29. Bölüm

29. Bölüm

İsimsiz Biri
okuyan_bir_insan

Selam millet. Yeni yılın ilk bölümü ile sizlerleyim. Bu bölümde dizilerde ve filmlerde sevdiğim olayın yaşanmasından birkaç gün öncesinde yaşanılanları, yani zamanda geri gitmeli bir durumu yazdım. Sonraki bölüm büyük ihtimalle benim bakış açımdan okuyacaksınız. Bölümü beğenirseniz eğer bunu oy vererek ve yorumlarda belirterek gösterirseniz çok sevinirim.

 

Şöyle bir söz duymuştum yıllar evvel, “Başın gözün ağrımasın, tek canı sağ olsun da; yel essin, kokusu gelsin.”

Şimdi ben de bu söze yeni kelimeler ekliyorum. “Yel essin, kokusu gelsin. O da kokusuyla beraber gelsin.”

 

*********

 

“Nasıl, heyecan var mı?” diye soran Yasemin’e göz ucuyla bakmakla yetindim. İnsanın heyecandan da titreyebileceğini ise şimdi öğrendim. Ailemle sevdiğim adamın ailesi tanışırken.

“Heyecan var mı ne demek kızım, resmen titriyorum heyecandan. Tabii bir de gerginlikte var. İnkâr edemeyeceğim.”

Masada duran sudan büyük bir yudum aldım. Bir nebze heyecanımı bastırır sandım. Olmadı. Benim bu heyecanıma değil masada duran bir şişe su, barajlardaki su bile yetersiz kalırdı.

“Bana bak,” dedi yönünü iyice bana dönüp. “Sen sanki heyecanlanmaktan çok gergin gibisin de sanki. Hayır ola, bir sıkıntı mı var? Yoksa babanın eşiyle annenin aynı ortamda bulunmasından dolayı mı gerginsin?”

“Alakası yok Yaso,” dedim derin bir nefes alıp. “Saçma bir benzetme olacak biliyorum ama alışık olmayan götle don misali işte benimkisi. Hayatımda ilk kez biri oluyor ve ailem dediğim insanlar. Ben de hayatımdaki bu insanı ve ailemi ilk kez gerçek anlamda tanıştırıyorum. Onun ailesi benim ailemle tanışıyor falan. Ne bileyim? Ama dert etme geceye doğru açılırım. Sen yanımda ol yeter.”

Bu hâlime içten bir şekilde gülümseyip kollarını bana sardı. Ben de onu sardım. Her zaman ki gibi kafa kafaya verdik. “Ben her zaman yanındayım çiçeğim. Sen sakin ol ve derin bir nefes al. Bu ve bundan sonraki her şey çok güzel olacak.”

 

Bazı anlar vardır. Zamanı geri almak istediğimiz, hiç o yerde olmak istemediğimiz, ya da orada olup değiştirmek istediğimiz anlar. Hayat su gibi akıp giderken ve her şey olağan bir şekilde sürerken biz bu anları fark edemeyiz. Ve o anlardan birine dönmek istediğimizde ise her şey için çok geç kaldığımızı fark ederiz.

 

Kalabalık masada oturan insanlara baktım. Benim ailem olan insanlar ve ailemden biri olan insanlar. İnsan kendi anne babasını seçemez elbette ama aile olmak isteyeceği, ailesine katmak isteyebileceği insanları seçebilir. Bu masada benim ailem olarak seçtiğim insanlar da vardı.

Orhan amca, Çağatay, arkadaşının en mutlu zamanına her ne kadar geç kalsa da Akın ve Yasemin. Şimdi ise bu isimlerin yanına yenileri ekleniyordu. Annem ve babam. Beni terk ettiklerini sandığım fakat meğer yıllarca benden haberi bile olmamış olan babam, yaşayabilmem için benden vazgeçmek zorunda kalan annem. Kardeşlerim. Onlara baktığımda hepsinin anlaşabiliyor olduğunu görmek beni içten içe mutlu ediyordu.

Gözlerim Ateş’i bulduğunda, onun hâli hazırda bana baktığını fark ettim. Biraz birbirimizden uzak kalmıştık fakat bu şu an için mazur görülebilirdi.

“Çok güzel olmuşsun sevgilim. Her zamanki gibi,” dedi dudaklarını oynatarak.

Onun bu övgü dolu sevgi cümlesine içten bir tebessüm edip, “Sen de her geçen gün daha yakışıklı oluyorsun canım, sevdiğim,” deyip; kimseye fark ettirmediğimi düşündüğüm ufak bir de öpücük yolladım.

Etraftaki insanlara bakarken babamın ve Orhan amcanın bir köşede oturup sohbet ettiklerini gördüm. Yasemin’in yanından kalkıp onlara katılmak için yanlarına giderken beni fark etmedikleri için konuşmalarına da kulak misafiri olmuştum.

“İçimde kapanmayan bir yara var Orhan ağabey.”

Babamın bu sözü bende de bir yara açmıştı sanki. Yanlarına geldiğim zaman fark edemediğim bu boğucu ve kasvetli hava, babamın tek bir cümlesiyle kendisini hissettirmişti.

