
Hüküm giymiş hayaller
Görünmez uzaklarla
Günah bunun neresinde
Sarıldık tuzaklarla
Radyoda son ses müzik çalarken bir yandan oynuyor, bir yandan da eşlik ediyordum. Ateş ise bu halime gülerek bana eşlik ediyordu.
Yine de aşk boyun eğmez
Diyordu, Emel Hanım.
Yine de aşk boyun eğmez
Yine de aşk boyun eğmez
Yasaklarla
“İkimiz beraber söyleyelim tamam mı?” diye sordum Ateş’e. Cevap veremeden nakarat girdiğinde cevabını bana eşlik ederek vermişti.
A ciğerim söyle neyleyelim
Sevmeyelim de taşa mı dönelim?
Bu yüreği kimlere gösterelelim
Kim bilir kim bir aşk ile yanar
Nakarat tekrarlarken ben kendimden geçercesine hem dans edip, hem de şarkıyı söylüyordum. Ateş ise sol elimi havada yakaladığı gibi elimi avucunun içine almış, parmaklarımızı sıkıca birbirine kenetlemişti. Elime ise küçük küçük öpücükler konduruyordu.
Yola çıktığımızda birkaç yere uğrayıp ihtiyaç duyabileceğimiz bir şeyler almış ve şehirden fazla uzak olmasa da çevre yolundan artık uzaklaşmıştık.
“Bana hâlâ nereye gideceğimizi söylemediğini belirtmek isterim Ateş Efendi.”
Müziğin sesini kısıp, “Çünkü hâlâ sürpriz Nazlı Hanım,” dedi beni taklit ederek.
Bu haline yarım ağız gülüp, “Ne kadar yolumuz kaldı?” diye sordum.
“On beş, yirmi dakikaya gideceğimiz yere varırız sevgilim, az kaldı.”
“Tamam, bakalım,” dedim ve bu yirmi dakikanın bir an önce geçmesi için sıradaki şarkıya eşlik ettim. Birkaç tane fotoğraf çektim, biraz da Ateş’e sataştım. Karavan nihayet durduğunda ise ilk önce camdan dışarıya baktım.
Bulunduğumuz yerin bir tarafı ağaçlık iken diğer tarafında deniz manzarası vardı. Ve bu tek kelime ile harikaydı. Oturduğum yerden bakmak yetmeyince karavandan indim. Önce ağaçlık olan yere baktım. Daha sonra karavanın etrafından dolanarak deniz olan yere baktım. Biraz yürüyüp denize daha çok yaklaştım. Denizin kokusunu içime derin bir nefesle çektim.
Arkamdan belime sarılan kollar ise Ateş’ten başkasına ait değildi.
“Beğendin mi?” diye sordu.
Tek kelime ile “Bayıldım,” dedim.
Etrafa baktığımda bizden başka kimse yoktu. Bu da ayriyeten hoşuma giden ufak bir ayrıntıydı.
“Sevindim,”dedi ve açıkta kalan boynuma içten, sıcak ve kocaman bir öpücük kondurdu.
“Burada bizden başka kimse yok,” dedim, belime sardığı kollarına tutunarak. Arkamı döndüğümde artık yüz yüzeydik.
Kollarımı boynuna doladığımda daha sıkı sarıldı belime. “Bu aylarda pek kimse olmaz,” dediğinde bir an için verdiği cevaptan hoşlanmadım. Kaşlarım istemsizce çatılırken söyleyeceklerimden de geri durmadım.
“Diğer aylarda buralarda birilerinin olduğu bilgisi sana nasıl verildi Ateş Bey. İnşallah vahiy falan inmiştir de öyle biliyorsundur.”
Bu dediklerime kahkaha atarak güldü. “Kaç haftadır araştırma yapıyorum. Bırak da azıcık bilgim olsun, değil mi gülüm?”
Çatılan kaşlarım düzeldi. Hatta bu kez şaşkınlıktan başka bir hâle büründüğüne emindim. “Araştırma mı?” diye sordum. “Hem de haftalardır. Ben hiçbir şey anlamadım. Biz buraya kafa dinlemeye gelmedik mi? Öyle spontan gelişen bir durum değil mi?”
Başını iki yana sallayarak durumun benim zannettiğimin aksine olduğunu söyledi. “Buraya sadece kafa dinlemeye değil, aynı zamanda gün doğumunu da izlemeye geldik,” demesiyle gözlerim doldu.
“Senin kaybolduğun o gece,” dedi ve devamını getiremedi bir süre. Zordu, ikimiz içinde cehennem gibi geçen o günleri yeni yeni atlatmışken tekrar tekrar o anlara dönmek zordu. “O gece şafak sökerken, sahilde yürürken konuştuğumuz o an geldi aklıma. Sen bana beraber gün doğumunu izleyelim demiştin, demiştin ama bir türlü fırsat bulamamıştık. Şimdi, hayat bize ikinci bir şans vermişken ben seninle ilgili olan hiçbir şeyi ertelemek istemiyorum.”
Söylediği her söz ilmek ilmek içime işlemişti. Yaşamak istemediğimiz çok şey yaşamış, ayrılıkla sınanmıştık. Hayatın ne kadar kısa ve aslında sevdiğimiz şeyleri yapmak için o kadar çok zamanımızın olmadığını acı bir şekilde deneyimleyerek öğrenmiştik.
Dolan gözlerimden yaşlar bir bir süzülürken akan her bir damla yaşımı itinayla siliyordu. Sildiği yerleri öpüyor ve tekrar siliyordu. Bir yerden sonra akacak gözyaşım kalmamıştı. Bütün yüzümü öpücükleriyle doldurunca kıkırdamadan duramadım.
“İşte duymayı en sevdiğim seslerden biri. En sevdiğim, en sevdiğim,” diyerek kıkırdamamı kahkahaya dönüştürmüştü.
“Çok seviyorum seni,” dedim gözlerinin içine bakarak. Gözleri kısılacak şekilde gülümsedi. Benim için ayrı bir seyir zevki vardı bu görüntünün.
“Seviyorum. Hem de çok.”
Elimi elinin içine aldığında beni karavana doğru çekiştirdi. “Hadi bakalım Nazlı Hanım daha yapacağımız çok şey var. Daha ateş yakacağız, ne yiyeceğimize karar vereceğiz, oho,” dedi son harfi uzatarak, “Daha bir sürü iş var.”
Söylene söylene karavana gelmiştik. “O zaman,” dedim ve ellerim belimde bir şekilde söyleyeceklerime devam ettim. “Sen ağaçlık alana girip yakabileceğimiz dal parçaları topluyorsun, ben de aldığımız o kadar şeyi yerleştirip bu akşam yiyeceğimiz yemeğe karar veriyorum. Sen ateşi yaktıktan sonra seçtiğim yemeği beraber pişirip daha sonra afiyetle yiyoruz, tamam mıdır Ateş Bey?” dedim ellerimi birbiriyle kavuşturarak.
