Yeni Üyelik
6.
Bölüm

6. Tehlikeli oyun

@okyanuss_s

Oylamayı ve yorum yapmayn

unutmayn🫶🏻

Keyifli okumalar🤍

 

 

Bu neşeli sesin sahibi küçük prens Erig'di.

"Venessa abla nereye gidiyorsun?" Tatlı gülümsemesi, planımı bozduğu için ona kısma isteğimi yok etti. Fazlasıyla tatlı ve masumdu. Yanıma koşarak gelerek konuşmaya başladı.

 

"Derek senin çok iyi ok attığını söyledi doğrumu?" Demesiyle gözlerim Derek'e kaydı. Yüzündeki durgun ifadeden bir şey anlayamadım. Bilerek yapmış mıydı diye düşündüm. Salondan çıkacağımın farkına varmış mıydı acaba? Eriq'in sesiyle yeniden ona döndüm.

 

"Bende ok atmayı çok severim, hatta çok iyiyim biliyor musun? Yarış yapmaya ne dersin?"

 

Söyledikleri beni güldürmüştü. Bir az eğilip onunla boy hizasına geldim. "Aslında o kadar iyi değil, seninle yarışacak kadar güçlü olduğumu düşünmüyorum." Gülerek dememle hızla yanımız prenses Nil koşmuştu.

"Bence benimle yarışmalısın, çünkü Eriq'den daha iyiyim." bu dedikleri Eriq'i kızdırmaya yetmişti bile.

"Hiç te bile, en son yarışta ben kazandım."

"Ondan öncekin dede ben."

"Daha öncekinde de ben."

 

Bu tartışmaları çocukken Derekle benin aramda olan kavgaları hatırlattı. Tabi biz bu kadar sakin ve tatlı kavga etmezdik, genelde bir birimize saldırırdık. Ben şaşkınlıkla onların tatlı atışmaların dinlerken prenses Dyanna yanımıza gelip onları susturmuştu bile.

 

"Sakin olun, kimin daha iyi olduğunu öğrenmek için yeni bir yarışa ne dersiniz? Vanessa ile yarışıp, kazanan ok atmakta en iyisidir demektir." Bu fikri ikisi de beğenmiş olacak ki, bana baktılar. Başka çarem olmadığı için kabul ettim. Çocuklar şimdi yapmak için ısrar etseler de Prens Dyanna yarın yapmakta onları ikna etti. Sonra ise Dyanna ya isyanlarına başladı.

 

"Hem bana neden abla demiyorsun. Senden 7 yaş büyüyüm ben." Bana abla demesini fark etmiş olacak ki bu tatlı sitemleri beni güldürdü. Bir az daha onlarla sohbet ettikten sonra yorgun olduğumu söyleyerek salondan ayrıldım. Hobbit kız salonun girişinde beni bekliyordu.

"Leydim, iyi eylendiniz mi?"

Aceleyle başımı sallayıp, onu bir az kenara çektim.

"Kraliçenin odası nerde Luna? Hangi dairede?" Bunu sormamı beklemiyor gibi şaşırdı.

"Kraliçenin odasnı ne yapacaksınız ki?"

 

"Lütfen fazla soru sorma Luna akşam sana her şeyi anlatacağım şimdi odayı söyle." Aramızda olan sohbetten sonra ona güveniyordum, tabii ki ne aradım hakkında ona söyleyemezdim. Bir yalan uyduracaktım. Sabırsız halimi anlamış olacak ki kaldığı katı tarif etti. Amma dairesinden pek emin değildi.

 

"Efendim bende saraya size hizmet etmem için apar topar bu gün getirildim. O yüzden odaları tam bilmiyorum. Ama Marson'un söylediğinden hatırladığım kadarıyla koridorun en başından birinci veya ikinci kapı olmalı. Zaten o katta kraliçe ile beraber 2 prenses ve bir prens kalıyor" beni odada beklemesini söyleyip acele adımlarla merdivenleri tırmanmaya başladım. Sonunda beşinci kata vardığımda nefessiz kalmıştım. Evet şimdi odayı bulmak kalmıştı. Aslında özellikle aradığım bir şey yoktu. Kraliçenin odasında bir şey bulacağıma emindim, öyle hissediyordum.

