Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@okuyan_bir_insan

“Burası güzel bir yere benziyor.” dedim, etrafıma bakarken.

Mahalle çıkışına yakın bir yerde küçük bir meyhaneye gelmiştik. Uzun bir dikdörtgen masada oturuyorduk. Masanın sol tarafında Kadir, Kadir’in yanında Tolga, Tolga’nın yanında ben ve benim yanımda Ateş vardı. Ateş’in karşısında Murat, Murat’ın yanında Yasemin, Yasemin’in yanında Nilüfer, Nilüfer’in yanında Hasan ağabey vardı. Hasan ağabeyin yanına da Asena oturmuştu.

“Oo kimler gelmiş? Mahallemizin delikanlıları gelmiş hoş geldiniz gençler.” diyen biri yanımıza geldi. Ateş’lerle tek tek selamlaştıktan sonra gözleri Yasemin’le ben de gezindi. Biz de ayağa kalktığımızda ben kendimi tanıtmak için elimi uzattım.

“Ben Nazlı. Mahalleye arkadaşımla yeni taşındık.” dedim. O da elini uzattı ve “Ben de Hakkı.” dedi, uzattığı elimi sıkarak.

“Ben de Yasemin.” dedi ve onlarda tokalaştılar.

“Demek mahallemizin yeni kızları sizlersiniz ha.” dedi.

“Evet.” dedim ben de. “İnşallah kabul edersiniz bizi aranıza.” diye ekledim.

“Burada olduğunuza göre çoktan kabul görmüşsünüz.” dedi, Hakkı dayı da.

“Öyle mi?” diye sordum, Ateş’e.

Kolunu benim taburemin sırt kısmına atmış ve böylelikle az olan mesafemiz daha çok azalmıştı.

“Öyle tabii.” dedi sadece. Bu yakınlık kalbime zarar aklıma ziyandı. Kalbimin bu derece çarpması normal değildi. Bu kadar kısa bir sürede ondan nasıl etkilenebilmiştim ki. Biz öylece birbirimize bakarken, Hakkı dayının sorusuyla anlık bakışmamız bölünmüştü.

“Ee gençler ne alırsınız? Ne atayım sizin için?” diye sordu. “Uskumrular taze. İster misiniz?” diye sordu. Hepimiz kabul edince siparişlerimizi alıp gitmişti. Çalışan bir gence de servis açıp mezeleri getirmesini söylemişti.

“Anlatın bakalım. Ne var ne yok, nasılsınız, memnun musunuz mahallemizden?” diye sordu, Hasan ağabey.

“Valla ben çalışmaktan henüz mahalleyi tam öğrenemedim ağabey.” dedi Yasemin.

“İstersen eğer, yani rahatsız olmazsan izin günlerinde ben sana mahalleyi gezdirmek isterim.” dedi Murat, Yasemin’e.

Pür dikkat onları dinlerken Yasemin’in vereceği cevabı bekliyordum. Bir yandan da ne zaman sohbeti bu kadar ilerlettiler merak ediyordum. Eve gidince Yasemin’i sıkıştırmak farz olmuştu.

“Olur.” dedi. “Pazar günü sana da uygunsa o zaman bana mahalleyi gezdirebilir misin?” diye sordu.

Ben hâlâ onları izlerken siparişler gelmeye başlamıştı. Fırsattan istifade ederek hafif öne doğru eğildim ve Yasemin’le yüz yüze geldim. “Akşam evde sorgu var haberin olsun. Hazırlan.” dedim. Büyükçe yutkunduktan sonra kendini geri çekti ve bir daha benimle göz teması kurmadı.

Kısa süre sonra gelen siparişlerle dikkatim dağılmıştı. Hep beraber yemeklerimizi yerken bir yandan da sohbet ediyorduk.

“Kimsiniz? Kimlerdensiniz? Anlatın bakalım. Nasıl arkadaş oldunuz?” diye sordu, Hasan ağabey.

Bu soruyla ortamın havası değişirken ben anlatmaya başladım. “Kimiz ya da kimlerdeniz bilmiyoruz.” dedim. Bu dediğimle ortam sessizliğe bürünürken, “Yasemin’le yurtta tanıştık. Tanıştıktan sonra da zaten bir daha birbirimizi bırakmadık.” dedim.

“Kusura bakma Nazlı bacım, bilemedim ben. Yasemin bacım sen de affet.” dedi.

“Affedilecek bir şey yok Hasan ağabey.” dedi, Yasemin’de. “Aranıza girdik, aynı mahalledeniz artık. Elbet yanınızdaki insanın kim olduğunu bilmek istersiniz.” dedi.