“Emredersin hanım,” dedi ve yanağıma hızlı bir öpücük kondurduktan sonra gözden kayboldu.
Onun bu haline tebessüm edip aldıklarımızı yerleştirdim. Üç günlük bir kaçamak için gayet yeterliydi her şey. Gözüme köftelik kıyma takıldığında akşamki yemek kafamda belirmişti. Saate baktığımda henüz yeni beş olmuştu. Bu yüzden akşam yemeği için henüz erken bir saatti. Gözüm karavandaki yatağa takıldığında ister istemez tuhaf hissettim kendimi. Bu ilk kez beraber aynı yerde yatışımız olmayacaktı elbet ama bu kadar küçük bir yerde ilk kez yatıyor olacaktık.
Aklımda ister istemez bir şeyler canlanırken hızla başımı iki yana salladım ve yatağı göz hizamdan çıkardım. “Kendine gel,” dedim ellerimi yüzüme dayayarak. Biraz hızlı davranmış olacaktım ki kendi kendime ufak bir tokat atmıştım.
“Sapık mısın kızım sen, kendine gel.”
Telkinler yeterli gelmemişti. Karavanın küçük lavabosunda elimi yüzümü yıkayıp anca kendime gelebilmiştim.
Lavabodan dışarı çıktığımda ise Ateş, ateş yakmaya çalışıyordu. Böyle söyleyince komik oluyordu ama adının hakkını da sonuna kadar veriyordu.
Yanına gittiğimde nihayet ateşi tutuşturmayı başarmıştı. Beni kolunun altına alıp, “Görüyor musun, kocanın elinden her iş geliyor. Git tadını çıkar,” demesiyle kahkahamı tutamadım. Kollarımı sıkıca beline sarıp başımı omzuna yasladım. Bir kolunun altında ben varken diğer eliyle ateşi harlamaya devam ediyordu.
“Sen çok fazla sosyal medyaya maruz kalmışsın. Telefonu sana yasaklıyorum.”
Bu dediğime gülüp, “Benim suçum yok. Asena Hanım sağ olsun, sayesinde internetin bütün jargonlarına hâkimiz ailecek. E hanım, ne yiyeceğimizi seçtin mi?”
“Köftelik kıymamız var. Köfteleri yaktığın ateşte pişiriyoruz,” dediğimde “Of,” dedi. “Pişen köfteleri tabağa alıyoruz,” dediğimde tekrar “Of,” dedi. “Bütün ekmeği ortadan kesiyoruz,” ve tekrar bir “Of,” sesi yükseldi. “Ekmekleri köftelerin piştiği telde ısıtıp bir güzel pişen köfteleri arasına koyuyoruz. Daha sonra arasına hafif pişmiş domatesleri koyuyoruz ve bunu salata ve ayran üçlemesiyle bütünleştiriyoruz.”
“Of, of, of, of. İnsanın aşçı bir yavuklusunun olması ne kadar güzel bir şeymiş ya,” dedi.
“Ulan ayı,” dedim ve benden yana olan sağ koluna tokadı yapıştırdım. “Aşçıyım diye mi benimle yavuklu oldun. Yok lan sana köfte ekmek falan,” dedim tripli bir şekilde.
“Bebeğim,” dedi sakince. “Sevgilim,” dedi ve saç diplerime bir öpücük kondurdu. Benim yalancı tripte buraya kadardı.
Yan bir şekilde sırıtıp, “Bunlar ilişkinin tuzu biberi aşkım. Arada sana böyle tripler atacağım hazırlıklı ol.”
Bu sefer o güldüğünde, “Hanım ne derse o,” dedi.
Biz böyle sohbet ve muhabbet eşliğinde zamanı öldürürken hafiften acıkmaya başlamış ve yemeği hazırlamaya başlamıştık. Ateş köfteleri pişirirken ben de salatayı yapıyordum. Salata da domates, salatalık, az marul ve havuçtan oluşuyordu. En son ise azıcık zeytinyağı, limon ve hafif nar ekşisi ve bir parça tuzla son dokunuşu yapacaktım. Ekmek arası köfteler içinde kabuğunu soyduğum domatesi dilimleyip ayrı bir tabağa koymuştum.
Ortalığı topladıktan sonra köftelerin büyük bir çoğunluğunun pişmesiyle domatesleri de hafif bir şekilde pişirmiştim. Son olarak ekmekleri de ısıttığımızda her şey hazırdı. Ateş ekmeklere köfteleri ve domatesleri dizerken ben de salatanın sosunu dökmüş, dolaptan da ayranları çıkarmıştım.
Masaya kurulduğumuzda her şey hazırdı. Afiyet olsun diyerek yemeği bitirdiğimizde yine el birliğiyle ortalığı toplamıştık. Kararan havayla birlikte yan yana deniz manzarası eşliğinde bu günlük güneşin son kızıllığını izliyorduk.
“Oh be, karnım tok, sırtım pek. Yanımda sevdiğim, önümde bizi ısıtan ateş, karşımda deniz ve yanımda sevdiğim var. Mis gibi romantik ortam, başka ne isterim?” dedim.
“Var sanki bir şeyler, söyle bakalım. Ne ister benim sevdiğim?”
“Şöyle hafif bir müzik çalsa, biz de çalan o müzikte dans etsek hiç fena olmaz sanki.”
“Hım,” dedi son harfi uzata uzata. “Bence de hiç fena olmaz. O zaman hanımımı ikiletmeden istediğini hemen yapmalıyım.”
Telefonunu çıkarıp bir müzik açtığında ilk başta ne açtığını anlamaya çalıştım. Sesini çok açmadan telefonu masaya bıraktığında ayağa kalkarak bana elini uzattı.
“Bana bu dansı lütfeder misin sevgilim?”
Bu hâline ayak uydurarak, “Zevkle,” dedim ve ateşin yanında beraber dans etmeye başladık.
‘Kalbim hiç durmadan hızla çarpardı
Göğsümün içinde ateş var gibi’
Diyordu, Sezen Aksu. Doğru da söylüyordu. Uzun zamandır göğsümün içinde, kaburgalarımın hemen altında atan kalbimde bir ateş vardı.
‘Başını göğsüme sakla sevgilim
Güzel saçlarında dolaşsın elim
Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi’
Bu sefer söyleyen taraf Ateş, dinleyen taraf ise bendim. Her bir kelimeyi gözlerimin içine bakarak söylüyordu. Şarkının diğer kıtasına geçtiğinde gözlerimin içine bakarak söylemeye devam etti.
