Yeni Üyelik
22.
Bölüm

22. Bölüm

@okuyan_bir_insan

Öncelikle herkese merhaba arkadaşlar. Dönem dönem herkesin yaşadığı gibi benimde çoğu şeyden elimi eteğimi çekesim geldiği için ne bir bölüm yazabildim ne de başka bir şey yapabildim. Sizlere karşı mahcubum. Çünkü bir okur olarak takip ettiğim ve severek okuduğum kitaplar olduğu zaman uzun aralıklarla gelmeyen bölümlerin olduğu olan kitaplarda ben de mutsuz oluyorum. Bu yüzden elimde hazır bölüm varken sizlerle paylaşmak istiyorum.

 

                                      *****

 

Eşyalarımızı alıp evden çıktıktan sonra hep beraber geze geze etrafı turlamaya başladık. Yakın olan birkaç yaylaya ve Zilkale’ye çıktık, bol bol fotoğraflar çekildik. Hatta bir ara zipline a bile bindik. Bu kadar aktivite ve oksijen beni acıktırdığı için, “Ne zaman yemek yiyeceğiz?” diye sordum.

“Ne oldi, acuktun mi?” diye sordu Kemal. “Hee acuktim.” dedim olabildiğince pörtletmeye çalıştığım gözlerimle. “Oradan oraya ha bire gezip duruyoruz. Mazot yakmasak da bizde insanız yani.” dedim asabi bir şekilde.

“Ula Emre mi kaçti senin içune, ha bu da boyle acuktu mi susmayi. Bi de boyle şaşkun şaşkun bakayi.” dedi ve guldü.

Kıstığım gözlerimle Kemal’e bakıp, “Kardeşime benzemeyeceksem kime benzeyeceğim faydasız.” dedim ve yerden aldığım taşları ona attım. “Ula şeytan mı taşlayisun, attuğunu da vurayi. Ula ula atma!” diye bağırdığında elimdeki taşlar bitmişti.

“Yemek yemek istiyorum!” dedim en sonunda. “Şimdi olmaz.” diyen Kemal’e, “Neden?” diye sordum. Bu sorum üzerine yüzünde bana göre pis bir sırıtma meydana geldi ve “Çok eğleneceğiz.” dedi.

“O da ne demek ya şimdi? Ne gibi hain planlarınız var sizin?” diye sorsam da kimse bir şey dememişti. Ben ve benim ekip yeni tanıştığım akrabalarıma şaşkın şaşkın bakarken, onlar da bir o kadar keyifli duruyordu.

20 Dakika Sonra

“Ben buna hayatta binmem.” diyip tam geri dönmek için arkamı dönmüştüm ki bir koluma Ahmet, diğer koluma Kemal girmişti. “Ama yapma kuzen bak çok eğleneceğiz.” diyen Kemal’e, “Bunun neresi eğlenceli be! Ölmek için daha çok gencim ben, bırakın beni.” diyip debelensem de bir türlü bırakmadılar.

“Ya alt tarafı rafting yapacağız be Nazlı.” diyen Ahmet’e, “Kardeşim, bu havada bu derede yapılacak şey mi bu ya. Kafamızı gözümüzü yararız bak. Hem ıslanırız hasta oluruz, hadi paintball a gidelim ha olmaz mı?” diye sordum. Islak olan ve ıslanma ihtimalim olan hiçbir şeyi sevmezdim. Zaten kış insanı da değildim.

“He oldi, hepimizi alnının çatısından vur sonra, hem yaptık ya onu az önce şişelere.” diyen İsmail’e çatık kaşlarımla baktım. “Ulan biriniz de bana destek olsanıza, hainler!” dedim ama tabiri caizse kimse beni götüne takmadı.

“Ateş! Sen bir şey de bari.” diye ona yöneldiğimde, “Ben kaleyi içten fethetmekle meşgulüm hayatım. O yüzden topluma uyum sağlamak zorundayım.” dedi. “Öyle olsun Brütüs, öyle olsun.” dedim ve tam konuşmalarını fırsat bilip kaçacakken Akın tarafından yakalandım. Kedi gibi ensemden tuttuğunda, “Karakolluk olmadan önce iki kez düşünürsün artık.” dedi ve ben kendimi bir anda botta buldum.

