@okyanuss_s
|
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🫶🏻
Keyifli okumalar🤍
~Yeni Sırlar~
“Seni hadsiz velet” sinirden sıktığı cenesinden çıkan bu cümler bir yılan tıslamasını andırıyordu sanki. Şübhelene bilecek tek kişi bendim tabii ki. Sinir saçan bakışlarını üzerime dikmişdi. Avını parcalamaya hazır olan bir yaşlı kurtu andırıyordu adeta. İnsanlar gittikce pariğe kapılıyordu. Varisler bazılarırını sakinleştirmeye çalışsade bu nafieydi. Baloda her soydan insanlar ve diğer krallıktan olan yüzlerle insan vardı. Bunları sakinleşdirmek öyle kolay iş değildi. Tabii kraliçe diğer krallıkdan yüksey mefqide olanlarla anlaşmanı resmileşdirmek için bu balodan bir fırsat gibi istifade etmişdi. Dailelle buluşduğumuz gece saraya çok geç dönmüşüm. O sırada duyduğum seslerle toplantı salonuna doğru gitdiyimde kraliçe bir kaç yakın adamlarıyla konuşmasını duymuştum. Bununlada düşündüklerim gerçek çıkmıştı. Bu baloyu düzenlemekte bir maksatı olduğu belliydi. Eğer bütün krallıklardan olanları aynı anda ve ya başka zamanllarda davet etseydi bu fazlasıyla dikkat çekerdi. Amma böyle balo bahanesi ile krallıklarla görüşerek, kendi yancılarıyla anlaşma yapa bilirdi. Kimsenin de ruhu duyamazdı. Düşmanca bakışlar üzerime dikilmişdi. Derek'in yüzündeki sinsi gülümsemeden eser kalmamıştı, anlaşılan bu hamlem onu bile şaşırtmıştı. Sinirden sktığı çenesi, yumruk yaptığı elleri, düz çizgi dudakları beni keyiflendirmişti. Aramızda fazlasıyla mesafe olsada bakışlarının ateşini his ede biliyordum. Aniden elindeki bardağı sertce masaya bırakıp, bana doğru ilerlemeye başladı. Salondakiler panik halinde olduğu için onun karşısına çıkıyor, düz bir şekilde ilerlemesin engel oluyorlardı. Kalabalık arasında sinir dolu üzü bazen yok oluyor, sonra yeniden kalabalığı yararak bana doğru ilerliyordu. Aniden bütün salonun işıkları sönmesiyle panik dolu bağırışlar yükseldi. Balao salonu sarayın girişindeki bahçede hazırlandıģı için ay işığı bir azda olsa etrafı aydınlatıyordu. Karanlık kalabalığın paniğini daha da artırarken, boģazımda hiss etdiyim metalin soğukluğuyula irkuldim. Tenime vastırılan bur bıcaktdı Deri eldivenli bir el ağzımı kapatırken, boğazımda hisetdiğim bıçağın ucuyla dona kalmışdım. “Sana uslu durmanı söylemiştim, küçük fare” fısıltılı çıkan sesiyle boynuma vuran nefesi, bedenimin titremesine sebep olmuştu. Boynumdaki bıçağı sırtıma yaslayarak konuştu. “Yürü.” “Aklını mı kaçırdın sen?” Söylediğimde bıçağı sırtıma bastırmasıyla acıyla inledim. “Delirmişsin sen.” dememle onun yönlendirdiği yöne doğru ilerledim. Karanlık olduğu için bir kaç defa düşecek gibi olsam da son anda toparladım. Saraydan çıktığımıza emindim, orman yoluyla gidiyorduk. İkimiz de yol boyu sessizdik, ne yapmaya çalıştığını az çok anlıyordum. Anlaşılan onun da planlarını bozmuştum ve kendisi ortaya çıktığına göre aklında bir şeyler vardı. “Bunca zaman neredeydin?” Aramızdaki sessizliyi bozan ben oldum. Bıçağın ucu hala sırtımdaydı, bu neydi şimdi? Sanki aynı tarafta değilmişiz gibi. “Soru sordum.” Yine saymaz yana tavırlarıyla sinirlerimi bozuyordu. “Dün kulübeye de gittim, orada da yoktun.” Sessizlik bir az daha devam ettikten sonra konuştu. “Beni özlediğini düşünmeye başlıyorum artık soylu kız.” Arkamda olduğu için yüzünü göremesem de sesindeki alaycı ton aşikardı. “Seni özlemek mi? Bütün planımı mahvettin, şimdi çıkıp gelmeyin şart mıydı yani?” Sinirle söylediklerimle yürümeyi bıraktım. Tam arkamı dönecekken bıçağı yeniden sırtıma bastırdı. Kıyafetimin içinde gizledim bıçağımı sıkıp çekecektim ki, diğer eliyle kolumu arkadan tutarak kendine doğru çekti, o kadar hızlı hareket etmişti ki, ona karşı