Yeni Üyelik
15.
Bölüm

13. Bölüm

@okuyan_bir_insan

Bölüm Şarkısı = Gökhan Kırdar – Sır

 

‘ Hayat bir gündür o da bu gündür, hayat kısa kuşlar uçuyor, ’ gibi birbirinden alakasız ama aynı anlamı taşıyan sözler zihnimin içinde, güzide memleketimin herhangi bir yerine kadar yol olurken, şu an hissettiğim tek şey koca bir boşluktu ve ben bu boşluğu hayatımın ilk yirmi yılının yalan olduğunu öğrendiğimde bile hissetmemiştim. ‘Acaba duygularımı mı kaybettim?’ diye düşünürken birden kapı açılmış ve babam elini uzatmıştı.

 

“Gel hadi babacığım.”dedi ve uzattığı elini tuttum. “Elimi bırakma baba.”dediğimde “Asla.”demişti. “Asla bırakmam elini. Bana yaslan bebeğim ben buradayım.”dedi ve önde memurlar arkada biz olacak şekilde adli tıbbın kapısında durduk. Kapının önündeki polis memuru, “Leyla Hanım.”dedi teyit etmek ister gibi. “Evet, benim.”dedim. “Buyurun içeriye geçin.”dedi ve açılan kapıdan içeri girdi. Derin bir nefes aldım ve ben de babamla beraber içeriye girdim. Dediğini yapmıştı, elimi bırakmamıştı. Önlü arkalı olacak şekilde iki masada üzerlerinde beyaz bir çarşafla yatan iki insandı şu an benim için. Birkaç saniye sonra o çarşaflar açılmış, sadece üstleri örtülü yatan iki insan olmaktan çıkmıştı. Karşımda cansız bir şekilde yatan iki insan Vildan ve Vedat’tı. Görevli olan memur, “Bu iki şahıs Vildan Karaca ve Vedat Karaca mı?”diye sordu. “Evet.”dedim, “Onlar”. Elinde tuttuğu dosyaya bir şeyler yazdığında aklıma gelen ilk şeyi sordum. “Ne zaman öldükleri belli mi?” Bu sorumu tuhaf bulduğu çatılan kaşlarından belli olsa da polisliğin vermiş olduğu iç güdüden “Neden sordunuz.”diye sordu. “Bugün yaptığımız basın toplantısıyla alakalı olabilir.”dedim. “Basın toplantısının yapıldığı saatlerde öldürüldülerse eğer, bunu yapan kişi yıllar önce beni kaçıran kişi demektir.”dedim. Polis memuru anlamaz gözlerle bakarken derin bir nefes aldım ve, “Bugün ona meydan okudum. Gözlerinin içine bakarak. Bu oyuna artık ben de dahilim dedim. Yani ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?”dediğimde dosyadan bir not kağıdı çıkardı ve vermeden önce, “Ölüm saatleri toplantı yapılmadan öncesini gösteriyor. Yani Basın toplantısı yapılmadan önce çoktan öldürülmüşler.” ardından kağıdı uzattı. Bilgisayardan yazılmış olduğu belli olan yazı, “Oyunu kuran da kuralları koyanda benim.”

 

Oradan çıktıktan sonra kapıda bizi bekleyen ağabeylerim hemen yanımızda bitmişti. Barış ağabeyim hiç vakit kaybetmeden kollarını belime sarmıştı. Ben de kollarımı ona sarmıştım. Savaş ağabeyim, “Avukat birazdan burada olur.”dedi. Ardından içeriden çıkan polis memuru, “İfadenizi almamız gerek. Ardından gidebilirsiniz.”dedi. O sırada takım elbiseli ve elinde çantasıyla gelen tanımadığım adam polise hitaben, “Merhaba ben Leyla Akay’ın avukatı Cihangir Çelik müvekkilimle yalnız konuşmak istiyorum.”dedi. Polis memuru ise avukatla konuşabileceğim bir odayı gösterdi ve bizi yalnız bıraktı. Bu sırada ise babamlar kapıda bekliyordu. “Şimdi Leyla Hanım bana bütün süreci anlatın lütfen.”dedi ve ben o hastane odasından itibaren yaşadıklarımı anlatmaya başladım.

