@okuyan_bir_insan
|
“Kalk artık Nazlı!” diye bağıran Yasemin’le uykumdan sıçrayarak uyanmıştım. Dün akşam eve geldiğimizde son kalan eşyaları toplamış, pat patlara sararak kolilemiştik. Bugün bu evdeki son günümüzdü. Akın’ın ayarladığı nakliyeciler sabahın dokuzunda gelmeye karar verdiği için, biz de sabah altıda kalkmak zorunda kalmıştık. Yani uzun lafın kısası taşınmak tam bir işkenceydi. Yasemin’in bana son feryadından sonra kalkmış ve elimi yüzümü yıkadıktan sonra mutfağa geçmiştim. “Sonunda Nazo. Sonunda yani kızım. Seni yataktan her seferinde kazımak zorunda mıyım ben?” diye hâlâ bana olan isyanını dile getirirken benim dikkatim başka yerdeydi. Mutfak masasına gazete sermiş, tüm kahvaltılıkları kesip gazete serilmiş masanın üstüne koymuş ve fırından açma simit almış. “Kız bu ne?” diye sormaktan kendimi alamamıştım. “Ne olabilir acaba. Kahvaltı tabii ki.” dedi bıkmış bir sesle. “Onu anladım tabii ki ama, neden şu an kendimi her an ustadan azar yiyecek olan bir çırak gibi hissediyorum.” dedim, masaya otururken. “Anlam veremediğin soruları sormaya sonra devam edersin. Hadi yiyelim bir an önce, adamlar gelecek.” dedi. “Bu arada ben sabah anahtarları ev sahibine teslim ettim. Haberin olsun.” dedi. Yasemin’e minnet dolu gözlerle bakarken bir yandan da söylenmeden duramamıştım. “Ona da anlam verebilmiş değilim.” dedim. “Neden sabahın dokuzunda gelirsin ki. Onda gel on birde gel ama dokuz ne. Deli mi dürttü sizi.” diye söylendim. Bir yandan da ağzımdaki zeytin çekirdeğini çıkarırken. “Amma söylendin Nazlı ya. Erkenden hallolur işte işimiz daha ne. Hem Akın’la Çağatay’da yardıma gelecek onu da söyleyeyim sana.” dedi. “Onlar niye geliyor ki. İşleri güçleri yok mu? Ben hallederim.” dedim. “Ben de dedim aynısını ama ‘Bizim içimiz rahat etmez. Hem sizi sahipsiz sanmasınlar.’ dediler.” dedi. “Peki madem.” dedim ve kahvaltımızın kalanını sessiz bir şekilde bitirdik. Saat çabucak dokuz olmuş ve nakliyeciler gelmişti. Yasemin, nakliyeciler gelmeden yaklaşık bir saat önce çıkmış işe gitmişti. Nakliyecilerden biri, “Abla bu son koliydi. Başka kalmadı.” dedi. O sırada merdivenlerde görünen Akın ve Çağatay’la, “O zaman çıkalım. Sabah Yasemin anahtarları teslim etmiş.” dedim. Hep beraber evden çıktığımızda üçümüzde benim arabama binmiştik. Biz önden giderken nakliyecilerde arkadan bizi takip ediyorlardı. Yeni eve göz açıp kapayıncaya kadar gelmiştik. Dün akşam ev sahibiyle konuşup bugün için taşınabileceğimizi söylemiştim. Hâli hazırda boş olan evi, dün eşi temizlemiş ve bizim işimizi kolaylaştırmak istemişlerdi. Evin kapısında durduğumuzda ev sahibi bizi bekliyordu. Arabadan hep beraber indiğimizde, Akın ve Çağatay’ı gördüğünde saniyelik kaşları çatılsa da hemen kendini toparlamış, bana hitâben konuşmaya başlamıştı. “Hoş geldiniz kızım. Bu kadar erken taşınacağınızı bilmiyordum.” dedi. “Valla ben de bilmiyordum. Ama ne demişler. Hayırlı iş fazla uzamaya gelmez. Bu hafta bitmeden yerleşeceğiz inşallah.”dedim. Ben her ne kadar Çetin amcaya hitâben konuşsam da arada bakışları Akın’la Çağatay’a kayıyor ve kim olduklarını merak ediyordu. Daha fazla onu merakta bırakmamak için; “Arkadaşlarım, Akın ve Çağatay. Taşınma için bana yardım etmeye geldiler. Yasemin yani beraber yaşayacağım arkadaşım çalışıyor. O yüzden burada değil şu an.” dediğimde, başını sallamış, “Anladım evladım.” demişti. “Abla ne zaman taşıyacağız malları.” diye soran nakliyeciye, “Bir dakika ağabey.” demiş ve Çetin Bey’e “Anahtarları alayım da bir an önce taşınalım.” dedim. “Hadi hayırlı olsun.” diyerek anahtarları avucuma bırakmış, ve benim kapıyı açmamla taşınma merasimi başlamıştı. Aradan geçen saatlerin