Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Acımasız oyun

@okyanuss_s

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🫶🏻

Keyifli okumalar🤍

 

Enseme vurulan darbeyle, acı içinde inledim. Bilincimi kaybetmemek için verdiğim çaba boşunaydı. Nefesini yüzümde hissettiğimde çok yakınımda olduğunu anlamıştım. Soğuk eli boynumda gezindiği an irkildim. Parmaklarını boynumda olan kolyeye dolayarak çekip almıştı. Duyduğum son şey fısıltıyla çıkan sesiydi.

 

"Şimdilik bu bende kalacak.'"

 

 

Yüzümde hissettiğim ıslaklığın etkisiyle uyanmıştım. Gözlerimi araladığımda Babi olduğunu anladım. Şapşal köpek hala yüzümü yalıyordu. Gülümseyerek Babi'nin kafasını okşadığım an, bedenimde hissettiğim ağrı ve acıyla yüzümü buruşturdum.

 

Ne olmuştu bana? Neredeydim? Uzandığım samanların üzerinden kafamı kaldırdığımda çiftliğe yakın bir tarlada olduğumu anladım. Babi'den tutunarak doğrulmaya çalıştım. Bileklerim yara içindeydi, kolumu bağladığı zincirler bileklerimi yaralamıştı. Ayak bileklerim de ondan farksızdı. Aniden hatırladığım şeyle elim boynuma gitmişti. Hayır, onu alamazdı. O saraya girmek istiyorsam o kolyeye ihtiyacım vardı.

 

"Kahretsin, kolyeyi benden alarak ne halt etmeyi düşünüyordu acaba?" Sinirle kaşlarımı çattığım bu duruma sitemler ediyordum. Babi ise anlamsız bakışlarla, hala boşta olan elimi yalıyordu. Onun yüzünü iki elimin arasına alıp, burada olan tek arkadaşımla konuşmaya başladım.

 

"Şimdi ben ne yapmalıyım?" Anlaşmamıza göre benim saraya girmemi sağlayacaktı. Ama o kolyesiz bir prenses gibi o saraya giremezdim. Bu kolye aslında bir bakıma simgesel anlamda taşıyordu. Kralığın her bir varisi için özel olarak cücelerin madenlerinde dövülerek, büyük ustalık ve özenle hazırlanıyordu. Ben daha çocukken varisliğimin ilan edildiği gün takılmıştı bana. Bir varisin statüsü, ailesi, derecesi bu kolyelerle biliniyordu. Sarayda olan her bir valihat mutlaka onları temsil eden kolyelerini takmak zorundaydı. Bunu kaybetmek, kırmak veya zarar vermek, kendi soyuna gösterilen saygısızlığı gösteriyordu. Kraliçenin en dikkat ettiği konulardan biri buydu.

 

Bizi temsil eden kolyeler yalnız saraydakileri değil, halkı da ilgilendiriyordu. Şu an kraliçe büyük anne olabilirdi, ama bu her zaman böyle olmayacaktı elbette. Kraliçe öldüğünde tahta geçecek olanlar tabii ki varisleri olacaktı. Tahta kimin geçeceğini saraydakilerin acımasız taht savaşları belirlese de, halkın kimin yanında olması da çok önemliydi.

 

Goston Sarayı'nda şu an hüküm süren 5 soy vardı. Her bir kolye bu soyun simgeliyordu. Kraliçe büyük 3 soya sahip olarak sarayda egemenliği korusa da, gelecekte ne olacağı kesin değildi. Kendi soyunu temsil eden kolye olmadan kimse seni ne bir prenses, ne de bir varis gibi kabul ederdi. Ve bana geçmişimi, kendimi hatırlatan son şeyi de kaybetmiştim. Sıkıntıyla iç çekip, ayağa kalktım. Berbat haldeydim kesinlikle. Kıyafetim ve saçım pislik içindeydi. Pislik herif bildiğin beni samanlığın içine atmış gitmişdi.

 

Bir suikastçıdan ne bekliyordum ki? Dayım kesin beni çok merak etmiştir. Tam bir haftadır ortada yoktum. Bu halde beni görürse, adamcağızın kalbine inerdi. Kendime biraz çeki düzen verdikten sonra hızla çiftliğe doğru yürüdüm. İşte oradaydı, dayım yine bahçede uğraşıyordu. Kafası karışmışken gizlice eve girmeyi düşündüm. En azından bileklerimi kapayan bir şeyler giyip, pislik içindeki kıyafetlerimden kurtulabilirdim. Yavaş adımlarla eve doğru ilerlerken, başarısız oldum. Dayımın korku ve heyecanla çıkan sesiyle ona dönmüşdüm.

