Yeni Üyelik
17.
Bölüm

15. Bölüm

@okuyan_bir_insan

 

Bölüm Şarkısı = Berdan Mardini – Mardin Kapı Şen Olur (Sezen Aksu - Kalbim Ege’de Kaldı)

 

Kolumun oyulmasıyla uykumdan kalktığımda, duyduğum boğuk sesler sonunda anlam kazanmıştı. “ Sonunda abla ya. Ne zamandır dürtüyorum seni, hadi uyan artık.”diyen Defne’ye baktım. Bir an için nerede olduğumu unutsam da daha sonra ayılmaya başlamamla Mardin’e geldiğimizi hatırladım. Benim kendime gelmemle tuvaletten çıkan Defne’nin ardından ben de girip işlerimi halledip çıkmıştım. O sırada hazırlanan Defne, “Abla ben aşağıya iniyorum.”demiş, ben de ona ufak bir baş sallamayla yanıt vermiştim. Üzerimi hızlıca değiştirip, bol ve yüksek bel mavi bir kot, üzerine kolsuz bir badi, onun üstüneyse koyu mavi kısa kollu bir gömlek giymiştim. Saçımı balık sırtı ördüğümdeyse hazırdım. Çantamı da alıp aşağıya indiğimde herkes buradaydı.

 

 

Kahvaltı yaptığımız esnada merakıma yenik düşüp Hazar ağaya, “Bugün ne yapacağız.”diye sormuştum. O da bana bakıp, “Sana Mardin turu yaptıracağım torunum. Herkes Hazar ağanın torunu kimmiş bilip ona göre davranacak.”dediğinde Ağabeylerimin hepsinden ‘Olmaz!’diye güçlü bir ses çıkmıştı. Hazar ağa, “Niyeymiş o.”diye sorduğunda Barış ağabeyim, “Şimdi herkes senin torunun olduğunu bilecek sonra görücüye gelecekler sonra ben katil olacağım. Hayır hayır olmaz.”dedi. Son cümlesi kendi kendine sayıklar hâldeydi. “Sana mı soracağım lan zibidi.”dedi ve yanında duran bastonuyla koluna vurdu. “Benden kız almak kolay mı sanki? Ettiği lafa bak. Zibidi ne olacak.”dedi. “Benlik bir sıkıntı yok.”dedim. “Ben de memleketimi bilmek isterim.” dediğimde bir şey diyememişlerdi. “Hem Berdan Mardini ne demiş,”diye sorduğumda herkes bana bakıyordu. “Mardin kapı şen olur.”

 

 

Biten kahvaltının ardından Hazar ağaya dönüp “İki dakikalık işim var yukarıda, hemen gelirim.”dedim. Hazar ağa “İyi o vakit. Ben de bir sabah kahvaltısı içerim.”dediğinde, “Hayır, içme.”dedim. Bana tuhaf bakan gözlere, “Ne öyle bakıyorsunuz. Kaç yaşında adam yahu kalbi, tansiyonu yok mu? Gittiğimiz her yerde bir şeyler ikram edecekler zaten. İçme kahve.”dedim, Hazar ağaya bakarak ve yukarı odaya çıktım. Odadaki işlerimi hallettikten sonra “Hazırım.”dedim ve kapıda beni bekleyen Hazar ağanın yanına gittim. Barış ağabeyim son bir umut, “Dede ben de geleyim ha olur de he.”dedi. Hazar ağa ise bacaklarına bastonuyla vurup, “De git öte.”demekle yetinmişti. Kapıdan çıktığımız gibi bindiğimiz arabayla Mardin turumuz başlamış oldu.

 

 

