Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Balo

@okyanuss_s

Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın🫶🏻

Keyifli okumalar🤍

 

 

Balo

 

Zaman, sanki hızla akıp giden bir nehir gibi geçiyordu. Günlerin nasıl geçtiğini anlayamıyordum bazen. Daniel'le anlaşmamızdan tam bir hafta geçmişti. O günden sonra onu görmemiştim. Bir haber de yollamıştı. Anlaşılan harekete geçmemiz için doğru zamanı kolluyordu. Bu bir hafta içinde pek bir şey öğrenmemiştim. Richard dayım hakkında bilgi toplamaya çalışsam da başarısız olmuştum. Her kes aynı şeyi söylüyor, onun ne kadar merhametli biri olduğunu zırvalıyordu. Bu bir hafta içinde kraliçenin çalışma odasına da girmiştim. Baktığım bir çok senette göre gelecek planlarını daha yakından incelemiştim.

 

Düşündüğüm gibi yaptıklarıyla büyük savaşı başlatması aşikardı. Bir çok krallıklar arasında Gaston saygı duyulan ve sözü gecen krallıktı. Tabii bizde artık barbar bir krallığa dönüştükten sonra bizden çekinen bir çok krallıklarda istilalara başlayacaktı. Yeniden zorlukla kurulan düzen bozulacaktı. Kraliçe tabii ki bunun olacağını biliyordu, belki de büyük savaşı çıkarmak için yapıyordu. Ama asıl soru bundan çıkarı ne olacaktı. Bu savaş her şeyi yıkıp yok ede bilirdi. O bile zararlı çıkacakken nenden buna göz yumuyordu anlamıyordum. Çözmem gereken o kadar sorun vardı ki, nereden başlayacağımı bilemiyordum.

 

Bilmedeyim bir nedenden ötürü kraliçe baloyu bir hafta sonraya ertelemişti. O yüzden yarın balo vardı. Luna ise sevinçle ortalıkta koşturuyor. Bir şeyleri yetiştirmeye çalışıyordu. Bu kızın her şeye uyum sağlaması her defasında beni hayrete düşürüyordu. Bitmek bilmeyen bir hayat enerjisi vardı. Kahvaltıdan sonra zaman geçirmek için döğüş salonuna gitmeye karar almıştım. Bir az yalnız kalıp bu olanları yeniden düşünmem gerekiyordu.

 

Salona girdiğimde içerisi boştu. Bir çok hançerler, bıçaklar, kalkanlar ok, yaylar ve başka dövüş aletleri vardı. Gözüme kestirdiğim ok elime alıp inceledim. Özenle hazırlandığı aşikardı. Bu oklar yalnız sarayda bulunurdu, cüce madenlerinde hazırlanırdı. Yıllan sonra bu salonda yeniden elimde bu okları tutmak garip his ettirmişti. Üzerinden 9 yıl geçmesine bakmayarak, oklar hala aynıydı, peki ben? Bende aynı Vanessa mıydım?

 

Duyduğum ses ile irkildim.

 

"Çocukken de oklara hep hayran hayran bakardın" Meriç samimi gülümsemesiyle yanıma yaklaşıp ustalıkla işlenmiş okların birini eline alıp benim gibi incelemeye başladı. Ne zaman geldiğini bile fark etmemiştim. Belki de başından beri içerdeydi.

 

"Çocukken portakalları da çok severdin. Senin için Mari'nin mutfağından çaldığımız portakalları hatırlıyor musun?" Gülerek dediklerine bende gülmüştüm. Tabii ki de hatırlıyordum. Çok fazla yediğim için dayem bir ay boyunca yememi yasaklamıştı. Meriç de portakalların yerini bildiğini söyleyip, çalma planları kurmuştu. Eskileri hatırlayınca yüzümde engelleyemediğim tebessüm oluşmuştu.

 

"Hatırlıyorum, çalma fikride senden çıkmıştı. Baya profesyoneldin bu konularda." Deyip yayı da elime aldım.

 

"Ne sandın. Tabii ki profesyonelim, az ceza yemedim bende." Oda benim gibi yayını eline aldı. Bu sarayda her şey değişmişti, ama Meriçin aynı olması içimde bir yerlerde umut ışığı yakmıştı. Geçmişime ait değişmeyen, aynı, samimi olan bir şeyler vardı. Bu bana hem huzur veriyor, hem de içimdeki huzursuzluğu artırıyordu. Başlattığım bu savaşta geçmişime ait her şeyi, iyi, kötü kendi ellerimle yok ede bilirdim. Belki de bura Meriç de aitti.