Son kez;
‘Başını göğsüme sakla sevgilim
Derken başımı göğsüne yaslamıştı. Sanki tüm kötülüklerden saklamak ister gibi.
‘Güzel saçlarında dolaşsın elim
Derken elleri saçlarımda dolaşıp her telini ayrı ayrı seviyordu.
‘Bir gün ağlayalım, bir gün gülelim
Sevişen yaramaz çocuklar gibi’
Şarkı bitti ama biz ne kadar olduğunu sayamadığım bir süre boyunca o hâlde kalmaya devam ettik. Ne sıradaki şarkıyı kulaklarımız duydu ne de başka bir şeyi. Ben Ateş’in kalbinin atışını dinlerken o da benim kalbimin atışlarını bedeninde hissetti.
Benden ayrıldığında uzun uzun gözlerimin içine baktı. Ve derin bir nefes alıp, “Gönül isterdi ki sana Türk edebiyatının nadide sözcüklerini söyleyip aşkımı bir kez daha ilan edeyim. Aramızda kalsın, lisede de edebiyatım berbattı.”
Bu dediğine ister istemez güldüğümde o da güldü. “Ama bu yine de birazdan sana yapacağım teklifi yapamama engel değil,” dediğinde bu kez derin nefes alan kişi bendim.
Cebinden bir kutu çıkarıp diz çöktüğünde öylece kalakaldım. Gelmekte olan şeyin farkındaydım ve bu hayatımda alacağım en özel ve güzel olan tek teklifti.
“Yirmi sekiz yıllık hayatımda hiçbir kadını bu kadar çok sevip, kaybetmekten bu kadar çok korkmadım. Hayatımda kalbim bu denli hiç kimse için çarpmadı. Aklımı kaçıracak derecede bu kadar çok kimseyi sevmedim, senin dışında. Evlen benimle Nazlı. Bir yuvamız olsun. Akşamları iki ekmek bir yoğurtla kapıyı çaldığımda açan sen ol. Günüm seninle başlayıp, gecem seninle bitsin. Benimle evlenir misin?”
Ve beklenen gerçekleşti. Ağzımdan kaçan hıçkırık gözyaşlarıma eşlik etti.
“Evet,” dedim. “Tabii ki de evlenirim evet.”
Bu zamana kadar pek çok iş yapmış olan ben evlilik teklifi hazırlama kısmında da çalışmıştım. Gördüğüm o kadar teklifte neredeyse teklifi alan bütün kadınlar ağlarken ağlamalarına bir türlü anlam verememiştim. Bunun nedenini çalıştığım süre boyunca sorgulamış, bir sonuca varamayınca da ‘hepsi manyak bunların,’ diyerek bu konu hakkında daha fazla düşünmeyi bırakmıştım.
Fakat şimdi anlıyordum ki ağlayanlar ne teklifin edilme şeklinden ne de bulundukları yer yüzünden ağlıyordu. En azından benim ağlama sebebim sevdiğim adamın benim için hissettiği sözlerin güzelliği yüzündendi.
Yüzüğü parmağıma taktığında ayaklandı. Sıkıca boynuna sarıldığımda o da belime hiç beklemeden sarılmıştı.
“Teşekkür ederim,” dedi kesik kesik. Yanağımda hissettiğim ıslaklık sadece benim gözyaşlarım değildi.
“Teklifi kabul ettiğim için teşekkür ediyorsan seni pataklarım,” dedim.
Bu dediğime kısık bir şekilde kıkırdadığında, “Beni, seni sevdiğim gibi sevdiğin için,” dedi.
Göz göze geldiğimizde öylece baktım ona. “Sen bugün dedin ya ‘Şimdi, hayat bize ikinci bir şans vermişken ben seninle ilgili olan hiçbir şeyi ertelemek istemiyorum,’ diye, haklısın. Ben de artık hiçbir şeyi ertelemek istemiyorum. Özellikle de senin içinde olduğun hiçbir şeyi ertelemek gibi bir lüksüm yok. O yüzden ben artık hazırım. Seninle olan her şeye.”
Bir süre ne dediğimi anlamadı. Öylece baktı, baktı, baktı. Daha sonra bir şeyler anlamış olacak ki, “Sahiden mi?” diye sordu. “Ben doğru mu anlıyorum?”
“Bence doğru anlıyorsun,” dedim ve dudağına küçük bir öpücük bıraktım.
“Emin misin? Duramayabilirim bak. Şu an kendime güvenemiyorum.”
“Durmanı istemiyorum ki. Ama sen istemez,” derken sözümü tamamlayamadan dudaklarıma yapıştı.
“Ben sana yanıyorum, sen istemezsen diyorsun. Deli oluyorum sana,” dedi ve boynumu daha önce hiç öpmediği bir şekilde öptü.
“Son kez soruyorum, emin misin?”
“Fazlasıyla.”
“Başlarsak durmam.”
“Durursan bu gece sandalyede yatarsın.”
*******
Ne zamandır uyuyordum bilmiyorum ama uyanmamı sağlayan şey uyku mahmurluğundan dolayı duyduğum birkaç mırıltıyla birinin sırtımda gezinen eliydi. Burnumun ucunda bir şey hissedince elimle itelemeye çalıştım. Bu hareket birkaç kez tekrarlayınca duyduğum kıkırtı sesiyle gözlerim aniden açılmıştı.
Karşımda gülerek bana bakan Ateş’i ise görmeyi planlamıyordum.
“Ne oluyor ya?” dedim ister istemez mırıltıyla. “Biz neredeyiz?”
Kıkırtısı kahkahaya dönerken, “En acilinden evlenmeliyiz. Ben her gün bu manzarayı görmezsem ölürüm.”
Bir süre ne olduğunu anlayamadım. Ellerimi yüzüme kapatıp ayılmayı beklerken nasıl bu karavanın içinde olduğumu hatırlatacak bazı sahneler aklımda canlanmaya başladı. Ateş’in beni evin önünden alışı, buraya gelişimiz ve daha sonrasında yaşananlar…
Emin olmak için elime baktığımda zarif ve hoş duran bir tek taş gördüm. Tüm bu aydınlanma anımı gülümseyerek izleyen Ateş’e bakıp, “Biz evleniyoruz,” dedim.
“Evet, evleniyoruz.”
Zihnim bana, ‘Bu daha bir şey değil ki,’ der gibi sonrasında da yaşanılanları bir vtr eşliğinde gösterdiğinde üstüme bir bakış attım. Giyiniktim ama bunlar benim üzerimden çıkanlar değildi. Üzerimde Ateş’in olduğunu tahmin ettiğim bol bir tişört, altımda ise benim pijama altım vardı.