 

Avukatla konuştuktan sonra ifademi yine onunla beraber vermiştim şu anda ise verdiğim ifadeye imza atarken, “Şimdilik bu kadar. Sizinle tekrar iletişime geçmek zorunda kalabiliriz. Bir süre yurt dışına çıkamazsınız, şehir değiştirdiğiniz takdirde de bizi bilgilendirmelisiniz. İyi akşamlar.”dedi ve gitti. ‘Gerçekten baya iyi bir gece ya’ diye söylenmeden edemedim. Babam ve ağabeylerim avukatla el sıkışırken ben de elimi uzattım ve teşekkür ettim. Hep beraber emniyetten çıktığımızda yine sessizce arabaya binmiştik. Arabada çıt çıkmazken kısa sürede eve gelmiştik. Cesur’da bu gece burada misafir odalarından birinde kalacaktı. Salonda herkes sessizce otururken kimseden ses çıkmıyordu. Babam ben ifade verirken evdekileri bilgilendirmiş olmalıydı.

 

“Ölmüşler.”dedim. Benim konuşmamla bana bakmamak için direnen gözler artık pür dikkat bana bakmaktaydı. “Dikkatimi çeken ilk şey yüzleri oldu. Bana her seferinde nefretle bakan gözleri kapalıydı ikisinin de, bana baktıkları her seferinde olan o iğrenen yüzleri, bembeyazdı. Bana vurmak için kalkan elleri cansız. Onları öyle görünce rahatlamış hissetmem gerekmez miydi? Kurtuldum demem gerekmiyor muydu? Neden böyle hissediyorum ben?”diye sordum. Babam hemen yanıma gelmiş, ellerinden biri saçlarımı okşarken diğer eli yanaklarımdaki ıslaklıkları siliyordu. Evet yine ağlıyordum ve farkında değildim. “Nasıl hissediyorsun babacığım söyle bana.”dedi ılımlı sesiyle. “Rahatsız, içim bir tuhaf. Tamam onları sevmiyordum, onlarda beni ama tuhaf işte. Sanki,” dedim ve sustum. “Sanki ben sebep-“derken sözüm babam tarafından hızla kesildi. Bu sefer sesindeki o yumuşaklık gitmiş ve sert sesi gelmişti. “Hayır. Sen bu olanların sebebi de nedeni de değilsin. Onlar kendi hataları yüzünden öldüler. Senin hiçbir suçun yok. Sakın kendini suçlama tamam mı?”dedi. Bense sadece başımı sallamıştım. Babam birden beni kucağına alarak ayaklandığında, “Bu gece ben kızımla yatıyorum. Kimse bizi rahatsız etmesin, yakarım çıranızı.”dedi ve ben onun kucağındayken benim odama çıktık. Annem babam için pijama getirmişken ben de banyo da giyiniyordum. İkimizde tam yatacakken kapı aralandı ve annem içeri girdi. “Baba-kız anınızı bölmek istemezdim ama dayanamadım. Bana da yer var mı?”diye sordu. “Ben annene hayır diyemiyorum kız ama sen de.”diyen babama gülmüş anneme gelmesini söylemiştim. İkisinin ortasında yatacak şekilde sıralanmıştık. Ben babamdan yana döndüğümde onun elleri saçlarımda, annemin elleri ise sırtımdaydı. Ve ben o geceye rağmen rahat bir uyku çekmiştim.

 

 

Uykumdan yavaş yavaş sıyrılırken hareket eden kafamla başta ne olduğunu anlayamamıştım. Daha sonra başımı koyduğum yerin yastık olamayacak kadar sert olduğunu anlayıp yattığım yere baktığımda babamın göğsü olduğunu fark ettim. Mışıl mışıl uyurken uyandırmamaya dikkat ederek odadan çıktım. Anneme ben odadan çıkarken odada yoktu. Ben de babam seslerden uyanmasın diye odamın olduğu kattaki tuvaleti kullandım ve işim bitince biraz nefes alabilmek için bahçeye çıktım. Bir süre sonra omuzlarıma örtülen battaniye tarzı bir şeyle irkilirken, bunu yapanın Cesur olduğunu gördüm. Hiçbir şey demezken sadece kollarını açtı ve ben o açtığı kollarının arasına kaybolmak istercesine sığındım. “Biliyorum, şu an b*k gibi hissediyorsun. Keşke böyle hissetmemeni sağlayabilsem ama sana söyleyebileceğim tek şey senin hatan değildi. Senin suçun değil.”dedi ve daha sıkı sarıldı. İçeriden aniden bir gürültü koptuğunda irkildim. “Leyla yok!”diye bağıran babam bütün evi ayağa kaldırırken koşarak salona girdim ve “Buradayım.”dedim. Bütün bakışlar bana dönerken, babam hızla bana sarıldı ve ‘Evet buradasın. Yanımdasın.’diye sayıkladı. Son yaşanan şeyler sadece beni değil herkesi etkilemişti ve uzun bir süre bu devam edecek gibi duruyordu.