“Aynen öyle Hasan ağabey, Yasemin haklı.” dedim.

“Dediğim gibi yurtta tanıştık. Aynı yaştayız Yasemin’le, oda arkadaşıydık.” dedim. “Yasemin benim o yurttaki tek arkadaşımdı.” diye ekledim sonuna.

“Ben pek sevilesi bir çocuk değildim.” diye anlatmaya başladım. Ne geçmişimden, ne de şu anımdan hiçbir zaman çekinmemiş ya da utanmamıştım. Neysem oydum. ‘Beni bilen böyle bilsin, seven böyle sevsin’ diye düşünürdüm hep. Hâlâ öyle düşünüyorum gerçi.

“Kavga ederdim sürekli. Yaramazlılar yapardım. Ağaçların tepesinden inmezdim.” diye anlatmaya devam ettim.

“Bir gün bir baktım Orhan amca bir ağacın dibinde bir kıza ağacın tepesinden inmesi için söyleniyor.” dedim. Lafın devamını bilen Yasemin gülmekle yetinirken, diğerleri de beni dinliyordu. Sağ tarafımda hissettiğim yoğun bakışlarla da Ateş’in de dinlediğinin farkındaydım.

 

Yazardan

Yıl 2006

Havalar yavaş yavaş sıcaklamaya başlarken yurtta oturmak zorlaşmaya başlıyordu ama dışarı çıkmayı da sevmiyordu Nazlı. Dışarı çıktığında kendi gibi çocukları görüyordu fakat tek bir farkla. Kaldığı yurdun yakınlarında bir çocuk parkı vardı. Kendisi gibi olan çocukları anneleri ya da babaları götürüp salıncakta sallıyor, kaydıraktan kaydırıyordu. Onun neyi eksikti? O da çocuk değil miydi? Neden onun annesiyle babası yoktu. Her ne kadar yurdun bahçesine çıkmak istemese de sıcaklayan havalara dayanamamış ve dışarı çıkmıştı.

Yurdun bahçesinde oyun oynayan arkadaşlarını gördü. Onlarla oynamak istiyordu ama kimse onu oyuna almıyordu, çünkü Nazlı’yı kandırmaya çalıştıklarında Nazlı bunu fark ediyor ve sonra saç baş yolmalı bir kavga çıkıyordu.

Her zaman ki yerine gitmek için yurdun arkasında kalan kalın, kocaman ağacın yanına gitti. Belki arkadaşı yoktu ama kuşlar vardı. Kediler vardı. Belki onlar Nazlı’nın annesiyle babasını bulur, Nazlı’nın onları çok özlediğini söylerdi. En azından Nazlı böyle düşünüyordu.

Ağaca geldiğinde Orhan amcasının ağacın altından yukarıya doğru seslendiğini duydu. “Kızım ne işin var senin orada. Kıracaksın bir yerlerini in aşağıya.” diye söyleniyordu Orhan amcası. Kime seslendiğine bakmak için başını yukarı kaldırdığında o kızı gördü. Sarıya çalan saçları vardı. Adının Yasemin olduğunu da yeni öğrenmişti.

“İnmem!” diye bağırdı. “İnmem işte inmem banane.” diye söylendi ve omuzlarını silkti. Bunu yaparken sıkı sıkıya tutunduğu daldaki kolları biraz gevşeyince çığlık çığlığa tekrar yapıştı dala.

“Niye inmiyorsun güzel çocuğum benim. Bak bir şey olacak şimdi hadi in.” dedi yine büyük bir sabırla Orhan.

“İnemem.” dedi bu kez de Yasemin.

“Neden?” diye sordu Orhan. Bu inat ne için merak ediyordu.

“Korkuyorum çünkü.” dedi ve ağlamaya başladı Yasemin.

“Korkuyorsan neden çıkıyorsun akıllım.” diyerek giriş yaptı Nazlı.

“Çünkü sen de hep bu ağacın tepesindesin. Merak ettim napayım.” dedi bilmişlikle.

“Gördün mü bari ne varmış orada?” diye sordu Nazlı’da.

“Hiçbir şey yok burada. Sen neden çıkıyorsun buraya?” diye sordu, dala sıkı sıkı tutunurken.

“Canım istiyor çıkıyorum işte Allah Allah.” diye söylendi Nazlı.

“Hep senin yüzünden oluyor bunlar Çiçek.” diye söylendi Orhan amcası. Sanırım onu kızdıracak bir şey yapmıştı. Yoksa Orhan amcası ona Çiçek demezdi.