Ateş ise tüm bu anları sırıtarak izliyordu. Üstümde dün geceki kıyafetlerim olsaydı büyük ihtimal aşkımdan artık olmayacak şeyler hayal ettiğimi düşünebilirdim. Fakat dün gece yaşanan her şey tüm çıplaklığıyla gerçekti. Neyse ki çıplaklık kısmı sadece metafor olarak kalmıştı.
Uyumadan önce üzerimde bir şey olmadığını biliyordum. Bu yüzden beni giydirecek tek kişinin Ateş olduğunu da biliyordum.
Bunu düşününce aniden gelen utanma hissiyle yorganı kafama kadar çektim. Bir an için arsız bir kız olduğumu düşünmüştüm. Yaşanılan o kadar şeye utanmayıp beni giydirdiği için utanmam da ayrı bir olaydı.
‘Hoş geldin, ar, edep, utanma duygusu. Daha önce nerelerdeydin?’ dedim iç sesime.
Artık kahkaha atan Ateş’e ise daha fazla sessiz kalamayıp yorganın altından başımı ve sol kolumu çıkarıp, “Ne gülüyorsun ya, komik mi?” diye çemkirdim. O da yetmedi göğsüne silleyi çaktım.
“Ah, ah,” dedi. “Artık satın almam gereken bir karavan var.”
“Ne?” dedim. Bu dediği kızgınlığımı bile unutturmuştu. “Ben bu karavanı artık başkasına verdirtir miyim? En özel ve en güzel anlarıma şahit oldu artık bu karavan. Yol arkadaşım, can yoldaşım oldu artık. Asla vermem.”
Bu dediğiyle utancım tekrar su yüzüne çıkmış, bana da bir selam çakmıştı.
‘Neredeydin bu zamana kadar sevgili utanç duygum. Adamla o kadar şey yapıp utanmadın da şimdi mi utandırıyorsun beni?’
“Artık benimle kesinlikle evlenmek zorundasın. Namusuma girdin, helalim oldun. Beni nikâhına alman şart.”
Yorganın altından çıkıp ayaklarına tekme atınca gülüşü sekteye uğradı. “Tamam, tamam kızma. Ama utanınca çok güzel oluyorsun. Yanakların kızarıyor, ne yapayım?”
“Beni neden giydirdin?” diye sordum. Hâlâ utanıyordum ve bundan acayip bir şekilde zevk alıyordu.
“Üşüdün, ben de giydirdim. Sevdiğimin hasta olmasına müsaade eder miyim hiç?”
“Gerçekten bu karavanı satın almayacaksın değil mi?” diye sordum.
“Buraya gelirken almak gibi bir fikrim yoktu ama neyse ki arkadaş tanıdık. Dün gece konuştum, birkaç güne kalmaz alırım.”
“İnanamıyorum sana. Seviştiğimiz için karavanı alamazsın.” Şaşkınlığım olduğu gibi yerinde duruyordu.
“Bu konu burada kapandı hanımefendi. Bu saatten sonra kimseye yar etmem ben bu karavanı.”
Yataktan kalkıp toparlandığında, “Nereye?” diye sordum. Bu soruma dudaklarıma güçlü bir öpücük bırakıp doğrulduktan sonra, “Ateş’i harlamaya gidiyorum. Gün doğumuna on dakika var. Sen de sıkıca giyin yanıma gel,” dedi ve göz kırpıp dışarı çıktı.
‘Adam buraya sana evlenme teklifi edip gün doğumunu izletmeye getirdi, sen adamı yoldan çıkarıp birlikte oldun,’ diyen iç sesime kulak asmadım.
Gelen farkındalıkla hemen toparlanıp üzerime birkaç bir şey daha giydim. Ve giyerken fark ettim ki üst bedenimde iç çamaşırı yoktu. Hızlıca hazırlandıktan sonra karnımın guruldamasıyla fazla enerji harcadığımı hatırladım.
Pratik olsun diye aldığımız sandviç ekmeğinin arasına domates peynirden oluşan ekmek arası yaptım. Hazırladığım sandviçlerle çıktığımda Ateş, küllenen ateşi yeniden alevlendirmişti. Yanındaki boş sandalyeye oturduğumda ekmeklerden birini ona verdim.
“Sağ ol Nazlı’m, ellerine sağlık,” dedi ve benden bir öpücük çaldıktan sonra yaptığım ekmek arasını sessizce yedik.
Yavaş yavaş aydınlanmaya başlayan havayı Ateş’in kolları arasında izlemeye başladım.
“Gün doğumunu izlemeyi neden bu kadar seviyorsun? Bir hikâyesi var mı?” diye sordu Ateş.
“Öyle aman aman bir hikâyesi de olayı da yok aslında. Sadece o atmosferi seviyorum. İnsanlar gün içinde kafalarını kaldırıp bakmıyorlar gökyüzüne. Herkes kendi meşgalesiyle o kadar yoğun ki baktıklarında ise çoktan iş işten geçmiş oluyor. Gün batmış, ellerinden kaçırmış oluyorlar yani.”
Ben bunları söylerken beni sıkıca sarıp, söylediğim her şeyi can kulağıyla dinliyordu. Dudaklarını saç diplerimden bir an olsun çekmiyor, verdiği nefesi hissediyordum.
“Ben en çok gün doğumunu seviyorum. Harçlığımı çıkarmak için çalıştığım işlerde gecem gündüzüm olmazdı. Gün batıp, herkes kendi köşesine çekildiğinde yalnızlık bastırırdı. Gündüz olan o karmaşa geceleri olmazdı. Ne bileyim işte, ağır gelirdi o yalnızlık hissi.”
“Artık yalnız değilsin. Günün her halini sevebilirsin. Gün sonunda gideceğin, seni bekleyen birileri var artık.”
Başımı kaldırıp ona gülümseyerek baktığımda o da bana bakıyordu. “Gyuli çkimi sin var ida başkaşa, çkimire do gickitas gyuli çkimi.”
Bu söylediği beni oldukça şaşırtmıştı. Bunu sesli bir şekilde de dile getirip, “Sen az önce Lazca mı konuştun?” diye sordum.
“Ee,” dedi başını sallayarak. “Hatun laz olunca öğreniyorsun bir şeyler.”
“Ne dedin peki?” diye sordum. Az buçuk bir şeyler anlamıştım ama eminde olamıyordum. “Gülüm sen gitmeyesin başkasına, sen benimsin bilesin gülüm.”
“Nereden öğrendin peki?” diye sormadan da geri duramadım.
“Sen bana ‘nayinom’ demiştin ya ben de o zamandan beri bir şeyler öğrenmeye çalışıyorum.”
“Başka neler öğrendin peki?” diye sordum.