“Yalnız bu yaptığınız resmen suç! Kendi rızam olmadan zorla yaptırıyorsunuz bana bunu! Nasıl avukatsınız siz! Senin de alacağın olsun Ateş, göstereceğim sana, yılın tribini yiyeceksin benden hazırlıklı ol!”

Bir yandan debelenirken diğer yandan da bota bindiriliyordum. Öte yandan da laf atabildiğim herkese laf atıyordum. Korkumu her ne kadar öfkemle gizlemeye çalışsam da titreyen ellerimle bunu tam olarak başaramıyordum. Tüm çabalarıma ve söylenmelerime rağmen bottan kurtulamayınca çırpınışlarıma son verdim.

Bağırışlı çağırışlı ve bol eğlenceli geçen gezinin ardından nihayet güzel bir akşam yemeği yemiştik. Şimdi ise dönüş yolundaydık. Bizimkiler çekindiğimiz fotoğraflara bakıp sohbet ediyorken ben de Yasemin’le konuşuyordum.

“Ee nasıl gidiyor Rize turu, anlat bakalım?” diyen Yasemin’e, “Oldukça hareketli geçiyor.” dedim. “Oradan oraya gidiyoruz ve bu daha ilk gün. Bakalım sonraki günler de neler olacak.” dedim ve konuşmaya devam ettik. O bana kendi gününü anlattı ben de kuzenleri ve gün içerisinde olanları anlattım.

“Ne! Sen rafting mi yaptın?” diye sordu. O da inanamamıştı elbet. Botta ellerimle yüzümü kapatıp korunduğumu sandığım bir fotoğrafı konuşurken Yasemin’e gönderdim. Fotoğrafı gördükten yaklaşık beş dakika boyunca kesintisiz gülmüştü. “Nasıl ikna ettiler kız seni buna binmeye. Ölsen binmezsin sen böyle şeylere.” dedi. O da şaşkındı tabii, kaç küsür yıllık arkadaşını tanıyordu.

“Cebren ve hileylen bindirildim. Oysa ki burada iki tane de avukat vardı yani! Resmen zorla alıkonuldum. Bunlar nasıl avukat olmuş,” dedim ve cık cıklayarak kendi hâlinde takılan kalabalığa baktım. “Manitamızdan umut ettik kurtarsın bizi diye, bana dedi ki ‘kaleyi içten fethetmem gerek, topluma ayak uydurmalıyım.’ Kimlerin eline düştüm Yaso’mmm. Kurtar beni.” dedim kendimce kendimi ajite ederek. Kalabalığa tekrar baktığımda bu durumdan gayet eğlenir hâldeydiler.

“Ben sana inanıyorum Nazo, sen aklına koyduğun her şeyi yaparsın.” dedi. Anlaşılan bu aralar fazla sosyal medya da takılıyordu. “Bak asıl ben sana ne diyeceğim, neredeyse unutuyordum.” dedi.

“De bakalım, ne diyeceksin Yaso?”

“Orada canını sıkan bir durum ya da birileri yok değil mi? Sırf orada yabancısın diye sakın kendini ezdirme. Lafını söylemekten çekinme Nazlı. Bu hikâyenin en günahsız ve masumu sensin, bunu unutma sakın.”

Haklıydı. Bu hikâyede yanan ben olmuştum ama yalnız değildim. Bu hikâyenin başrolleri ayrı ayrı yanmıştı. Bundan nasibimi elbet ben de almıştım.

“Ezdirmiyorum merak etme. Hem sen beni bilmiyor musun? Sence ben de susacak göz var mı?” dedim.

“Aferin Nazo, kendini asla ezdirmiyorsun. Kolla kendini oralarda, zaten yanında değilim aklım sen de.” dedi. Evden çıkmadan ve eve girene kadar yaptığımız her şeyden bahsetmiştim. “Gülendam Hanım’la aranızın iyi olmasına sevindim. En azından bir nebze de olsa daha rahat edersin.” dedi. “Ben de sevindim.” dedim ve biraz daha konuştuktan sonra telefonu kapattık.

Evin dış kapısından içeri girdiğimizde geniş avluda havaya rağmen oturup çay içen büyüklerle karşılaştık. “Gençler, hoş geldiniz. Neler yaptınız, aç mısınız?” diye sordu, Mehmet Ali amca.

