Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@okuyan_bir_insan

“Hadi ama Orhan amca bir kaşık daha iç lütfen.” dedim ısrarla. Yaklaşık bir saat önce hastaneye gelmiştik. Ben inatla yaptığım çorbadan içirmeye çalışıyor, Orhan amca ise inatla içmemeye çalışıyordu.

“Kızım içtim ya bir tabak yetti bana.” diyince daha fazla ısrar edemedim. Tabağı, hastalar için olan küçük tekerlekli masaya bıraktıktan sonra yanına oturdum.

“Çok korkuttun beni baba.” dedim. Orhan amcaya her zaman baba demezdim. Bir şekilde çıkmazdı ağzımdan o kelimeler. Bazı anlar haricinde. Bu gibi durumlar yaşandığı zaman yirmi dört yıllık hayatımda yara olan o kelimeler, sanki beni hiç yaralamamışçasına dökülü verirdi dudaklarımdan.

“Biliyorum.” dedi. Derin bir şekilde soluklandıktan sonra, “Özür dilerim kızım. Seni korkutmak istememiştim.” dedi.

“Özür dileme.” dedim ben de. “Azraili kışkışladın ya o bana yeter.” dedim.

“Deli kızım benim.” dedi gülerek. “Hep böyleydin zaten. Senin olduğun yerde herkes gülerken bulurdu kendini.” dedi. Ben mutlu mutlu sırıtırken, “Ya da kavga ederken.” dedi ve yüzümdeki tebessüm aniden silindi.

“Bak şimdi. Oldu mu bu dediğin?” diye sordum. “Beni komşuma kötü anlatmaz mısın lütfen? İnsanlara yanlış lanse edilmek istemiyorum.” dedim ve tekli koltuklardan birine oturdum. Kollarımı da göğüsümde kavuşturarak milli trip modumu açtım.

Ateş’le geldiğimizde Orhan amca yeni odaya alınmıştı. Yaklaşık yarım saat önce uyanmış ve Ateş’le de böylelikle tanışmıştı.

“Merak ettim ya. Bırak Orhan amca anlatsın.” dedi, Ateş.

“Pardon da neyi merak ediyorsun acaba.” dedim ben de.

“Seni.” dedi, hiç tereddüt etmeden. “Seni sen yapan her şeyi. Bugün ki Nazlı’nın nasıl oluştuğunu. Yani sana dair her şeyi merak ediyorum.” dedi.

Bunları söylerken bir an olsun tereddüt etmemiş, göz temasını kesmemişti. Benim için oldukça uzun geçen fakat yalnızca birkaç saniye süren bakışmamızı, Orhan amcanın yalandan olduğu belli olan öksürüğü böldü.

“Nazlı çok cevval bir kızdı.” diye başladı söze.

“Ne yani şimdi cevval değil miyim?” diye sordum.

“Öylesin tabii olmaz olur musun hiç?” dedi. “Dur kız lafımı bölme şurada seni anlatıyorum.” diye de azarladı.

“Peki.” dedim, ceketimi giyerken. “Ben kantine bir şeyler almaya gidiyorum. Sen de o ara beni bol bol anlatırsın artık.” dedim ve odadan çıktım.

Yazardan

Nazlı odadan çıktığında kısa bir sessizlik oluştu. Ardından Orhan’ın boğaz temizleme sesiyle ciddi bir konuşmanın başlayacağını hissetmişti Ateş.

“Sen kimsin?” diye sordu Orhan. Bu soru öylesine sorulan bir soru değildi elbette.

“Şu an için sadece komşu.” dedi Ateş, büyük bir kararlılıkla.

“Yani ileride başka şekilde de çıkacaksın karşıma. Yanlış anlamadım değil mi?” diye sordu Orhan. Ne Nazlı’nın, ne de Yasemin’in üzülmesini asla istemiyordu. Bu iki kız onun doğmamış evlatlarıydı kendi gözünde. Bu yüzden canları yansın istemezdi.

“Evet.” dedi Ateş, aynı ciddiyetle. “Eğer Nazlı da isterse bir gün başka bir konumda sizin karşınıza çıkmak isterim.” dedi.

“Peki ya istemezse?” diye sordu. Bu soruya vereceği cevap önemliydi Orhan için. Kendisi vakti zamanında aşkı için büyük fedakârlıklar yapmıştı. Bundan da hiç şikâyetçi değildi. Yine olsa yine aynısını yapar, defalarca kez dünyaya gelse yine Nazenin’ini seçerdi sevmek için.