ardından üç kişi olarak başladığımız bu taşınma telaşı, Ateş ve arkadaşları sayesinde sayamayacağım kadar çok kişiye dönüşmüştü. Bir yerden sonra yorulmuş, salondaki duvara sırtımı yaslamıştım. “Neden tarlası yanmış emmi, Karadeniz’de teknesi batmış Temel gibi yüzünde dehşet verici bir ifade var.” diye soran Çağatay’a, olabildiğince baygın bir bakış attım. “Eve herkes ayakkabısıyla girdi. Yasemin her yeri kırklayacak eve gelince.” dedim dertli dertli. “Haklı gibi sanki be kuzu.” dediğinde başımı sallamakla yetinmiştim. Ustalar son eşyayı da bıraktıklarında yerimden doğrularak usta başının yanına gittim. “Borcum ne kadar usta.” diye sordum. “Abla borç yok. Ağabey ödedi. İyi günlerde oturun.” dedi ve gitti. Adamın dediği lafın üzerine tam evden çıkacakken Akın’ın içeri girmesiyle; “Borcu sen mi ödedin?” diye sordum. “Evet.” dedi. “Neden böyle bir şey yaptın?” diye sordum. “Neden yapmayayım?” diye sordu o da. “Ya beni delirtme be adam.” diye çıkıştım. “Sen niye ödüyorsun?” diye sordum. “Arkadaşlar sakin.” diye araya girdi Çağatay. “Neden ödemeyeyim Nazlı yabancı mıyım ben?” diye sordu Akın. “Hem sizin daha bir sürü masrafınız olacak. Sen daha dükkâna masraf yapacaksın, bundan bir şey olmaz.” dedi. Bu durum her ne kadar canımı sıksa da olan olmuştu. “Tamam ama bir daha böyle bir şey yapma.” dedim. O da; “Söz veremem.” dedi. Kapıdan girenlere baktığımda Akın ve evi taşımak için yardıma gelen arkadaşlarını gördüm. “Müsaade var mı?” diye sordu Ateş. “Tabii gelin buyurun.” dedim ben de. “Hoş geldiniz mahallemize.” diyen birini gördüğümde, “Teşekkür ederim.” dedim. “E o zaman tanışalım.” diyip biri öne atıldığında, Ateş onu ensesinden tutup eski yerine çekmişti. “Pekala.” dedim ve herkesin bana bakmasını sağladım. “Ben Nazlı. Ev arkadaşım Yasemin var ama şu an işte olduğu için kendisi burada değil.” dedim ve elimi bana hoş geldiniz diyen adama uzattım. “Ben Murat. Hepimiz bu mahalledeniz. Ateş’le de arkadaşız. Tekrardan hoş geldiniz.” dedi. Ardından az önce kedi eniği gibi, Ateş tarafından ensesinden tutulan kişi, “Ben de Tolga. Memnun oldum.”dedi. “Ben de.” diye karşılık verdiğimde diğer kalan iki kişi de kendini tanıtmıştı. “Ben Kadir.”dedi. Soğuk bir tonda. “Ben de Hasan, bacım. Tekrar hoş geldiniz.” dedi. “Ee Nazo bizi tanıştırmayacak mısın?” diye soran Akın’a ters bir bakış atıp, “Niye. Senin ağzın yok mu?” diyip, koluna bir sille geçirmiştim. Nakliyecilerin parasını ödeme konusunda hâlâ kendisine biraz kızgındım. “Hadi kapıda kaldınız. İçeri geçinde bir şeyler söyleyelim. O kadar yardım ettiniz acıkmışsınızdır.”dedim. Saat öğle vaktiydi. “Biz hiç zahmet vermeyelim.” diyen Murat’a baktım. “Olmaz öyle şey. Benim içim rahat etmez. Hadi geçin içeri.” dedim ve hepsini içeri aldım. Bu sırada ise Akın’larla Ateş’ler tanışıyordu. “Herkes lahmacun yer mi?” diye sorduğumda çalan kapıyla tam ayaklanacakken Ateş kalkıp, “Zahmet etme ben bir şeyler söylemiştim o gelmiştir.” dedi ve kapıyı açtı. Elinde torbalarla geldiğinde keskin lahmacun kokusu buram buram kokuyordu. “E bunun parası.” diye sorduğumda; “Hallettim ben hadi yiyelim.” dedi. “Ya siz niye ha bire benim bir şeylerimi ödüyorsunuz?”diye çemkirirken, Tolga yere gazete kâğıtlarını seriyordu. Murat poşetten çıkardığı ayranları çalkalarken, Hasan da plastik bardakları çıkarıyordu. “Valla burada böyle bacım. Hem başka kim neyi ödedi ki.” diye sorduğunda, ilk lahmacunumu hazırlarken gözlerimle Akın’ı gösterip, “Nakliyecilerin parasını ödemiş.” dedim. Akın ise sadece derin bir iç çekmişti. Havadan sudan sohbet ederken yemekler bitmiş herkes dağılmaya başlamıştı. “Nazlı benim çıkmam lazım. Yarın duruşma var.” diyen Akın’ı “Beni haberdar et.”diyerek yolcu etmiştim. Onun ardından Çağatay ve diğerleri de gittiğinde evde yalnız kalmıştım. İnternetten temizlik yapmak için sipariş vermiş, kalan dağınıklıkları toplayarak evi düzenliyordum. Evin küçük olması hem avantaj hem de dezavantajdı. Kısa sürede gelen siparişle evi baştan aşağı güzelce temizlemiştim. Temizlenen evle ben de kısa bir duş almış ve günün yorgunluğunu üstümden atmıştım. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra evden çıkmış ve yemek esnasında Ateş’ten öğrendiğim anahtarcıya gitmiştim. Yedek olmakla beraber üç anahtar yaptırıp oradan ayrıldıktan sonra, birkaç gün için idarelik yemek ve abur cubur alışverişi yapmıştım. Evin önüne geldiğimde ne kadar öylece durdum bilmiyorum ama yanımda hissettiğim bedenle o tarafa baktığımda Ateş’i gördüm. “Beş dakikadır evin önünde dikiliyorsun. Anahtarı evde mi unuttun yoksa?” diye sordu. “Hayır. Anahtarlar yanımda.” dedim. “O zaman neden böyle dikiliyorsun?” diye sordu. “Düşünüyorum.” diye cevap verdim. “Neyi düşünüyorsun?” diye sordu, bu seferde. “Her şeyi.” diyerek yanıtladım onu. “Bizim hiçbir zaman bir evimiz olmadı.” diye söze girdim. “Benim, Yasemin’in ve bizim gibi çocukların hiçbir zaman evi olmaz.” dedim. “Yasemin’le ben yurtlarda büyüdük. Kendimizi bildik bileli hep bir kalabalık, insan karmaşasının içindeydik. Ama ne onlar bize ne de biz onlara ait değildik.” diye konuşmaya devam ettim. Bu sırada bir kez olsun gözlerimi ona çevirmemiş, karşımdaki eve bakarak anlatıyordum. “On sekiz yaşımıza kadar yetiştirme yurdu, on sekizden sonra da KYK yurdu derken bizim hiç evimiz olmadı.” dedim. Lafımı kesmeden, soru sormadan sadece beni dinliyordu. Belki de anlatmamı istiyordu. “Neyse işte okul bitti, çalıştık çabaladık, bazı günler aç yattık ama bir şekilde para biriktirip mezun olduktan sonra tek göz de olsa bir ev tuttuk.” dedim yüzümde buruk bir tebessümle. “Bizim olan ilk şey, ilk ev. O gece mutluluktan uyuyamamıştık. Sonra gel zaman git zaman para biriktirerek, çalışarak bugünlere kadar geldik bir şekilde.” dedim. “Bizim gibi çocuklar ilk kez kendilerine ait bir şeye sahip olduklarında korkarlar, kaybetmekten ellerinden alınmasından. İlk kez bir şeylere sahip olunca kullanmaya korkarsın hemen bitmesin diye.” dedim. “Şimdi bu eve bakınca ne bileyim işte. İnsan bir tuhaf hissediyor.” dedim ve yanımda deminden beri beni dinleyen Ateş’e baktım. Gözlerinden nasıl bir anlam çıkarmam gerek bilmiyordum ama sormadan da öğrenemezdim. “Neden öyle bakıyorsun?” diye sordum. “Nasıl?” dedi daha önce ondan duymadığım yumuşak ve sıcak olan bir sesle. Bir ses nasıl yumuşak ve sıcak çıkabilir bilmiyordum ama onun sesi öyleydi. “Yumuşak ve sıcak.” dedim, sorusuna cevaben. “Ben hayran hayran baktığımı zannediyordum.” dedi, o da. Bu sefer ben ona anlamaz gözlerle bakarken, o cevap vermekte hiç gecikmemiş ve çekinmemişti. “Sana hayran olmamak elde değil Nazlı. Senin gibi güçlü bir insan ve kadın olmak herkesin harcı değil. Oldukça hayran kalınası bir insansın.” dediğinde ne diyeceğimi bilememiştim. Ben öylece ona bakarken tanıdık bir ses duymamla, ben ben olmak istemedim. Şu an buradan buharlaşıp uçmak hatta uzaylılar tarafından bile kaçırılmak istedim. Çünkü bu sesin sahibi beni bunların yaşanması konusunda oldukça teşvik etmekteydi. Aynı ses tekrar ‘Nazlı’ dediğinde içimden, ‘Nazlı kadar taş yağsın başına’ dedim. “Selçuk Bey?” dedim, sorgular bir şekilde. Ne işi vardı bu adamım burada ya.
Yeni bölüm sizlerle. Bir sonraki bölüm ne zaman gelir bilemiyorum. Bir süredir hastane işleriyle ilgileniyorum. Birkaç bölüm biriktirebildiğimde sonraki bölüm gelecek. İyi okumalar. :)) |
0% |