 

Hazır olan kahvaltıyla beraber herkes bir şeyler yerken babamın çalan telefonuyla dikkatimiz ona kaymıştı. Babam arayan kişiye bir süre baktıktan sonra telefonu cevaplamış ve karşı tarafı dinlemiştik. Daha sonra kapanan telefonla beraber herkes meraklı gözlerle bakarken konuştu. “Babam. Bizi Mardin’e çağırıyor. En geç yarın burada olun diyor.”dedi. Bakışlar bana dönerken, “Benim için sorun değil, ama şehir dışına çıkacağımızın haberini vermeliyiz.”dedim. Babam başını sallarken, “Tamam ben uçak biletlerini alıyorum. Kahvaltıdan sonra da emniyete gidip imza atarız.”dedi. Daha sonra Cesur’a bakıp, “Sen de gelmek ister misin?”diye sormuştu. Böyle bir soruyu Cesur’da dahil kimse beklemiyordu, ama benim iyi hissetmem için her şeyi yapabileceğini bir kez daha göstermişti. Cesur, “Teşekkür ederim davetiniz için ama şu an doğru olmaz. Üstelik Leyla bile ilk defa gidiyorken hoş olmaz.”dedi ve ekledi. “Hem okulla ilgili işlerimde var onları aksatamam.”dedi. Babam fazla üstelemeden ‘peki’ demiş, uçak bileti bakıyordu.

 

Biten kahvaltı faslının ardından Cesur’u yolcu etmiş, odaya çıkıp hazırlanmaya başlamıştım. Küçük bir valizde hazırladıktan sonra salona inmiştim. Birkaç kişi dışında herkes hazırken sona kalanları bekliyorduk. Savaş ağabeyim bana sıkıca sarılmış öylece duruyorduk. Yukarıdan gelen annem, babam ve Oğuz’la kadro tamamlanmıştı. Babam, “Biz Leyla’la emniyete geçiyoruz. Siz de Kadir ve korumalarla beraber havaalanına gidiyorsunuz. Biz işimiz bittiğinde havaalanına gelip orada buluşuyoruz.” Herkes onaylarken yola koyulmuştuk. Emniyete gelip gerekli imzaları attıktan sonra havaalanına geçmiş, annemlerle buluşmuştuk. Uçağın saati geldiğinde binmiş ve kalkması için bekliyorduk. “Heyecan var mı?”diye sordu, yanımda oturan Oğuz. “Var gibi de yok gibi de.”dediğimde, “Merak etme hele bir oraya gidelim kendini bile unutacaksın.”dediğinde ona anlamayan gözlerle baktım. “Babamın beş kardeş olduğunu söylemeyi unuttuk sana değil mi?”diye sorduğumda, “Ne!”diye bağırmıştım ses tonuma mani olamayarak. Bizimkiler anlamaz gözlerle bakarken ‘bir şey yok’ dercesine başımı sallamıştım. Gerçi şaşırmamak gerekirdi. Bazen yedi kardeş olduğumuzu unutuyordum. “Çok eğleneceğiz çooook.”dedim alay vari ses tonumla ve yolculuğun bitmesi için saatleri sayarken başım Oğuz’un omzuna düştü ve Mardin’e gelene kadar da kalkmadı.

 

Yazardan

 

Adli tıbbın kapısından çıktığı gibi aklı karışıktı Boran’ın. Gördüğü o yüz çok tanıdıktı, ama bir türlü hatırlayamıyordu. Eski anılar bir bir canlanmaya başladığı zaman ise bütün düğümler çözülecek ve gerçekler açığa çıkacaktı. Zihnini kilitli tutan tek bir düğüm vardı. O düğümde çözüldüğünde her şey tersine dönecek, o zaman kıyamet kopacaktı. Bu kıyamet yıkacak, yakacaktı. Sadece zamanını bekliyordu. Ve o zaman hiç uzak değildi.

 

Bir bölümün daha sonuna geldik. Kitabın gidişatını beğeniyor musunuz merak ediyorum. Yazım yanlışı varsa afola. Konuyu fazla uzatmadan ve kafalarda soru işareti bırakmadan bitiricem ama bu kaçıncı bölümde olur bilemiyorum. Yazdıkça yazasım geliyor çünkü. Bir sonraki bölümü de yazıyorum ama o bugün gelmeyebilir. Fakat tekrar 7 oy gelirse bölüm bittiği gibi atadabilirim. Belli olmaz. İyi okumalar. :))

Loading...
0%