“Beklerim.”dedi kararlılıkla. “Yılmam, pes etmem, yorulmam. Günün sonunda başım Nazlı’nın dizlerinde olacaksa eğer savaşırım.” dedi.

“Nazlı deli dolu bir kızdır. İnattır, kavgacıdır. Okula giderken çok kavga etmişliği vardır. Erken büyüdü Nazlı, erken olgunlaştı. Yurtta bir çocuk düşse gider yaralarını o sarardı. Kendi yarasını görmez, başkasına merhem olmaya çalışırdı.” dedi. Derin bir nefes aldıktan sonra devam etti anlatmaya.

“Büyüdükçe asileşir diye korktum. Yalan değil. Yanlış arkadaşlar edinir diye, kimsesiz olduğu için canını yakarlar diye. Allah’tan korktuğum başıma gelmedi.” dedi. “Asi oldu evet ama sevdiklerine değil. ‘Bir kabuğum olmalı Orhan amca.’ demişti bana. ‘Kimse görmemeli beni. Soğuk nevale desinler, suratsız desinler ama beni kimse görmesin. Sevgisiz kaldığımı kimse görmesin.’ diye anlatmıştı bana da.” dedi.

“Tanımadıklarına karşı serttir. Anlamazsın neden öyle olduğunu. Ama sevdikçe indirir kalkanlarını. Yeter ki ona yalan söyleme, güvenini sarsma. Şaka yapmak için bile olsa, sürpriz için bile olsa asla yalan söyleme.” dedi, Orhan.

Uzun uzun anlatmaya da devam etti. Orhan anlattıkça, Ateş derin düşüncelere dalıyordu. Daha önce doğru düzgün bir ilişki deneyimi olmamıştı onun da. Arkadaşları vasıtasıyla birileriyle tanışmıştı birkaç kez. Hepsiyle de bir bardak çay içmekten öteye gidememişti. Hani derler ya ‘nasip’ diye, hissedememişti hiçbirinde. Daha sonra da zorlamamışlardı birileriyle tanıştırmak için. Sırf bu yüzden hakkında asılsız dedikodular çıksa bile, ‘sırf sizin o çenenizi kapatmak için hiçbir günahsızın hakkına giremem’ demiş herkesin ağzının payını vermişti.

Nazlı’yı gördüğü ilk ânı düşündü Ateş. Annesinin hastanede olduğuyla ilgili bir haber almış, apar topar hastaneye gelmişlerdi. Aniden açtıkları kapı yüzünden biri düşmüştü. Ve onu görmüştü, Nazlı’yı. Kendisini anlatması, daha sonra evine geldiği ilk ânı. Arabadaki hallerini, arkadaşıyla nasıl birbirlerine sataştıklarını, işlerin boyutu değişince de bir anda kendini Nazlı’nın önüne nasıl attığını hatırladı. Nazlı daha sonra arkasına saklandığı için kendisinden özür dilemişti. Oysa ki Nazlı’nın önüne geçen kendisiydi.

En başta bu duygularını minnet sanmıştı. Annesini hastaneye götürdüğü ve yardımcı olduğu için minnet duyduğunu düşündü. Fakat hem kendi arkadaşlarından, hem de Nazlı’nın arkadaşlarından kıskanmıştı onu. Bunu her ne kadar kendine itiraf etmek istemese de kıskanmıştı. Selçuk’ta işin içine girince, damarlarında akan kanın bile kaynadığını hissetmişti. Alev alev yandığını ve kendinde hiç görmediği bir yanının uyandığını da hissetti.

Nazlı’nın Selçuk’a karşı takındığı tavır oldukça hoşuna gitmişti. Geçen gün ise son yaptığı hareket ile içine adeta bir kova dolusu soğuk su dökülmüş gibi ferahlamıştı. Selçuk kişisine karşı tavrını açıkça belli etmiş ve ‘sen ve benden olmaz’ mesajını net bir şekilde vermişti.

Uzun soluklu konuşmalarının ardından, Nazlı odaya girmişti.

                                                            

*******************

 

Elimde tepsiyle tostların olmasını beklerken bir yandan da Yasemin’le konuşuyordum.

“Siz şimdi Orhan amcanın yanına beraber gittiniz öyle mi?” diye sordu imalı bir şekilde.

“Şimdi o sesindeki imayı kıs ve beni iyi dinle.” dedim, ben de. “Evet, beraber gittik. Çünkü annesi, Orhan amca için yemek yollamış. Oldu mu?” dedim bıkkınlıkla.

“Oldu.” dedi Yasemin’de. “Sen ne yapıyorsun şimdi?” diye sordu.