“Ben kızımdan yıllarca mahrum kaldım. Kalmak zorunda bırakıldım. Ben bilseydim, ondan haberdar olsaydım eğer ölmek pahasına bile olsa bırakır mıydım onu hiç? Asla bırakmazdım. Düştüğünde tutamadım ben onun ellerinden hiç, yaralarına üfleyemedim, merhem olamadım. Ağladığında bağrıma basıp gözyaşlarını silemedim. Küçüklüğüne dair tek bir fotoğrafı bile yok bende. Koca insan olmuş benim kızım, koca insanken tanıdım ben kızımı. Hayata tutunmak için gece gündüz çalışmış. Peki, ben ne yaptım benim kızım bunları yaparken? Hiç. Koca bir hiç. Ben kızımı bir kez bile kucağıma alamadım, kokusunu doya doya çekemedim içime. Ben bunları düşündükçe delirecek gibi oluyorum.”

Bazı yaralar vardı üfleyince geçmeyen, sarınca kapanmayan ve dillendirmeyince yaşanmamış gibi yok sayamayacağımız yaralar. Benim yaram babam değildi. Bunca yıl birbirimizden bir hiç uğruna ayrı yaşamak zorunda bırakılmaktı. Sevgisiz, ailesiz kalmak değil, bunu yaşamak zorunda bırakılmaktı. Babamla yaralarımız ortaktı.

Orhan amcayla olan bu sohbetini bölmek istemediğimden geldiğim gibi sessizce geri döndüm. Ve o an aklıma gelenle Yasemin’in yanına gidip, “Benim iki dakika eve uğramam lazım,” dedim.

“Ne oldu? Bir şey mi unuttun, ben de geleyim seninle.”

“Hayır, hayır unutmadım. Gelmene de gerek yok ben hemen gidip geleceğim. Sadece evden bir şey almam gerek. Az önce Orhan amcayla babamı konuşurlarken duydum. Babam benim küçüklüğümü göremediği için ne kadar üzgün olduğundan bahsediyordu. Ben de evdeki albümü alıp babama vereceğim. Orhan amca bizim fotoğraflarımızı çekiyordu ya hani eskiden. Alıp geleceğim şimdi.”

Tamam, anlamında başını salladı. “Emin misin? Bak gelebilirim seninle.”

“Gerek yok Yaso’m. Sen de sevdiceğinle zaman geçir biraz. Hadi ben gelirim birazdan.”

Bir an önce gidip gelebilmek için seri adımlarla Murat’ın çay bahçesinden çıkıyordum. Aklımda babamın o cümleleri varken her düşündüğümde benim de yüreğim sanki bir el tarafından sıkılıyordu.

Çay bahçesinden çıkıp kestirme yolu kullanarak toprak yoldan eve doğru giderken bacağımda ve sırtımda ani bir acı hissetmemle olduğum yerde kaldım. Bir anda vücudumdaki bütün gücün çekildiğini hissetmemle dizlerimin üstüne çöktüm. Baldırımdaki ne olduğunu bilmediğim bir şeyi de o zaman fark ettim. Hızla bacağımdaki şeyi çektiğimde hâlâ ne olduğunu bilmiyordum. Ne olduğunu anlamama nedenim gözlerimin bulanık görmesi de olabilirdi.

O an aklıma yıllar evvel izlediğim filmden bir kare düştü. Bu bayıltıcı iğneyi o zaman o filmde de görmüştüm.

Dizlerimin üstünde bile duracak gücüm kalmadığı için yüz üstü yere düştüm. Gözlerimin kapanmasına engel olamazken son anımsadığım şey birkaç adım sesi ve gittikçe boğuklaşan konuşmalardan başka bir şey değildi.

2 Gün 4 Saat Önce

 

Orhan amcayla yaşadığım duygusal andan sonra günü ayarlayıp haberleşmek için anlaşmıştık. Şimdi ise Ateş’in yanına gidiyordum. Şu an yaşadıklarımı düşündükçe hâlâ inanamıyordum. İnanmak istemediğimden değildi bu. Korkumdandı. Her şeyin bir rüya olmasından, ya da rüyanın en güzel yerinde uyanmaktan korkuyordum.

Her şey çok güzel ilerliyor çünkü. Hayatım boyunca sevgisine sahip olup son nefesimi yanında verebilecek kadar çok sevdiğim ve aynı zamanda beni seven bir adama sahibim. Sevdiğim adamın ailesi tarafından sevilen, yıllar sonra bulduğu ailesi tarafından kabul gören biriyim. Her şey bu kadar bu kadar güzel ilerlerken korkmamak elimde değildi.

Ben bu düşünceler içerisinde çoktan yurttan ayrılıp Ateş’in iş yerine gelmiştim bile. Arabayı müsait bir yere park edip hızlı adımlarla içeri girdim. Üst kattaki odasına hızlıca çıkıp bir anda kapıyı açtım.

Önündeki kâğıtlardan başını kaldırıp kaşları çatık bir şekilde başını kaldırmıştı ki beni gördüğünde yüz ifadesi yumuşamış, yerini bana özel olan o sıcak tebessümünü göstermişti.

“Güzelim,” derken masasından kalkmış yanıma doğru birkaç adım atmıştı ki, kapıyı hızla kapatıp elimdeki çanta ve ceketten kurtuldum. Bir iki adımlık mesafeyi koşar adımlarla kapatıp kollarımı sıkıca boynuna, bacaklarımı da beline dolamıştım.

Kısa sayılabilecek eteğim bu hareketimle biraz daha kısalmıştı. Fakat bu umurumda mıydı? Elbette hayır.

Ateş’in ellerinden biri anında kalçalarımın altında yerini alırken diğer eli sırtım ve belim arasında gidip geliyordu. Boynuna sıkıca sarıldığım için o deniz kokusu buram buram ciğerlerime dolarken bir yandan da küçük öpücükler kondurmayı ihmal etmiyordum.

