Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26. Bölüm

@okuyan_bir_insan

“Çok romantiksiniz, içim şişti.” diyerek bize laf sokan Ahmet’e baktım.

“Sevgilim var ki romantiğim, Allah Allah. Başka yerde kıskanır mısın lütfen? Nazar değdireceksin.”

Onun bana takıldığı gibi ben de ona takıldım. Fakat bu yalandan kıskançlık krizi fazla uzun sürmemiş, ortamı bir anda bizim kahkaha seslerimiz doldurmuştu.

“Şaka maka harbiden çok yakışıyorsunuz. Allah ayırmasın.” diyerek asıl düşüncesini söylediğinde, “Teşekkür ederiz.” dedik aynı anda Ateş’le.

“Siz nasıl tanıştınız Nazlı abla?”

Nehir’in bu sorusuyla kuzenlerimin meraklı gözleri ben ve Ateş’in üzerinde gezerken, Tahir ve Emre’nin ise memnuniyetsiz bakışları onlara eşlik ediyordu.

“Ben arkadaşım Yasemin ile aynı evde yaşıyorum. Ev sahibimiz bizi oğlu gelecek diye çıkardı. Benim o zaman işlettiğim dükkânda kira kontratının bitmesine iki hafta varken bana çık dedi. Böylelikle hem evsiz hem de işsiz kalmıştım.” dedim ve hikâyemizin nasıl başladığını anlatmaya başladım.

“Ya ne kadar güzel, kız arkadaşınla aynı evde yaşıyorsun. Keşke benim de öyle bir şansım olsa.” diye iç çekerek söylemişti Nehir.

“Sen ve bir kızla aynı evde, hemi de tek başuniza yaşamak isteysun öyle mi bacum? Kusura kalma ama nah bulursun oni.” diyerek böyle bir şeyin ihtimal dâhilinde bile olmadığını hem sözleriyle, hem de sinirlenince değişen aksanıyla belli etmişti Kemal.

“Hem ne bu ayru ev ayru ev muhabbeti? Rahat mı batayi? Söyle bağa kurban olduğum.” diyerek sözlerine devam etti.

“He ağabey, rahat batti. Oldu mi?” diye karşılık verdi. “Eyi ki bir şey dedum ha. Tıktunuz kizun ağzına laflari.” diyerek bir nevi bu konuyu kapatmıştı.

“Neyse, sen devam et Nazlı abla sonra ne oldu?” diye sorduğunda kaldığım yerden anlatmaya devam ettim.

Emlakçılar tarafından nasıl dolandırılmaya çalıştığımı, çaresizce denk geldiğim pazarın birinde kiralık dükkân var mı diye soracakken Ateş’in annesiyle nasıl tanıştığımı ve dahasını. Laf lafı açmış, kuzenlerimle iyice kaynaşmıştım. Hatta bu on dörtlü bir whatsapp grubu bile kurmuştu.

Gecenin sonunda babam aramış ve nerede olduğumuzu sormuştu. Babamın aramasından yaklaşık yarım saat sonra ise geç olması gerekçesiyle bulunduğumuz mekândan ayrılmış ve evlere dağılmıştık.

Dış kapıdan içeri girdiğimizde kamelyada oturan babam ve Gülendam ablayla karşılaştık. Selamlaştıktan sonra boş kalan yerlere oturduğumuzda babamın bir şeyler söylemeye çalıştığını fark ettim.

“Baba? Bir şey mi söyleyeceksin? Deminden beri kıvranıyorsun da.” dediğimde sıkıntılı hâlinden kurtulmak için her ne söyleyecekse tek seferde söylemeye karar vermiş olacak ki, “Yarın İstanbul’a dönmemiz gerek. Aslında dönmem gerek ama seni de arkamda bırakmak istemiyorum kızım. Hem daha kuzenlerinle burada doğru düzgün vakit bile geçiremedin.”

Tek seferde söylediklerinden sonra derin bir nefes aldı. Bu durumuna üzüldüğümden, olduğum yerden kalkıp yanına oturdum.

“Dert ettiğin şeye bak baba Allah aşkına ben de bir şey oldu sandım. Hem sanki buraya tekrar gelemeyecek miyim ben? Neden canını sıktın bu kadar? Hem benim İstanbul’da bir dükkânım var biliyorsun değil mi? Bu kadar uzun süre kapalı kalması sakıncalı zaten. Bir de dükkân sahibim var malum. Kirayı vermezsem beni kovabilir.”

Son söylediklerimi şakacı ve alay vari bir sesle söyleyip Ateş’e baktığımda o da bu dediklerime gülüyor ama babam burada olduğu için bir şey söyleyemiyordu. Ve bu benim bu durumdan ayrı bir zevk almamı sağlıyordu.

“Güzel kızım benim.” diyerek, beni bağrına basan babama sarılarak karşılık verdim. Kısa bir süre öylece kaldıktan sonra toparlanarak eve girmiştik. Herkes eşyalarını toplamakla meşguldü. Odaya girmeden önce babamın dediğine göre sabah on uçağıyla gidecekmişiz. Bu da erken kalkmak demek oluyordu.

Eşyalarımı valize yerleştirmiş, yarın için giyeceklerimi de hazır ettiğimde çalan kapıyla “Gir.” demem bir oldu.