 

"Centilmence bir yarışa ne dersin? Nil ve Eriq kadar iyi değilim haberin olsun." Bunu demesiyle küçük bir kahkaha attım. Yarışlarda Nil ve Eriq kazanmasına izin vermiştim. O da bunu iyi biliyordu. Çocukken bıçak ve kılıçla daha iyi dövüşüyordu. Şimdi bir prensti bu yıllar içinde kendini her konuda geliştirdiğine emindim.

 

"Bende pek iyi sayılmam" deyip onun gibi hedef taratasını nişan aldım. Kendimi fazla zorlamadan oku serbest bıraktım. Benim ki tam hedefe isabet ederken Meriç de hedefe yaklaşmıştı. Bir süre daha böyle devam ettik.

 

Duyduğumuz sesle ikimizde arkamızı dönerken gelen Estella, , Camile, Carlos'u gördük. Prensesin soylulara mensup incir ve karışık çiçeklerden oluşan garip parfümünün kokusu salona yayılmıştı. Bu kokuyu o kadar iyi hatırlıyordum ki. Prensesin kokusu kendisinden önce gideceği yerlere yayılırdı. Çocuklukta bu kokuyu duyduğum an bir şeylerin ters gideceğini anlardım. Ve bunun sebebi de prensesle aramızda olan çatışmalar olurdu. Estella üsten bakan bakışlarını üzerimde gezdirdikten sonra, hançerlerin oldu yöne ilerledi. İlk söze başlayan Carlos oldu.

 

"Bakıyorum da eski alışkanlıklarını kazanmaya çalışıyorsun?" Sesindeki istihzayı sezmiştim.

 

"Eski alışkanlık derken? Yay kullanmayı yalnız sarayda öğretildiğini düşünmüyorsun değil mi?"

 

"Eminim ki dayın Peter sana öğretmiştir" Sesindeki küçümseyici tını sinirlerimi bozmaya başlamıştı bile. Konu ben olunca o kadar da takmıyordum. Ama Peteri küçümsemesi ona olan öfkemi artırıyordum.

 

"Peter bir köylü, silah kullanmayı neren bilsin tanrı aşkın." Bu defa araya giren Camilla olmuştu. Onlardan ne kadar uzak durmaya çalışsam da her zaman yanı başımda bitiyorlardı. Bundan kaçamayacağımı anladım. Susup, umursamamaya çalışmak bir çözüm değildi. Onlara anladıkları dilden konuşmak gerekliydi. Sinirden elimde tuttuğum oku sıkmaya başladım. Estella'nın sesiyle ona döndüm.

 

"Yanılıyorsunuz çocuklar Peter bir köyü değil, o bir sürgün. Aynı küçük prensesciğimiz gibi" üstüne bastıra bastıra söyledikleri sabrımı taşıran son damla olmuştu. Meriç Estellanı susması konusunda uyarsa da bunu pek önemsemedi. Peter katiyen bir sürgün değildi. O bu sarayın gerçek yüzünü görmüş ve kimsenin yıllarca cesaret edemediği şeyi yapmıştı. Her şey halka anlatmaya çalışmış ve kendi soyadından imtina etmişti. Kimse ona inanmamış ve destek olmamış ola bilir ama o onuruyla yaşayan Muller soy adına ve tahtına layık tek kişiydi benim için.

 

Yüzüme umursamaz bir ifade takınıp üçünü de baştan ayağa süzdüm. Parmaklarım elimdeki oku sıkıca sardı. Arkamı onlara dönüp yayımı gerip nişan aldım. Estellada benimle aynı şeyi yapıp kendi karşısındaki tahtayı nişan alarak okunu gerdi. Tam atış yapacakken konuştum.

 

"Biliyor musunuz çocuklar, eskiden daha eğlenceliydiniz. En azından her yenilginizde kraliçenin eteklerine yapışıp, bahaneler uyduruyordunuz, şimdi büyüdük onu da yapamıyorsunuz." Sözlerimi bitirdikten sonra ikimizde aynı anda atış yaptık. Tek sorun benim onu nişan almamdı.