“Hoş bulduk, hoş bulduk. Yok aç değiliz baba. Yemek yiyip de geldik.” dedi Kemal. “O zaman bize müsaade ağabey.” diyerek babam ayaklandı ve kardeşleriyle vedalaştı. Mehmet Ali amca her ne kadar kalmamız için ısrarcı olsa da durumları bildiğinden bir şey de diyememişti. Kuzenler, amcalar ve yengelerle de vedalaştıktan sonra arabalara binerek eve doğru yol aldık.

Kadir bir ara, ‘Size zahmet vermeyelim, otele gidelim.’ dese de babamın tek bir bakışı bu teklifini reddetmeye yetmişti. Çok uzaklaşmadan yaklaşık on beş dakika sonra az önceki ev gibi büyük ve taş olan bir evin önünde durmuştuk.

Önden babamın gitmesiyle biz de arkasından geliyorduk. “Aç olmadığınıza emin misiniz çocuklar? Hemen bir şeyler hazırlarım isterseniz.” diyen Gülendam Hanım’ı hepimiz teşekkür ederek reddetmiştik.

“Müsaadenizle biz yatalım artık, hem siz de daha fazla yorulmayın.” diyen Kadir’i, “Evet.” diyerek onaylamıştım. “Hem yoldan geldik, hem de bugün baya yer gezdik. Yavaştan yatsak iyi olur.” dedim.

Bunu dememle Gülendam Hanım, “Bu katta misafir odaları var.” diyerek olduğumuz giriş katta bir koridoru gösterdi. “Siz istediğiniz odayı seçin, yerleşin.” dedi ve bana döndü. “Senin odan yukarda, Cemre’nin yanında kızım.” dedi ve dolu gözlerle bana baktı.

Burada bir odam vardı, varmış. Babamın evinde bana ait bir yer. İnsan babasının evinde odası olduğu için şaşırır mıydı? Ya da gözleri dolar mıydı? Şaşırırmış, gözleri dolar hatta mutlu bile olurmuş.

“Allah rahatlık versin.” diyerek merdivenlerden çıkıp gözden kayboldu. Babam da arkasından gittikten sonra, biz gençler olarak ara yerde kalmıştık.

“Bu katta üç misafir odası var, yani aranızdan dört kişi ikişerli olarak yatmak zorunda.” diyen Tahir’le hepsi birbirine baktı. Ateş bana dönüp yanağımdan hızlıca bir öpücük aldı ve “İyi geceler güzelim.” dedikten sonra ne olduğunu anlamadan hızlı bir şekilde solda kalan ilk kapıyı açtı ve aynı hızda girdikten sonra kapıyı kilitledi. Bütün bu çabası tek yatmak içindi.

Elbette şaşırdığım şey bu değildi, tek yatmak istemesi gayet doğaldı. Beni asıl şaşırtan şey ise kapının ardından, “Kusura bakmayın biraderler, yanımda biri yatınca uyuyamıyorum.” demesiydi.

Benim yanımda mışıl mışıl uyuyan adam, yanında biri yatınca uyuyamadığını söylemişti. Olduğum şoktan beni çıkaran şey ise telefonumdan gelen bildirim sesiydi. Sohbete dalmalarını fırsat bilip telefona baktığımda mesajın Ateş’ten geldiğini gördüm. “Az önce söylediğim şey bir tek senin için geçerli değil sevgilim. Asıl sen olmadan uyuyamıyorum 😉 😘” mesajına yarım ağız gülerek, karşılığında kalp emojisi atmıştım.

En sonunda söylenmekle bir yere varamayacaklarını anladıklarında Akın; Çağatay’la, Kadir’de Tolga’yla yatacaklardı. Biz de merdivenleri çıktığımızda Cemre odamı gösterdi ve iyi geceler dedikten sonra odasına girdi. Odaya girdiğimde gayet geniş ve ferah bir oda olduğunu gördüm. Odanın ortasında çift kişilik bir yatak, yatağın her iki yanında ikili komodin, güzel bir abajur ve tekli olarak karşılıklı berjer vardı.