Hafifçe açılan kapının ardından babam göründüğünde şaşırdım. Bu şaşkınlığım kısa sürdüğünde hâlâ eşikte duran babama, “İçeri gelsene baba.” diyerek odaya girmesini sağladım.

“Hayır olsun gece gece, bir şey mi oldu?” diye sordum.

Yatağın ucunda karşılıklı otururken ellerimi tuttu. “Kızım ben sana bir şey söyleyeceğim ama nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.” dediğinde aklıma kötü şeyler dışında hiçbir şey gelmiyordu.

“Birine bir şey mi oldu baba?” diye sordum. Titreyen sesimden bile ne kadar endişelendiğim belli oluyordu.

“Hani ben sana, seni nüfusuma almak istiyorum demiştim ya.” dediğinde bir an için bu fikrinden vazgeçtiğini düşündüm. Pişman mı olmuştu böyle bir teklif yaptığı için? Bunu sormadan anlayamazdım.

“Evet.” diyebildim sadece.

“İşte ben onun için ne yapılması gerektiğini araştırdım. Araştırırken de DNA testinin gerekli olduğunu gördüm. Bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilemedim babacım. Kırılırsın diye korktum. Senin, benim kızım olduğuna inanmayaca-”

Lafını kesen şey benim onun boynuna sıkıca sarılmamdı. Yaptığı tekliften pişman olmamış, aksine ettiği teklif getirdiği zorunluluklardan dolayı kalbimin kırılmasından, onu yanlış anlamamdan korkmuştu. Sırtımda hissettiğim ellerle babamın da bana sarıldığını fark ettim.

“Kırılmam babam. Sen beni kırar mısın hiç? Endişelenmene gerek yok. Kanun ne diyorsa onu yaparız.” dedim.

Babamla yaşadığımız bu duygusal andan sonra yatmak için hazırlanmıştım. Bir an için Yasemin’e yarın geliyorum yazmak istesem de sürpriz yapmak son dakika aklıma düştüğünden mesaj atmaktan vazgeçtim.

 

********

 

Sabah gözlerimi erken bir saatte açtığımda gitmeden önce duş aldım. Saçlarımı kurutup hafifçe tek örgü olacak şekilde ördüm ve dün geceden çıkardığım kıyafetlerimi giydim. Son olarak hafifte bir makyaj yaptıktan sonra eşyalarımı alarak odadan çıktım.

Herkes yavaş yavaş hazırlanıyordu. Kahvaltı sofrasını gördüğümde ise Gülendam ablanın hepimizden de erkenci olduğunu fark ettim.

“Gülendam abla, niye zahmet ettin bu kadar? Sen saat kaçta kalktın bunları hazırlamak için?” diye sordum. Bir yandan da ellerindeki tabakları alıp masaya koydum.

“Ne zahmeti kızım, o kadar yol yapacaksınız. Hiç aç acına yollar mıyım ben sizi?” demesiyle tebessümümü saklayamamıştım.

Mutfakta bizden başka kimse yoktu. Girişe doğru baktığında ben de gayri ihtiyari oraya doğru bakmıştım. “Bu Ateş oğlan,” demesiyle ona döndüm. “Seviyor seni belli. Sen de seviyorsun, görüyorum.” demesiyle aniden utanmıştım.

“Bu zamanda böyle seven birini bulmak zordur. Hep mutlu olursunuz inşallah.” dedi ve mutfak tezgâhında duran birkaç parça kahvaltılığı da masaya koydu. Masada olan bakışları, benim ellerini tutmamla benim gözlerimi bulmuştu.

“Sen de hep mutlu ol Gülendam abla. Sen de mutluluğu hak ediyorsun.”

Biz şu an ne birinin evladı, ne de birisinin eşi değildik. Şu an için sadece iki kadındık. Herkes gibi gerçek sevgiyi ve mutluluğu hak eden iki kadın, iki insandık.

“Ah bak az kalsın unutuyordum.” dedi ve hızla tekrar tezgâha yöneldi. Koca poşeti alıp göz hizama getirdiğinde içindeki, içi dolu kavanozları gösterdi.

“Bunlar da ne?” diye sordum.

“Sen çok beğenmiştin. Domatesli kahvaltılık sos, bol bol yapmıştım. Bunlar da sana.”

Nedensizce duygulanmıştım. Ufacık bir şeydi bu ama belli ki benim için o kadar da ufak bir şey değilmiş. “Sen çok beğendiğini söylemiştin laf arasında. Sabahları da doğru düzgün kahvaltı yapmaya fırsat bulamıyorum demiştin laf arasında. Bunu ister iş yerinde ister evinde sakla ama yemeden önce mutlaka ısıt. Öyle daha lezzetli oluyor.”

Bunları öylesine sıradan ve basit bir şeymiş gibi anlatıyordu ki, bende ki yarattığı adlandıramadığım duyguları fark etmiyordu. Ona da fark ettirmemeye çalışarak, “Teşekkür ederim. Emin ol hepsini silip süpüreceğim. Ayrıca tarifini de isterim, ona göre.” dedim.

O ise bu hâlime gülerek, “İstediğin tarif olsun kızım.” dedi.

Ev halkı yavaş yavaş mutfağa doluşurken herkes yerlerine geçmişti. Sabah mahmurluğu ve sohbet eşliğinde çalan telefonumla dikkatler bana kaymıştı. Arayana baktığımda Yasemin olduğunu gördüm.