 

Hiç düşünmeden tam arkasındaki bizden fazlasıyla uzak olan nişan tahtasının tam ortasından vurmuştum. Estella az önce tam yanından geçen okun tesirdeydi. Kormuş ve sanki karşısında bir deli varmış gibi bakışlarıyla üzerime saldırmaya hazırdı bile. Bende ne zaman bu tatlı prensescik rolünü bırakıp içindeki cadıyı gösterecek diye bekliyordum. Kabul ediyorum benimde ondan kalan bir yanım yok. Diğerleri de şaşırmış ve nefret dolu bakışlarını bana dikmişti. Estella'nın üzerime yürümesiyle Mericin onu tutup sakinleştirmeye çalışmıştı.

 

"Hadi kraliçenin yanına koş ve eteklerine yapışarak beni şikayet et"

 

"Sen kendini ne sanıyorsun ha? Giyindiğin o süslü kıyafetlerle, başına koyduğun taçla prenses ola bileceğini mi sanıyorsun? Kendi soyun bile seni kabul etmiyor. Kolyeni bile kayıp etmişsin. Seni bu soya bağlayan hiç bir şey yok artık. O kolye gibi bu saraydan izin silinecek." Haykırarak söyledikleri afallama sebep olmuştu. Haklıydı. Söylediği her şeyde haklıydı. İçimde dolduramayacağım bir boşluk vardı ve ben bunlarla onu doldura bileceğimi sanıyordum. Ama yapamamışım, ben içimdeki karanlığın ta kendisi olmuştum. Estella'nın nefret ateşiyle yanan gözlerindeki hakikat bütün bedenim yakıyordu sanki.

 

"Bu kadar yeter artık. Carlos onu buradan götür" Carlos söylenenleri duymuyormuş gibi hala tiksinti dolu bakışları üzerimdeydi.

 

"Carlos, hadi" Mericin bağırmasıyla kendini toplayıp, hep birlikte dövüş odasından çıktılar. Bense sanki yerimde dona kalmıştım. Gerçekler bir daha yüzüme tokat gibi çarpmıştı. O kolye gibi bütün izlerim bu saraydan silinecekti. Bu beynimde yankılanıyordu. Silinecekti.

 

Meriç kapıyı sesli bir şekilde çarpıp kızgın bakışlarıyla bana baktı.

"Bu yaptığın yanlıştı. Onu sevmediğini biliyorum, ama ona zarar vere bilirdin."

 

"Öyle bir niyetim olmadığını iyi biliyorsun, gözünü korkutmak istedim bu kadar." Umursamazca söylediklerim bakışlarının daha da sertleşmesine sebep oldu.

 

"Vanessa bura bir saray ve burada olan prenslerde senin gibi bir veliaht, yaptığın bu hareketler bir prensese hiç yakışmıyor." Söylediklerine bir an inanamadım. Neymiş bir prensese yakışmıyormuş.

 

"Bir köylüye mi yakışıyor yoksa?"

 

"Öyle söylemek istemediğimi biliyorsun" Meriç bir addım bana doğru atarken elimde çıkıca tuttuğum ok ve yayımı nişan aldım.

 

"Ben buyum. Ne adlandırmak size kalmış. Ama siniz o küçük beyinizdeki düşüncelere göre bir şekil almam" son sözlerimi de söyleyip hızla odadan çıktım. Meriç konuşmak istese de görmezden gelip hızla bahçeye doğru adımlamaya başladım. Yanılmışım bu sarayda geçmişime ait hiç bir şey aynı değildi. Oda anı değildi, hepsini kendi ellerimle yok ede bilirdim. Bahçeye vardığımda nefes nefese kalmıştım. Sinirden farkında olmadan o kadar hızlı yürüyordum ki, bir az daha yürüseydim ormana varacaktım. Hala elimde olan ok ve yaya bakım sinirle bir kenara fırlattım.

 

"Neymiş efendim bir prensese yakışmıyormuş"

"Bütün izlerim yok olup gidecekmiş" Sinirden kendi etrafımda volta atarak konuşuyordum. Bu sarayda güvenecek hiç kimse yoktu. Etrafım düşmanla çevreliyken intikam planımı kolaylıkla yapamazdım. Daniel son şansımdı. Tahta geçersem her şeyi yapa bilirdim. Aklımın ucundan geçmeyen binlerle fikir aklıma doluştu. Evet, hepsini onlara yapa bilirdim. Kendi izimi gerekirse onların kanlarıyla bu krallığa kazıyacaktım.