Araba oldukça kalabalık olan bir yerde durduğunda inmiştik. “Burası neresi?”diye sorduğumda “Tellallar Çarşısı” dedi. Çarşıdan içeri girdiğimizde, Herkes sırayla Hazar ağayla el sıkışıp, elini öpmek için canla başla uğraşıyordu. Hazar ağa ise bir yandan da çarşıdaki insanlara beni tanıtıyordu. Kendisine selam verenlerden sıra geldiğindeyse Mardin’i anlatıyordu. Bir yerde soluklanmak için oturduğumuzda, “Sana bir hikâye anlatayım mı?”dedi. Ben de Hazar ağaya, “Hikâyeleri severim.”dediğimde önümüze koyulan çayla beraber anlatmaya başlamıştı. “ Şahmeran’ın hikâyesini bilir misin?”dediğinde “Herkes kadar.”dedim ve daha sonra anlatmaya başladı. “ Rivayete göre Cemşab ya da bir diğer deyişe göre Tahmasp arkadaşlarıyla beraber bal çıkarmak için mağaraya girerler. Fakat arkadaşları aç gözlülük yapar ve daha fazla bal alması için Cemşab’ı orada bırakırlar. Arkadaşlarının ihanetine uğrayan Cemşab bal çıkarma sebebiyle mağarada kalır ve o sırada mağaranın derinlerine düşerek Şahmeran’la tanışır. Uzun uzun sohbet ederler ama bir gün sohbet bitince Cemşab sıkılır. Annesini özlediğini söyler. Şahmeran başta onaylamasa da daha sonra sevdiği adam için gitmesine izin verir ve ondan söz vermesini ister. ‘Benden kimseye bahsetme yerimi söyleme’ diye.” dedi. “Ama Şahmeran’a verdiği sözü de tutmuyor.”dedim. “Öyle.”dedi. “Cemşab verdiği sözü tutamamış. Kötü vezir padişahın hastalığını kullanarak Şahmeran’ın yerini Cemşab’a işkence çektirerek söyletmiş. Cemşab’ta Şahmeran da kötü vezirin kurbanı olmuş. Şahmeran o an öleceğini anlayıp zekice bir plan yapmış ve kötü vezirin ölmesini, kendisinin bildiği her şeyi de Cemşab’ın bilmesini sağlamış.” dedi. “Kadın orada da konuşturmuş zekâsını işte alçak veziri tahtalı köye boylattırmış.”dediğimde gülmüştü. “Söylentiye göre de Şahmeran’ın acısına dayanamayan Cemşab köy köy, dağ bayır dolanmış ve böylelikle Lokman Hekim rivayeti ortaya çıkmış.”dedi. “Peki sence bu efsane doğru mu?” diye sordum. “Bilemem evlat. Adı üstünde efsane, kim bilir.” dedi.

 

 

Oturduğumuz yerden kalktıktan sonra pek çok yeri dolaşmış ve Mardin’ le ilgili başka yerleri de anlatmıştı. Bugün anladığım kadarıyla Hazar ağa burada çok sevilen ve saygı duyulan biriydi. Uzun geçen bir günün ardından konağa gelmiştik. Hazar ağa konağa geldiği gibi odasına çekilirken ben de yapacak bir şey bulamamış, odaya geçmiştim. Cesur’la konuştuktan sonra uyku bastırmış ve kendimi yatağa atmıştım.

 

 

Daldığım uykudan uyandırılırken Barış ağabeyimi tepemde dikilirken görmüştüm. “Hadi bakalım kalk hazırlan akşam yemeğine gidiyoruz.”diyen ağabeyime baktığımda, “Neden. Nereye gidiyoruz ki.”diye sordum. “Orasını karıştırma sen. Ne zamandır hayalim bu benim hadi hazırlan.”dedi ve odadan çıktı. Saate baktığımda yediye geldiğini görmüştüm. Hızlıca hazırlanıp aşağıya indiğimde Savaş ve Barış ağabeyim, Oğuz ve Selim’in kapının önünde beklediğini gördüm. “Hadi herkes hazırsa gidelim.”diyen Barış ağabeyime Çınar isyan edip, “Biz neden gelemiyoruz ya?”diye trip atıyordu. “Sizin yaşınız tutmuyor ağabeyim. On sekizi geçin, söz sizinle de gideceğiz.”diyen Barış ağabeyime topuklarını sertçe yere vurarak, arkasına dönüp giderek cevap vermişti. Babam ve annem kapıda durup ağabeylerime, “Kardeşleriniz size emanet. Dikkat edin.”diye uyarıyorlardı.

 

 