 

"Vanessa?" Bahçede uğraşmak yüzünden kan ter içinde kalmıştı adamcağız. Bu uşaklar neredeydi ki? Kaç defa söyledim çiftlikle tek başına uğraşmamasını.

 

"Peter" Onu sinirlendirdiğimde yumuşaması için hep adıyla selenirdim. Elindekileri yere atıp hızla yanıma geldi.

 

"Neredeydin sen? Bu halin ne, Vanessa? Seni ne kadar merak ettiğimi biliyormusun? Seni aramak için o lanet olası şehre bile gitdim."

 

Ne Gastonmu gitmişti, bu onun için çok zor olmalıydı. Gerçekten çok endişeli görünüyordu. Onu daha fazla endişelendirmemek için, gülümseyerek ve neşeli bir ses tonuyla konuşmaya başladım.

 

"İyiyim Peter, merak etme. Seni endişelendirdiğim için üzgünüm. Hadi eve geçelim, her şeyi anlatacağım."

 

Eve girdiğimizde hızla banyo yaparak, üzerimdeki kan kokusundan kurtulmaya çalıştım. Odama geldiğimde dayım yaralarımı pansuman yapmak için bekliyordu. "Hadi geç otur, bileklerin çok kötü olmuş. Kim yaptı bunu?"

 

Derin bir iç çektim, her şeyi şimdi anlatma kararı almıştım.

 

"Peter, konuşmamız gerekiyor."

 

Söylediklerimle kaşları çatılmışdı. Endişeli bir ifadeyle beni dinlemeye başladı. Dayım zaten Gaston Sarayına girmenin yollarını aradığımı biliyordu. Saraya girmek için Danielle ile anlaşma yaptığımı söylediğimde sinirle beni azarlamaya başladı.

 

"Delirdin mi sen? Bir azrail ile nasıl anlaşma yaparsın? İntikamını anlıyorum Vanessa, ailenin ve sana yapılanların hesabını sormak istiyorsun. Ama bu akılsızlık, kızım. Saraya gitmek senin için tehlikeli. O sarayın nasıl bir yer olduğunu, taht için neler yapabileceklerini daha görmedin sen."

 

Sinirle odanın içinde dolaşıyordu. Sadece saraya girmek için anlaşma yaptığımı söylemiştim, anlaşmanın ne olduğunu öğrenirse deliye dönerdi adam.

 

"O sarayın nasıl bir yer olduğunu en iyi ben biliyorum, dayı. Taht için benden ailemi aldılar, ama sen de bana henüz hiçbir şey görmediğimi söylüyorsun. Daha ne yapabilirler ki? Canımdan başka alacakları bir şey kalmadı." Sinirle söylediklerimle gözlerim doldu. Bu aptal gözyaşlarından nefret ediyordum.

 

"Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var, Peter." İkimizin de sakinleşmeye ihtiyacı vardı. O da bunu anlayışla karşıladı ve beni odamda yalnız bıraktı. Fazlasıyla yorgundum ve şimdi sadece uyumak istiyordum. Birkaç saatliğine olsa da her şeyi unutmak için buna ihtiyacım vardı. Akşam dayımla konuşup bu konuyu çözmem gerekiyordu. O sarayda yaşamak zorunda kalsam bile onunla aramdaki kırıklığın olmasını istemiyordum. Yatağa uzandım ve uykuya dalana kadar yaşananları düşündüm.

 

 

Birden işitdiğim karga sesiyle sarsıldım. Uykudan hızla uyandığımda balkonda gördüğüm manzarayla donakaldım. Bu karganın ne işi vardı burada? O garip sesi, sanki geceyi yarıp geçen bir hayalet gibiydi. Kargalar bu diyarlarda özel olarak yetiştirilen hayvanlardı. Gök yüzünde başıboş uçan özgür bir karga görmek imkansızdı. Ölümün simgesiydi kargalar, ölünün gizli habercisi...