koymaya zamanım bile olmamıştı. “Hamlelerin fena değil, ama gelişmen gerek.” Bu adam benimle dalgamı geçiyordu? Hem hangi hara bıçağı çekeceğimi fark etti ki? Her yer o kadar karanlıktı ki, bulutların arasında bir görünüp, bir yok olan ay ışında önümü bile zor görüyordum. Kolumu kendime doğru çekip kurtarmaya çalışsam da çabalarım boşunaydı. “Konuşmamız gerekiyor, aptalca hareketleri bırak artık, kendi başına öyle plan kurup hareket edemezsin” bu defa sesi yavaş çıksa da fazlasıyla tehditkârdı. “Konuşmamız için illa da ormanın derinliklerine mi gelmemiz gerekiyor? Normal insanlar gibi konuşamıyor musun sen?” Onun gibi bende fazlasıyla sinirliydim. Arkadan iki kolumu da tutması hareketimi zorlaştırıyordu. “Bir az sabr edip gösterişlerimi bekleseydin, buraya kadar gelip konuşmaya ihtiyaca duymayacaktık” Birde beni suçlu durumuna düşürüyor, sanki ben bunun ayak elemanıyım da emirlerini beklemeliyim. Eğer bir anlaşma yapacaksak ikimizin de sözü geçmeli. “Bana emir vermeyi kes.” Bu defa bağırarak konuşmuştum ve bunu beklemiyormuş gibi sıkıca tuttuğu bileklerimin gevşediğini his ettim. Galiba şaşırmıştı, ya da ben çok yüksek sele bağırmıştım. Bu durumu kullanıp gevşettiği sağ kolumla karın boşluğuna dirseğimle vurdum. Ani hareketle kavradığı bileklerimi ellerinden kurtardım. Hızla arkamı dönerek, elbiseme sıkıştırdığım bıçağı çekip onun göğsüne dayadım. Gece mavisi gözleri şaşkınlıkla bana bakıyordu. Ellerini teslim oluyormuş gibi yukarı kaldırdı. Bıçağın sivri ucunu göğsüne daha da bastırıp ona doğru bir kaç adım attım. Yaklaştığım her adımda oda geriye ilerliyordu. Sırtının ağaca değmesiyle gidecek biri yeri olmadığını anlamıştı. Gözlerinde ki şaşkınlık gittikçe eylenen bir ifade alıyordu. “Senin benimle derdin ne? Karşında bir prenses olduğunu ne kadarda çabuk unutuyorsun” Ağzından çıkan küçümseyici kahkaha sabrımı zorlayan son damla olmuştu. Yüzünü bağladığı parçayı sertçe tutarak aşağı çektim. Karanlık olsa da fazla yakın olduğumuz için yüz ifadesini, buz mavisi olan bakışlarındaki ifadeyi seçe biliyordum. “Şimdi de prenses rolümü oynamaya başladın, bunu giyerek gerçekten annen gibi ola bileceğini mi düşündün?” Söyledikleri kan akışımı durmuştu sanki. Annemi biliyordu, daha fazlasını biliyordu. Bu fazlasıyla garip ve ürkütücüydü. Kendimi hızla toplayıp yeniden konuştum. “Ben onun kızıyım, tabii ki de onun gibi olacağım.” Sinirle söylediklerimi önemsememişti bile. Bulunduğumuz durumdan kurtulmaya da çalışmıyordu. Bu onun için o kadarda mühim değildi. O kadar umursamıyordu ki, uğraşma gereği bile duymuyordu. “Evet onun kızısın, şimdi bu saçmalığa son ver.” “Biliyor musun, hiç öyle bir niyetim yok” söylediklerime gözlerini devirmişti. “Beni uğraştırma” “Benim zamanım bol, acelesi olan sensi-" sözümü tamamlama izin vermeden pozisyonumuz değişmişti bile. Bıçağın sapını sıkıca kavradığım elimi tutmuş, kendi boğazıma bastırıyordu. Bu defa ağaca sırtı yaslanan bendim. Bakışlarındaki alaycı ton gitmişi. “Bu kadar arıza olmak zorunda mısın?” “Ben miyim arıza?” Bağırarak söylememle gözlerini sabr dilercesine kapattı. “Bağırmayarak konuşamıyor musun sen?” Yüzüme yaklaşarak söylediklerine, daha da bağırarak cevap verdim. “Konuşma tarzımdan çok mu rahatsız oldun?” Bu defa derin iç çekip buz mavisi gözlerini yüzümde gezdirdi. Gerçek olamazsın diye bakıyordu adeta. “Sonu sorarak bir yere varamayız farkında mısın?” Arada bir cevap vermeyi de dene.” “Peki sen az önce bunu soruyla sorduğunun farkında mısın?” Onu sinir etmek için bilerek bağırarak söylediklerim ile sıkıca kavradı kolumu kendine doğru çekmişti. Fazlasıyla yaklaşmıştık. “Bu kadar oyun yeter küçük fare” Titrek