Başımı boynundan kaldırıp bir nefes mesafesi kalacak şekilde yüz yüze gelmemizi sağlamıştım. Ardından dudaklarına öpücükle öpüşme arasında bir öpücük kondurdum. “Gerçeğini isterim demiştin. Ne kadar da söz dinleyen bir sevgiliyim öyle değil mi sevgilim?”

Ateş ise kucağına atladığım andan itibaren resmen taş kesilmişti. Bir ara nefes aldığından bile şüphe etmiştim. Bir iki saniyelik dudaklarına hafifçe üflediğimde derin bir nefes aldı. Belimde duran eli de kalçamdaki eline eşlik etti ve günlerdir susuz kalmışçasına dudaklarıma atıldı.

Öpücüğü öpüşmeye sadece birkaç saniyede döndü. Dili usulca dilimde dolanırken bu sefer o kadar aceleci değildi. Bu anın tadını olabildiğince yavaş bir şekilde çıkardı. Aradan ne kadar zamanın geçtiğini fark edemeyeceğim kadar uzun bir zaman diliminden sonra hafifçe geri çekildi. Ve göz göze gelmemizi sağladı.

Yine birkaç saniyelik bakışmamızın sonunda başını boynuma gömdü ve derin nefesler aldı. Kirli sakalları boynumla gerdanım arasında mekik dokudu ve sonunda Ateş’in dili çözüldü. “Bir gün gerçekten beni yakacaksın ve o an ne olduğumuz yer ne de etrafımızdaki insanlar zerre umurumda olmayacak. Beni yaktığın gibi,” dedi ve kalçalarımda duran elleri sayesinde beni erkekliğine bastırdı. “Seni de benimle beraber yakacağım.”

“O gün seninle yanmama kim engel olursa alnının çatısından vururum.”

Bu lafımdan sadece saniyeler sonra ikimizde kahkahalara boğulmuştuk. Kucağındaki benle beraber az önce kalktığı koltuğuna oturmak yerine masasının karşısında bulunan geniş ikili koltuklardan birine oturdu. Oturmadan önce ise hızlı bir hareketle beni de yan oturabileceğim bir konuma getirdi.

Ayakkabılarımı çıkartıp yan oturmanın avantajıyla bacaklarımı koltuğa uzattım. Ateş’in bir kolu belimde sabit durup uyluğumu hafif hafif okşarken diğer eli de bacaklarımdaydı.

“Etek,” dedi ve iç çekti. “Yakışmış. Keşke bu kadar yakışmasaymış.”

Bunu bana söylemekten ziyade kendi kendine konuşuyor gibiydi. Sol kolum boynuna sarılı dururken ensesindeki kısa saç tutamlarıyla oynuyordum. Sağ elim ise siyah t-shirt ünün üzerinden kaslarının üzerinde geziniyordu.

“Hoşuna gitmedi mi?” diye sordum.

“Seninle ilgili bir şeylerin hoşuma gitmemesinin mümkünatı yok.”

Her sözünde içimden ılık ılık suların akması normal miydi? Normal değilse bile artık benim normalim buydu. Tam bu anda ise Ateş’in şu sözü düşmüştü aklıma. Birini sevmek akıl işi değil belki de ama yolun sonunda sen varsan aklımdan vazgeçmeye hazırım. Akıllı olup sensiz kalacağıma, aklımı kaybedip seninle olmaya razıyım.’

Haklıydı. Birisini bu denli sevmek, delice sevmek kesinlikle akıl işi değildi. Ama ben de razıydım. Gözlerine baktığım bu adam yanımda olacaksa eğer aklımı kaybetmeye en başından beri razıydım.

Bir an için buraya neden geldiğimi unutmuştum. Kapıyı açıp Ateş’i gördüğüm an her şey silinmişti sanki. Ve ancak aklım başıma geliyordu.

“Orhan amcanın yanından geliyorum,” dedim. “Ondan önce de Gülendam ablanın yanındaydım.”

“Yüzünden anlaşılan konuşma iyi geçmiş gibi görünüyor. Ama sesini duymaya ihtiyacım var. Anlat bakalım, nasıl geçti?”

Yanağına sıkı ve sert bir öpücük kondurup bulunduğum kucakta biraz kaydım ve başımın göğsüne gelmesini sağladım. Kollarım belini bulurken sıkıca sarıldım ve “Şahane geçti,” dedim.

“Gülendam abla gerçekten iyi bir kadın. Ben ona çekincelerimden bahsettim. Annemle babamın bir araya gelmesinden rahatsız olur musun diye sordum. O da bana, ‘O zaman senden de rahatsız olmam gerekir ama ben senden rahatsız değilim kızım.’ dedi. Bir anneyken hem de kız annesiyken, başka bir annenin kızıyla yaşayacağı bu en güzel anı nasıl esirgeyebilirim. Sırf ben, üzerinden yıllar geçen bir mesele yüzünden bir anneden kızının en güzel ve en özel anını esirgeyemem ki bundan da rahatsız olmam,’ dedi.”

“Mantıklı bir kadın olduğu belliydi. O yüzden böyle söylemesine hiç şaşırmadım,” derken bir yandan da saçlarımı okşuyordu.

“Gerçekten şaşırmadın mı?” diye sordum. “Neden şaşırmadın?”

“Rize’deyken sana yaklaşımından belli değil miydi Nazlı’m? Eğer babana olan aşkından kör ya da kıskançlığının kurbanı olan bir insan olsaydı bekli de senin babanla görüşmeni bile istemeyebilirdi. Sonuçta sadece babanın kızı değilsin öyle değil mi?”