“Yasemin arıyor, hissetti galiba.” dedim ve telefonu açtım.

“Alo Yaso’cum, günaydın şekerim.” dedim ve o sıra mısır ekmeğinden bir parça ağzıma attım. “Günaydın Nazlı.” demesiyle bir terslik olduğunu fark etmiştim. Yıllardır aramızda süre gelen, kendimizin bile haberdar olmadığımız bir anlaşmamız vardı. Telefonu açtığımızda karşı taraf ismimizi kısaltarak kullanmak yerine olduğu gibi söylerse tat kaçıran bir şeyler var demektir.

“Ne oldu? Bir sorun mu var?” dedim ben de ciddileşerek.

“Akın ve Çağatay orada mı?” diye sordu.

“Evet, buradalar.”

“O zaman telefonu hoparlöre versene.” dediğinde sesi hoparlöre aldım. “Seni duyuyorlar.” dememle ne olup bittiğini anlatmaya başlamıştı.

“Az önce eve bir tebligat geldi. Nazlı’nın adına.”

Bunu duymayı beklemiyordum. Sadece ben de değil, hiç kimse beklemiyordu.

“Siz ne zaman döneceksiniz? Bu gelen tebligat canımı sıktı.” diye sordu.

Akın benim karşılık vermemi beklemeden, “Hangi mahkeme yazıyor gelen tebligatta?” diye sordu.

Yasemin ise, “Sulh Hukuk Mahkemesi.” demesiyle Akın ve Çağatay’ın birbirlerine bakmalarına sebep oldu.

“Tamam Yasemin. Biz bugün dönüyoruz. O belge yanında ama sağlam bir yerde kalsın. İstanbul’a dönünce ona ihtiyacım olacak.” dedi.

Telefonu hoparlörden alıp, “Görüşürüz Yasemin. Benim şimdi kapatmam lazım.”

“Görüşürüz. Dikkat edin kendinize.”

“Sen de.” dedim ve kapattım.

“Ne tebligatından bahsediyor arkadaşın kızım?” diye sordu.

“Ben de bilmiyorum baba.”dedim ve bakışlarımı, buradaki iki avukata çevirdim.

“Akın, Çağatay. Lafı dolandırmadan direkt söyleyin. Bu az önce duyduklarımız ne demek oluyor?”

“Sana gelen tebligat eğer yanlışlık yoksa miras için gelen bir tebligat.”

Çağatay’ın bunu demesiyle kimse bir şey anlamazken hepimizin aklında aynı sorunun döndüğüne eminim. ‘Mirasçısı olmayan bir kıza nasıl miras kalabilir.’

“Yani kısacası sen, birinin mirasçısısın.” diye herkesin anlayabileceği bir şekilde açıklamaya devam etti kadın.

“Şimdi bir dakika.” diye araya giren Emre’ydi. “Birisine miras kalması için mirası bırakan kişinin ölmüş olması gerekmiyor mu? Babam bırakamaz. Ablamın annesi de hayatta. O zaman ablama kim miras bırakır ki?” diye hepimizin aklında dolanan o soruyu sordu.

“Bunu öğrenmek için de bir an önce İstanbul’a dönmemiz gerekiyor.” dedi Çağatay.

 

*********

 

Kahvaltı faslı Yasemin’den gelen telefondan sonra hızlı bir şekilde bitmişti. Cemre’yle birlikte el birliğiyle etrafı toplamış ve son kontrolleri de yaptıktan sonra evden çıkmak için hazırdık.

“Herkes hazır mı?”diye sordu babam.

Herkes eşyalarıyla beraber kapının eşiğinde beklerken, “Hazırız baba.” diye sorusuna cevap verdim.

“Baba,” dedim kapıdan çıkmadan hemen önce. “Efendim kızım.” diyince ağzımdaki baklayı çıkardım.

“Amcamlara uğrayacak mıyız?” diye sordum.

Bana cevap vermeden önce kol saatine baktı. Ardından bana doğru dönerek, “Ayaküstü istersen uğrayabiliriz. Fazla vaktimiz yok.” dedi.

Yanımdaki kalabalığa baktığımda Ateş, “Neden öyle bakıyorsun hayatım? Hayır diyecek hâlimiz yok ya. Hem vedalaşmadan gitmekte ayıp olur iyi düşünmüşsün.” dedi ve göz kırptı.

Yan bir sırıtışla ona baktığımda bana gülerek baktığını gördüm. Bizim bu bakışmamızı bölen şey daha doğrusu ses ise babamın yalandan öksürüğüydü.

“Hadi gidelim artık. Daha fazla oyalanmayalım.” dedi ve önden çıktı.

Biz de zaman kaybetmeden babamın peşinden dışarı çıktık. En son Gülendam abla çıkıp kapıyı kilitlediğinde eşyaları da seri bir şekilde bagaja yerleştirmiş, yola koyulmuştuk. Havaalanına gitmeden önce de amcamlara uğramıştık.

“Böyle olmadı ama yeğenim. Seni burada daha çok görmek isterdim. Hemen daha benim oğlanları nasıl avladığını da senden dinleyemedim.” diyen Mehmet Ali amcama gülerek, “İnşallah başka bir zaman amca, şimdi gitmemiz gerek.” dedim ve “Hem en iyi Ahmet anlatır, neticede keklik olan o öyle değil mi?” diye sordum ben de takılarak.