 

Sakinleşmek için derin nefesler almaya çalıştım. Odama gitmek ve yarın ki baloyu beklemek en iyi seçenekti. Hem yarın yapacaklarımı düşününce keyfim bir azda olsa yerine gelmişti. Odama vardığımda rahat bir nefes almıştım, Luna balo için hazırlıklara yardım ettiği için yalnızdım. Fazlasıyla sıkılsam da yalnız kalmak şuan daha iyiydi.

 

"Prensesim, hadi uyanın." Tanıdık neşeli sesin sahibinin beni uyandırmaya çalışmasıyla gözlerimi aralamaya çalıştım. Evet bu ses Lanaya aitti. Bu kadar enerjiyi nereden buluyordu bu kız?

 

"Sizi hazırlamam gerekiyor, efendim. Siz böyle yatmaya devam ederseniz yapamam" açık olan pencereden içeri vuran gün ışığında kızıl saçları ateş gibi parlıyordu.

 

"Sana da günaydın Luna" esneyerek söylediklerimi duymamıştı bile. Hızla etrafta koşuşturuyor, elbiseleri, yatağımın üzerine diziyordu.

 

"Sizce mavi mi, yoksa yeşil? Mavi renk size çok yakışır"

"Bu daha güzel, evet, evet bunu giymelisiniz"

"Buna ne dersiniz"

"Saçınızı toplayalım mı?"

 

Bir nefese durmadan söyledikleri beni hem hayrete düşürüyor, hem de gülmeme sebep oluyordu. Odanın için o küçük boyuyla koşuşturması gözüme istemsizce çok şirin geliyordu. Yatağın içinde doğrulup konuşmaya başladım.

 

"Luna" oysa hala elbiselere hakkında konuşuyordu.

"Luna" sonunda sesimi duya bilmişti.

"Buyurun efendim"

"Bunlara gerek yok. Ben elbisemi çoktan seçtim bile" söylediklerimle yüzü aniden düştü. Bana elbise seçmek galiba sevdiği bir uğraştı. Yataktan kalkıp, sarayın geniş bahçesinde kurulan baloya baktım. Her şey gerçekten büyüleyici görünüyordu. Kraliçe bu baloya çok özendiği belliydi. Daniel'le buluştuğum gece saraya çok geç dönmüştüm. Ve bir çok şeyi o gece öğrenmiştim. Bu gece bir çok şeyi değişe bilirdi.

 

"Amma saçımı sen yapa bilirsin" Lunaya doğru söylediklerim bir azda olsa gülümsemesine sebep olmuştu.

"Hangisini seçtiniz?"

"Hiç birini" söylediklerime şaşırmıştı. Madem balo benim için geçiriliyor, istediğimi giymemde de bir sakınca görmüyordum. Güzel bir sürpriz her kese iyi gelirdi.

 

Bir kaç saat Lunayla odada vakit geçirdikten sonra bahçeye indim. Her kes o kadar meşguldü ki kimse farkıma bile varmıyordu. Masada gördüğüm kirazlar gerçekten çok iştah acıcı görünüyordu. Bir kaç tana yerken, karşıdan bana doğru yaklaşan kişiyi gördüğüm gibi oradan uzaklaşmak kararı aldım. Şuan Meriçle muhatap olmak en son istediğim şeydi.

 

Arkamı döndüğümde ileride olan kalabalık dikkatimi çekti. Saray girişinde hizmetliler, varislerden bir çoğu ordaydı. Kimse gelmiş olmalıydı. Geleni görmek için kalabalığa doğru ilerledim. Dyanna ve Aronun arkasında gelen kişiye bakmaya çalıştım. Orta yaşlarını aşmış, krallık soyuna ait olduğunu adeta ilan eden bir duruş sergiliyordu. Koyu ten rengi, soyluluğunun bir göstergesi olarak öne çıkarken, giydiği göz alıcı ve zengin detaylara sahip renkli kıyafetlerle muhtemelen Aetherium ya da Elendirion Krallığına ait olunduğunu gösteriyordu.