“Ben ne yaptım şimdi ya.” diye çemkirdi Nazlı’da. “Ağaca çıkan o, azarı yiyen ben. Ben ne yaptım şimdi? Küseyim mi sana hı küseyim mi?” dedi yumruk yaptığı küçük ellerini belinin iki yanına koyarak.

“Senden görüyor çocuklar. O yüzden çıkıyorlar ağaca.” dedi Orhan’da.

“Oynamıyorlar benimle! İstemiyorlar beni oyunda! Ben ne yapayım! Sıkıntıdan çatlayayım mı!? Hem kuşlar var. Ben kuşları seviyorum. Kediler var, oynuyorlar benimle.” dedi. Başlarda avaz avaz bağırıp isyan etse de sonlara doğru sesi oldukça kısık çıkmıştı.

Nazlı’nın bu haline üzülen Orhan, “Siz ikiniz arkadaş olun o zaman.” dedi. Yasemin’le Nazlı birbirlerine baktı.

“Benimle oyun oynar mısın?” diye sordu, Nazlı.

“Oynarım.” dedi Yasemin.

“Kandırıkçılık yapmazsın di mi?” diye sordu bu seferde.

“Yapmam.” dedi bu sefer Yasemin.

“Tamam o zaman arkadaş olabiliriz.” dedi Nazlı.

Bir an için nerede olduğunu unuttu Yasemin. Ellerini çırpmak için tutunduğu dalı bıraktı ve saniyeler sonra yere düştü. Nazlı Yasemin’i tutmak için kolları açtı ve Yasemin tam Nazlı’nın kucağına düştü. O günün hatırası olarak da aynı kollarının aynı yerlerinde küçük bir iz oluştu. Arkadaşlıklarının ilk nişanesiydi bu yara izi ve bu şekilde başlayan dostlukları, beşikten mezara dek devam edecekti .

***********

 

“Ya işte sonra sen aç kollarını pat diye düş yere.” dedim, nasıl arkadaş olduğumuzu anlatırken. “Ben de tutacağım diye açtım kollarımı. Sonra ikimizde yeri boyladık tabii.” dedim. Birkaç saniye yaşanan sessizlikten sonra masada büyük bir kahkaha tufanı kopmuştu.

“Yalnız itiraf etmeliyim ki on numara bir arkadaşlık başlangıcı olmuş.” dedi Tolga. Diğerleri de ona katılırken, benim bakışlarım yan tarafımdaki Ateş’e dönmüştü.

“O zamanlar da cesurmuşsun.” dedi.

“Eh işte. Kendi çapımızda vardı bizimde kahramanlıklarımız.” dedim ben de.

Biz sohbete devam ederken arkada hafif tonda çalan bir Sezen Aksu şarkısı vardı. Yasemin’de şarkıya dikkat ettiğinde, “Hadi söyle.” dedi.

Hiç kimse bir şey anlamazken, “Saçmala Yaso. Hem sesim o kadar da güzel değil.” dedim, ikna etmek için.

“Opera sanatçısı olmadığını ben de biliyorum Nazo, ama sesin şarkı söyleyecek kadar güzel. Hadi söyle.” dedi. Diğerlerinin de ısrarlı bakışları ve söylenmeleriyle Yasemin’e işaret parmağımı sallayıp, ‘eve gidince görürsün’ bakışımı attım.

Masadaki sudan bir yudum aldım ve boğazımı temizledim. Ardından şarkıya başladım.

 

Ah kavaklar ah kavaklar
Bedenim üşür yüreğim sızlar
Beni hoyrat bir makasla
Ah eski bir fotoğraftan oydular
Orada kaldı yanağımın yarısı
Kendini boşlukla tamamlar
Ah omuzumda bir kesik el ki
Hâlâ, hâlâ durmadan kanar

 

Masadakilere bakınca beni pür dikkat dinlediklerini gördüm. Bazıları önlerindeki r*kı kadehini yudumlarken bazıları da sadece dinlemekteydi.

Ah kavaklar ah kavaklar
Acı düştü peşime
Ah kavaklar ah kavaklar
Ardımdan ıslık çalar

 

Son dörtlüğü gözlerimin içine kaybolmuşçasına bakan Ateş’e bakarak söylemiştim. Şarkıyı bir kez daha tekrar ettikten sonra bitmişti. Daha sonra duyduğum alkış sesleriyle kendime gelmiştim. Etrafıma baktığımda sadece bizim masa değil, etraftaki masalarda alkışlıyordu.

