Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Tuzak

@okyanuss_s

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🫶🏻

Keyifli okumalar🤍

 

Bu kadarını yapacağını tahmin etmemiştim. Kraliçeni buraya gelmeye nasıl ikna etti? "Bu gerçek mi?" İnanmayarak kendi kendime konuştum. "Fazlasıyla hem de." Peter'in duyduğum sesiyle kendime geldim.

 

"Seni almaya geldiğini söylüyor. Hazırlansan iyi olur." Bunu söyleyip beni odada yalnız bıraktı. Ben ise hala şaşkınlıkla aşağıdaki saray arabalarına ve etrafı inceleyen kraliçeye bakıyordum.

Kendine gel, Vanessa. Hemen dolabı açıp giyecek bir şeyler aramaya başladım.

 

"Hayır, bu olmaz. Bu da olmaz. Bu çok renkli. Bu ne böyle? Bu kıyafetin ne işi vardı burada?"

Sıkıntıyla oflayarak yatağın üzerine fırlattığım elbiselere baktım. Dolaptan öyle garip şeyler çıkmıştı ki, onu ne zaman oraya koyduğumu bile hatırlamıyordum. Kabul ediyorum, biraz dağınıktım, ama biraz.

 

Saraya kendim atla gideceğimi düşündüğüm için binicilik kıyafetlerimden birini giyecektim. Ama kraliçe ile saray arabası ile gidiyorsam, bir prenses gibi giyinmem gerekiyordu. Aniden aklıma gelen fikirle yerimden fırlayıp diğer dolabın kapısını açtım. Evet, bu işimi görürdü. Buz mavisi olan hafif kabarık elbiseyi giyip, korseyi sıktım. Saçıma yapacak bir şey bulamayınca açık bırakmanın daha iyi olacağını düşündüm. Dün akşam çekmecenin üzerine koyduğum bıçakları bir daha kontrol ettim. Zehir şişesini ve bıçağı giydiğim çizmelerin içine, bıçağın diğeriniyse korseme sıkıştırdım. Yay ve oklarımı elime alarak odadan çıkıp hızlı adımlarla aşağı indim.

 

Peter ve kraliçe yakın dursalar da tek bir kelime etmiyorlardı. Etrafta fazla muhafız vardı. Görünüyor ki kraliçe kendi canını pek fazla seviyordu. Beni gördükleri an daha da yanlarına yaklaştım. Saygı gereği hafif bir reverans yapıp kraliçeyi selamladım. Onu görmek içimde nefret ateşini daha da alevlendirmişti. Güvenini kazanana kadar sakin ve uslu bir prenses rolü oynamalıydım. Beni baştan aşağı süzen kraliçe konuşmaya başladı.

 

"Ne kadar değişmişsin, Vanessa. Güzel genç bir kız olmuşsun." söylediği sahte sözcükleri ve tebessümünü aynı samimiyetle yanıtladım. "Siz de hala aynısınız Kraliçem. 9 yıl önceki gibi asil ve zarif." dedim yüzümdeki en içten gülümsemeyle. Gerçekten hala aynıydı. O yukarıdan bakan ve aşağılayıcı bakışları, yüzündeki küçümseyici gülümseme hâlâ aynıydı.

 

"Arabaları hazırlayın." Muhafızlara söylediği bu sözlerden sonra bana dönmüştü."Kendi evine dönme zamanın geldi, Vanessa. Peter'le vedalaş, seni arabada bekleyeceğim." Kraliçe arabaya binince Peter'le vedalaşmak için sarıldım. "Kendine dikkat et. Başın sıkışırsa Leroy'u bul. O sana yardım eder." sanki kimse duymasın diye fısıldadığı sözlerle elime bir kağıt sıkıştırdı.

 

"Seni ziyaret edeceğim." elimdeki kağıdı sıkarak ondan ayrılıp arabaya doğru gittim. Yol boyunca ikimiz de sessizdik. Benim aksime kraliçe bu durumdan fazlasıyla rahatsız görünüyordu. Gaston şehrine girdiğimizde şehrin bu kadar değiştiğine şaşırdım. Şehir fazla gösterişli olsa da insanlar için durum pek iyi değildi.

Halk sanki ikiye bölünmüştü. Bazıları fazlasıyla zengindi, bazılarıysa kuru bir ekmek bile bulamazdı. Tabii bunları şehre giren çıkan tüccarlardan sık sık duyardım. Ama kendi gözlerimle görmek beni üzmüştü. 'Demokratik' adlandırdıkları bu sistemde insanlar ölüyordu, güçlü olan zayıf olanı ezdiyordu.

 

Sarayın kale duvarlarını gördüğümde saraya yaklaştığımızı anladım. İçimi anlamsız bir huzursuzluk kapladı. Yeni bir hayatın başlangıcıydı bu benim için, belki de ölümüme attığım bir adımdı. Kale kapılarından girdiğimizde at arabasının kapısı açıldı, ilk inen kraliçe olmuştu. Derin bir nefes alıp ben de ardından indim.