Hemen dibimizde biten Ahmet, “Bunun rövanşı olacak ama unutturmam sana da.” dedi ve sarıldı. Sarılışına karşılık vererek ben de sarıldım. Sırasıyla Kemal ve Nehir’le de sarılıp vedalaştığımda diğerleriyle de tokalaşmakla yetinmiştim.

Gitmeden hemen önce küçük Haşim karşımda durarak, “O zaman sana söylemedim ama teşekkür ederim hayatımı kurtardığın için, Nazlı abla.” dedi.

“Ben yapmam gerekeni yaptım ama yine de rica ederim.” dedim.

“Hadi, artık gitmemiz gerek.” diyen babamla onlara son kez el sallamış ve oradan ayrılmıştık.

Havaalanına geldiğimiz gibi kontrolden geçmiş ve yarım saat sonra uçağa binmiştik. Bu sefer yanımdaki kişi Akın’dı ve ben aklımı kurcalayan o soruyu sordum.

“Sence eve gelen o tebligat kâğıdının annemin babasından olma ihtimali yüzde kaç?”

“Bilmiyorum Nazlı, olabilir de olmayabilir de.” dedi.

“Eğer ondan, o adamdan ise dediğine göre eve gelen kâğıt mirasla ilgili bir kâğıtsa ve bunun sebebi o adamsa bu neden Erhan’ın öyle söylediğini anlamamıza bir nebze yardımcı olabilir.”

Kendimce böyle bir çıkarım yapmıştım ama Akın’ın da dediği gibi eve gidip o belgeyi incelemeden neyin ne olduğunu bilemezdik. Ve ben artık her şeyin düzene girmeye başladığı şu zaman da en ufak bir aksiliğin yaşanmasını istemiyordum.

 

********

 

Yaklaşık iki buçuk saatin sonunda nihayet İstanbul’a gelmiştik. Kadir ve Tolga kendi evlerine dönerken şu an geri kalan herkes bizim evde doğru gidiyorduk.

“Yasemin’le konuştun mu, neredeymiş?” diye soran Akın’a, “Uçaktan inince geldiğimizi haber vermek için aradım. Bizi evde bekliyor.” dedim.

İstanbul’dan Rize’ye nasıl gittiysek yine aynı şekilde dönmüştük. Koca minibüs bizim evin sokağına döndüğünde önce ben sonra da diğerleri sırayla indiğinde tek derdimiz bir an önce eve gelen şu lanet olasıca kâğıt parçasıydı.

Kapıyı çalmakla zaman kaybetmemek için direkt anahtarla açtığımda, “Biz geldik!” diye haberdar ettim Yasemin’i. Yasemin’de bizi güler bir yüzle karşıladığında hepimizi içeri buyur etmişti. Buradaki çoğu insan onun için tanıdıktı. Tek bir kişi haricinde, Gülendam abla.

Gülendam abla ve Yasemin’de kısaca tanıştıktan sonra asıl meselemize dönme vakti gelmişti. Akın’ın telefonda bahsettiği tebligatı sorduğunda, Yasemin gelen tebligatı Akın’a verdi. “Ben ve Çağatay bu işle ilgileneceğiz.” dedi ve kâğıdı inceledikten sonra telefonunu çıkararak birilerini aradı.

“Alo, senden biri hakkında bilgi öğrenmeni isteyecektim dostum müsait misin?” diye sordu telefonun ucundaki kişiye. Biz neler konuştuklarını duyamasak da, Akın’ın sorduklarından ve karşı tarafa verdiği cevaplardan az çok neler dediğini anlayabiliyorduk.

“Evet, evet önemli ve acil olmasa istemezdim biliyorsun. Hem senden isteyeceğim şey sadece vereceğim ismin kim olduğunu ve ne avukatı olduğunu öğrenmen, hepsi bu kadar.” dedi.

Karşı taraf tamam demiş olacak ki Akın, “Tamam söylüyorum.” diyerek kâğıdın üstündeki ismi okudu. “Avukat Ekrem Gülsoy. Bana bu adamın uzmanlığı ne ya da sadece hangi davalara baktığını bulman yeter. Ne kadar sürede bulabilirsin?” diye sordu.

“Eyvallah, çok sağ ol. Bizim için önemli bir mesele. Tekrardan sağ ol.” dedi ve vedalaşarak telefonu kapattı.

“Yarım saate bulur ararım dedi.” diyerek adamın bizi ne zaman arayacağının bilgisini veren Akın’a, “Adam eğer miras davalarına bakıyorsa düşündüğümüz şey için mi bana ulaşmaya çalışıyor sence?” diye sordum.

“Her şey yarım saat sonra belli olacak. Ama benim düşüncem böyle bir durum varsa zaten avukatın seninle iletişime geçmesi gerekli. Bunun altından bir şey çıkacak ama bekleyip görmekten başka çaremiz yok.” diyen Çağatay’dı.

Bu yarım saat sohbet ve çay faslıyla geçmişti. Tabi bir de bir ara ben arabadan valizlerimi de almıştım. Her ne kadar acelesi yok deseler de bir şeylerle uğraşmam gerektiğini biliyordum. En azından beklediğimiz telefon gelene kadar.