 

Ve Daniel'in söylediği taşa da bakınacaktım tabi. Onu bulmak zamanı geldiğinde bana kendi bilgi göndereceğini söylese de, o taşı neden aradığını anlamam için ilk önce kendim bulmalıydım. Koridora 3 taraftan giriş vardı. Lunanın koridorun başı dedikte neyi kast ettiğini anlamak bir az zordu. Birinci odanın kapısını açtığımda bir prenses odası olduğu belliydi, hızla kapatıp diğer odaya daldım, buda kraliçe ve prens odası olmayacak kadar çocuksuydu. İki odam kalmıştı.

 

Birinci odaya girdiğimde kraliçenin adası olduğunu düşündüm, daire yeterince genişti, duvarda olan kendi tablosu da bunu kanıtlıyorsun. Fazla gösterişli ve abartıydı her şey. Emin olmak için diğer daireye de girdiğimde şaşırdım. Diğer daireye çok benziyordu. Gösteriş, abartı odada hüküm sürüyordu. Bir kadına mı yoksa erkeye mi ait belli olmuyordu. Ve beni en çok şaşırtan yine duvarda asılı olan kraliçenin tablosuydu. Bir prens neden odasına bu assın diye düşünmüştüm ki, bunun saçma olduğunu anladım. Bütün prenslerin kraliçe yanlısı olduğunu herkes bilirdi.

 

Hızla kıyafet dolabına bakıp odanın kime ait olduğunu anlamaya çalıştım. Evet bir prense aitti. Dolabı kapatıp odadan çıkmak için hızla çıkmaya çalışırken çalışma masasının çarpmamla dağınık olan kağıtların yere düşmesine sebep oldum. Tanrı aşkına bu gün lanetlendi mi? Bu sakarlık ne? Hızla kağıtları toplayıp masaya bıraktığımda, kraliçenin yazan adını görmemle duraksadım.

 

Odayı yalnız pencereden düşen ay ışığı aydınlattığı için oraya doğru yaklaştım. İncelediğimde kraliçenin imzasını aydınca gördüm, bu bir anlaşma mıydı? Yazıyı okuduğumda daha da şaşırdım. Yeni bir sürgün anlaşmasıydı. Şimdiyse bizim krallığa sığınan Girard halkını köle olarak kızıl madenlerinde çalışmak için Morel krallığına satıyordu. Bu kadın tam bir şeytandı. Nasıl ona güvenen, sığınan insanla böyle yapa biliyordu? Yıllarla erkek egemenliğine karşı savaşan, onların adaletini beğenmeyen kadının bu olduğuna inanamıyordum.

 

Evet belki kraliçeden nefret ediyordum, amma krallığımız onun yönetimiyle güçlendi, ilk 30 yılda yaptığı anlaşmalar, reformlar bizi yükselti. Ve oda her kesin saygısını kazandı. Amma son 15 yılda yaptıkları sadece kendi hırsı ve egosu yüzündendi. Diğer kağıtlarada baktığımda başka prenslerin adlarını imzalarını gördüm. Derekin de adı vardı, amma imza henüz yoktu.

 

Tabii kararları kraliçe verse de "demokratik" bir sistem olduğu için prens ve prenslerin onayında alınmalıydı. Çoğu ya kraliçeden korktuğu yada, yancısı olduğu için bu o kadar da sorun yaratmıyordu kraliçeye. Masaya bıraktığım kağıtları almaya uzandığımda, gelen sesle dona kaldım.