“Oroperi çkimi. Gülüm demekmiş. Sana hep gülüm diyorum ya, o yüzden öğrendim.”
Bu doğruydu. Ateş bana hep gülüm diyordu. Bunun da nedenini merak ediyordum. O yüzden, hazırda fırsatını yakalamışken sormadan edemedim. “Bana neden hep gülüm diyorsun? Sevmediğimden değil, aksine seviyorum ama nedenini de merak ediyorum.”
Derin bir nefes alarak anlatmaya başladı. “Tanıştığımız ilk gün arabadayken Yasemin seni aramıştı ya,” dediğinde hemen hatırladım o günü. “Sana Çiçek demişti. Sen de o ismini kullanmadığını söylemiştin. Gül de bir çiçek. Sana kendimce çiçeğim diyorum işte.”
Bu söylediği o kadar içimde bir yerlere dokunmuştu ki ne yapacağımı bilemedim. Beni sevmekle kalmıyor benim sevmediğim yanlarımı da seviyordu.
“Ben,” dedim ve derin bir nefes aldım. “Bu zamana kadar senden başka hayatıma kimseyi almadım, alamamıştım. Çünkü hayatımda hiç örnek alabileceğim bir rol model yoktu. Yanlış birini sevmekten ve bu yanlışlarımın küçük bir canı etkilemesinden çok korkmuştum,” dedim gözyaşlarımı tutamayarak.
“O zamanlar da bir söz duymuştum. İnsan kocasını seçebilir ama anne babasını seçemez diye. Bu yüzden korktum birisini hayatıma almaya. Hayatıma aldığım insanın bende yaratabileceği yıkıma. Bu yüzden okurken kampüste adım soğuk nevaleye bile çıkmıştı. Ama şimdi, sen varsın. Sen öyle bir adamsın ki tüm bu korkularımı yıkıp kendi ailemi kurmak istememi sağlıyorsun. Az önce söylediğin şey benim için o kadar değerli ve anlamlıydı ki, belki de doğacak çocuğum için en iyi babayı seçtiğimi hissediyorum.”
Beni göğsüne çektiğinde elleri sırtımı sıkıca kavradı. Öncelerde sevmediğim adımı kendince sevdi. Sırtımın sağ tarafındaki benim sevmediğim yaradan kalma izimi sevdi. Uyandığımda fark etmemiştim ama o zaman da yara izimi sevdiğini şimdi anladım.
“Sevmek, bir insanı olduğu gibi bütünüyle, her haliyle sevmek demek değil mi? Sen adını sevme, ben kendimce severim. Sen izini sevme, ben her gün severim senin yerine. Ben seni olduğun gibi severim.”
Elleri hâlâ yara izimi severken, “Biliyorum, merak ediyorsun. Bana yansıtmamaya çalışıyorsun ama orada neler yaşandığını merak ettiğini biliyorum. Sormaya da korkuyorsun çünkü duyacaklarını kaldıramamaktan korkuyorsun.”
“Korkmak az kalır Nazlı, hem de it gibi korkuyorum. Ama daha çok sinirliyim kendime, kendime çok sinirliyim. Seni daha önce bulamadığımız için. Onun babası senin yerini söylemeseydi belki de hâlâ arıyorduk seni.”
“Bir dakika, onun babası mı söyledi size? O en başından biliyor muymuş?”
“Hayır,” dedi. “Dedesinden kalma bir yermiş ama babasının üstüne kayıtlıymış. Babasının da aklına son anda gelmiş. O yüzden söyledi, biz de öyle bulduk.”
“Anladım,” dedim. “Yani bilmeden de olsa oğlunu gambazlamış oldu.”
“Öyle ama söylemeseydi seni bulamayabilirdik.”
Aradan geçen birkaç dakikalık sessizliğin ardından, “Babamla, Orhan amcanın konuşmasına kulak misafiri olmuştum o gece. Orhan amcanın biz küçükken fotoğraflarımızı çektiği bir albüm vardı evde, onu almak için çıkmıştım çay bahçesinden. Çıktım ama eve varamadım.”
Ateş, gözlerini önündeki ateşten çekmezken ben de ondan gözlerimi alamıyordum. Derin bir nefes alarak anlatmaya devam ettim.
“Çay bahçesinden çıktıktan sonra bacağımda ve sırtımda bir acı hissettim. Baktığımda bacağımda bir iğne vardı. Filmlerden görmüştüm ben de şu bayıltmak için atılan iğnelerdendi. Sonrası yok zaten. Gözümü açtığımda başka bir yerdeydim.”
“Biz bulduk iğneyi. Üstünde senin kanın vardı. Babandan örnek alındı, kan sana ait çıktı.”
“O odada yalnız kaldım, sadece arada girip çıktı. Yemek, kıyafet falan getirdi. Ama,” dememle korkarak baktı bana. “O evde benim fotoğraflarımın olduğu bir oda gösterdi bana. O fotoğrafları gösterdiğinde hatırladım benimle nasıl bir bağı olduğunu.”
“Bağ deyip delirtme beni Nazlı. Senin o şerefsizle hiçbir alakan olamaz.”
“Tamam,” dedim. “Tamam, haklısın özür dilerim. Her neyse, bundan dört yıl önce ışıklardayken yan yana gelmişiz meğer. Bu da kırmızı ışıkta karşıya geçmeye çalıştığında ben tutmuşum ensesinden. Ölmeye bu kadar meraklıysan milleti uğraştırma falan demişim. Bu yüzden takmış beni kafaya.”
“Bu,” dedi sinir ve nefretle. “Bu nasıl bir hastalıklı kafa? Gerçekten böyle söylediğin için mi takmış seni kafaya? Keşke, keşke engel olmasaydın da geberseydi it.”
“İnan böyle bir nedenden dolayı beni kafaya taktığını öğrendiğim andan beri ben de aynı şeyi düşünüyorum.”
Daha fazla yerinde duramayıp ayaklandığında ben de kalktım. Sağa sola volta atarken karşısına geçtim ve sıkıca sarıldım. Beklemeden Ateş’te bana sarıldığında başını boynuma gömdü.
“Sana bunları sinirlen diye anlatmadım. Sinirlenme de diyemem ama için rahat etsin diye söylüyorum. O bana hiçbir şey yapamadı, yapamazdı da. Asla izin vermezdim böyle bir şeye. Beni vurması dışında hiçbir şey yapamadı.”
Geri çekildiğimde yüz yüze geldik ama Ateş belimi bırakmadı. Ellerimle yanaklarını kavradım. “Bu konu burada ilk ve son kez konuşulacak. Düşünüp düşünüp kendini yiyip bitirmeni istemiyorum.”