Kirli eşyalarımı ayırırken kapıda Ateş belirdi. Ben aklımdakilerden kaçmaya çalışırken o yaptığım şeyden beni ayırarak sıkıca sarıldı. Sarılışına aynı sıkılıkta karşılık verdiğimde, “Korktuğunun farkındayım. Her şey senin için yeni yeni düzene girerken başka bir şeyle karşılaşmak istemediğinin de farkındayım ama artık her ne olursa olsun yalnız savaşmayacaksın. Çünkü sen artık yalnız değilsin. Baban var, annen, kardeşlerin-” derken sözünü kestim.

“Sen varsın.”

Kollarını gevşetse de sarılmamızı kesmeden yüz yüze gelmemizi sağladı.

“Evet, ben varım. Hepte yanındayım, her zaman. Durum ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın. Ne önündeyim ne de ardında. Ben her zaman senin yanındayım. Bunu hiç unutma tamam mı?”

Gözlerinde gördüğüm parıldamalar bana baktığı için gözünde oluşan ışıltılar mıydı, yoksa onun gözlerinde kendimi gördüğüm için bu yaldızlar bana mı aitti bilmiyordum ama çok güzeldi. Dediği gibi, Ateş hiçbir zaman benim önümde ya da ardımda olmamıştı. Her zaman yanı başımda, ellerimiz bir aradaydı.

“Seni seviyorum.” dedim sadece.

“Seni çok seviyorum.” dedi sadece.

Buradaki işlerimi halledip beraber salona döndüğümüzde beklediğimiz arama gelmişti. Akın bekletmeden telefonu açtı.

“Söyle dostum.” dedi ve karşı tarafı dinledi. Akın’ın suratından hiçbir şey anlamazken bu konuşmanın bir an önce bitmesini sabırla bekledim. “Eyvallah, sağ ol tekrardan. Teşekkür ederim.” dedi ve telefonu kapattı.

“Uzatmadan söyleyeceğim. Ekrem denilen bu avukat, Aile ve Kişiler Hukukunda uzmanmış.”

“Yani?” diye sordum. “Bu konuda uzman olan avukatlar hangi konulara bakıyor?”

Akın ve Çağatay arasında kısa bir bakışma geçti. Çağatay bana bakıp, “Birçok konu var ama bu konular arasında,” dedi ve bir soluk çekti. “Mirasta var. Ekrem denilen avukat miras konusunda ünlenmiş bir avukatmış. Onunda uzmanlığı oymuş.” diyerek Çağatay’ın cümlesini tamamlayan Akın olmuştu.

O sırada çalan telefonumla dikkatler benim telefonuma dönerken, isimsiz gelen aramayı açtım. Ve beklenen yaşandı.

“Alo, ben Avukat Ekrem Gülsoy. Nazlı Çiçek Demir ile mi görüşüyorum?”

                                               

**********

 

Ne zaman okumaya niyet etsem bir türlü bitiremediğim ve bana ağır gelen bir kitapta şu söz geçer. ‘Önce biraz ağladılar, ama alıştılar şimdi. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır.’ Dostoyevski’nin Suç ve Ceza isimli kitabında geçen bu sözün şu an aklıma gelmesi trajik komik miydi, yoksa benim zihnimin aklımı koruması için oynadığı küçük bir oyun muydu? Emin değildim. Ben hep ağlayan taraf olmuştum ama bir türlü bazı şeylere alışamamıştım. Sanırım o kadar da insanoğlu değilim.

Telefonu kulağımdan çekip hoparlöre aldığımda, “Buyurun Ekrem Bey, ben Nazlı Çiçek Demir. Ne için beni aramıştınız?”

‘Bence kesinlikle oyuncu olmalıydın’ diyen iç sesime aldırış etmeden telefondaki adamı dinlemeye devam ettim.

“Nazlı Çiçek Hanım be-” derken lafını böldüm. “Nazlı demeniz yeterli.” dedim.

“Pekâla, Nazlı Hanım. Ben merhum Cavit Yılmaz’ın avukatı, Ekrem Gülsoy. Sizinle önemli bir konuda görüşmek için aramıştım. Eğer yarın öğleden sonra müsaitseniz sizinle ofisimde görüşmek istiyorum.”

“Benimle görüşmek istediğiniz konu nedir? Ve merhum olarak bahsettiğiniz Cavit Yılmaz kim?” diye sordum, sanki dediklerinin hiçbirini bilmiyormuşum gibi. Sanırım gerçekten de oyuncu olmalıydım.

Etrafıma baktığımda herkes pür dikkat beni ve telefondaki avukatı dinliyordu. Akın ve Çağatay’a baktığımda devam et dercesine başlarını sallamışlardı. Yanımda oturan Ateş ise elimi tutuyordu.

“Nazlı Hanım, siz benim kim olduğumu ve kimden bahsettiğimi biliyorsunuz. Sizinle görüşmek istediğim konu ise ben de size ait olan bir şey var. Eğer yarın gelirseniz detayları o zaman konuşuruz.” dedi.