 

Hala karanlığın içinde parlayarak bana bakan iki çift göz beni fazlasıyla ürpertmişdi. Kendimi toparlayarak balkona yaklaştım. Buram buram kan kokuyordu, adeta Azrail gibi. Ayağıma bağlanmış kağıdı gördüğümde ihtiyatlı bir şekilde açmaya çalıştım. Kağıdı elime aldığımda kara kuzgun, elimin üzerine caynaklayıcı dokunuşuyla, hızla kanat çırparak uzaklaştı. Elim acıyla yanmasına rağmen bunu pek önemsemeden hemen kağıdı açıp okumaya başladım.

 

"Hazır ol, soylu kız. Yarın yeni hayatının ilk günü."

 

Bu neydi şimdi? Bunu Daniel'in gönderdiğini biliyordum. Zaten bir mektubu ölüm habercisi ile göndermek tam onluk bir işti. Aklınca beni korkutmaya çalışıyordu. Bu demek oluyor ki, saraya beni sokmanın bir yolunu bulmuş. Bunu yapabilecek güçte olduğunu biliyordum, ama kolyesiz bir prenses gibi orada nasıl yaşayacaktım?

 

Derdim, oraya gidip prensescilik oynamak değildi elbette, ama halkın ve onların güvenini kazanmak için gerçek bir prenses gibi davranmalıydım. Beni düşündüren diğer konuysa, taşı kendisinin değil, benden almamı istemesiydi. Saraya bir gölge gibi çok rahatça girebilirdi, ama onun yerine benim girmemi sağlıyordu.

 

 

Benden gizlediği daha tehlikeli planları olduğunu biliyordum. En kısa zamanda onun da işini bitirmeliydim. Can sıkıntısıyla iç çekip, dayımın gönlünü almak için aşağı indim. Mutfaktan gelen portakallı turtanın kokusuyla hızla oraya gittim.

 

"Peter, bunlar benim için mi?"

 

"Tabii ki senin için bal arısı"

 

Gerçekten kurt gibi açtım. Öyle yorgundum ki sadece uyumak istemiştim. Dinlenmiştim ve şimdi rahatça bu lezzetli turtaları yiyebilirdim. O da gülümseyerek bir tabak dolusu turtayı önüme koymuştu. Aramızda gerginlik olsa da hiçbir zaman bunu uzatmazdık. İkimizin de zor zamanlar yaşadığını biliyordum. Ondan ayrılmak benim için de zor olacaktı.

 

"Bu turtalara sihir mi katıyorsun? Her yaptığın öncekinden daha lezzetli." dedim ve elime aldığım parçayı ağzıma attım. Söylediklerim onu neşelendirmişti.

 

Peter gülümseyerek ellerini yukarı kaldırıb sallamışdı."Sihir bu ellerde" Bu turtaları da çok özleyecektim.

 

Saraydan buraya sürgün edildiğim günü hatırlamışdım. O kadar üzgündüm ki odama kapanıp günlerce bir şey yemedim. Peter o zamanlar yemem için her şeyi yapmıştı ama ben reddetmiştim. Ta ki bu turtaların kokusunu alana kadar. Peter'ın elleriyle yaptığı turtaların kokusu bütün evi sarmıştı. Dün gibi hatırlıyorum, çocuksu qrurum yüzünden bana getirdiyi turtaları geri çevirmiş, gece olunca gizlice hebsini mideme indirmişdim. Peterin duyduğum sesiyle daldığım düşüncelerden ayrılmışdım.

 

Peter bir an için üzgün görünüyordu."Yukarıda olanlar için üzgünüm kızım. Amacım sana yaşadığın acıyı hatırlatmak değildi. Lia'yı o saraydan koruyamadım, seni de bu yüzden kaybetmek istemiyorum."dedi. Aslında ona eski günleri hatırlattığım için kendime kızıyordum. O an onun bakışlarından anladım ki, beni gerçekten korumak istiyordu.

 

Lia Peter'in kızıydı. Benim annen Muller soyundandı, yani kraliçenin soyundan gelen 3 büyük soydan biriydi. Ama Peter eskiden erkek egemenliğinin olduğu zamanlarda yönetici Simon soyundandı. Kraliçe tahta keçdiğinde Simon soyuna karşı büyük katliamlar başladı. Artık erkek egemenliği bitmişdi ve "demokratik" bir sistemin olduğunu savunuyordular. Tabii ki insanların gözünü boyamak için bütün soyların varislerinin tahta geçebileceğini dediler. Ama aynı yıl içinde kız varislerin bir çoğu öldürülmüşü. Peter'in kızıda bu katliamın kurbanı olmuş ve 10 yaşında öldürülmüşdü. Benim onun yanına geldiğim yaşda...