 

Herkes sarayın girişinde bizi bekliyordu. Saray halkının hepsi buradaydı, çoğunu tanımasam da, yaşlı olanların hepsini tanırdım. Genç olanlar muhtemelen varislerdi. En son on yaşındayken görmüştüm onları, bazıları benden bile küçüktü.

Hepsinin burada toplanma amacının beni selamlamak olmadığını tabii ki biliyordum.

 

Yıllar önce saraydan zorla sürgün edilen bir prensesi görmeye gelmişlerdi. Aşağılayıb ve ezebilecekleri birini görmeyi umuyorlardı. "Prenses Vanessa. Bir süre bu sarayda bizimle yaşayacak." kraliçenin söyledikleri beni sinirlendirirken, kendimi sakin tutmaya çalışıyordum. 'Bir süre' burası benim de evimdi. Ama bir misafir gibi karşılanıyordum.

 

Herkese hafifçe baş selamı verdikden sonra, fısıltılar başlamıştı. Beni kabul etmemeleri umrumda bile değildi. Bu nedenle bunları pek umursamamaya çalışıyordum.

Kraliçeyle hep birlikte saraya girdiğimizde benim için görevlendirdiği bir kadınla odama çıkmamın ve akşam yemeğinde herkesle tanışmamın daha uygun olacağını söyledi.

 

Misafir odalarından birinde kalacağımı görünce şaşırdım. Her varis kendi soyuna ait dairede kalırdı. Şaşkınlığımı gören kadın hemen açıklamaya başladı.

"Kraliçe burayı sizin için daha uygun gördü. Soyunuzun diğer varisleri sizi kabul ettikten sonra dairesine taşıyabilirsiniz. Varislerle aranızda tatsız bir durum yaşanmasını istemeyiz."

 

Odayı bana gösterdikten sonra, sarayla ilgili birkaç şey söyleyib gitti. Odada yalnız kaldığım an rahat bir nefes aldım. İçimde öyle bir huzursuzluk vardı ki, gözlerim yanıyor, aptalca gözyaşlarını engellemeye çalışıyordum. Ne bekliyordum? Üzüldüğüm şey bu değildi, hatırladığım ve benden alınan çocukluğumdu. Bu saray bana acı veriyordu. Buraya gelmeyi planlarken gözden kaçırdığım şey buydu. Buranın beni ne kadar üzebileceğini unutmuşum. Geniş balkona çıkıp etrafa bakmaya başladım. Manzarası fazlasıyla güzeldi. Çocukken oynadığım bahçeye bakıyordu.

 

Aniden duyduğum yalvarış sesiyle irkildim. "Affedin efendim, bir daha olmayacak, söz veriyorum. Teslimatı en kısa sürede yapacağım efendim." duyduğum bu sesle etrafa bakınmaya başladım. Nereden geliyordu bu ses? Bahçeye baktımsa da kimseyi göremedim.

 

"Anlaşmaya göre dün gece olmalıydı. Benimle mi oyun oynuyorsun, sen?' Sinirle çıkan sesin sahibini bulmak için balkondan biraz daha eğildiğimde, aşağıda bir balkon daha olduğunu fark ettim. Ses aşağıdan geliyordu. Merakla dinlemeye başladım. "Kraliçeni daha fazla oyalayamam, eğer şüphelenirse ilk senin canını alırım." dişlerini sıkarak sinirle konuşan sesi daha fazla merak etmeye başladım. Kraliçeden neyi saklıyordu? Sarayda kraliçenin birçok düşmanı olduğunu biliyordum, ama bu düşmanın kim olduğunu bilmek işime yarayabilirdi.

 

Aniden aklıma gelen fikirle aşağı kata inme kararı aldım. Hızla merdivenlerden inerek, bahçeye girdiğimde, çalıların arasına saklanıp balkona bakmaya başladım. Benimkinden farklı olarak dairesi ilk katta yer alıyor ve bahçeye açılıyordu. Galiba bahçede bu daireye birleştirilmişti. Yani bir soyun alanına ait olan daireye girmiştim şu an. Sinirle konuşan adamın arkası dönük olduğu için yüzünü göremesem de, kumral, uzun boylu biriydi. Giyiminden anladığım kadarıyla prenslerden biri olmalıydı. Kraliçenin her zaman yanında olan prenslerin ona ihanet ettiği fikri beni eğlendirmişti.

 

Eliyle adamın boynunu sıkarak onu azarlarken, diğeri yalvarıyor ve aff dilemeye çalışıyordu. Teslimatın ne olduğunu söylemeseler de, tehlikeli bir iş çevirdikleri açıktı.

"Bundan daha iyisini yapacaksın, hem de 1 ay içinde. Eski teslimatın iki katı kadar." yüzünü görmediğim adam elindeki kutuyu işaret ederek konuştu.