“Vay vay vay. Benim bacımda ne cevherler varmış yav. Ağzına sağlık, ne de güzel söyledin.” dedi, Hasan ağabey.

“Estağfurullah Hasan ağabey. Teşekkür ederim, beğendiyseniz ne mutlu bana.” dedim.

Herkes ağzına sağlık derken yanımdaki Tolga’da hareketlilik hissedince ondan tarafa doğru baktım. Gözlerini dolu dolu görünce, “Ne oldu? Neden her an ağlayacak gibi duruyorsun?” diye sormamla ağlamaya başlamıştı bile.

“Çok duygulandım.” dedi ve aniden bana sarıldı. Bir yandan da ağlamaya devam ediyordu. Bu ani sarılış Ateş’in beni, Kadir’in ise Tolga’yı geri çekmesiyle son bulmuştu.

“Fazla kaçırdı. Kusura bakma Nazlı.” diyen Kadir’e tam sorun değil diyecekken arkamdan uzanan kol Tolga’nın ensesinde patlamıştı. Ateş Tolga’nın ensesine ne sert ne de yumuşak olmayacak şekilde vurmuştu.

“Ne yapıyorsun?” diyip ondan tarafa döndüm.

“Az bile yapıyorum.” dedi, o da bana bakarak. Tam ona bir şey diyecekken masadakiler konuyu değiştirmek için başka şeylerden konuşmaya başlamıştı. O sırada da Kadir Tolga’yı lavabo olarak tahmin ettiğim yere götürmüştü kendisine gelmesi için.

********

 

Gün sonunda herkes gitmek için ayaklanmıştı. Hep beraber mekandan ayrılırken ufak bir ‘hesap ödeme’ tartışması çıksa da Ateş sorunu halletmişti. Şimdi hep beraber evlere gidiyorduk.

“Valla güzel geceydi. Tekrarını mutlaka isterim.” dedim. Diğerleri de aynı görüşte olacak ki beni onaylar biçimde başlarını sallamışlardı.

Herkes evlerinin olduğu sokağa girerken; ben, Ateş, Asena ve Yasemin kalmıştık kalabalık gruptan geriye. Evlerimizin önüne geldiğimizde Asena bana sarılmış ve “İyi geceler Nazlı abla.” demişti. Aynı şekilde Yasemin’e de sarılıp iyi geceler diledikten sonra apartmana girerek gözden kaybolmuştu. Yasemin’de Ateş’e iyi geceler diledikten sonra eve girmişti. Sokağın ortasında Ateş’le kaldığımızda ben ona o da bana bakıyordu.

“İyi geceler o zaman.” dedim. Onun gözlerine bakarak.

“İyi geceler sana da o zaman.” dedi o da.

“Görüşürüz.” dedim, bir adım geri atarken.

“Görüşelim tabii her zaman.” dedi ve ekledi. “Görüşürüz. Yani görüşürüz değil mi? Neden görüşmeyelim ki? Mutlaka görüşürüz. Lütfen beni durdur. Bir kez daha görüşürüz dersem kendi ağzıma yumruk atacağım.” dediğinde kendimi tutamamış ve gülmeye başlamıştım. Hatta o kadar fazla gülüyordum ki öne doğru eğilmiştim bile.

“Gülme.” dedi isyan ederken. Ama kendinin de güldüğünün farkında değildi.

Birkaç derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. “Tamam, gülmüyorum.” dedim, ama dudaklarımda hâlâ oldukça belli olan bir gülümseme vardı.

“Bir şey sorsam sana olur mu?” diye sordu.

“Sor bakalım.” dedim.

“Bu gecenin tekrarının, sadece ikimizi kapsayanından olan ihtimalinin yaşanma imkânı var mı?” diye sordu.

Öylece kala kaldım. Soru net bir şekilde açıktı, ama şu an için cevap yoktu. Ani kararlar vermek istemiyordum. Düşünmeliydim.

“Bu sorunun cevabını daha sonra versem olur mu?” diye sordum.

Yüzü biraz düşse de “Olur.” dedi. Ardından bir tebessüm kondurdu dudaklarına. “Bekleyeceğim kişi sensen beklerim. Cevabını da seni de.” dedi. Hayatım boyunca kimse beni beklememişti. Kimse benim için bir şeylere sabır etmemiş çabalamamıştı. Alışık olmadığım şeyler beni her zaman ürkütürdü. Bilmediğim, yabancısı olduğum her şeyden çekinirdim. Kendi bildiklerim bana yeter, fazlasını aramazdım. Ama şimdi durumlar farklıydı. Eğer biri beni beklemeyi göze alıyorsa beni her hâlimle kabul etmeliydi.