Birbirimize sıkıca sarılarak geçirdiğimiz dakikaların ardından konuyu değiştirmek için, “Başka öğrendiğin şeyler var mı?” diye sordum. Telefonunun ekranını açıp rehbere girdiğinde bir isim gösterdi.
“Ma si maoropen, ne demek?”
“Aşkım, demekmiş. Ben de seni öyle kaydettim.”
İsmin altında yazan numaraya baktığımda gerçekten de öyleydi. “Sen aşkından deli olmuşsun diye yorumladım,” dediğimde güldü.
“Bir sana deliyim, biliyorsun.”
*******
Ateş’le geçirdiğim üç gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Geri döndüğümüzde gerçekten arkadaşıyla konuşmuş ve bir şekilde karavanı almayı başarmıştı.
“Son ana kadar alacağını gerçekten düşünmüyordum. Resmen artık bir karavanın var.”
“Yanlış,” dedi hemen. “Karavanımız var. Benim neyim varsa aynı zamanda seninde var. Bu konuda anlaşalım.”
Bu dediğine gülümsemekle yetindim. “Ne yapacaksın eve gidince, planın var mı?” diye sordu.
“Eve gidince birkaç işimi halledip önce okula, Yasemin’in yanına uğrayacağım. Bu müjdeli haberi ilk ona vermem lazım, yoksa beni oyar.” Söylediğime beraber güldüğümüzde hak verircesine başını salladı.
“Sonra babamın yanına gideceğim, belki beraber öğle yemeği de yeriz. Ona da bana da iyi gelir. Sonra anneme uğrayıp ona da söyleyeceğim, Çağdaş ve Onur’u okuldan alıp onlarla da biraz vakit geçireyim diyorum. Karadeniz’deyken bizimle de vakit geçir diye söylemişlerdi. İhmal ettim onları da, ablalık yapmam lazım artık.”
“İyi düşünmüşsün. Onlar da son olaylardan sonra çok etkilendiler. Beraber vakit geçirmeniz hepinize iyi gelecektir.”
“Sen ne yapacaksın?” diye sordum.
“Ben de evdeki işlerimi hallettikten sonra dükkâna geçerim. Annemlere de ben söylerim, bizim çocuklara da anlatırım. Bundan sonrası da artık büyüklere kalır. Onlar anlaşıp bir gün belirlerler.”
“Bu gece annemde kalacağım haberin olsun,” derken çoktan mahalleye varmıştık. Aniden durduğunda, “Biz şimdi ayrı uyuyacağız değil mi?” diye sordu.
Bu hâline güldüm. “Gülme,” dedi hemen. “Yıldırım nikâhı mı kıydırsak acaba?”
“Az sabret. Yakında alacağım seni nikâhıma.”
Arabadan inerken o da indi. Arka koltuktan sırt çantamı aldıktan sonra kollarını sıkıca belime doladı.
“Sabret demesi kolay, saldın zehri girdin kanıma. Nasıl geçecek geceler şimdi sensiz?”
Ben de kollarımı boynuna sardım. “Merak etme,” dedim. Ben de fazla beklemek istemiyorum zaten. Yastıktan daha konforlu bu göğüs varken bana da geceler zehir olur artık,” dedim bir elimi göğsünde gezdirirken.
“En iyi konfor ben de yalnız,” dedi ve çapkınca göz kırptı. “Bana özel yastıklara bir an önce kavuşmak istiyorum.”
“Sapık,” dedim gülerek ve kollarından sıyrıldım. “Hadi kaçtım ben.” Dudaklarından hızlı bir öpücük çalarak apartmana girdim.
Eve girdiğimde ilk işim çantayı boşaltıp kirli sepetine atmak oldu. Aldığım hızlı bir duşun ardından evden çıkmam yine bir saati bulmuştu. İlk durağım Yasemin’in çalıştığı okul oldu.
Okulun önüne geldiğimde arabayı uygun bir yere park edip indim. Okula girince de ilk işim öğretmenler odasını bulmak oldu. Çocukların koşuşturmasıyla iyi bir zamanlama da geldiğimi anlamıştım.
Öğretmenler odasına geldiğimde kapıyı iki kez tıklattım. Ardından içeri girmemle Yasemin’i görmem bir olmuştu. Beni gören Yasemin ise beklemeden gelip, “Başımıza taş mı yağacak Nazo, senin ne işin var burada?” diye sordu.
“Müsait misin? Sana anlatmam gereken çok önemli şeyler var.”
Birkaç saniye beni süzdü. Sonra arkasını dönüp, “Hocam teneffüsteyiz ama geç kalırsam benim sınıfa on dakika kadar bakabilir misiniz?” diye sordu.
Sorduğu kadına baktığımda, “Tabii Yasemin hocam,” diyerek işine geri döndü.
“Sağ olun hocam,” dedi ve kolumdan tuttuğu gibi beni okuldan çıkardı. Sağ elimi saklamak için uğraş verirken çoktan okulun arka bahçesine gelmiştik.
“Anlat, hemen, şimdi.”
“Hazır mısın?” diye sordum.
“Ne kadar kötü?” diye karşılık verdi.
“Ben,” dedim ve eli kalbine gittiğinde sağ elimi göz hizasına getirerek, “Evleniyorum!” dedim.
Önce stresten kapattığı gözlerini açtı. Sonra eli yana düştü. Elleriyle sağ elimi kavradı ve yakından bir bakış attı. Elimi havaya kaldırıp güneşe tuttu ve “Gerçek mi bu?” diye sordu.
“Ben sana evleniyorum diyorum, sen bana gerçek olup olmadığını mı soruyorsun?” diye, gülerek sorduğumda beklediğim tepkiyi sonunda aldım. Gözleri fal taşı gibi açılıp, “Evleniyorsun,” dedi.
“Evleniyorsun! Ay inanmıyorum!” diye ellerimi tutup zıpladığında ben de ona eşlik ettim. “Evleniyorum Yaso. Ben de inanamıyorum.”
Bana sarıldığında ben de ona sarıldım. “Gerçekten yuvanı kuruyorsun,” dedi ve geri çekildi. “Aileni kuruyorsun Nazlı, çok mutluyum.”
Yasemin ağlamaya başladığında benim de gözlerim doldu. “Ama ağlama ya,” dedim ben de ağlarken.
“Sen de ağlıyorsun Nazo, ben bir şey diyor muyum?”
“Ben gelin değil miyim kızım? Hem ağlarım hem giderim.”
“Gitme,” dedi ve bir kez daha bana sarıldı. “Nasıl alışacağım senin evdeki yokluğuna? Kim yemek yapacak bana? Ben kiminle kız gecesi yapacağım?”
Ben sessiz kalırken söyleyecek bir şey bulamadım. ‘Yaparız,’ desem olmazdı. Evli bir insanla bekâr bir insanın hayatının ne derecede farklı olduğunu tahmin edebiliyordum.