Doğru söylüyordu. Açıkçası her ne kadar çekinerek ve içimde ufakta olsa bir kuşkuyla Gülendam ablayla bu konu hakkında konuşmuş olsam da aldığım cevap beni şaşırtmaktan çok rahatlatmıştı.

“Orhan amca ne dedi peki, kesin çok sevinmiştir?”

Konunun Orhan amcaya gelmesiyle gülümsemeden duramamıştım. “Sevinmez olur mu?” dedim anında. “Hatta şaşırdı bile biliyor musun onu da çağırdığım için. Beklemiyordu onu çağırmamı. Açıkçası bu yüzden biraz üzüldüm, çok mu boşladım onu acaba?”

Cümlenin başında sorusuna cevap verirken, sonu ise bir kuşkuya dönüşmüştü. İç çekip öylece düşünürken çenemden tutulmamla dudaklarımın üzerinde yumuşak, dolgun ve sıcak dudaklar hissetmem bir oldu. Kısa ve sert bir öpücüktü. Ve buna bayılmıştım.

“Bana bak. Öyle içli içli iç çekip durursan,”

“Durursam,” dedim ve tekrar bir iç çektim.

“Seni çok fena öperim.”

“O zaman olabildiğince iç çekmem gerekecek. Çünkü ben çok fena öpülmek istiyorum.”

Sıralı ve muntazam şekilde dizilmiş dişlerini gösterecek şekilde güldü. Boynuma derin bir öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi. Burunlarımızın ucunu hafifçe birbirine sürtüp ufak bir buse kondurdu ve geri çekildi.

“Orhan amcayı ihmal ettiğin yok. Memleketten döndüğünden beri bin bir türlü şeyle uğraşıyorsun. Buna rağmen onu unutmayıp en özel anına şahit olmasını istediğin için bizzat yanına gidip onu da davet ettin. Sence bu ihmal etmiş hâlin mi?”

“Ne bileyim?” dedim omuz silkerken. “Eskiden her pazartesi giderdim. Şimdi ise fırsat buldukça anca gidebiliyorum.”

“Olabilir. Seninde hayatında çok şey değişti ve değişmeye devam ediyor. Devam edecekte. O yüzden böyle düşünme. Eski düzeninde devam etmediğin için onun yanına gitme sıklığın değişebilir. Bu onu ihmal ettiğin anlamına gelmez.”

Belindeki kollarımı sıkılaştırıp iyice göğsüne yaslandım. Burası benimdi. Benim evimdi. İnsanın bir tane evi olmazmış meğer. Bir insan şanslıysa eğer bu dünya üzerindeki ikinci evini de bulabiliyormuş. Neyse ki şanslı bir insandım.

“Hazır buradayken senin şu arabaya da bakalım gülüm.”

“Tamam, bakalım.” dedim ve kucağından doğruldum.

Ayakkabılarımı giyip kucağından kalktığımda o da kalktı. Ceketimi de giydiğimde el ele odasından çıktık. Arabayı park ettiğim yerden alıp gösterdiği yere çektim. Kaputunu açmam için işaret ettiğinde kaputu açtım.

“Marşa bas gülüm,” dedi ve bastım. Kulağını biraz yaklaştırdı ve motoru dinledi. Tamam, anlamında işaret yapınca motoru durdurdum.

Arabanın yağ filtresine, aküye, fren hidroliğine ve daha birçok şeye baktı. Bir yerden sonra bunun pekte sıradan bir kontrol olmadığını anlamam uzun sürmemişti.

“Sorun var mı?” diye sordum.

“Yok, arabanın yağı en son ne zaman değişti?” diye sordu.

“Oldu biraz. Aslında şu sıralar değişmesi gerek.”

“Tamam, hallederiz şimdi,” dedi ve yanağını uzattı.

Sorgulamadan uzattığı yanağını öptüm. Diğer yanağını da uzattığında aynısını yaptım.

“Bu kapora; asıl ödeme,” dedi ve hafifçe dudaklarını büzdü. Ardından göz kırptı ve muhtemelen üstüne tulumunu giymek için ara yerde duran küçük odaya girdi. Girmeden hemen önce anca yerine gelen aklım sayesinde, “Sapık!” diyebildim. Güçlü bir kahkaha sesi duymamla kapı hafifçe aralandı ve başını çıkarıp, “Sadece senin sapığın,” diyip odaya geri döndü.

Kısa bir sürede üstünü değiştirip geri döndü. Arabayı platforma yerleştirip kaldırdı ve yağını değiştirmek için boşaltmaya başladı. Yağın boşalmasını beklerken dayanamayıp sordum.

“Bu normal bir kontrol değil, öyle değil mi?”

Bana yan bir bakış atıp, “Bazen beni bu kadar çok anlaman korkmamı sağlıyor,” dedi. “Evet, sıradan bir kontrol değil. Dayın olacak o adamın arabaya bir şey yapmış olabileceğinden endişelendim.”

Bir de böyle bir sorunumuz vardı tabi. Ama korkunun da ecele faydası olmazdı.

Yaklaşık bir saat süren bu işlem sonunda araba kontrol işi de bitmişti. Ateş’te üstünü değiştirdikten sonra yanıma gelmişti.

“Ben gideyim artık canım. Handan teyzeye uğrarım, son durumlardan bahsederim. Nerede, ne zaman buluşacağımıza karar veririz.”