 

Hayır, lütfen şimdi değil. Sesin daha da yaklaşmasıyla etrafa bakındım. Düşün Vanessa, düşün kızım. Kapının kulpunun hareketlendiğini gördüğüm an eğildim. Yavaşça masanın altına girdim. Kahretsin, masanın ön kısmı tamamıyla kapalı değildi, 20 santimlik bir boşluk vardı ve beni fark ede bilirdi. İçeriye girmesiyle, iki kişi olduklarını anladım. Bu gün şans neden bana hiç gülmüyordu?

 

"Kraliçe bu gün imzalanmasını istediği için, seni buraya kadar çağırdım. Bilirsin verdiyi karaları hemen uygulamak ister" konuşan prensin h olduğunu anladım. Gire gire onun odasına mı girmiştim. Zaten bu sarayda kraliçenin portresini kendi yatak odasına asacak kadar yancısı olan bir prensti kendisi. İyi ki o an hobbit kızını dinlemeyip kabarık bir elbise seçmemiştim. Elbisenin tüllerini kendime çekip kendimce saklanmaya çalıştım.

 

Işıklar hâlâ kapalıydı bir kaç mum yaktıklarının farkına vardım. Odada loş bir ışık vardı. Diğer sesi işitinceyse gerçek bir şok yaşadım. Prens Derekti.

 

"Ben bu konuda hâlâ kararsızım, Artus. Bunun krallığımızın geleceği için doğru bir adım olduğunu pek sanmıyorum." Neyden bahsediyordu ki?

"Bak Derek, kraliçe krallığımız için en doğru kararları verir. Hem bu o insanların kurtuluşu olacak, çalışmak, uyumak için bir yere sahip olacaklar."

"Çok zor şartlar altında çalışacaklar" diye prens Derek onu düzeltti.

 

"Ne zamandan beri kraliçenin karaların sorgular oldun" prens Artus'un sesinde sinir ve ima kendini belli ediyordu.

"Hayır yanlış anladın beni" deyip sıkıntıyla iç çekti. "Ama.." sözü yarım kadı, bir şey söylemdi. Bir kaç saniyelik sükutun ardından konuşan Artus oldu.

 

"Ama ne? Hem nereye bakıyorsun sen?" Demesiyle korkuyla kalbim hızla çarpmaya başladı. Buraya mı bakıyordu acaba? Fark etmişiydi beni?

 

"Hiç bir yere, senetler nerede imzalayacağım." Derek hızla gelip masanın karşısında durmuştu. Yalnızca ayakkabılarını göre biliyordum. Karşımda durduğu için Artus beni fark edemezdi. Yaklaşan adım sesleriyle prens Artus da masanın karşısında durdu.

 

"İşte burada." demesiyle Derek masanın diğer tarafına irerlerdi. Gelme be adam, gelme. Bu defa kesin rezil olacaktım. Nasıl açıklayacaktım bu durumu?

 

Tam karşımda durduğu zaman, sandalyeni çekip oturdu. Ben korkuyla gözlerimi sımsıkı kapatsam da bir şey olmamıştı. Beni fark ettiğine emindim, amma görmemiş gibimi yapıyordu o? Eli ile masanın aşağısında bana git git işareti yaptığında, eteklerimi yığmamı söylediğini anlamıştım. Elbisemin tüllerini bir az daha kendime çekmeye çalışırken, ayağını eteyim üzerine koymasıyla dona kaldım. Artık beni fark ettiğine emindim.

 

"Hadi imzala daha neyi okuyorsun Derek?"

Derek galiba az önce benim baktığım kağıtları inceliyordu. Demek oda buna göz yumacaktı. O an içimde ona karşı olan derin bir öfkeye engel olamadım.

"Şartlar fazla ağır, en azı iş konusunda onlara müsemma göstere bilirdik."

 

Demesiyle şaşırdım, demek az önce de konu bu sözleşmeden gidiyordu. Anladığım kadarıyla anlaşmayı imzalamak istemiyordu. İçimde bir umut beklide diğerleri gibi değildir diye geçirdim.

"İmzalamayacaksan sözleşmeyi bana ver." Prens Artus diyerek Derekin yanına ilerlediğinde hızla Derek konuştu.