Hiçbir şey demeden yanından ayrıldım. Eve girdiğimde asıl meseleme odaklandım. Bir anda Yasemin’in odasına girdiğimde telefonda biriyle yazıştığını gördüm.

“Ananın Nazlı, ananın.” dedi küfürlerini yutarak.

“Murat’la mı konuşuyorsun?” diye sordum.

“Hı hı.” dedi ve der demez sıkıca gözlerini kapattı.

“Dökül.” dedim. “Bu gece, bu konu konuşulmadan bitmeyecek.”

“Sor.” dedi.

“Aranızda ne var?” diye sordum.

“Belli değil.” dedi.

“Nasıl belli değil?” diye sordum. Yatağının cama bakan sol tarafına karşılıklı oturmuştuk.

“Baya baya belli değil. Seninle Ateş gibi işte.” dedi.

“Ateş’le ben ne alaka be.” dedim.

“Sizin de ne olduğunuz belli değil Nazo.” dedi. Haklıydı ama konumuz bu değildi.

“Ne zaman başladı peki Yaso? Yani sizin aranızdaki belli olmayan şu şey.” diye sordum.

“Orhan amcanın hastane mevzusu olduğundan beri.” dedi.

“Oha.” dedim hemen. “Kızım siz o gün ilk defa tanışmadınız mı?” diye sordum.

“Ee ilk tanışmaysa ne olmuş?” diye sordu. Haklıydı.

“Beni bırak da sen ve Ateş ne ayaksınız onu söyle.” dedi. Mevzu hangi ara bana dönmüştü bilmiyordum. Hazırlıksız yakalanmıştım ama cevap belliydi.

“Henüz bir şey olduğu yok ama şunu diyebilirim ki; ya batacağız ya da çıkacağız. İkimizin de sonu hayır olsun bacım.” dedim ve yanağına bir öpücük kondurdum Yasemin’in. Ardından ayaklandım ve odasından çıktım.

Kendi odama geçtiğimde üzerimdekileri çıkarıp kirli sepetine koydum. Pijamalarımı da giydikten sonra yüzümü temizledim ve en sonunda yatağıma girebildim. Bugün ve hastanede yaşananlardan itibaren her şeyi düşündüm. En sonunda ise Ateş’e mesaj yazarken buldum kendimi. Ateş açık oynayan biriydi. Kendini yeterince belli etmişti. Ben de korkularım yüzünden bir şeyleri ertelemek ya da elimden kaçırmak istemiyordum. Pişman olmak ya da geç kalmak istemiyordum.

 

Siz: Selam Ateş müsait misin?

 

Ateş: Müsaitim tabii. Sıkıntılı bir durum yok değil mi?

 

Siz: Hayır. Ben sana bir şey sormak için yazmıştım.

 

Ateş: Sor lütfen.

 

Siz: Hafta sonu açılıştan sonra seni bir yere götürmek istiyorum. Benimle gelir misin?

 

Ateş: Gelirim. Sen çağırdıktan sonra her yere gelirim.

 

Siz: Öyle deme işte.

 

Ateş: Nasıl demeyeyim.

 

Siz: Beni utandıracak şeyler deme.

 

Ateş: Ama benim hissettiklerim bunlar. Fakat sen utanıyorsan eğer tutarım içimde. Ta ki utanmayacağın anlar gelene kadar.

 

Siz: Sen beni daha fazla utandırmadan ben gidiyorum.

 

Ateş: Git bakalım. Ama fazla uzağa gitme olur mu?

 

Siz: Olur. Görüşürüz ve iyi geceler.

 

Ateş: İyi geceler ve görüşürüz. 😊

 

Siz: 😊

 

Ateş: ❤

 

Bir bölümün daha sonuna geldik. Bu bölümde hem Ateş'in tavırları ve Nazlı'ya karşı tutumu daha net hem de Nazlı'nın bir karar aşamasında olduğunu gördük.İlerleyen bölümlerde (yakın bir zamanda) Nazlı'nın çekincelerini anlayacaksınız. Peki, Yasemin ve Nazlı'nın çocukluğuna dair anıları nasıl buldunuz. Böyle sahnelerin gelmesini ister misiniz? Bir de Yasemin ve Murat'a ne diyorsunuz? Onları yazma konusunda biraz çekincelerim var ama her karaktere kısa da olsa yer vermek istiyorum. Görüşlerinizi belirtin lütfen. İyi okumalar. :))

Loading...
0%