İnceleme işini sonraya bırakıp üstümü değiştirdim. Odanın içerisinde gördüğüm lavabo ve banyoyla işlerimi hallettim ve banyodan çıktım. Tam yatmak için yatağa girecektim ki çalan kapıyla, “Gel.” dedim. Önde Cemre, arkasında ise Emre ve Tahir vardı.

“Şey, eğer sen de istersen beraber uyuyalım mı?” diye sormuştu. Hoşuma giden bu soruyla, “Aranızda horlayan yoksa kapım size her zaman açık.” dedim. Bunu dememle hepsi içeri bir hışım girdiğinde Tahir’in kucağındaki muhtemelen yer yatağı olan şeyi yeni fark etmiştim.

“Kucağındaki yer yatağı mı senin?” diye sormamla, “Evet,” dedi ve yere attı. Daha sonra attığı yer yatağını açtı ve çarşaf serdi. Yastıkları da sırayla dizdi. “Hepimiz bunda uyuyacağız, tabii eğer senin için bir mahsuru yoksa.” diye sordu.

“Yok tabii. Yer yatağında yatmayalı uzun zaman olmuştu. Bana da nostalji olur böylece.” dedim ve yataktaki yastığı alıp, Tahir’in boş bıraktığı yere koydum. Yatağın üstündeki yorganı da alıp yer yatağın üstüne serdiğimde, “Hadi yatalım artık, bugün beni çok yordunuz.” dedim ve yer yatağına uzandım. Sağıma Tahir, soluma Cemre ve onun yanına da Emre geçti. Daha sonra Cemre pijamasının cebinden anahtar çıkardı ve bana verdi.

“Bunu neden bana veriyorsun?” diye sordum. O da bana gülüp, “İlk defa kaldığın evin anahtarını yastığının altına koyarsan, evleneceğin kişiyi görürmüşsün.” dedi ve anahtarı yastığımın altına koydu.

Tahir, “Cemre, delirtme ağabeycim beni. Ne evlenmesi ya, tövbe tövbe. Evlenmeyecek benim ablam.” dedi. “Ayrıca bunların hepsi hurafe, inanma böyle şeylere. Manyak olursun.” diye söylendi.

“Sen bir karışma ağabey ya, belki rüyasında Ateş ağabeyi görecek.” dedi, Cemre.

“Belki de görmez.” diye sohbete katıldı Emre.

“Hiç rüya görmezse evlenmezde o zaman.” diye kendi kendine konuşan Tahir, “Tamam, anahtar yastığının altında dursun.” dedi.

Onun bu çıkarımına gülerken diğerleri de benim gibi kendilerini tutamayıp gülmüşlerdi. Kahkahalarımız yavaş yavaş iç çekmelere dönerken, “Memnun musun?” diye sordu Emre. “Yani bizden bir ailen olmasından, bodoslama girdik hayatına. Ne bileyim, bu kadar değişikliği sevdin mi?”

“Benim ailem her zaman iki kişilikti. Yasemin ve Orhan amcadan oluşan, küçük iki kişilik bir aileydi. Zaman zaman bir ailem olsa nasıl olurdu diye düşünmüşlüğüm yok değildi elbet ama olabildiğince düşünmemeye çalışıyordum. Varlığını bilmediğim bir şeyin yokluğu o kadar koymaz diyerek geçiştiriyordum çoğu zaman. Geçiştiremediğim zamanlarda oluyordu elbette ama idare ediyordum bir şekilde.” dedim ve derin bir nefes aldım.

“Benim karşıma ilk çıkan Çağdaş’tı. Günlerce kafeye geldi, aynı gün aynı saat. Saatlerce hiçbir şey söylemeden otururdu. Giderken de bir ton şey alıp öyle giderdi. Daha sonra bir gece beni takip ederken yakaladım. Sen benim ablamsın diyince de ne yapacağımı şaşırdım. Yapın diye söylemiyorum ama bir kardeşim olduğunu öğrendiğim gece zil zurna içmeye gittim.” dedim.

“Neden?” diye üçü aynı anda sordu.