 

Derek nezaketle kadının elini öpüp anlamadım bir dilde bir kaç şey söyledi. Onu gördüğüme şaşırmıştım doğrusu, uzun zamandı ortalıkta görünmüyordu. Kadın bir kaç varisle daha sohbet ettikten sonra Derekin nezaket gereği uzattığı koluna girerek, saraya doğru ilerledi.

 

"Bu kim?" Dyanna sorduğun soruyla beni daha yeni fark etmişti.

"Elendirion kralının yeni kraliçesi"

Söylediklerine şaşırmıştım. Elendirion krallığının zaten bir kraliçesi vardı. Sanki şaşkınlığımı anlamış gibi hemen açıklama yapmaya başladı.

 

"Eski kraliçe intihar etti" fısıltıyla söyledikleriyle şaşkınlığım daha da artmıştı. "Ne zaman oldu bu?"

"Daha bir hafta bile olmadı"

"Bu kadar kısa sürede mi yeni kraliçe seçildi?"

 

Bu imkansızdı, eğer bir ülkeni kraliçesi ölüyorsa ve ya farklı bir sebepten ötürü tahtan indiriliyorsa, seçimler için en azı 20-30 gün süre halka tanınmalıydı. "Kraliçe kendi mektup yazmış, son mektubunda varisi olarak, Liora'nı göstermiş."

 

Dyanna'nın söylediklerini nedense bende şüphe uyandırıyordu. Ortada bir şeyler döndüğü belliydi. Ama bunlara kafa yormaya şu anlık vaktim yoktu. Her kes yeni kraliçe Liora ile ilgilenirken kraliçede bize doğru ilerledi. Sohbetlere o da katılırken, aralarındaki garip tavırlar dikkatimi çekti, kraliçe yeni kraliçe Liora karşı fazla mütevazi idi. Ona en uzak olan davranış biçimidir oysa ki bu. Yeni kraliçeninse üsten bakan bakışları şüphelerimi artırıyordu.

 

Kraliçe Liora diğerleriyle saray gitmeye karar verirken gözleri beni bulmuştu. Az önce yukardan bakan, sert bakışları yumuşamıştı. Anlaya bilmediğim bir şey oluyordu. Bir şeyleri kaçırdığımı his ediyordum. Kraliçenin bakışlarını bir kaç saniye içinde gözlerime kilitlese de, yeterince uzun gelmişti bana. Bakışları bütün bedenimin ürpermesine sebep olmuştu. Saraya doğru kalabalıkla birlikte irerlerken ben hala arkalarından bakıyordum. O an bu kadınla ilgili bir çok fikir kafama üşüşmüştü bile.

 

"Biz zat senin için gelmiş, selam vermemen büyük saygısızlık"

Arkamda duyduğum sesle irkildim. Soğuk sesin sahibi Meriç'ti. Burada olduğunun bile farkında değildim. Doğrusu bana görgü kuralları dersleri vermesinden sıkılmıştım.

 

"Bu gün ki dersimiz bu mu? Saygı kuralları. Anlatsana nasıl davranmalıyım, selam verirken hafif baş selamı yeterli mi, yoksa büyük bir reverans mı yapmalıyım?" Sesimdeki alaycı ve sert tonda söylediklerimle derin bir iç çekmişti. Yanımı bir iki addım yaklaşıp siyah gözlerini gözlerime dikti.

 

"Böyle söylemek istemediğimi biliyorsun, ben..."

"Sen ne? " sözünü tamamlamasına izin vermeden konuştum.

 

"Tek derdim, burada hak ettiydin değeri görmen." Aniden yüksek sesle söyledikleriyle şaşırmıştım. Bir çok şey söylemesini beklerdim, ama buna ne cevap vereceğimi bilemedim.

 

"Sen gerçek prensessin Vanessa, tek istediğim zamanı gelen kadar başını derde sokmaman. Muller soyu senden bu kadar çabuk vaz geçmez, sende onlardan vaz geçip kendini bu saraydan men etme" hızla sözlerini bitirim bir rüzgar gibi yanımdan geçip gitmişti. Ne söylemeye çalışmıştı ki şimdi? Gerçekten kafayı yememe çok az kalıyordu. Bu saraya geldiğim günden itibaren hep bir soruyla, şüphelerle karşılaşıyordum.