“Öyle olsun.” dedim ve konuşmaya devam ettim. “Bana konum atarsanız sevinirim. Yarın öğleden sonra orada olacağım,” göz ucuyla Akın ve Çağatay’a baktığımda lafımın devamını getirdim. “Kendi avukatlarımla. İyi günler.” dedim ve aynı şekilde karşılık alınca telefonu kapattım.

Kapanan telefonun ardından kısa bir sessizlik oluştuğunda “Bu ne demek şimdi?” diye sordu, Ateş. “Bu ne yarım yamalak bir açıklama böyle.”

“Sakin ol.” dedim ona doğru dönüp. “Yarın her şey ortaya çıkacak. O zaman neyin ne olduğunu anlayacağız. Lütfen sen sakinliğini koru.” dedim.

“Sakin olabilmem için senin iyi olman gerek ve ben şu an sakin kalmakta çok zorlanıyorum.” dediğinde bir kez daha şanslı olduğumu hissettim. Böyle bir adama sahip olduğum için, tüm şansımı Ateş’i bularak kullandıysam da bunun için hiç pişman değildim.

“Dediğin gibi, artık yalnız değilim. Bu yüzden ben iyiyim.” dedim onu sakinleştirmek için. Gergindim evet ama bu ne olduğunu bilmediğimdendi. Bir öksürük sesi duymamla refleksle sesin geldiği yere döndüm. Şaşırmama gerek yoktu. Çünkü ses babamdan gelmişti.

“Biz artık kalkalım.” dedi ve hepsi birden ayaklandılar. “Yarın bizi haberdar etmeyi unutma kızım. Hatta gitmeden önce ara, ofis her neredeyse biz de yakınlarda olalım.”

İçimden gerek yok demek gelmemişti. Ben hallederim demekte. Gerçekten birilerinin artık benim için, bir şeyleri benim yerime halletmesine ihtiyacım vardı. Ve desteğe de.

“Tamam, yarın haberleşiriz. Ofisin yerini de söylerim.” dedim.

Akın ve Çağatay’da dâhil olmak üzere herkes gitmeye başladığında yine en sona Ateş kalmıştı. “Yarın ben de geleceğim.” dedi.

“Tabi ki de geleceksin. Gelmemek gibi bir lüksünüz yok Ateş Bey.” dedim burun kıvırarak.

Burnumu işaret ve orta parmağının arasına alıp hafif sıktığında tam bir şey diyecekken aşağıdan korna sesleri geldi ve akabinde Emre’nin, “Enişte! Babam diyor ki; ‘Eğer o çocuk on saniyede aşağıya inmez ise bagajdaki eşyalarını hayır kurumuna bağışlayacakmış! Ve on saniyen başlamış öyle diyor!”

Bunun üzerine yanağımdan hızlı bir öpücük almasıyla merdivenlerden uçması bir oldu. Işınlanmışta olabilir. Bu konuda emin değildim. Nihayet kapıyı kapatıp içeri girdiğimde sonunda Yasemin’le baş başa kalabilmiştim.

“Özleştik değil mi?” dedi ve kollarını beni sarmak için açtı.

Hızlı adımlarla yanına gittim ve açtığı kollarının arasına sığındım.

“Özleştik kardeşim.”

 

**********

 

Karadeniz’de kaldığımız süreçte yaşananları en ince ayrıntısına kadar Yasemin’e anlatmıştım. Bu süreçte bir tencere makarna, dört adet cips, üç bisküvi ve bir paket altılı kutu kola bitmişti. Son darbe ise sade maden suyuydu.

“Vay be.” dedi Yasemin. “Sarhoşta değiliz hâlbuki ama benim kulağıma gelen sesleri sen de duyuyor musun?” diye sordu.

“Ne sesi kız?” dedim ben de. Az çok neyin geleceğini tahmin ediyordum ama yine de Yasemin’den duymak daha eğlenceliydi.

“Seda ablamın, ‘neler yaşadın ya’ diyen sesi.” demesiyle ikimizde kahkahalara gömülmüştük. Ağlanacak halimize mi gülüyorduk, yoksa gerçekten komik miydi şu an için umurumuzda olan bir şey değildi.

“Yarın ne olacak sence?” diye sordu, güç bela dindirebildiği kahkahasının ardından. Ne olacağını ben de dâhil kimse bilemiyordu. Tahminler vardı ama neden sorularının cevabı yoktu. Yarın cevap günüydü ve benim bir fikrim yoktu. Vardı ama yoktu işte. Benim kaçma şekli de buydu.

“Ne olacağını bilmiyorum ama ak koyun kara koyun çıkacak ortaya. Yarın ola hayrola.”

Telefonumun bir kez daha çalmasıyla yastığın altına kaçan telefonumu güç bela bulmuştum. Arama sonlandırılmadan arayan kişiye bakamadan hızlıca açtım.

“Alo.”

“Nazlı kızım,” diyen ses Handan teyzenin sesiydi. Emin olmak için telefonu kulağımdan çektiğimde arayanın Handan teyzenin olduğu kesinleşmişti.

“Buyur Handan teyze, seni dinliyorum.” dedim.

“Kızım, ben seni ve Yasemin’i akşam yemeği için çağıracaktım. Bak söylüyorum peşinen itiraz istemem. Özledim yahu, kaç gündür görmüyorum zaten.” diyerek çokta zoraki olmayacak bir şekilde akşam yemeği için bizi çağırmıştı. Zoraki değildi çünkü Handan teyzeyi seviyorduk ve yemeklerini de.