“Aman,” dedi. “Sen bakma bana. Benimkisi paylaşmak istememek. Zaten ben Agah amca ve neferlerine güveniyorum. Seni kolay kolay vermezler. Yani yine bendesin bebek.”
“Salak,” diyebildim sadece.
“Şaka bir yana gerçekten çok mutlu oldum. Seni hak eden biriyle berabersin ve mutlusun. En önemlisi de bu. Çok sevindim, çok mutlu oldum Nazo.”
“Teşekkür ederim. Gelip ilk sana haber verdim, değerini bil,” diyerek laf attım.
“Başka şansın mı vardı sanki? Hah dediğine bak,”diye güldüğünde bu gece annemlerde kalacağımı söyledikten sonra vedalaştık.
Okuldan sonraki durağım babamın İstanbul’daki iş yeriydi. Geldiğimde arabayı park edip şirkete girdim. Haberler sayesinde beni tanıyan çalışanlar “Hoş geldiniz,” diyerek beni karşıladı.
“Hoş buldum. Babam ofisinde mi?”
“Evet, Nazlı Hanım ofisinde,” dedi.
“Müsait mi peki?”
“Müsait.”
“Ben sürpriz yapmak için geldim. Haber vermeyin olur mu?”
“Tamam, buyurun lütfen,” diyerek geçirdiğinde, “Kolay gelsin,” dedim ve babamın ofisine kapıyı çalmadan girdim.
Yaptığım bu hareketle, “Kapıyı çalmadan girmek,” derken dönüp beni gördüğünde lafını tamamlayamadı.
“Sürpriz,” dedim ellerimi iki yana açarak.
“Kızım,” dedi ve oturduğu koltuktan kalktı. Ben de kapıyı kapatıp babama yaklaştığımda ortada buluştuk. Bana sıkıca sarıldığında, “Hoş geldin güzel kızım, ne kadar da güzel bir sürpriz bu,” dedi.
Sarılışına karşılık verdim. “Hoş buldum babam.”
Benden ayrıldığında elimden tuttu. “Hadi gel ayakta kalma,” dedi ve odasında bulunan ikili koltuğa beraber oturmamızı sağladı.
“Hangi rüzgâr attı seni buraya. Bir şeyler içmek ister misin?” diye sordu. Tam kalkıyordu ki, “Yok, bir şey içmek istemem,” dedim. “Ama belki baba kız öğle yemeği yeriz. Hem benim sana söylemek istediğim bir şey var.”
“Yeriz tabii kızım benim ama ne söyleyeceksin? Merak ettim.”
Sağ elimi kaldırıp gösterdiğimde, “Ben evleniyorum,” dedim.
Babam öylece kalakalırken, “Baba,” diye sarstım. “Babacım,” dedim ama hâlâ ses yoktu.
“O damat bozuntusunun topuklarına sıkmalıydım.”
“Baba,” dedim huysuzca. “Ben Ateş’i seviyorum. Gerçekten.”
“Biliyorum,” dedi pes edercesine. “O yüzden bir şey diyemiyorum ya. Kızımın kaderi bana benzemesin diye.”
Bu lafının ardından kısa bir sessizlik olmuştu. Eskiler bazen can yakardı.
“Seni yeni bulmuşken hemen ellerimden uçup gidecek misin şimdi?”
“Baba,” dedim bu sefer titreyen sesimle. “Ne?” dedi huysuzca. “O da halden anlasaydı canım. Bekleseydi yani bir beş on yıl çok mu?”
“Hadi,” dedim babamı çekiştirerek. “Açım ben, kızını doyur.”
“Benim iştahım kaçtı ama onu ne yapacağız?” diye sordu. Montunu üzerine giydikten sonra beni kolunun altına aldı.
“Sen beni verirken böyleysen eğer Cemre’yi istemeye geldiklerinde ne yapacaksın baba?”
“Sen bugün benim yüreğime indirmeye and mı içtin? Değiştir konuyu kalbim dayanmıyor.”
Babamla onun arabasında yemek yemeye gittiğimizde iş yerinin yakınlarında bir restauranta gelmiştik. Menüde çakallı menemen gördüğümde direkt onu söylemiştim.
“Emin misin?” diye sordu babam. “Evlilik kararında yani emin misin?”
“Evet, eminim baba. Hem de çok.”
“Bunca zaman senin yanında olamadım ama bil ki bu saatten sonra her zaman arkandayım. Eğer evlenmek istiyorsan sonuna kadar yanındayım. Ateş, iyi bir çocuğa benziyor. Seni de çok seviyor. Bunu görebiliyorum. Ama bu demek değil ki evlendikten sonra artık bir evin yok. Ne olursa olsun ben varım. Her zaman gelebileceğin bir baba evi var, bunu unutma tamam mı güzel kızım?”
Yirmi dört yaşıma kadar bir baba evim yoktu. Çünkü babam yoktu. Bir gün bana bir baban olacak, seni çok sevip her şekilde arkanda olduğunu söyleyecek deseler, onlara gülüp geçerdim. Şimdi ise bir babam ve istediğim zaman hangi durumda olduğum fark etmeksizin gidebileceğim evi vardı.
Gözlerimde biriken yaşlar boğazımda yumru oldu. Ve ben o yumruyu güçlükle yutup, “Tamam, babam,”dedim.
Yemeklerimizi yerken Ateş’in nasıl bir evlilik teklifi yaptığını merak etmişti. Usulünce babama anlattığımda yalandan hoşnutsuz gibi davrandığını fark etmiştim.
“Annene söyledin mi?” diye sordu.
“Senin yanından çıktıktan sonra söyleyeceğim,” dedim. “Bugün de annemlerde kalacağım. Çağdaş ve Onur’la da biraz vakit geçireyim.”
“İyi düşünmüşsün kızım. Allah yolunuzu bahtınızı açık eylesin.”
“Amin,” dedim içtenlikle.
Çaylarımız da bittikten sonra tekrar iş yerine döndüğümüzde kapıdan babamla vedalaştım. Arabama atlayıp bu sefer anneme gittim.
Eve vardığımda korumaların beni tanımasıyla içeri geçmem bir oldu. Kapı ben daha çalamadan annem tarafından açıldı.
“Hoş geldin kızım,” dedi ve sıkıca sarıldı. “Ne güzel ettin de geldin. Geç hadi içeri ayakta kalma.”
Beraber içeri geçtiğimizde, “Nasılsın?” diye sordu. “İyi misin?”
Yan yana oturduğumuz salonun koltuğunda ellerinden biri yüzümü ve saçlarımı seviyordu. Şile’deki bir hafta boyunca yanımda kalmış, bana refakatçi olmuştu. Aklında o halimle kalmak istemediğimden, “İyiyim anne, gerçekten iyiyim. Hem de hiç olmadığım kadar.”