nefeslerinin tenime değmesi, fazlasıyla yakın olmamız ve yüzümün her detayında gezinen buz mavisi gözleri, kalp atışlarımın hızlanmasına neden olmuştu. Neden bu kadar hızlandı ki şimdi bu aptal kalp, boynumdan sırtıma doğru yol alan ter damlaları durumumun pek iyi olmadığını gösteriyordu. Bir an yerinden çıkacakmış gibi çırpınan kalp atışlarımı duyacak diye korkmaya başladım. Bir adım geriye atmaya çalışsamda, kendine daha çok yaklaştırdı. “Akılsızca yaptığın küçük intikam planıb her şeyi mahvede bilirdi. Düşünmeden böyle nasıl davrandığını anlamıyorum. Eğer o anı engellemeseydim Prensciyin çoktan seni Kraliçeye teslim ederdi” sinirle söylediklerini algılamaya çalışıyordum. Prenscik derken galiba Dereki ima ediyordu. Derekin bana doğru geldiğini görmüştü büyük ihtimalle. “Neden teslim edecekmiş, benim yaptığıma dair bir kanıtları bile yok” “Yok mu?” Söylediklerime inanmıyormuş gibi sırıtarak konuştu. “Tabi ki yok. Tamam en büyük şüpheli ben ola bilirim ama, kraliçenin o kadar düşmanı var ki. Hem benim yaptığımı bilse ne olur. Ben o tahtın veliahdıyım, artık hiç bir şey yapamayacağını çok iyi biliyorsun.” Söylediklerimle sabır diliyormuş gibi derin nefesler almaya başladı. Sıktığı bileklerimi gevşeterek, konuşmaya başladı. “Böyle akılsızca intikam planlarıyla zaten yalnız veliaht kala bilirsin, eğer o tahta sahip olmak istiyorsan aklını kullan.” İki parmağıyla yavaşça kafama vurarak söyledikleri yüzümün düşmesine sebep olmuştu. O tahta sahip olmak için bu yaptığım tabii ki de anlamsızdı. En çok istediğim kraliçeyi zor duruma düşürmekti ve bunu da başarmıştım. “Ne yapmamız gerekiyor?” Kısık sesle sorduğum soruyla bileklerimi serbet bırakmış, yerdeki bıçağını alarak belindeki yerine salmıştı. Gecenin karanlığında bir şeyler arıyormuş gibi, gözleri ormanın derinliklerini arıyordu. Bana bakmadan konuşmaya başladı. “İlk önce şüpheleri üzerinden yayındırmalısın. Kendine bir kurban seç ve onu şüpheli çıkaracak deliller yarat” benimle konuşsa da dikkatinin başka yerde olduğu barizdi. Çatılan kaşlarından şüpheli bakışlarından bir şeylerin ters gittiğini anlamaya başlamıştım. “Bu şüpheli nasıl biri olmalı? Varislerden biri ola bilir mi?” Söylediklerimle sonunda yüzüme bakmıştı, tek kaşını kaldırarak söylediklerimin ciddiyetin sorguluyordu. “Neden olmasın” ne yapmak istediğimi anlamasıyla sırıtmıştı. “Peki va-“ cümlemi bitirmeme izin vermeden parmaklarını dudaklarımı bastırarak susmamı sağlamıştı, galiba arkada benim duyamadığım, göremediğim bir şeyleri fark etmişti. Kara kuzgunun sesini duymamızla ikimizde yukarıya bakmıştık. Evet bir şeyler kesinlikle ters gidiyordu. Bu hayvanın kulak batırıcı haykırışları her an olmazdı. Muhtemelen Daniel'e bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. “Gidelim” diyerek ormandan çıkacağımız yola doğru ilerlemiştik. O önde giderken bende hemen arkasındaydım, atın kişneme sesleri duyuluyordu. Görünüyor buraya geleceğimizi önceden planlamıştı. Ormanlık alandan çıkmamıza az kalmıştı. Havada anlayamadım bir kasvet vardı. Gelecek fırtınanın habercisi olan kara bulutlar krallığın üzerini sarmıştı. Yaranan garip atmosfer fazlasıyla can sıkıcıydı. Daniel’in birden durmasıyla ben de durdum. Başını kaldırmış bulutları izliyordu. Gözlerinde gördüğüm bakış farklıydı. Korkmuş ve ya tedirgin değildi benim aksime. Gizemi, karanlığı, ölümü barındırıyordu gözleri. Yüzünde aniden beliren gülümsemesi fazlasıyla ürkütücüydü. Bakışları bende durduğunda yüzüme doğru yaklaşıp fısıltıyla konuştu. “Hazır mısın?” Söylediklerine anlama veremezken şüpheyle kaşlarım çatıldı. Neye hazırdım? Dudaklarımdan yalnız “neye?” Sözcükleri çıka bilmişti. |
0% |