 

Bir az daha Meriç'in dediklerini düşündükten sonra her kes gibi balo için hazırlanmak için odama gitmiştim. Söylediklerine pek anlam veremesem de, şu anlık bunları düşünmeyi bir kenara bırakmalıydım.

 

Luna, takmam için taçlara bakınırken gelmişimin bile farkına varmamıştı. Dolaba yaklaşıp, buraya gelirken getirdiğim tek bir elbiseyi çıkardım. Çok fazla kabarık olmayan, siyah üzerinde Muller soyunu temsil eden küçük işlemeleri olan elbiseyi yatağın üzerine bıraktım.

 

Elimde tuttuğum siyah elbisenin vücudu saran kesimi vardı. Üst kısmında zarif bir kalp şeklinde dekolte bulunuyor ve omuzlarından ince dantel işlemeleri sarkarken, sırt kısmında yapılan işlemeler elbiseyi daha dikkat çekici hale getiriyordu. Tabii ki, sarayda bu tarz dikkat çekicilik pek hoş karşılanmasa da, benim istediğim de zaten buydu. Bu gece için güzel planlarım vardı.

 

Elbisenin tül eteği, belinden hafifçe kabarıktı ve zarif bir şekilde aşağı doğru uzanan yırtmacıyla özellikle dikkat çekiciydi. Elbisen mistik havasını fazlasıyla sevmiştim.

Hazırlandıktan sonra kendimi Lunaya bıraktım. Saçımı hafif dalgalı şekilde açık bırakıp, özenle seçtiği tacı yerleşirdi.

 

"Bu elbiseyi giymekte kararlı mısınız?" Luna'nın çekinerek sorduğu soruyla dudaklarım aklıma gelen düşüncelerle kıvrılmıştı. Kraliçe bayağı delirecekti.

 

"Fazlasıyla" dedikten sonra ne olur olmaz diye bıçaklardan birini elbiseme sıkıştırdım. Bu elbise anneme aitti. Kendisi savaşçı, dik başlı, inatçı biriydi. En çok da kraliçe, kendi torunu olmasına rağmen, her zaman ona rakip olacağını iyi bilirdi. Saraya uyumsuzluğu, dik başlılığı birçok saray halkını kışkırtsa da, Muller soyunun hoşuna giderdi. Onlar da çok iyi biliyorlardı ki annem, onların soyunun tek kurtarıcısıydı.

 

Çocukluğumda dayım annemin yaşadığı birçok macerayı anlatırdı. En sevdiğim hikaye ise bu elbiseyle baloya gitmesiydi. Kraliçeye baş kaldırışını bu elbiseyle açıkça o gün belli etmişti. Ve bu gün ben de bunu yapacaktım. Artık karşısında istediği yere sürgün edebileceği bir kız olmadığımı anlamalıydı. Ben bir prensestim ve zamanı geldiğinde Muller soyunun ve Gaston krallığının tek sahibi olacaktım.

 

Daniel belki de haklıydı, kraliçe olmalıydım.

 

Merdivenlerden aşağıda kurulu balo salonunu izliyordum. Herkesin sahte gülücükleri midemi bulandırıyordu. Yeni kraliçe dikkati çoktan üzerine çekmişti bile. Herkes yerini almıştı. Sözde balo benim için düzenleniyordu, ama herkes danslara ve eğlenmeye başlamış, kraliçe ise başka krallıklardan gelenlerle konuşuyordu.

 

"Asıl eğlence şimdi başlıyor." Fısıltıyla dudaklarımdan çıkan cümleler beni bile heyecanlandırmıştı. Elbisemin eteklerini hafifçe tutup merdivenlerden inmeye başladım. Attığım her adımda içimdeki ateş daha da büyüyordu. Salona vardığımda gözler çoktan bana dönmüştü. Kulağıma doluşan fısıltılar salonda dolaşıyordu. Adımlarımı yavaşlattım, herkesin bu manzarayı görmesini, üstelik kraliçenin telaşını daha da uzatmak istiyordum. Kraliçe ise ne yapmak istediğimi anlamasam da, gözlerindeki telaş ve şüpheler beni eğlendiriyordu. Diğer varisler sanki aklımı kaçırmışım gibi gözleri üzerimdeydi. Salonun ortasına vardığımda, kraliçenin karşısında küçük bir reverans yaparak yüzümü insanlara döndüm. Aniden kolumdan tutan prenses Belda'ya baktım, gülümseyerek yavaşça fısıldadı.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Gülümseyen yüzünün aksine gözleri sinirden kısılmış dik şekilde bana bakıyordu. "Sevgili kuzenim, herkesle beraber öğrenmeye ne dersin?"