“Hastanenin kantinindeyim.” dedim. “Tostla çay alıyorum.” dedim.

“Kime?” diye sordu.

“Ateş’le bana.” dedim.

“İkinize de yani.” dedi.

“Bu imalarına daha fazla katlanamayacağım, kapatıyorum.” dedim ve telefonu yüzüne kapattım.

“Delinin zoruna bak. Ateş olmayan yerden duman çıkarmaya çalışıyor.” diye söylendim. Birkaç saniye sonra dediğim lafı kendi içimde tekrarlayınca olduğum yerde kaldım.

“Bir daha içinde ‘ateş’ geçen bir kelime kullanmayacağım.” dedim, kendi kendime. Sonra bunun mümkün olmadığını anlayınca, “En azından bir süre.”dedim, yine kendi kendime. Biraz daha böyle konuşmaya devam edersem psikiyatri bölümünden kaçtığımı zannedecekleri için siparişlerimi alıp, parasını ödedikten sonra oradan uzaklaştım.

Odanın önüne geldiğimde dirseğimle kapıyı açtım ve küçük boşluktan ayağımı sokarak kapıyı daha fazla açtım.

Odaya güç bela girerken beni fark eden Ateş elimdeki tepsiyi hızlıca aldı ve masaya koydu. “Zahmet etmişsin ne gerek vardı.” dedi.

“Zahmetlik bir şey yok. Hem buraya kadar geldin. Seni burada aç acına tutacak değilim herhalde.” dedim.

“Tostlardan biri bana mı?” diye soran Orhan amcaya, “Hayır. Sen ameliyattan yeni çıktın tost yiyemezsin.” dedim.

“O zaman neden üç tane var?” diye sordu. Birkaç saniyenin ardından, “Biri benim ikisi Ateş’in.” diye cevapladım.

“O niye?” diye sordu.

“Ya görmüyor musun adamdaki kalıbı? Bir taneyle nasıl doysun.” dedim.

Adamın doyup doymamasından bananeydi. Ben neden böyle bir şey yapmıştım ki. Bu hayatta her şeyi düşünen ben son zamanlarda düşünmeden davranıyordum. Ve bu durum gözümü korkutuyordu.

“İyi bakalım öyle olsun.” dedi Orhan amca.

Ateş’e baktığımda ise bana tuhaf ama oldukça güzel bir şekilde baktığını gördüm. Bu bakışından ne anlam çıkarmam gerekliydi bilmiyordum. Ya da bir anlam aramalı mıydım emin değildim.

Yemeğimizi yedikten sonra yaptığım kurabiyeleri poşetten çıkardım.

“Bak sana ne yaptım.” dedim, Orhan amcaya.

“Tahmin edeyim. Limonlu kurabiye.” dedi.

“Üstüne bastın ayağını çek.” dedim.

Hasta masasını Orhan amcanın önüne çektikten sonra biraz kâğıt havlu kopardım ve havlu kâğıdın üstüne kurabiyelerden koydum. Ateş’e de ikram ettiğimde ikisinden de beğendiklerine dair sesler çıkmıştı.

“Her seferinde bıkmıyor musun be kızım bunları yapmaktan?” diye sordu.

“Senin için yapıyorum. Nasıl bıkabilirim?” dedim.

“Sizin için özel bir anlamı var sanırım bu kurabiyelerin.” dedi, Ateş

“Rahmetli eşim yapardı.” dedi, Orhan amca. “Bir ara anlatmıştım Nazlı’ya ama bir şekilde tarifini bulmuş.” dedi.

“Neyse kurabiyelerinizi yiyin bağını sormayın.” dedim ben de.

Birkaç saatin sonunda, Ateş gitmek için kalktığında “Ben bu gece buradayım.” dedim.

“Ne gerek var kızım. Git evine aklın ben de kalmasın.” dedi.

“Asıl gidersem aklım sen de kalır. Hiç ısrar etme bu gece buradayım. Hem sen de yarın taburcu olacaksın zaten. Seni eve ben bırakacağım.” dedim.

Beni caydıramayacaklarını anladıklarında ikisi de pes etmişti.

Kapının önüne çıktığımızda, “Teşekkür ederim.” dedim, Ateş’e.

“Neden teşekkür ediyorsun?” diye sordu. Aslında ben de tam olarak neden teşekkür ettiğimi bilmiyordum.

“Bugün için.” dedim. Hem beni yalnız bırakmadığın için, hem de Orhan amcayı görmeye geldiğin için. Eminim çok sevinmiştir.” dedim.