 

Belki bu yüzden beni daha fazla sevdi, korudu. Bir kızını daha kaybetmek istemiyordu. Bu Gaston sarayının ilk gördüğü katliam değildi, tabii sonda olmadı. Yıllar sonra yeni varisler doğduğunda yeni katliamlar da oldu ve onun kurbanlarından biri de benim ailemdi.

 

"Özür dilerim Peter" söyleyerek ona sarıldım. Yanılmışım, benden daha fazla alabilecekleri bir şey olmadığını düşünmüştüm. Ama vardı, Peter vardı. Güvende hissettiğim ve ailem gibi sevildiğim tek insan oydu. Bize yaşattıklarının bedelini ödeyeceklerdi.

 

Ondan ayrıldıktan sonra asıl konuyu konuşmak için kendimi topladım. "Yarın saraya gideceğimi Peter." dedim. Nefesimi tutarak tepkisini bekliyordum. Kaşları yine çatılmış, yüzünü hüzün kaplamışdı.

 

"Bu kadar çabuk olacağını düşünmüyordum, şaşırdım bir an." dedi.

 

"Merak etme, sadece bir yıl içinde her şeyi halledeceğim. Her zaman seni ziyaret edeceğim. Benden bu kadar kolay kurtulamayacaksın," dedim, ortamı yumuşatmak için yaptığım şaka boşunaydı. O saraydan öylece elimi kolumu sallayarak şehir dışına çıkamayacağımı iyi biliyordu.

 

"Peki bir yıl sonra ne olacak? Geri gelecek misin?"

 

Sorduğu soru beni düşündürdü, bir yıl sonra gerçekten ne olacakdı? Ailemin katilini bulup bedelini ödedikten sonra o saraydan canlı çıkabilecek miydim? Canlı çıksam bile Daniel beni sağ bırakmazdı. Ne olacağını bilmiyordum ama Peter'i bu konularda endişelendiremezdim.

 

"Geri döneceğim Peter" Bu yalana kendimi inandırmak istedim.

 

 

Turtaların hepsini bitirdikden sonra yarın yanıma alacaklarımı hazırlamak için odama çıkdım. Tabii ki kıyafetleri almayacaktım. Silahımı almam yeterliydi. Yatağımın yanındaki çekmeceyi açtım ve bıçaklarıma baktım. İşimi görebilecek kadar keskindiler. Peter bunların her birini, benim için cüce pazarından doğum günüme almışdı. Bıçak ve özellikle yay konusunda iyi olmama rağmen hançer işinde pek iyi değildim.

 

 

Hançer kullanmayı da buradaki herkes bilmezdi zaten. Krallık ailelerine özel derslerle öğretilirdi. Hançer kullanmak soylu olmayı temsil ederdi bir bakıma. Yayı kullanmayı ise daha çocukken Peter öğretmişti. Bu güne kadar attığım oktan hiçbir avım kaçamamıştı. Yaylarımdan işimi görecek birini bulup çekmecenin üzerine koydum.

 

Ve tabii ki zehirler. Bana gereken kadarını şişenin içine doldurdum. Ne olacağı belli değildi, her tür silaha ihtiyacım vardı. İşlerim bitdikten sonra tekrar yatmaya karar verdim. Oldukça geç olmuştu, sabah erken yola çıkmam gerekecekti.

 

Bana sabaha hazır olmam gerektiğini söylemişti, ama o şehre nasıl gireceğim hakkında bir bilgi vermemişti. Belki de muhafızları ortadan kaldıracaktı, en iyisi uyuyup sabah yola çıkarak her şeyi öğrenmekti.

 

***

 

"Vanessa, kalk. Hadi kalk kızım," Peterin başımın üstünde durup telaşla beni seslenmesiyle uyandım. Ne oluyordu yine? Hava daha karanlıktı, saat 4 belki 5'ti.

 

"Geldiler Vanessa," yattığım yerden doğrulup anlamaz bakışlarla ona baktım. "Kim geldi Peter?"

 

"Kendi gözlerinle görmen daha iyi olur" balkonu işaret etmesiyle, oraya ilerledim.

 

Gördüklerimle dona kaldım, gerçekten bunu yapmış mıydı?

 

 

 

 

 

Loading...
0%