Kollarlı belimi bulurken başını da boynuma gömmüştü. Ben de kollarımı ona sıkıca sardım. Bu andan asla mahrum kalamazdım. Kısa bir süre sonra başını boynumdan kaldırdığında yüzünde muzip sayılabilecek bir gülümseme vardı.

“Çantan odamda kaldı. Hem bizim şu ödeme işini de unutmamak lazım,” dedi ve elimden tuttuğu gibi beni odasına götürdü. Ben kahkahalarımı tutamayıp güldüğümde onunda güldüğüne emindim.

Bundan sonrası oldukça uzun bir vedalaşma serüveniydi. Bol temaslı, öpüşmeli ve çokça sevilmeli bir vedalaşma.

 

********

 

Üstüme başıma son kez çeki düzen verdikten sonra önünde olduğum kapıyı çaldım. Birkaç saniye sonra kapı Asena tarafından açıldı.

“Hoş geldin yengem,” dedi geniş bir tebessümle.

Ona karşılık verip ben de tebessüm ettim. “Hoş buldum Asena.”

İçeri geçip üstümdekileri kapının hemen yanında olan askılığa astım. Telefonumu da elime alıp beraber içeri geçtik. Salonda kimsenin olmamasıyla kısa bir an Asena’ya baktım.

“Babam arkadaşlarıyla dışarıda, annem de bir türlü mutfaktan çıkamadı. Anne! Kız anne! Bak en sevdiğin gelinin geldi.”

Ben onun bu lafına gülerken çok kısa bir an bir terliğin uçtuğunu gördüm. Hatta o kadar kısa bir andı ki acaba yanlış mı gördüm diye şüpheye bile düştüm. Ardından Handan teyzenin sesini duymamla ve Asena’nın ufak inleyişiyle gördüğüm terliğin gerçek olduğunu fark ettim.

“Kız Allah seni ne yapmasın. O nasıl söz öyle? Sanki benim on tane gelinim var da en sevdiğin gelinin diyorsun. Ayrıca seviyorum ne var.”

Mutfaktan söylene söylene gelen Handan teyze tam önümde durduğunda elini öpmek için hareketlendim. Anında elini uzattığında hareketime karşılık olarak elimin sırtını birkaç kere patpatladı.

Ayakta durduğumu fark ettiğinde ise “Allah seni bildiği gibi yapsın. Kızı ayakta mı bıraktın?”

Kaos yaşanmasın diye lafa atılarak, “Asena’nın bir günahı yok Handan teyze, ben seni bekledim. Sen de hemen geldin zaten. Şimdi hep beraber otururuz,” dedim ve koltuklara yöneldim.

Ben Handan teyzeyle yan yana, Asena’da karşımıza oturmuştu. “Nasıl geçti kızım, her şey yolundadır inşallah.”

Beklenti ve merak dolu gözlerle bana bakan Handan teyzeyi daha fazla merakta bırakmamak için, “Her şey yolunda Handan teyze, ben Gülendam ablayla konuştum. Öncesinde annemle de konuşmuştum. Hiçbir sıkıntı yok. Sadece ne zaman ve nerede tanışma buluşması yapacağımız kaldı bir tek.”

“Ay ne kadar sevindiğimi anlatamam. Biri bir şey diyecekte seni üzecekler diye çok korkmuştum. Dur neyse detayları çaylarımızı içerken konuşuruz,” dedi ve Asena’ya “Kız git bize çay koy. Börekte yapmıştım ondan da koy.”

Asena bir şey söylemeden kalktığında ben de ayaklandım. “Ben de yardım edeyim,” dedim ve mutfağa girdim.

Asena’yla el çabukluğuyla çayları ve börekleri hallettiğimizde salonda buluşma yerini ve zamanını konuşuyorduk.

“Ben evlerde olmamasının tarafındayım Handan teyze, kalabalık olacağız. Sıkış tepiş olmasını istemiyorum.”

“Aklında bir yer var mı kızım?”

“Aslında var,” dedim ve söyledim. “Murat’ın çay bahçesini düşünüyorum. Hem onun içinde iyi olur hem de Ateş ve Murat’ta yakın arkadaşlar. Fena olmaz gibi sanki.”

“İyi düşünmüşsün Nazlı, hem o kadar insana yemek yapmak ağırlamak falan zahmetli iş.”

“Ben o gün benim kafede yemek için bir şeyler hazırlayacağım. Tabi Murat’ta kabul ederse oraya taşırız. Hem hep beraber yemek yeriz hem de tanışma olmuş olur.”

“Dur şimdi ben Murat’ı bir arayayım,” dedi Handan teyze.

Yapılan kısa görüşmenin ardından Handan teyze hâlâ hattayken telefonu bana verdi. “Ne zaman, saat kaçta diye soruyor siz kararlaştırın,” dedi ve telefonu verdi. Ardından mutfağa doğru ilerledi.

“Alo Murat,” dedim.

“Yenge, hayırlı olsun. Benim mekânda olsun istemişsin buluşma işini. Valla ne kadar mutlu olduğumu anlatamam. Hem sizin adınıza hem de burada yapmak istediğiniz için çok sevindim.”

“Gerçekten rahatsız olmadın değil mi? Senin için bir sorun olmaz umarım.”

“Böyle dersen bir sorun olur asıl. Ne rahatsızlığı? Kardeşim sonunda birisini sevmişte böyle bir adım atarken bu ana şahit olmak isterim tabi. Ben de, mekânımda.”