 

"Tamam imzalıyorum." Bunu demesiyle Artus durdu. O an bunu benim için yaptığını düşündüm ve buna sebebiyet verdiğim için vicdan azabı hissettim. Bunu yapamazdı. Bir kaç kağıda imzayı attıktan sonra ayağa kaldı. Kağıtları prens Artus'a uzattığında elindeki kalemi yere saldı. Elbisemin tam üzerine düşmüştü.

 

Kalemi almak için eğildiği an göz göze gelmiştik. Ben hâlâ gergin halde yerimde sanki dolmuş gibi bekliyordum. Bana bakan buz mavisi gözlerindeki öfkeyi oda da olan loş ışıkta bile aydınca belli oluyordu. Daha fazla bakmaya cesaret edemeyerek gözlerimi kaçırdım. Oda kalemi hızla alıp kendini bir az topladıktan sonra Aetus'un yanına gitti.

 

"Akşam yürüyüşüne ne dersin? Hem seninle konuşmak istediğim bazı konular var?" Derek'in sakin çıkan sesinin aksine Artus'un seni yorgun gibiydi.

 

"Aslında başım çok ağrıyor, ama bir az yürüyüş iyi gele bilir" bunu demesiyle ikisi de odadan çıktı. Ona gerçekten borçluydum, bunu yapacağını hiç beklemiyordum. Ama daha büyük sorun vardı. O sözleşmeyi imzalamıştı. Ve buna neden olan sebeplerden biride bendim. Fazla sinirli olduğuna emindim. O sözleşmeyi zaten imzalamaya mecbur olduğunu biliyordum, ama bir şeyleri deyişe bilir, şartları yumuşata bilirdi. Benin yüzümden bu fırsatı kaçırmıştı. Buna neden olduğun için kendimi kötü hissediyordum. Bu kadar dikkatsiz davrandığım için kendime çok kızmıştım.

 

Hızla odadan çıkıp karanlık koridora baktım. Demek ki kimse gelmemişti. Bunu fırsat bilip kraliçenin odasına da girme kararı aldım. İlk başta o odaya girmemeliydim. Çalışma masasına, çekmecelere baksam da bir şey bulamadım. Ve doğrusu şaşırmadım. Gizlediği bir şeyler elbette vardı ve kraliçe fazla zeki olduğu için gizlediği tabi ki ortalıkta olamazdı. Odanın ortasında durup incelmeye başladım. Her defasında porte dikkatimi çekiyordu. Aklıma gelen ani fikirle portreye yaklaşıp incelmeye başladım. Bir az yerinden oynatmaya çalıştığımda gizli bir dolap olduğunu anladım.

 

Dudaklarım istemsizce kıvrılsa da porteyi indirdiğimde gördüğüm onlarca kilitle yüzüm düştü. Çelikten olan kapısı bir çok yerden kilitlenmiş, üstüne birde şifresi de vardım. Porteyi hızla yerine asıp odadan çıktım. Burada fazla vakit kaybedemezdim. Bir çözüm bulup sonrada gele bilirdim. Bu gün bu kadar adrenalin bana yeterdi. Kendi katıma vardığımda Luna hala kapının ağzında durmuştu.

 

"Neden buradasın sen? Odada beni bekle dedim."

"Sizsiz girmem doğru olmaz leydim." Ay bu kız beni öldürecekti.

"İstediğin zaman gire bilirsin, bana sormana gerek yok." deyip ikimizde odaya girdik. Luna hala telaşlı ve gergindi.

 

"Efendim, bunu sormak belki bana düşmez, amma oraya neden gittiniz. Haddimi aştıysam affedin beni" tedirgin çıkan sesiyle ona döndüm. Derin bir iç çekip konuşmaya başladım.