“Korktum.” dedim. “Karşıma çıktığı için, benden ne istediğini bilmediğim için, belki bana yalan söyleyen biridir diye düşündüğüm için. En çok korktuğum şeyse, neden terk edildiğimi öğreneceğim içindi. Benim karşıma ben senin kardeşinim diye çıktıysa annesi babasıyla yaşamıştır, bir şekilde beni öğrenmiştir diye düşündüm. Ben istenmeyen çocuk, çirkin ördek yavrusuydum neticede. Yani kendimi öyle biliyordum, durum bambaşkaymış.”

Lafımın bitmesiyle derin bir sessizlik yaşandı. “Sonra cesaret ettim işin aslını öğrendim. O benim annemin oğluydu, peki ya babam? Onca yıldır elbet çocuk sahibi olmuştur diye düşündüm ki düşüncem de de haklı çıktım. Annemden babamın adını öğrendiğimde internette araştırma yaptım. Verdiği bir röportajda hepinizin bir arada olduğu fotoğraf görünce, o fotoğrafa ait olmadığımı hissettim.” dememle tekrar bir sessizlik yaşanmıştı.

“Babamın da, sizin de beni kabul edeceğinizi düşünmemiştim.” diye dürüstçe ilk zamanlardaki düşüncelerimi söylediğimde Emre, “Neden?” diye sormuştu. “Çünkü siz zaten bir aileydiniz.” dememle hepsi bir iç çekmişti.

“Beni istemeseydiniz anlardım. Sizinle aynı anneden değildik sonuçta, yıllardır haberimiz olmamış birbirimizden. Hem belki babam da babalık yapmak istemez diye düşündüm. Zaten bir kızı var bana ihtiyacı yok diye düşündüm. Yanlış düşünmüşüm, tabii bunu sonradan fark ettim. Sizi tanıyınca.”

Teker teker yüzleşiyorduk. Acabalarımız, belkilerimiz vardı. Yoksalarımız, ya olursalarımız. Bu gece kardeşler olarak yeniden tanışıyor, aklımızdaki soruları birer birer paylaşıyorduk. Onlar, onları kabul etmememden korkmuşlardı. Ben de onların beni kabul etmemesinden korkmuştum.

“Senden ilk haberim olduğu an,” diye bu sefer Emre konuşmaya başlamıştı. “Korktum. Babam annemi annen yüzünden bırakır diye, annem üzülür diye, ya kötü biri çıkarsan diye korktum. İstanbul’da yemek yerken gerçek duygularınla konuştuğunu düşünmedim. Ya oyunsa, diye kurdum kafamda. Ta ki bugün annemle olan konuşmanı duyana kadar.” demesiyle ona bakmıştım.

“Daha önce bir ablam olmadığı için bir insanın ablası olması ne demek bilmiyorum ama bir ablam olmasını isteseydim eğer yine sen benim ablam ol isterdim.” dedi ve arkasını döndü. “İyi geceler.”

“Utandı.” diye fısıldadı Cemre. Ben ise onun bu hâline tebessüm etmekle yetindim. “İyi geceler.” dedim ve ben de uyumak için rahat bir pozisyon aldım.

 

*******

Sabah gözümü açmama sebep olan şey fısıldamalar ve duyduğum fotoğraf çekme sesiydi. Gözümü olduğum yerde açarken hareket eden başımla birinin göğsünde olduğumu fark ettim. Başımı hafif kaldırıp ne olduğuna baktığımda yer yatağındaydık. Ben Tahir’in göğsünde, Cemre benim sırtımda, Cemre’nin arkasında ise Emre kollarını bize sarmış bir şekilde yatıyorduk.

Fısıldamalar devam ederken, “Noluyo ya?” diye sormadan duramadım. Tepemde dikilen babam ve Gülendam Hanım’a öylece bakarken onlar da bize bakıyordu. Babamın elinde duran telefonla da fotoğrafları kimin çektiği belli olmuştu.

“Günaydın kızım.” diyen babama, “Aymamıştır ya bir daha bak baba.” dedim ve eski pozisyonuma geri döndüm. Onlar benim bu dediğime gülerken, benim tek derdim uykuma kaldığım yerden devam etmekti.

“Hadi kalkın!” diyen babamı ben dâhil kimse takmazken bir anda yüksek bir ses duyunca hepimiz olduğumuz yerde sıçramıştık.

“Baskın mı var?” diye birden ayaklandı Tahir.