“Sen zaten şahitsin, bundan kaçarın yok.”

“Eyvallah. Ee, zaman belli mi peki?” diye sordu.

“Aslında bu hafta içerisinde olsun diyorum. İki gün sonra nasıl olur? Yedi, sekiz gibi mesela.”

“Tamamdır o zaman. İki gün sonra ben o saatlerde hazır ederim burasını. Ayrıca yapılacak bir şey varsa bana haber etmen yeter yenge.”

“Tamamdır o zaman sağ ol. Bir şey olursa haberleşiriz.”

“Tamamdır,” dedi ve kapattı.

“Hallettiniz mi?” diye sordu Handan teyze, yanımdaki yerini alırken.

“Hallettik. İki gün sonra yedi sekiz gibi o saatlerde olacak.”

“Hadi bakalım hayırlısı olsun,” dedi tebessümle.

“Vay be,” diyen Asena’yla dikkatimiz ona kaydı. “Ağabeyim damat oluyor, acaba sıra da bana mı geliyor.”

Ve bir uçan terlik daha. “Sen o okulu bitirmeden sana sıra falan gelmez. Gireceğin tek sıra Ramazan’da pide sırası olur.”

“Aman ben de çok meraklıydım sanki,” derken terliğin denk geldiği ayağını ovuşturuyordu. “Hem daha aday bile yok. Dert etme Handan sultan,” dedi ve salondan çıktı.

Biraz daha sohbet ettikten sonra eve gitmek için Handan teyzenin yanından ayrılmıştım. Apartmandan içeri girerken de Ateş’i arıyordum. Son gelişmelerden haberdar etmek için.

“Efendim gülüm,” dedi nefes nefese.

“Müsait miydin hayatım?”

“Sana her zaman müsaidim sevgilim. Arabanın altına girmiştim de ondan nefes nefeseyim.”

“Anladım aşkım. Ben seni daha fazla tutmayayım şey için aramıştım. Bizim şu aile tanıştırma buluşmasını Murat’ın çay bahçesinde yapacağız, iki gün sonra yedi sekiz civarı. Az önce kararlaştırdık.”

“İyi yapmışsın canım. Ben de iki güne hallederim buradaki işlerimi.”

“Tamam sevgilim. Benim şimdi kapatmam lazım, malum haber vermem gereken yerler var,” dedim.

“Tamam gülüm benim de biraz işim var burada, görüşürüz.”

“Kolay gelsin sevgilim görüşürüz,” dedim ve konuşmayı sonlandırdım.

Daha sonra sırasıyla annemi, babamı, Orhan amcayı ve son olarak Akın ve Çağatay’ı da arayarak durumlardan haberdar ettim.

Eve girdiğimde Yasemin yoktu, muhtemelen Murat’la beraberdi. Ben de akşam ne yiyebiliriz diye mutfağa girmeden önce lavaboda ellerimi yıkayıp üzerimi değiştirdim. Dolaba baktığımda pek bir şeyler yapmak istemedim. Bu yüzden aklıma gelen ilk şeyi yapmadan önce Yasemin’inde fikrini almak için ona yazdım.

 

Siz: Akşama soslu makarnaya ne dersin

 

Yasemin: Harika olur derim. O zaman bu gece girl’s night gecesi.

 

Siz: Tamamdır. 😘

 

Yaptığımız bu kısa konuşmanın ardından malzemeleri tezgâha çıkararak hazır ettim. Akşam olmasına henüz vardı. Ben de boş durmamak için evi elden biraz geçirmiştim. Bu sırada saat su gibi kıp giderken akşam olmak üzereydi.

Yasemin yarım saate geleceğini söyleyip içecek ve birkaç atıştırmalık alacağını söylemişti. Ben de makarnanın suyunu koyarak hazırlamaya başlamıştım. Her şey yarım saat içerinde hazır olurken Yasemin’ de gelmişti.

Yemek yerken sohbet etmiş, bugün yaşananları Ateş’le olan yüksek tansiyonlu olan kısımları atlayarak anlatmıştım.

“Murat’ın çay bahçesinde yapma işini iyi akıl etmişsin. O kadar insan sığamazdık buraya.”

“Ben de öyle düşündüm,” dedim.

“Heyecanlı mısın?” diye sordu.

“Şu an için her şey zihnimin bir oyunuymuş gibi geliyor. Asıl heyecan o gün yaşanacak bence,” dedim hislerimi dürüstçe ifade ederek.

“Vay be,” dedi. “Nereden nereye. Hiç aklıma gelmezdi bunları yaşayacağımız. Ben ömrümün sonuna kadar seninle aynı evde yaşarız sanıyordum. Üç beş kedi falan alıp mahallenin evde kalmış huysuz teyzeleri oluruz diye düşünmüştüm,” dediğinde kahkahamı tutamamıştım.

“Hiç yalan söylemeyeceğim bir ara ben de öyle düşünüyordum. Ama işte ne demişler, ‘Hayat, sen başka planlar yaparken başına gelenlerdir.’ Benim de hiç aklıma gelmezdi buraya taşınırken bunları yaşayacağımız. Ama sor ‘herhangi bir pişmanlığın var mı’ diye, yok derim.”

“Büyüdük be Nazo. Ben nasıl vereceğim seni?”

“Böyle yaparsan ağlarım bak,” dedim gözlerim dolu bir şekilde. Onun da benden bir farkı yoktu.

“Aman neyse,” dedi ortamın havasını değiştirmek için. “Senden daha iyisini bulamazdı zaten. Şanslıymış.”