“Fark ettim,” dedi gülümseyerek. “Sen de bir haller var. Sanki ışıl ışılsın. Canlanmış gibisin.”
Bu dediğine utanmakla şaşırmak arasında gidip geldiğim süreçte, “Anne,” dedim.
“Söyle yavrum,” deyince sakladığım sağ elimi çıkarıp, “Sürpriz! Ateş bana evlenme teklifi etti anne.”
Elimdeki yüzüğe öylece bakakaldı. Sanırım bu tepki normaldi. Çünkü annem de dâhil üç kişiye söyledim ve tepkileri aynıydı.
Nihayet yüzükten gözlerini alabilen annem dolu gözlerle bana baktı. Beni göğsüne çeker çekmez sarsılmasıyla ağladığını anlamıştım.
“Ağlama ama neden ağlıyorsun ki?”
“Çok mutluyum da ondan. O kadar mutluyum ki, seni bırakmak zorunda kaldığımda küçücüktün. Senin çocuk olduğunu, sonra büyüyüp güzel bir genç kız olduğunu ve yetişkin olup güzel bir kadın olduğunun hayalini o kadar çok kurmuştum ki. Hayal ettiğim her şey gerçekleşmiş. Hatta daha fazlası,” derken artık gülüyordu.
Geri çekilip baktığımda gözlerini sanki benden alamıyordu. “Şimdi ise kendi aileni kuruyorsun. Sevdiğin ve seni seven bir adamla yuva kuracaksın. Kızların kaderi annelerine benzer derler. Çok korktum öyle olacak diye. O kadar çok korktum ki neredeyse gerçek olmak üzereydi. Neyse ki kader o kadar da acımasız değil. Hayallerimden bile fazlası var artık. Ve ben bu anların hepsini görebileceğim. Senin genç kızlığına, çocukluğuna yetişemedim ama bundan sonrasında artık hep var olacağım. Seni bir kez senin canın için bıraktım. Bundan sonra ölsem bile bırakmam seni.”
Buraya geldiğim ilk gün ‘kızım’ diye bana sarılarak ağlamıştı. Gözyaşları içinde anlatmıştı ne var ne yoksa. Ben ise o gün yıllardır annesiz geçen günlerime değil, yirmi dört yıl hiç sevmediği bir adamla aynı çatının altında, aynı odada koca bir ömür geçiren anneme üzülmüştüm. Ona bunu yaşatanlara kızmıştım.
“O günler,” derken burnum sızlamış gözlerim dolmuştu. Tutmadım bu sefer, ağlamak iyi gelirdi belki de. “Orada geçirdiğim anlarda aklıma hep sen geldin anne. Bana, beni sevdiğini söylediği her saniye onun nefesini kesmek istedim. Ellerimle parçalamak, onu yok etmek istedim. Elimi kolumu bağlayıp bana ‘hamile misin’ diye sorduğunda ne diyeceğimi bilemedim. Ah bu gerçekten,” derken artık yanaklarım kendi yaşlarımla ıslanıp sırılsıklam olmuştu bile. Annem ise yaşlarımı üşenmeden silmişti.
“Çok korktum. Hamile değildim ama çok korktum. ‘Seni bir bebekle paylaşamam’ dedi bana. ‘Hele Ateş’in bebeğiyle hiç’ dedi. O an da aklıma sen geldin. Ben bunca zaman seni anladığımı söylemiştim ama hayır meğer anlamak öyle bir şey değilmiş. Ben olmayan bebeğimi bir psikopat tarafından kaybedeceğimi düşününce anladım asıl seni. Sen nasıl dayandın anne?”
“Yaşıyordun,” dedi sadece. “Nefes alıyordun, konuşuyordun. Hayattaydın. Benim için o an önemli olan buydu. Yaşaman. Yirmi dört yıl öncesine dönsek yine aynısını yapardım. Yaşa diye hayatta kal diye aynısını yapardım. Sen olmayan bebeğini korumak için hamile olsaydın bile nasıl değildim diyeceksen, ben de seni korumak için yine senden vazgeçerdim.”
Doğru söylüyordu. Şayet o zaman öyle bir ihtimal olsaydı eğer, hamile olsaydım bile değilim derdim. Onu korumak için her şeyi yapar, gerekirse o kurşunu ben sıkardım.
“Demek evlenme teklifi etti ha damat,” diyerek konuyu değiştirdiğinde anneme ayak uydurdum. “Evet, anne o kadar güzeldi ki.”
Ayaklandığında beni de kaldırdı. “Mutfakta, kahve eşliğinde duymak istiyorum. Her şeyi anlat, her şeyi.”
Bu dediğine sessiz kaldım. Üzgünüm anneciğim ama o kadar da her şeyi anlatamam ne yazık ki. Çünkü senin kızın arsızlık yaptı.
Mutfakta kahveler eşliğinde evlilik teklifini nasıl ettiğini, öğrendiği Lazca kelimeleri ve beni telefona kaydediş şeklini anlattığımda, “Doğru kişiyi bulmuşsun,” dedi. Sohbet daha da ilerlediğinde Handan teyzenin de izniyle numarasını anneme verdim.
Ateş, dediği gibi ev halkına durumu anlatmış ve Handan teyzenin şen şakrak gelen sesiyle de bu duruma en çok kendisinin sevindiğini belli etmişti.
“Çocuklar ne zaman çıkıyor okuldan anne?” diye sordum.
“Bugün dersleri bir bitiyor, neden sordun?”
“Diyorum ki ikisine alayım. Beraber abla kardeş vakit geçirelim, bir şeyler yapalım. Ne zamandır ikisiyle vakit geçiremiyorum. Karadeniz’e gittiğimizde çok içimde kalmıştı onlar da gelmediği için.”
“İyi düşünmüşsün kızım. Onlar da seninle vakit geçirmeyi çok istiyorlar zaten. İlk Çağdaş’ın dersi bitiyor. Ondan sonra da Onur’un. Abla kardeş güzelce vakit geçirin.”
Annemden aldığım okullarının adresleriyle evden çıkıp yola koyuldum. Aklımda neler yapabileceğimize dair bir şeyler düşünürken en çok evleniyor olmama ne tepki vereceklerini merak ediyordum.
Yolda giderken radyoyu açtığımda çalan şarkıyla sesini açtım.
‘Çocukça bir aşk deyip de geçme
Sakın gülme halime
Nasıl olduğunu anlayamadım ama
Seviyorum seni delicesine’

(Evlilik teklifi anı temsili)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 42.82k Okunma |
3.33k Oy |
0 Takip |
42 Bölümlü Kitap |