@okyanuss_s
|
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🫶🏻 Keyifli okumalar🤍 İkimiz de kendimizi biraz topladıktan sonra hobbit kızı yeniden konuşmaya başladı. "Akşam yemeği için hazırlanmak ister misiniz? Ben size giymek için kıyafetler seçeyim. Siz de isterseniz duş alın" dediğinde dolaba ilerlemiş, birkaç parça kıyafet bakmaya başlamıştı bile. Ben de onaylayıp banyoya girdim. Fazlasıyla yorgun hissediyordum. Sıcak su belki iyi gelirdi.
Banyodan sonra Luna'nın yatağa koyduğu elbiselere baktım. Günlük hayatımda asla bunları giymezdim, zaten çiftlik evinde bunun gibi kabarık elbiselerle bir adım bile atamazdım. Yine de saraya için bile bana fazla abartılı gelmişti. "Luna, daha sade bir şey yok mu?" dememle Luna itirazlara başladı bile. "Leydim, siz bir prensessiniz. En uygun olanlar bunlar sizin için." dedi ve dolaba ilerleyip daha rahat bir şeyler aradım. Hayır, bunlar fazla şatafatlıydı. Bu elbiselerle rahatça hareket edemez ve saklanamazdım.
Bu gece birkaç yere daha bakmayı düşünüyordum, daha doğrusu gizlice girmeyi. Bu yüzden rahat bir şeylere ihtiyacım vardı. Birini bulduğumda giyinmek için elime aldım. Bu küçük hobbit kızıysa itirazlar etmeye başladı. "Leydim, bu fazla sade değil mi? Hem bu akşam yemeği sizi diğer varislerle tanıştırmak için yapılıyor. Daha özenli olmalısınız." dedi.
Tanrı aşkına bu elbisenin neyi sadeydi, hepsi bir birinden güzeldi. "Bak, hobbit kızı, şimdiden anlaşalım. Ben rahat olmayı seviyorum, şık değil. O yüzden elbiseleri buna uygun seç. Anlaştık mı?" dediklerimle çaresizce kafasını sallamıştı.
Kıyafeti giydikten sonra tacımı seçmesine izin verdim. Açık saçlarıma tacı da yerleştirdikten sonra hazırdım, tabii ki bıçaklarımı aldıktan sonra. Ama bu hobbit kızının yanında bıçaklarımı takamazdım. Onu odadan çıkardıktan sonra bıçağımı korsenin içine sıkıştırdım. Karşılaşacağım ani bir tehlikede korsemden bıçağı çıkartmak daha rahat oluyordu. Hazır olduğumda Luna bana büyük salona kadar eşlik etti.
Salona girdiğimizde herkesin masa arkasında oturduğunu gördüm. Anlaşılan ben biraz geç kalmıştım. Selamlaştıktan sonra boş olan bir sandalyeye oturdum. Kraliçe en başta oturmuş, sonra karşılıklı olarak prens ve prensesler oturuyordu.
Tam karşımdaysa Derek oturmuştu. Masadaki prenseslere baktığımda fazlasıyla şık olduklarını gördüm. Sanki bu gün için daha da özenmişlerdi. Galiba hobbit kızını haklıydı, giyimlerime biraz daha özen göstermeliydim. Herkes yerini aldıktan sonra kraliçe söze başladı. "Seni varislerle tanıştırmak istiyorum." dediğinde yanında oturan prensesi işaret etti.
"Prenses Belda. Kendisini eminim ki hatırlıyorsun." demesiyle sarı saçlı prenses, ela gözlerini üstümde gezindirdi. Bembeyaz teni ve hissiz suratıyla bir ölüyü anımsatıyordu adeta. Bu sarayın insanların ruhunu yok ettiğini düşünüyordum artık. Tabii ki onu hatırlıyordum. Aramızda en büyüğümüz oydu, en akıllı ve en gizemlisi de aynı zamanda. Ama çocukken pek konuşkan ve samimi biri değildi. Galiba hala aynı, yıllar bu huyundan bir şeyi değiştirmemiş gibi görünüyor.
Daha sonra diğer varisleri tanıttı. "Prenses Estella. Seninle yaşıt." Siyah saçlı prensesin gözlerindeki nefreti gördüğüm an onunla daha çok işim olduğunu anlamıştım. Kendisi Derek'in yanında oturmuştu. Tabii tanışma sırası ona gelmişti. "Prens Derek." Kraliçe Derek'in ismini öyle gururla söylemişti ki, bir prense bu kadar değer vermesine şaşırmıştım doğrusu. Dudaklarında gördüğüm sinsi gülümsemeyle kaşlarım çatıldı. Bu hayra alamet değildi.
"Aslında biz tanıştık Kraliçem." dediğinde sanki kafamdan kaynar su dökülmüş gibiydim. Ne gerek vardı şimdi bu detaya? Uyarıcı bir şekilde ona baksam da kraliçenin sorusuyla beni umursamayarak ona döndü.
"Nasıl yani?" Gerginlikten avuç içlerim terlemişti. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Daha ilk günden herkeste şüphe yaratamazdım. "Prenses Vanessa sıkıldığı için sarayı dolaşmaya çıkmış tabii, yeni olduğu için kaybolmuş. Biz de o zaman tanıştık, kendisine yolu bulması için eşlik ettim." Bunu demesiyle farkında olmadan tuttuğum nefesimi bıraktım. Bir an her şeyi söyleyecek diye çok gerilmiştim. Burada renkten renge girdiğime emindim. Gözümdeki ifade onu memnun etmiş olacak ki dudaklarında yeniden o küstahça gülümseme belirdi. Bir de dünyanın en nazik insanı gibi konuşup, ardından sinsice gülümsüyor ya, bu beni çıldırtıyordu.
