@okyanuss_s
|
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🫶🏻 Keyifli okumalar🤍
Söylediklerine anlam verememiştim. Zaten bir anlaşma yapmıştık. Dudakları memnunmuş gibi yukarı kıvrılmış, yaslandığı masadan beni izliyordu. Ben ise şaşırmıştım. Aklından neler geçtiğini, yine ne planladığını kestiremiyordum. Gece mavisi gözlerini gözlerime kilitlemişti. Bu sessiz bakışmadan rahatsız olduğumu hissettim. Rahatsızlığım yalnızca bu bakışlarda değildi, onun varlığı içimi huzursuz ediyordu. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordum. Daha fazla beni bilinmezliğine çeken gözlerine bakamayıp, yanan mum ışığına odaklandım.
"Ne anlaşması?" Sonunda kendimi toparlayıp konuştum. "Sana verdiğim bir yılını uzatacak bir anlaşma." Bunları söylemesiyle kaşlarım çatıldı. Bana verdiği bir yıl mı? Cidden bir yıl içinde onu yaşatacağımı düşünüyordu? "Kraliçeyi tahtan indirmeme yardım et ve tahtı devral" dedi ve mumun birini iki parmağıyla söndürdü.
Duyduklarımla neye uğradığımı şaşırdım. Bu adam delirmiş. Gaston soyunu tahttan indirmek imkansız bir şeydi, bir de benim tahta geçmemi istiyor? Hem benden neden yardım istiyordu ki, kendisi bir suikastçıydı. İstediğini rahatlıkla yapabilirdi. Fazlasıyla şüpheliydi. Kraliçeyle olan derdi neydi? Ve bundan gerçek kazancı ne olacaktı?
"Sen kafayı mı yedin?" Dedim gülmeme engel olamayarak. Konuştuğumuz konunun saçmalığı, düştüğüm durum sinirimi bozuyordu. Sinirle hala gülmeye devam ederken o kaşını kaldırmış, sanki deli olan benmişim gibi bakıyordu. Kendimi toparlamaya çalıştım. Oysa ciddi bir şekilde hâlâ beni inceliyordu. "Sen ciddisin?" Dedim inanmayarak. "Fazlasıyla" ciddi bir ses tonuyla söylediği sözlerle yüzünde mimik bile oynamıyordu.
"Farkındaysan Gaston soyu tam 70 yıldır tahta hakim. Kraliçe 45 yıldır o tahtın başında, üstelik kolaya kolay bırakmak gibi bir niyeti de yok. Ve ben daha 19 yaşındayım, kraliçenin torunu olsam da saf bir kan değilim, babam onun soyundan değildi, yani kurallara göre asla tahta geçemem. Anlıyorsun değil mi?" bir nefese söylediklerime önem bile vermemişti. Yaslandığı masanın üzerinde olan mumları söndürüyordu.
"Gaston soyunu indirdikten sonra kural diye bir şey kalmayacak." dedi. Bense hala bu ciddi tavrı karşısında ne yapacağımı bilmiyordum. O taht oyunlarının asla bir parçası olmazdım, olmamalıydım. "Senin bundan çıkarın ne? Benim tahta geçmem ne işine yarayacak? İnan ki tahta sahip olsam, alacağım ilk kelle senin olur." dedim sert bir tonla. Şüpheli bakışlarla her bir hareketini inceliyordum. Dudakları hafifçe kıvrıldı.
"Geniş hayal gücün var." dedi ve bir mumu daha parmakları arasında bir toz tanesi gibi ezip söndürdü. "Seninki kadar değil." dedim yüzümdeki yapmacık gülümsemeyle. Yeniden ciddileşerek konuşmaya başladım. "Bizim bir anlaşmamız zaten var."
"O anlaşmada kalıyor, taşı bulacaksın ve bunun karşılığını zaten yaşayarak alıyorsun. İkinci anlaşmaya göre ise kraliçeyi tahttan indiriyoruz ve tahta sen geçiyorsun." Kaşımın birini kaldırarak sordum. "Peki diğer anlaşmamızda benim kazancım ne?" Durdu, uzunca yüzüme baktı. "Ailenin katillerini bulmakta sana yardım edeceğim." dediği zaman boğazıma bir yumru oturdu sanki. Nefes alamadım. Ciddi miydi? O saraya neden girmek istediğimi biliyordu. Zaten bu yüzden onu bulmaya çalışmıştım ya. Bununla bile sesli söylemesi tuhaf hissettirmişti.
"Ya kabul etmezsem?" Sorduğum soruyla yüzündeki eğlenen ifade gitmiş, ciddileşmişti. Bir şeyler gizliyordu. Yaslandığı masadan doğrulup bana doğru yürüdü. Yanıma vardığında gözlerini hafifçe kısarak bana baktı. Boy farkımızdan dolayı kafamı kaldırmış ve onun gibi gözümü bile kırpmadan gözlerine bakıyordum.
"Benimle sakın oyun oynama, küçük fare. Sana bir şey yapmayacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun. Yolumda işe yaramaz çöpleri sevmem, o yüzden çöpleri temizlemeyi de ihmal etmem. İşime yaramadığında seni de bir çöp gibi ezmekten hiç çekinmem." söylediğinde yutkundum. Gözlerindeki nefretin bir sınırı yoktu. Evet, yapardı pislik. Açıkça ya kabul et, ya da öl diyordu. Benden uzaklaşırken yeniden masaya yaslandı. Yanan mumlardan birini daha parmakları arasında bir toz tanesi gibi ezerek söndürdü.