“Bunun için teşekkür etmene gerek yok. Seni yalnız bırakamazdım.” dedi.

Bu dediğine nasıl cevap vereceğimi bilemedim. O da benden bir cevap beklemedi.

“Görüşürüz.” dedi.

“Görüşürüz.” dedim.

Birkaç adım atmıştı ki aniden geri döndü ve tekrar karşıma geldi.

“Akşam ve bundan sonraki akşamlar sana mesaj atabilir miyim?” diye sordu.

Neden böyle bir soru sorduğunu anlamasam da, “Atabilirsin tabii.” dedim.

“Sen de bana at.” dedi. “Mesaj. At bana yani atmaktan çekinme olur mu?” diye sordu.

“Olur, çekinmem.” dedim. “Yani mesaj atarım. Çekinmem.” dedim.

“Görüşürüz o zaman.” dedi.

“Görüşürüz tabii.” dedim ve gitti.

İçeri geçtiğimde Orhan amcanın pür dikkat bana baktığını gördüm. “Yolcu edemedin bir türlü arkadaşını.” dedi.

“Yo ettim işte.” dedim, ben de.

Tekli koltuğa yerleştiğimde üstümdeki bakışlar hissedilmeyecek gibi değildi. En sonunda dayanamayarak, “Ne oldu?” diye sordum.

“Senin bu çocukla aranda ne var?” diye sordu.

“Bir şey yok.” dedim.

“Bana pek öyle gelmedi.” dedi.

“Ne geldi sana, Orhan’ım amcacım.” dedim. Maksat ortamı cıvıtarak konuyu değiştirmekti.

“Bu çocukla aranda bir şeyler var gibi geldi.” dedi.

“Yok artık.” dedim hayretle. “Daha tanışalı ne kadar oldu ki Orhan amca ne olabilir aramızda?” dedim.

“Kızım illa aranızda bir şeyler olması için yıllardır tanışmanız mı gerekir? Hem ben Nazenin’imi ilk gördüğümde âşık olmuştum.” dedi.

“Ee söyle. Ne var aranızda.” dedi yine.

“Valla bir şey yok ama.” dedim. Bu ama da nereden çıkmıştı şimdi. Ne vardı ki ama dedim şimdi.

“Tuhaf.” dedim tek seferde.

“Tuhaf olan ne?” diye sordu.

“İşte onu bilmiyorum.” dedim.

Orhan amca gülmeye başladığında ters ters ona baktım. “Niye gülüyorsun şimdi ya. Ne dedim ben şimdi.” dedim.

“Çok şey dedin ama boşver, vakti geldiğinde anlarsın.” dedi. “Ama söylemem gerekir ki benim bu çocuktan yana gönlüm razı. Bunu da bil aklının bir köşesinde bulunsun. Vakti geldiğinde hatırlarsın.” dedi.

Ne dediğini her ne kadar anlamak istemesem de anlayabiliyordum. Bu durum beni bir yandan mutlu ederken, bir yandan da korkutuyordu. Daha her şey çok yeniyken bir şeylerin aceleye gelmesinden çok korkuyordum. Aceleye gelip güzel şeylerin yaşanamama ihtimalinden korkuyordum.

Orhan amcayla sohbet ederken saatler geçmiş ve akşam olmuştu. Yasemin’e bu akşam burada kalacağımı söylemiştim. Tekli koltuğu yatak hâline getirdikten sonra mesaj gelmesiyle telefona baktım. Ateş yazmıştı.

 

Ateş: Selam müsait miydin?

 

Siz: Tabii müsaitim.

 

Ateş: Nasılsın? Orhan amca nasıl?

 

Siz: Orhan amca iyi ben de iyiyim. Bir sıkıntı yok.

Sen nasılsın? Evdekiler.

 

Ateş: Bizde de bir sıkıntı yok. Her şey yolunda.

 

Siz: Sevindim. İyi olmanıza.

 

 

Ateş: İyi geceler o zaman sana. Yoruldun bugün dinlen.

 

Siz: İyi geceler Ateş.

Ateş: İyi geceler Nazlı.

 

Bir bölümün daha sonuna geldik. Açıkçası bu texting işi baya zormuş. en zorlandığım kısım bu oldu. Umarım bölüm hoşunuza gider. Ayrıca bu bölüme Ateş'in neler hissettiğini de anlamış olduk. Ateş güzel seven bir adam, onu söylemek isterim. Çarşamba günü yeni bölüm gelecek. O zamana dek kendinize iyi bakın yorumlarda buluşalım. Hoşçakalın. :))

Loading...
0%