Bana uyarı amaçlı bunu söylediğine emindim. Belli ki işine burnumu sokmamı istemiyordu. Ama küçük numaralarla beni durdurabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. "Öyle mi?" Kraliçenin sözleriyle ikimiz de ona döndük. "Nerde karşılaştınız ki?" Bunu söyleyen siyah saçlı prenses Estella'ydı. Şüphelendiğini açıkça belli eden bakışlarının yanı sıra sesindeki imayı da açıkça belli ediyordu. Derek de bu soruyla şaşırmış olacak ki, biraz duraksayarak cevapladı. "Büyük bahçede."
"Hayret, Belda ile biz de bütün gün orada gezinti yaptık, sizi hiç görmedik." demesiyle şüpheyle Dereke baktı. Derekin konuşmasına izin vermeden onu cevaplayan ben oldum. "Bahçenin girişinde karşılaştığımız için görmemeniz normal." Bunu deyip Derek'in yalanını devam ettirdim. Aslında Derek'in dairesine ait bir bahçeye girmiştim. Yani pek de yalan sayılmaz, sadece bahçenin ismini değiştirdik.
Kraliçe hafifçe öksürdüğünde yeniden ona odaklandık. Diğer prensesleri de tanıtmaya devam etti. Prenseslerden Dilan, Camilla, Nil, Dyanna ve prens Aron, Meriç, Carlos, Artus, Eriq, Rain ile tanıştım. Prenses Nil ve prens Eriq daha çocuktular. Hatırladığım kadarıyla Nil'in 10, Eriq'in 11 yaşı vardı. İkisi de o kadar masumdu ki, bu küçüklerin entrika dolu sarayda büyümeleri beni üzmüştü. Prenses Dyanna ve prens Aron ise ikizlerdi. Ama birbirlerinin tam tersi gibiydiler. Yine de beni en samimi karşılayan bu iki kardeş olduğunu söyleyebilirim. Masadaki çocuksu atışmaları beni güldürüyordü. İkisi de benden bir yaş küçüktüler.
Prenses Dilan ve Camilla ise anlam veremediğim bir kinle bana bakıyorlardı. Garip bir şekilde bana karşı bu kadar nefretin sebebini bir bakıma anlayamıyordum. Asıl benim onlara nefret beslemem gerekiyordu ki, besliyordum da. Hem de en acımasız olanından. Prens Carlos, Artus ve Rain de aynı kızlar gibi şüpheli ve kin doluyorlardı.
Aslında bu kinlerin sebebini benden korktukları için olduğunu biliyordum. 9 yıl boyunca içimde beslediğim nefret ateşinden korkuyorlardı. Varlığım onlara rahatsızlık veriyordu. Onlarda benim masum olduğumu, yıllarca yapmadığım günahların bedelini ödediğimi biliyorlardı. Bu rahatsızlıkları vicdan azabından mı kaynaklanıyordu, yoksa sevdikleri tahtlarını ellerinden alabileceğimi mi düşünüyorlardı, henüz çözememişdim.
Prens Meriç ise galiba gerçek bir prensti. Bunu söylüyorum çünkü hareketleri ve sözleri bunu kanıtlıyordu. Derek'in aksine sahip olduğu nezaketde katiyen sinsilik yoktu, tam aksine fazla mütevaziydi hatta. Tanışlık bittiğinde sohbetler eşliğinde yemeklere başlandı. Canım bir şey çekmese de birkaç lokma yemeye çalıştım.
Yeni bir yere alışmak benim için her zaman zordur. Saraydan ayrıldığımda da üzüntümden bir şey yiyememiştim. Peter'den ayrı yaptığım seyahatlerimde hep ilk günü bir şey yiyemez, bulunduğum yere uyum sağlamaya çalışırdım. Bunu bilen Peter de hep benim asla hayır diyemeyeceğim portakallı turtaları yapardı ve oraya vardığımda bunları mutlaka yememi söylerdi. Tabii ki yarısını zaten yolda yer ve oraya varıncaya kadar bir şey bırakmazdım.
Yanımda oturan prenses Dyanna ve prens Aron'la biraz sohbet etmek beni rahatlattı. Kardeş oldukları o kadar belirgin ki, birbirlerine sataşmadan bir saniye bile duramıyorlardı. Gözüm birkaç defa Dereke kaydığında, prenses Estella ile samimi bir şekilde sohbet ediyorlardı. Gerçekten samimi olması beni şaşırtmıştı. Demek isteyen de gayet samimi gülen birisiydi.
Yemek bittiğinde herkes büyük salonun bir tarafına dağıldı. Herkesin kafası sohbete dalmıştı, sessizce salondan çıkmaya karar verdim. Herkes buradayken bunu değerlendirmeliydim. İstediğim yerlere rahatça girebilirdim, özellikle de kraliçenin odasına. Kimse beni fark etmediğini düşünerek yavaşça salondan çıkmak için yürümeye başladım ki, duyduğum sesle yerimde dona kaldım.
|
0% |