“Sığınaklara!” diye bir yandan da uyku sersemliğiyle olduğu yerde dönen Emre’ye kaydı gözüm. Cemre’ye baktığımdaysa gözlerini açmaya çalışarak etrafına bakıyordu.

Yarım yamalak gördüğüm kadarıyla Gülendam Hanım önden çıkmıştı. “Herkes uyandığına göre hemen sofraya. Tahir, Emre hadi siz de misafirlerimizi uyandırın.” Babamın bunları söyledikten sonra odadan çıkmıştı.

El çabukluğuyla hep beraber yer yatağını topladıktan sonra Tahir ve Emre bizimkileri uyandıracağını söyledikten sonra ben de odada bulunun banyoda hızlıca bir duş almıştım. Saçlarımı da kuruttuktan sonra siyah pileli etek, eteğin altına kalın siyah çorap, üst olarak da gri basic bir ince uzun kollu ve üstüne yine gri uzun kollu bir gömlek giymiştim.

En son kirpiklerime rimel de sürdükten sonra odadan çıkıp doğruca aşağıya inmiştim. Adım seslerimle herkesin gözleri bana dönerken tüm beyler şekilden şekle girmişti.

“Kız yenge, bu ne şıklık böyle?” diyen Tolga’yı Kadir, ensesine vurarak susturmuştu.

“Babacım.” diyen babama dönüp, “Efendim baba.” dedim. “Gerçekten, bu ne şıklık kızım.” dedi. Beni kırmamak, ya da aramızı bozacak herhangi bir şey söylemek istemediğinden ne söyleyeceğini bilemiyordu. Bunu yüz mimiklerinden anlayabiliyordum.

“Teşekkür ederim baba. Bugün kendime biraz özenmek istedim.” dedim. Sofraya oturduğumda çeşit çeşit yiyecek vardı. Fakat benim dikkatimi çeken şey tam karşımda duran sarı sarı ‘ye beni’ diye bağıran kuymaktaydı.

“Ablacım, sence de biraz fazla özenmemiş misin?” diye soran Tahir’e “Ne alaka?” diye sordum. Onlar farkında değildi ama şu an tek ilgi odağım karşımdaki kuymaktaydı.

“Fazla güzel olmuşsun ya! Bir insan etek giydi diye bu kadar da güzel olmaz ki. Olmamış bu ıı bizimle değılsın.” dedi.

“Kaç yaşındasın sen?” dedim ve önümdeki yeşil zeytinden bir tane alıp ona attım. Attığım gibi havada kaptı ve zeytini ağzına attı. “Ne aptal aptal kıskanmalar bunlar.”

“Ya ama abla,” diye tam Emre araya girecekken, “Susun bakayım.” diyerek, Gülendam teyze Emre’nin sözünü kesti. “Kaç yaşındaki kız, giyinirken size mi danışacak? Aaaa, kıskanacaksanız da içinizden kıskanın. Bozmayın kızın moralini.”

“Anneniz haklı çocuklar. Hem konuşmaktan kahvaltı da edemedik bak, hadi afiyet olsun.” Babam da Gülendam ablaya destek çıkınca hep beraber kahvaltı etmeye başlamıştık. Kahvaltı boyunca sadece önümdeki kuymaktan ve kahvaltılıklardan yemiştim, çok güzeldi.

“Beğendin mi kızım?” diye soran babama, “Çok güzel, çok beğendim.” diyerek yanıtladım. “Ben yaptım.” dedi, “Senin için. Benim elimden de bir şeyler yemeni istedim.”

Bunu demesiyle masada sessizlik olmuştu. Gözlerimin dolmasını engelleyemeden, “Ellerine sağlık, çok güzel olmuş. Sofra da öyle, ikinizin de eline sağlık.” dedim, Gülendam abladan da bahsederek.

Masadaki kısa bir anlığına oluşan duygusallık dağılmıştı. Hep beraber avluya geçip çay keyfi yaparken kapı çalmıştı. Tahir kapıyı çalmak için açtığında gelen kişileri tanımamıştım.

“Demek yeğenim ta buralara kadar geliyor ama kimse bize söyleme zahmetinde bulunmuyor öyle mi?”

Loading...
0%