“Sen çağırırsında biz gelmez miyiz? Hem tek özleyen sen değilsin Handan teyzem.” dedim tebessümle.

“Kızlarım benim. Hadi benim şimdi kapatmam lazım, akşama görüşürüz.” dedi ve kapattı.

Onun bu hâline tebessüm ettiğimde odağım yeniden Yasemin’deydi. “Ee,” dedim ve göz kırptım. “Anlat bakalım, sen de ne var ne yok.”

 

*********

 

Handan teyzelere gidene kadar hem sohbet etmiş hem de pratik bir tatlı yapmıştım. Şimdi ise Ateş’lere gitmek için hazırlanıyorduk.

“Hazır mısın Nazo?” diye sordu içeriden Yasemin.

Son kez kendimi kontrol ettikten sonra odadan çıktım. “Hazırım.”

Çıkmadan önce poşete koyduğum tatlıyı da aldım ve Yasemin’le evden çıktık. Kapıyı kilitledikten sonra apartmandan da çıkıp tam karşıya geçecekken hiç görmek istemeyeceğim biriyle karşılaştık. Yelda.

Ben bir şey söylemesini beklerken o hiçbir şey söylemeden gitti. Fakat tuhaf bir şeyler vardı, adını koyamadığım bir şeyler. Buna kafa yormak istemediğim için daha fazla onunla oyalanmadan karşı apartmana girdik.

Zili çalar çalmaz açılan kapıyla bizi karşılayan kişi Ateş’ti. Ateş’in arkasından gelen Asena ve Handan teyzeyle beraber zor olsa da dikkatimi onlara verebilmiştim.

Handan teyze, “Hoş geldiniz kızlar. Hadi, hadi geçin ayakta kalmayın.” Diyerek kısa bir selamlaşma yaşadık. Bizi içeriye davet etti ve elindeki beziyle hızla mutfağa gitti. Tatlıları da Asena’ya verdiğimde annesinin yanına gitti.

Önde Ateş, arkasında ben ve benim yanımda Yasemin’le beraber içeriye geçtik. Her zamanki köşesinde gazetesini okuyan Haluk amca bizi gördüğünde ayaklandı. “Hoş geldiniz kızlar. Ne zamandır gelmiyorsunuz, özlettiniz kendinizi.” dedi, tebessüm ederek.

Önce ben, benim ardımdan da Yasemin Haluk amcanın elini öptü. “Valla benim mazeretim var Haluk amca, biliyorsun. Hatta bu yüzden oğlunu da çaldım biraz.” dedim.

Kısık bir kahkahayla omzuma patpat yaptı ve “İstediğin kadar çalabilirsin, eti senin kemiği benim.” dedi. Bunu söylemesiyle kahkahamı tutamamıştım. “Peki madem öyle olsun.”dediğimde Ateş’le bakışlarımız denk düştü. Gülümseyerek bize bakıyordu.

Çok geçmeden Handan teyze ve Asena’da sohbetimize katılmıştı. “Demek yarın avukatla görüşeceksiniz.” dedi, Handan teyze.

“Öyle,” dedim. “Bakalım yarın neler olacak, biz de bilmiyoruz.”

“Sen içini ferah tut kızım. Ne olacaksa olacak zaten, sen yeter ki gönlünü ferah tut. Hem arkadaşların da avukatmış zaten. Onlar ne yapacaklarını bilir.” dedi ve konu burada kapandı.

Yemekten sonra çay ve benim yaptığım tatlılar eşliğinde Karadeniz’de yaşanılanlardan bahsettik. Konunun geneli ise ben ve benim üstün atıcılık yeteneğimdi. Yavaş yavaş geç olmaya başlayan saatle eve gitmek için ayaklanmıştık.

“Beni de haberdar etmeyi unutma kızım tamam mı? Şimdi bu oğlan anlatmaz bana.” dedi, Handan teyze. “Ben zaten okuyacağım sizin ardınızdan. Yüreğini ferah tut.”

Onun bu hâli içimi sıcacık ederken sıkıca sarıldım. “Teşekkür ederim.” diye fısıldadım.

Handan teyze, Asena ve Haluk amca içeri geçerken, Yasemin’de merdivenlerden inmişti. Bunu neden yaptıkları belliydi elbet. Ateş’le bizi baş başa bırakmak istemişlerdi.

“Yarın seni evden alayım beraber gideriz olur mu?” diye sordu.

“Akın ve Çağatay gelecekler. Sen öğlen bize gel dördümüz beraber gidelim olur mu?”

“Tamam gülüm, hep beraber gideriz.” dedi ve sıkıca sarıldı. “İyi geceler Nazlı’m.”

“İyi geceler Ateş’im.”

Ateş’lerin evinden çıktık ve bizim apartmana girdik. Dış kapıyı kapatmadan önce gözüm Ateş’lerin evine kaydığında ordaydı. Balkona çıkmış beni izliyordu. Kısa bir bakışmanın ardından Yasemin’in peşinden hızlıca eve çıkmıştım.

Odama girer girmez yarın giyeceklerimi çıkardım. Düz gri bir takım elbiseydi. Pantolon, ceket ve yelekten oluşmaktaydı. Pantolonu güzelce ütüledim ve askıya astım. Ceket ve yeleği de aynı şekilde ütüleyip askıya astığımda dolabın kapağına astım.