Kutunun içinde ne vardı? Merakla biraz daha yaklaştım. Ayağım altındaki kuru ağaçların üzerine bastığımda çıkardığı sesle hemen dikkatini çektiğimi fark ettim. Kahretsin, aslında fazla ses çıkarmamıştı. Ama yakınlarındakı çalıların içinde olduğum için adamın dikkatini çekmişti.

 

Çalılara baktığını gördüğümde nefesimi tuttum. Adım sesleri yaklaşıyordu, bir adım daha atarsa beni fark edeceklerdi. Ama aniden durdu. Biraz düşündükten sonra hızla balkondan odaya açılan geniş kapıdan içeri girdi. Kapının yanındaki çalışma masasının alt çekmecesini açarak kutuyu oraya koydu. Hala balkonda şaşkınlıkla onu izleyen adamın yanına geldi.

 

"Bana göstermek istediğin teslimatları görmeye gidelim." Adam hala şaşkınlıkla ona baksa da, ikisi birlikte balkondan bahçeye inerek ilerlemeye başladılar. Nereye gidiyorlardı ki şimdi?

Onları takip etmek istesem de bu pek akıllıca olmazdı. İlk günden fazla dikkat çekerdim. Bu nedenle onun yerine çekmecesine sakladığı şeyi görmeye karar verdim. Bahçeden odaya açılan kapıdan geçebilirdim.

 

Uzaklaştıklarını anladığım anda çalılardan çıkıp, sessiz olmaya dikkat ederek açık olan kapıya yaklaştım. Gördüğüm kadarıyla daire tamamen ona aitti, o yüzden bu kadar rahat konuşabiliyordu. Yukarıdaki daire bana aitti, yani misafir odası olduğu için çoğu zaman boş olurdu. Her işini rahatlıkla yapabileceği, sarayın pek uğranılmayan köşelerinden birini seçmişti. Aralı olan kapıyı açacağım zaman camda gördüğüm silüetle bunun bir tuzak olduğunu anladım.

 

Arkamdaydı, benden daha sessiz ve kurnaz olduğu belliydi. Nasıl bu kadar çabuk ve sessiz gelebilmişti? Kapıyı biraz daha aralayarak, korsemin içine sıkıştırdığım bıçağı elimle sıktım.

 

"Kimsin sen?" Arkama dayadığı hançerin soğuk ucuyla yerimde donup kaldım. Gözlerim hızla etrafı süzüyor, bir çıkış yolu arıyordum. Göğsümde hızlı bir şekilde çarpan kalbim sanki bana daha fazla zamanım olmadığını söylüyordu.

Ne yapmalıydım? Hançeri belime daha da yaklaştırdığında, refleks olarak eğilip karın boşluğuna doğru kuvvetli bir darbe vurdum. Dirseğim sert bir çıkışla havada keskin bir yay çizdi ve tam hedefine ulaştı. Bu anı yakalamışken, diğer elimde sıkıca tuttuğum bıçağı hızla çekerek onun boynuna dayadım.

 

Duvara yazlanmış olan adamın gözlerinde büyük bir şaşkınlık belirdi. Yüzündeki ifade, anlam veremediği bir durumun içinde olduğunu gösteriyordu. Belli ki böyle bir tepki beklemiyordu. Gözlerimi onunkilere sabitleyerek, elimdeki bıçağı daha sıkı bastırdım. Adımlarımı atmadan, hareketsizce dururken bile nefes alış-verişini duyabiliyordum.

 

Gözlerime şaşkın bakışlarla bakan adamın yüzüne yoğun bir dikkatle odaklandım. Ne yapacağına karar vermeye çalışıyordu. Ama bu sessizlik, aramızdaki gerilimi daha da arttırıyordu. Ve bu sessizliyi bozan ben oldum.

 

"Asıl sen kimsin?' Söylediklerime sessiz kaldı. Bakışları oldukça garip görünüyordu. Sanki inanmıyormuş gibi yüzümün her detayını inceliyordu. Buz mavisi gözlerinin derinliklerinde karmaşık bir ifade belirdi. Belli ki düşüncelerini toplamaya çalışıyordu.

 

"Vanessa?" dedi, adımı söylediğinde içim ürperdi. Şaşkınlıkla ona bakdım. Adımı nereden biliyordu? Prenslerden biri olabilirdi, ama emin değildim. Üstelik onları son görmemin üzerinden tam dokuz yıl geçmişti, o yıllar boyunca pek çok şey değişmişti. Nasıl olur da beni hemen tanıyabilirdi? Şaşkınlıkla buz mavisi gözlerine baktım, içim karmaşık duygularla doluydu.

 

Karşılıklı sessizliğimiz, etrafa yayılan gerilimi daha da artırıyordu. Ben hala bıçağı boynuna dayamıştım. Gözlerinde hem şüphe hem de merak vardı. Kim olduğunu öğrenmek istiyordum.

 

Kimdi bu adam?

 

 

Loading...
0%