“Murat için de aynı şey geçerli.”

“Bizim daha o yola girmemize daha çok var.”

Neden böyle dediğini biliyordum, emin olmak istiyordu. Ne kadar emin olabilirse o kadar emin olup içinde herhangi bir kuşku kalmasını istemiyordu. Haklıydı da.

Sohbete dalıp gittiğimizde saatin farkında bile olamamıştık. Göz ucuyla baktığım saat gece yarısını gösterirken ve uyku bastırdığında uyumak için bu geceyi sonlandırmıştık.

Son zamanlarda içimde anlamsız bir telaş ve heyecan vardı. Bunun nedenini işlerin ciddiye binmesine yoruyordum ama derinlerden gelen bir korku hâlâ vardı.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra Murat’ın işlettiği çay bahçesine gelmiştik Yasemin’le. Nerede oturacağımızı, kaç kişi olacağımızı ve nasıl konumlanacağımızla ilgili bir sürü şeyi düşünmek zorundaydık. Aileler tanışmasında bile bu iş böyleyse düğünde ne yapacağım diye düşünmüş, hatta ufak çaplı bir ağlama krizine bile girmiştim.

“Yanlış saymadıysam eğer toplam yirmi iki kişi olacağız,” dedi Yasemin.

“O kadar kalabalık mıyız ya?” dedim kendi kendime. Benim için oldukça kalabalık bir rakamdı bu çünkü.

“Annen ve kardeşlerin üç kişi, baban eşi ve kardeşlerin de beş kişi, Akın’lar var e daha Ateş’lerin tarafı da var ediyor o kadar insan.”

“Doğru, eder tabi.”

Masaları ve kişileri nasıl yerleştireceğimizi de ayarlamıştık. Herkes her ne kadar Ateş ve benim mutluluğum için burada olacak olsa da yine de kimsenin huzursuz olmasını istemiyordum. Bu yüzden ona göre bir yerleştirme yapmıştık.

“Akşam sekize doğru toplanacağımız için o saate kadar herkes akşam yemeğini yemiş olacak. Ben de ufak bir pasta yapacağım. Ortam müsait olduğunda da yeriz,” dedim.

“İyi düşünmüşsün. Belki tanışma vesilesiyle söz, nişan tarihini bile konuşur büyükler,” dedi Yasemin bana yandan bir omuz atıp.

“Bilmem, belki de öyle olur.”

Öyle olmasını istiyor muydum? Evet, peki korkuyor muydum? Muhtemelen. Ama Ateş için her şeye değer miydi? Fazlasıyla.

“Ee hanımlar, halledebildiniz mi?” diye sorarak gelen Murat’tı. Yorulduğumuz için cam kenarında kalan masalardan birine karşılıklı bir şekilde oturmuştuk Yasemin’le.

Hemen Yasemin’in yanındaki yerini alıp yanağına bir öpücük kondurdu ve kolunun altına aldı. Buraya gelmeden önce garsonlardan birine de çay getirmesini söylemiş olacak ki masaya da üç tane çay geldi.

“Hallettik enişte sağ olasın.”

“Ne demek yenge hanım. Bu kapılar size her zaman açık.”

Yaptığımız kısa sohbetin ardından ikiliyi yalnız bırakmak için önden ayrılmıştım çay bahçesinden. Sonuçta benim de bir sevdiğim vardı, insan halden anlardı.

Aklımdaki pastayı yapabilmek için dükkânda malzeme var mı diye bakmak için oraya gitmeye karar verdim. Dükkânın olduğu sokağa dönmemle aylar öncesinden aşina olduğum o his tekrar ortaya çıkmıştı. İzlenilme hissi.

Birkaç adım atmıştım ki arkamı dönmemle birden karşıma çıkan kişiyle çığlık atmama engel olamamıştım.

“Oğlum!” dedim sinirle. “Manyak mısın sen? Niye sürekli beni takip ediyorsun da insan gibi seslenip karşıma çıkmıyorsun? Psikopat mısın?”

Gerçekten fazlasıyla korkmuştum. Her ne kadar bu korkumu görmezden gelip yok saymaya çalışsam da içimdeki huzursuzluk bir türlü dinmiyordu.

“Ya abla, sen seslenmeme fırsat vermedin ki. Tam sana sesleneceğim pat diye döndün arkana, ben ne yapayım? Hem ilk zamanları da hatırlamış olduk fena mı? O zaman da nasıl çekip duvara vurmuştun beni ama. Heyt be aslan ablam benim.”

Çağdaş’ın benden haberdar olduğu ve gerçekte kim olduğu söylediği zamanlara atıfta bulunmasını tripli bir şekilde dinlemiştim. O zaman da yüreğimi ağzıma getirmişti şerefsiz.

“Sen nereye güzellik,” deyip kolunu boynuma sardı. Bunların hepsinin boyu da uzundu. Bu haksızlık bana reva mıydı?

“Dükkâna,” dedim sarılışına karşılık verip ağır adımlarla ilerlerken. “Sen nereden çıktın?”

“Kuşlar bana damat adayının ailesiyle tanışma akşamı olduğunu söyledi. Bu söylentinin doğruluğundan emin olmak istediğim için buradayım. Tabi seni görmek ve bu söylenti doğruysa eğer seni bu işten vazgeçirmek için de burayım.”