Nihayet evden çıktığımızda güzel bir balık restaurantına gelmiştik. Balıklarımızı ve yanına da küçük bir r*kı söylemiştik. “Hep bunun hayalini kurmuştum.”diyen Barış ağabeyime dönmüştük hepimiz. “Kardeşlerimle çilingir sofrasında oturup konuşabilmenin, dertleşebilmenin hayalini kurdum hep.”dedi. “ ‘Sen nasılsın nasıl hissediyorsun’ diye soramadık sana. Bunu fark ettim. Oysa en başında sormalıydık.” dedi. Barış ağabeyime bakıp “Belki bunu belli edemiyorum ama ben gerçekten mutluyum.” dedim. “Siz yanımdasınız aile denen şeyin ne olduğunu öğrendim, sıcaklığını hissettim. Siz olmasaydınız olmazdı. Bunu biliyorum.” dedim ve derin bir nefes aldım. “ Ben gerçekleri öğrendiğimde terk edildiğimi düşünmüştüm. Bu yüzden hiç sizi bulmaya kalkışmamıştım. Aksi olsaydı bunu kaldıramazdım çünkü.” dedim. “İstenmemek, kabul görmemek, en kötüsü de sevilmemek çok kötü bir his.” dediğimde Oğuz’un gözlerinden geçen mahcubiyeti görmüştüm. “Sanki, sanki var olman yanlışmış gibi, sevilmiyorsan eğer dünyada hiç olmamalısın gibi bir şey bu. Ben oradayken aç kaldığım zamanlarda oldu. Ama beni yoran şey ne aç kalmam ne de yaptığım işlerin ağırlıyıydı. Günün sonunda benim o sofrada bir yerim olmazdı. Saçlarım okşanmaz, hâlim vaktim sorulmazdı. Ben o evde hiçbir zaman sıcak yemek yiyemedim. Onlar oğullarıyla ailecek yemek yerken, ben tencerenin dibinde kalan soğumuş yemeği yerdim. Bana o evde yaptıkları en büyük kötülük sevgisizliği tattırmalarıydı. O yüzden iyi ki varsınız. Beni iyi ki buldunuz. Benim üstüme titremeniz hatta paylaşamamanız benim için o kadar değerli ki.” dediğimde her ne kadar gülseler de gözleri doluydu hepsinin. Ağabeyli kardeşli sohbetimiz devam ederken arkada çalan şarkıya eşlik etmiştim. “ Yâreme tuz diye yakamoz bastım. Tek şahidim aydı, aman aman. Bir elimde defne bir elimde sevdan. Kalbim Ege’de kaldı. Aman efendim, ayrılık ölümden beter. Canım efendim, yeter bu hasretlik yeter. Aman efendim bana bir merhaba gönder, canım efendim canım efendim.

 

 

“Kurşun ata ata biter, yollar gide gide biter. Kurşun ata ata biter, yollar gide gide biter. Mapus yata yata biter, aldırma gönül aldırma. Aldırma gönül aldırma, gönül aldırma.” Şu an nerede miydik? Cevap basit. Nezarethanede. “Bizim neden burnumuz b*ktan kurtulmuyor ağabey ya neden?”diye söyleniyordum. Güzel başlayan ve devam eden günüm nezarethanede sonlanamazdı. Güzel geçen eğlencemiz, yan masalardan birinin bana laf atmasıyla ve Savaş ağabeyimin “Sen kimin kardeşine laf atıyorsun izmarit?”diyip, Memati şekline bürünüp adama uçan kafa atmasıyla son bulmuştu. Adamlardan birinin Barış ağabeyime arkadan saldırmaya çalışmasıyla masada duran boş şişenin biriyle adamın kafasını yardığım için burada oluyor olabilirim ama bu kavgayı onların başlattığı gerçeğini değiştirmez. “Leyla bak zaten sinirliyim sus ağabeyciğim.”diyen Savaş ağabeyime çatılı kaşlarımla baktım. “Ayrıca adamın kafasında şişe kırdın. Bence sen hiç şikâyet etme.”dedi. “Ya ne yapacağıdım. Oturup çekirdek mi çitleyeceğidim?”diye nereye ait olduğunu bilmediğim ağızla konuştuğumda acilen buradan çıkmamız gerektiğini bir kez daha anladım. Açılan kapıyla polis memuru gelip, “Serbestsiniz.”dedi ve nezarethaneden çıkmamızı sağladı. Başkomiserin odasına geldiğimizde babam içerideydi ve ben bakışlarını anlayamıyordum.

 

 

Yazardan

 

Karakoldan çıkan aileye bakıyordu Cavit. Boran’ı ve Leyla’yı bir arada gördükçe iyice sinirleniyor ve öfkesine hakim olamıyordu. “Bu iş fazla uzadı.” dedi. “İyi gül Boran efendi. Bu son gülmelerin olacak.”dedi ve oradan ayrıldı.

 

 

Önümüzdeki bölümden itibaren kaos acı ve bol kaotikli sahneler olacağını şimdiden sizelere söylemek isterim. Ama şunu da bilin ki ben mutsuz sonlardan hiç hoşlanmam. 10 oy sonra yeni bölümü atacağım Umarım beğenirsiniz. İyi okumalar. :))

Loading...
0%