düşünür. Onları düşünmediği tek bir anları bile olmaz. Bir gün anne olursan işte o zaman bu söylediğimi anlarsın.” dedi ve beni bağrına bastı.
*********
Babamla geçirdiğimiz o duygusal günün üzerinin üstünden tam iki hafta geçmişti. Bu iki hafta içerisinde babam evi satın almıştı. Herkes kendi odasını seçerken benim odam başından beri belliydi. Babam beni ve kardeşlerimi bir araya toplamış ve hepimizi ev alış verişine götürmüştü. Herkes odasını kendisi döşemişti ve bu çok güzel bir şeydi. Annemle de bir araya gelmiş ve ona Handan teyzeyle tanışmak isteyip istemediğini sorduğumda, ‘Muhakkak tanışmalıyız.’ demişti. Ben de en uygun zamanın Rize’den döndükten sonra topluca bir tanışma merasimi daha iyi olur gibi geldiğinden bunu önce Ateş’e danışmış, ondan da olumlu cevap aldığımda diğerlerine de söylemiştim. Hepsi bu fikrime sıcak bakıp kabul ettiğinde artık Rize’ye gitmenin zamanı gelmişti. Şimdi ise yarın sabah çıkacağımız yolculuk için hazırlık yapıyordum. “Heyecan var mı?” diye sordu Yasemin. Okuldan izin alamadığı için ne yazık ki gelemiyordu. “Sen gelemiyorsun diye biraz tadım kaçık ama işte var bir şeyler.” dedim. “Üzgünüm ama izin alamadım maalesef. Diğer öğretmen hasta olmasaydı yakandan düşmezdim zaten.” dedi ve yandan bana sarıldı. “Bana bak, orada sakın kendini ezdireyim deme. Laf edenin canına okumazsan, ben senin canına okurum.” “Bebeğim benden bahsediyoruz. Sence bende öyle bir durumda susacak göz var mı?” diye sordum. “Bir bakayım,” dedi ve gözlerime baktı. “Yok, tamam iyi böyle ol.” dedi ve hazırlığıma yardım etti. Babamın yaptığı jesti Yasemin’e söylediğimde ‘kral adam’ dedi ve yan yana olduğumuz bir anda da yüz yüze teşekkür etti. Hazırlık bittikten sonra sabah erken kalkacağımız için geç olmadan yattım. Mahalledekilere söylediğimde otobüsle geleceğiz demişlerdi. Babam bu ekibin beni yalnız bırakmayacağını bildiğinden emri vaki yoluyla hepsine uçak bileti almıştı. Tam yatmak için yatağa geçmişken bildirim gelen telefonumla mesajı açtım. Ateş ❤: Heyecan var mı Nazlı’m?
Siz: Var, yalan söyleyemeyeceğim. Neyse ki yanımda sen de olacaksın, bunu düşünmek bile rahatlamamı sağlıyor.
Ateş ❤: Sana böyle hissettirdiğim için ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Keşke bir an önce gitsek de geri dönsek.
Bu mesajına kahkaha atarken tabii ki de sebebi oldukça açıktı. Aileler tanışacağı için aramızdaki ilişki oldukça resmileşecekti ve bu oldukça hoşuna gidiyordu.
Siz: Acele işe şeytan karışır lafını biliyor musun sen? Hem henüz herhangi bir teklif almadığımı da hatırlatmak isterim. 🤨
Ateş ❤: İstediğin teklif olsun sevgilim. En kralını yapar sana müstakbel kocan. 😉 😘 Hadi şimdi uyu. Yarın yorucu bir gün olacak ve unutma, seni seviyorum. ❤
Siz: Ben de seni seviyorum, hep ve daima. ❤
Konuşmanın ardından uyumuş ve düşündüğümün aksine iyi bir uyku çekmiştim. Sabah babam büyük minibüs tarzında bir arabayla geldiğinde herkes arabaya doluşmuştu. “Hazır mısın?” diyip tutuğu elimi sıktı Ateş. “Hazırım.” dedim. Hazırdım. Yirmi dört yıl önceki savunmasız ve ne olduğundan habersiz kundaktaki bebek değildim artık. Yüzleşmem gereken insanlar vardı ve bu yüzleşme gerçekleşecekti.
Bir bölümün daha sonuna geldik. Evet Rize yolcusuyuz. Aklımda net bir şeyler yok ama güzel bir bölüm gelecek gibi hissediyorum. Yazım yanlışı var ise af ola. Kendinize iyi bakın hoşça kalınnnn. :)) |
0% |