“Öncelikle,” dedim ve belindeki kolumu çektim. Omzumdaki kolundan da kurtulduğumda “O kuşların annem olduğunu biliyorum canım kardeşim. Ve evet doğru, öyle bir tanışma akşamı yaşanacak. Ayrıca,” dedim ve ulaşabildiğim kadar ensesine bir sille geçirdim. “Size ne lan benim aşk hayatımdan. Ben sevmesem, emin olmasam yapar mıyım böyle bir şey dingil!”

“Ya, bana ne be! Ben ablamı paylaşmak istemiyor olamaz mıyım? He olamaz mıyım?”

Onun bu tatlı sayılabilecek isyanına yandan sırıtıp, “Ne o, yoksa dayı olmak istemiyor musun?” diye sordum.

“Aaaa!! Duymadım ben böyle bir şey. Asla duymadım hayır,” dedi ve kulaklarını kapatıp koşarak uzaklaştı.

“Nereye?” diye sordum o kaçarken. Duyduğundan emin değildim ama “Damat adayının iş yerine! Seni bırakması için para teklif edeceğim!”

Çağdaş’ın bu dediğiyle kahkahalarımı tutamamıştım. Başımı iki yana sallayarak, “Hepsi deli bunların,” diye söylenmeden duramadım. Gerçi benim de pek akıllı olduğum söylenemezdi. Dükkâna gelip malzemelere baktım. Birkaç şey dışında hepsi tamamdı. Yarın pastayı yapıp ertesi gün tanışmadan birkaç saate önce Murat’ın çay bahçesindeki buzdolabına koyacaktım.

**********

 

Bu iki gün göz açıp kapayana dek geçmiş, hatta şu an Murat’ın çay bahçesinde oturuyorduk. Bir tek Akın yoktu. Son dakika büroda işleri uzadığı için tam anlamıyla bir tanışma yaşanabilmesi için onu bekliyorduk. Yıllar içerisinde ağabeyim gibi olmuş bir insan olmadan olmazdı.

Etrafa baktığımda annemle Handan teyzenin konuştuğunu gördüm. Babamla da Haluk amca konuşuyordu. Kardeşlerim Ateş’in etrafını sarmış, anladığım kadarıyla hâlâ ‘ablamızdan vazgeç’ adlı konuşmalarını yapıyorlardı. Ateş’in arkadaşları ise bu konuşmaya kahkahalarıyla eşlik ediyorlardı.

 

“Nasıl, heyecan var mı?” diye soran Yasemin’e göz ucuyla bakmakla yetindim. İnsanın heyecandan da titreyebileceğini ise şimdi öğrendim. Ailemle sevdiğim adamın ailesi tanışırken.

“Heyecan var mı ne demek kızım, resmen titriyorum heyecandan. Tabii bir de gerginlikte var. İnkâr edemeyeceğim.”

Masada duran sudan büyük bir yudum aldım. Bir nebze heyecanımı bastırır sandım. Olmadı. Benim bu heyecanıma değil masada duran bir şişe su, barajlardaki su bile yetersiz kalırdı.

“Bana bak,” dedi yönünü iyice bana dönüp. “Sen sanki heyecanlanmaktan çok gergin gibisin de sanki. Hayır ola, bir sıkıntı mı var? Yoksa babanın eşiyle annenin aynı ortamda bulunmasından dolayı mı gerginsin?”

“Alakası yok Yaso,” dedim derin bir nefes alıp. “Saçma bir benzetme olacak biliyorum ama alışık olmayan götle don misali işte benimkisi. Hayatımda ilk kez biri oluyor ve ailem dediğim insanlar. Ben de hayatımdaki bu insanı ve ailemi ilk kez gerçek anlamda tanıştırıyorum. Onun ailesi benim ailemle tanışıyor falan. Ne bileyim? Ama dert etme geceye doğru açılırım. Sen yanımda ol yeter.”

Bu hâlime içten bir şekilde gülümseyip kollarını bana sardı. Ben de onu sardım. Her zaman ki gibi kafa kafaya verdik. “Ben her zaman yanındayım çiçeğim. Sen sakin ol ve derin bir nefes al. Bu ve bundan sonraki her şey çok güzel olacak.”

Mutlu olmak kolay bir şey değilmiş, mutlu olmak için bedeller ödenmesi gerekirmiş. Ben bu bedeli harcanan yirmi dört yılım olarak görmüştüm, hâlbuki öyle değilmiş. ‘ Can Ozan’ın da dediği gibi ''Mutlu olmak zordur derler, kötü günler görmeden.''

Mutlu olmak için kötü günler görmek gerekirmiş. Bu kötü günler ise tam her şeyin yolunda gittiğini zannettiğin anlarda gelirmiş.

 

Yasemin’le yaşadığımız bu konuşmadan yalnızca on dakika kadar sonra babamla Orhan amcanın konuşmasına şahit oldum. Eve gidip albümü almak istemiştim, babama verebilmek için. Ama ben o yolu tamamlayamadım, o albümü babama veremedim. Sırtımda ve bacağımda hissettiğim keskin acı ve onlardan kaynaklanan uyuşmayla gözlerimi ne kadar süreceğini bilemediğim bir karanlığa kapadım.

Ve bir şey daha öğrendim. Bir insanın karanlıkta kalması için gözlerini kapatmasına gerek olmadığını anladım. Bir insan olmak istemediği bir yerde ise, sevdiğinden uzaksa. Çok uzaksa, karanlıkta kalması için gözlerinin kapalı olmasına gerek yoktu. İnsan kendi ışığını kaybettiğinde asıl o zaman karanlıkta kalırdı.

Bölüm : 04.01.2025 16:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...