Işık giderek azalıyor, benim kalbimde sıkışıyordu. Tahta geçmek gibi bir niyetim hiçbir zaman olmadı. Onların bu taht sevdasından bu kadar nefret ederken, onlar gibi taht için savaşamazdım. Aslında o tahta geçerek buradaki çok şeyi değiştirebilirdim. Yıllarca kraliçenin kendi halkıma ve diğerlerine yaptığı her şeye karşı çıkabilirdim. Ailemin katillerini bulmak ve onları yok etmem daha kolay olurdu. Amma o taht uğruna savaşan hiç kimse aynı kalmadı. Öyle zehirli bir tılsım ki, bende etkisine kapılmaktan korkuyordum. Nefret ettiğim şeye dönüşmek istemiyordum.
Garip olan diğer şeyse Daniel'di. İlk defa o gözlerini bu kadar yakından gördüm ve bana bu kadar benzemesi bütün benliğime korku saldı. Gözündeki sınırsız nefret... Evet, bu nefreti biliyordum, onu en iyi ben tanıyordum. Öyle bir nefret ki bir parçam olmuştu benim. Ve aynı nefreti paylaşıyorduk onunla. Neden kraliçeye, krallığa bu kadar nefret beslediğini bilmiyordum, ama yakında öğrenmem gerekecekti. Ben daldığım düşüncelerle odayı aydınlatan son üç mumu izlerken, Daniel'in sesiyle gözlerine odaklandım.
"Hadi küçük fare, kararın ne?"
Bana bakmıyor, sadece yanan mumlara odaklanmıştı. Parlayan gözleriyle sanki dünyadaki en değerli şeymiş gibi mum ışığını izliyordu. Ellerini sıcaklık etki etmiyormuş gibi yanan küçük alevlere yaklaştırıyor, şekil veriyormuş gibi alevlerle oynuyordu sanki. Aniden mumu söndürüp bana odaklandı. O an anladım ki asıl oyun oynadığı benim. Cevap bekliyordu. Ben ise ne yapacağımdan emin değildim. Ne söylemeliydim? Yeni bir oyunu kaldırabilir miydim?
"Bana zaman ver," yavaşça çıkan sesim sona doğru titremişti. Neden böyle hissettiğimi bilmiyordum. Ama bu adamın varlığı ruhuma eziyet ediyordu. Eski yaralarımı varlığıyla yüzüme vuruyordu sanki. Açık olan pencereden aniden vuran rüzgarla mumlar tamamen söndü. Rüzgar açıkta olan saçlarımı okşarken kulaklarıma acı çığlıklar doluyordu sanki. Büyük katliam olan zaman duyduğum son çığlıkları hatırladım. Acıyla bir çocuk feryadıydı bu. Hissettiğim hareketlilikle karşımda olduğunu anladım. Oda karanlıktı, hafif ay ışığı odayı çok az aydınlatıyordu. Karşımda duran adamsa hala bir cevap bekliyordu. Sözcükler istemsizce dudaklarımdan döküldü.
"Kabul ediyorum" içimdeki çelişkiden farklı olarak sesim fazla emin çıkmıştı. "Onların yıldızlarını söndürelim soylu kız" dedi memnun çıkan sesiyle. Sonra yanımdan geçerek kapıya ilerledi. Bense hala olduğum yerde kalmıştım. Aniden anımsadığım çığlıklar hala kulaklarımda yankılanıyor, kalbimi sıkıştırıyordu.
Gerçekten kimdi bu adam?
İçerinin daha da aydınlanmasıyla arkamda olan adamın kapını açtığını anladım. Hala ordaydı. Gölgesi karşımdaki duvarda bütün heybetiyle duruyordu. Son cümlesinde söyleyip gitti "Richard her şeyi biliyordu, büyük katliamda oradaydı ve her şeye göz yumdu. İşte sana küçük bir ipucu."
Duyduğumla bir an afalladım. Richard benim diğer dayılarımdan biriydi. Kendisi Meriç'in babasıydı. Kraliçe onu daha küçükken evlat edinmişti. Üvey oğlu olsa da, kraliçenin kızıyla evlendiği için Morel soyundan sayılıyordu. Ve tabii ki kraliçenin sağ koluydu. Açıkça söylemek gerekirse, bunu kabul edemiyordum. Richard o zamanlarda Gaston şehrinde bile değildi. Kraliçenin emriyle, düşman krallıklarla müttefikliği yeniden yaratmak için, Legalos'a gönderilmişti. Evet bundan emindim. Uzun bir süre ortalıkta yoktu. Ama Daniel'in söylediği peki?
O nerden biliyordu bunu? Kafam zonkluyordu sanki. Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım. Buradan çıkmam gerekiyordu. Kendimi zorla dışarıya attığımda Daniel çoktan gitmişti bile. Buraya adım attığımdan itibaren kalbim öğle sıkışıyordu ki. Hiçbir şeyi anlam veremiyordum. Zorla ata bindikten sonra saraya doğru sürmeye başladım.
Geri dönüşü olmayan bir yola girmiştim. Öyle bir oyunun içindeydim ki, her halükarda bir şeyler kaybedecektim. Ya kendi canımı, ya da kendi kişiliğimi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Artık ben de eski Vanessa değildim. Annemin saçlarımı okşadığı, kardeşlerimle oyunlar oynadığı, babamın masallar anlattığı küçük kız değildim artık.
|
0% |