 

"Bak Luna kraliçe bir çok şey saklıyor, ve büyük savaş planları ola bilir. Senin halkına yaptığını şimdi lefevre halkına yapmak istiyor. Bunlara engel ola bilmem için ilk önce planının ne olduğunu öğrenmeliyim." Aslında Lunaya yalan söylediğimi diyemezdim, sadece bazı kısımları atladım ki, bunları bilmesine henüz gerek yoktu.

 

Luna dehşetle ellerini ağzına götürüp kapatmıştı. Zavallı hobbit kızı çok korkmuştu.

"Ben ne söyleyeceğimi bilmiyorum efendim."

"Bir şey söylemene gerek yok, bana yeri geldiğinde yardım et yeter."

"Her zaman yanınızdayım prensesim. Umarım daha fazla savaş olmaz."

"Umarım." diye mırıldandığımda bu derin düşüncelere dalmıştım bile. Ve beni bu düşüncelerden ayıran Luna'nın tereddütle çıkan sesi oldu.

 

"Leydim, benim size bir şey daha söylemem gerekiyor"

"Söyle Luna" diyerek giydiğim korsenin iplerini boşaltmaya başladım.

"Siz buraya gelmeden bir az önce pres Derek gelmişti. Sizi sordu" duyduğuyum isimle hızla ona döndüm.

 

"Ne söyledi?"

"Sizin odanızda olup olmadığınızı sordu?"

"Sen ne söyledin?" Umarım odamdayım diye yalan atmamıştır, daha fazla rezil olmak istemiyordum.

"Odanızda olmadığınızı, yürüyüşe çıktığınızı söyledim." rahatlamış şeklide derin nefes aldım.

"Özür dilerim prensesim, sizi zor durumda bıraktığım için beni bağışlayın"

"Özür dilemene gerek yok Luna, iyi yapmışsın ve artık beden özür dileme lütfen"

"Özür dilerim efendim, bir daha dilemem" söylediğinin farkına varmış olacak ki yeniden özür diledi.

 

"Tamam, tamam. Sorun yok Luna. Git şimdi dinlen" onu odadan yolladıktan sonra giydiğim kıyafetlerden kurtulup rahat bir şeyler giyinip, yatağa uzandım. Bu gün baya aksiyonlu geçmişti. Bir güne bu kadar gerginlik beni yormuştu. Derek'in odama geldiğinde orada olmadığım için şanslıydım. Bu günlük bu kadar karşılaşma yeter. Uyumamaya çalışsam da olmuyordu. Bu gün olanlar aklıma geldikçe sinirleniyordum. Neden bu kadar dikkatsiz davrandım. Hemen kendime gelmediydim. Böyle dikkatsiz davranmaya devam edersem, isteğime ulaşmazdım bile.

 

Yeniden yatağıma uzandığımda bu defa kara kuzgunun pencereme vuran kanat sesiyle irkildim. Yeni bir not daha mı, bari bir iki gün geçseydi. Hayret bu defe o kulak batırıcı sesi yoktu. Eğitim gördüğü belliydi. Yanına gidip ayağına bağlanmış notu açıp okumaya başladım.

 

"Kendi başını belaya sokmayı bırak soylu kız. Yarın akşam sarayın giriş kapışında ol. Emirlerimi bekle, uslu dur."

 

Okuduklarımla gözlerimi devirdim. Emirlerini mi bekleyecektim? Çok beklerdi. Demek sarayın içinde adamları vardı. Bir de peşime adam mı takmış? Onun içinde bir şeyler düşünmeliydim. İlk önce onunda güvenini kazanmam gerekliydi ki yüzünü göre bileyim en azından. Büyük düşmanlarım vardı ve ben bir çoğunun kim olduğunu bile bilmiyordum. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Planlı ve sinsi adımlarla bir yıl içinde her şeyi halledebilirim. Kendimce bir az düşündükten sonra kuzgunun da gittiğini fark ettim. Hayret bir yılan gibi sessizdi bu gün. Daha fazla düşünmeyi bırakıp kendimi uykunun kollarına bıraktım. Derek'e ne söyleyeceğimi de yarın düşünürdüm artık.

 

 

Loading...
0%