Banyodaki işlerimi de hallettiğimde yatağa geçtim ve bir an önce yarın olmasını diledim. Yarın olsun ve ne olacaksa olup yaşansın. Beklemek zordu. Neyi beklediğini bilmemek ise çok daha zordu.

Ne ara sabah olduğunu anlamadan gözlerimi açtım. Yeni yeni kendime gelmeye çalışıyorken içeriden gelen sesler artık daha net olmaya başlamıştı. Saçlarımı ensemden çok yukarıda olmayacak bir şekilde ev topuzu yaptım. Odadan çıkıp tuvalette işlerimi hallettikten sonra seslerin olduğu yere, yani mutfağa gittim.

Mutfakta Akın, Çağatay ve Ateş vardı. Sofraya oturmuş beni bekliyorlardı. “Herkese günaydın.” dedim.

“Ah uyanmışsın. Ben de seni kaldırmak için gelmek üzereydim. Hadi otur başla yemeye.” diyen Yasemin’le sofradan bir şeyler tırtıklamaya başlamıştım.

“Bu arada saat kaç. Ben bakmadım uyandığımda.” dedim ve bir yandan da Gülendam ablanın yaptığı kahvaltılık sostan yedim.

“Saat on bir. Vakit var acele etmene gerek yok.” diyen Akın’a başımı sallamakla yetindim.

Onlar çay içerken ben de kahvaltımı yapıyordum. Yaklaşık yarım saat kırk beş dakika süren bu kahvaltı sonrası hızlıca sofrayı toplamıştım. Yasemin on beş yirmi dakika önce ise işe gitmek için evden çıkmıştı. Bu aralar okulda öğlenciydi.

Yasemin’in işe gitmesiyle işleri ne kadar boşladığımı bir kez daha fark ettim. Şu aralar sürekli içeriden yiyordum ve artık birikimim yavaş yavaş suyunu çekmeye başlamıştı.

“Alo! Daldın gittin Nazlı, ne düşünüyordun böyle avukat işini mi yoksa?” diye sordu Çağatay.

Belli ki bana uzun zamandır sesleniyor olacak ki elini göz hizama getirmiş sallıyordu. “Yok ya, ne zamandır dükkânı açmadığımı düşündüm de. Bu aralar çok boşladım. En yakın zamanda eski düzenime dönmem lazım. Ev kirası, faturalar, mutfak masrafları, ihtiyaçlar say say bitmez.” dedim.

“Zevkinden mi boşladın sanki? Dert etme işleri yoluna koyduktan sonra eski düzenine dönersin. Şimdi bunu dert etme.” dedi Akın.

Tabağı bulaşık makinesine koyacakken elimden alındı. Alan kişiye baktığımda Ateş’ti. “Hadi sen hazırlanmaya başla, burayı ben hallederim.” dedi. Yanağına bir öpücük kondurduğumda, “Tamam bakalım kolay gelsin.” dedim ve mutfaktan çıktım.

Odama geçmeden önce lavaboda ve tuvalette işlerimi hallettim. Ardından odama girdiğimde hızlıca hafif bir makyaj yaptım. Daha sonra saçlarımı ensemden biraz yukarıda kalacak şekilde sıkı bir atkuyruğu yaptım. Son olarak da geceden ütülediğim takımımı giydim. Parfümde sıktığımda artık hazırdım.

Çantamı da alıp salona girdiğimde beni bekliyorlardı. “Ben hazırım.” dedim, beylere hitaben. “Nasıl olmuşum, malum ciddi mevzular konuşacağız. O yüzden takım elbise giyeyim dedim.” dedim.

“İyi düşünmüşsün. Hazır olduğuna göre hadi çıkalım. Avukatın ofisi bu yakada ama trafik bu belli olmaz.” dedi, Çağatay ve önden çıktı. Akın’da onu takip ederken Ateş ve ben kaldık.

“Sen bir şey söylemedin.” dedim. “Kötü mü olmuş yoksa?”

“Her şey bir insana nasıl bu kadar yakışır onu düşünüyordum. Çok güzel olmuşsun, güzel ve şık.”

“Teşekkür ederim.” dedim bu iltifatına.

En son biz de evden çıktıktan sonra kapının önünde duran Akın’ın arabasına bindik. Babama dün sözleştiğimiz gibi konum geldikten sonra neresi olduğunu söylemiştim. O da çevredeki kafelerden birinde bekleyeceğini söylemişti.

“Hazır mısın?” dedi arabayı çalıştırırken.

Siyah güneş gözlüğümü gözüme takarken dikiz aynasında kısa bir bakışma yaşadık. “Her zaman.” dedim ve yanımda oturan Ateş’in elini tuttum.

Ve biz bugün her şeyi bitirmek için yola koyulduk.

 

Bölüm sonu. Elimden geldiğince salim kafayla ve mantık hataları yapmadan yazmaya çalıştım. Yazım yanlışlarına dikkat etmeye çalıştım ama var ise af ola. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalın. :))

Son olarak İlk ve Son dizisini hiç izlemesem de ağzıma dolanan bu şarkıyı bölümle alakası olmasa da koymak istedim. İki günde ezberledim resmen.

Loading...
0%