 

Dikkatle her bir hareketimi izleyen insanlara dönerken gözlerim aniden Dereki buldu. Yüzünde anlam veremediğim şeytani bir sırıtış vardı. Kafasında ne tilkiler dönüyordu kim bilir?

 

Dikkatimi toplayıp konuşmaya başladım. "Sevgili kraliçeme, benim için düzenlediği balo için teşekkür ederim. Siz de buraya gelerek beni onurlandırdınız. Biliyorsunuz, uzun süre saraydan uzak yaşamak zorunda kaldım, ama şimdi buradayım. Doğrusu gitmek gibi bir niyetim de yok," son cümleyi vurgulayarak kraliçeye bakarak söyledim.

 

"Her kese iyi eğlenceler." Daha şimdiden kraliçenin yüzündeki ifade keyfimi yerine getirmişti. Birazdan olacaklara ne tepki verecekti acaba. Derekin gözleri hala benim üzerimdeyken, elindeki içkiden bir yudum aldı. Yüzündeki gülümseme hala silinmemişti. Masada olan içkilerden birini alıp ona doğru hafifçe yukarı kaldırdım, onun gibi güzüme gülümsememi yerleştirip içkimden yudumladım.

 

Salondaki sessizlik yavaşça yok olmaya başladı, insanlar tekrar eğlenmeye başladılar. Kraliçe ise kendini hiç bozmayarak yeniden sohbetine geri döndü. Yeni kraliçe Liora'nın da gözleri üzerimdeydi. Bakışları fazlasıyla garipti, diğerleri gibi nefretle bakmıyordu, sevdiği de söylenemezdi. Anlamaya çalışıyordu sanki.

 

Birkaç saat geçmişti bile, ben ise pusuda durmuş avını bekleyen aslan gibi avımı bekliyordum. Kraliçe hala beklediğim kişiyle konuşmamıştı. Uzun bir bekleme ardından sonunda Vanguard Kraliçesinin sol kolu sayılan adam kraliçenin yanına yaklaşmıştı. Hiçbir şey konuşmuyorlardı, sadece yan yana durup içkilerinden yudumluyorlardı. Buraya Vanguard krallığını sanki bir temsilcisi gibi geldiği için hiç kimsenin dikkatini çekmiyordu, tabii ki. Ama az sonra herkes neden burada olduğunu açıkça öğrenecekti.

 

Kraliçe kendi tahtında oturarak konuşmaya başladı, balonun yarısı bitmişti artık. Her balonun ardından kraliçe gelen konuklara teşekkür amacıyla küçük hediyeler ve teşekkür mektubu verirdi. Bu yıllardır devam eden gereksiz bir gelenekti. Ve bu gün fazlasıyla işime yarayacaktı.

 

"Bu gün için size teşekkür ederim. Size verilen bu hediyeler minnettarlığımın küçük simgesi." Tam o anda hizmetliler mektupları ve hediyeleri insanlara dağıtmaya başladı. İnsanların bazıları mektupları açıyor, bazıları hediyelerine bakıyordu. Kısa süre içinde fısıltılar, korku dolu bakışlara salona yayıldı. Kraliçe ve varislerse dehşete gelmiş insanlara garipçe bakıyorlardı. Kimse neler olduğunu anlamıyordu, ben hariç.

 

Mektuplardan birini elime alıp, gurur dolu bakışlarla kendi el işime bakmaya başladım. Mektubun ilk cümlesinde yazıyordu:

 

"Başlatacağım ve tarihin görüp göre bileceği en büyük savaşta benimle iş birliği yapacağınız için teşekkürler."

 

Ardından Artusun odasında gördüğüm ve Derekinde imzaladığı savaş sözleşmesini eklemiştim, herkesin imzası vardı. Tabii bunların kopyalarını yapmak biraz zor olsa da buna değerdi. Salonda olan fısıltılar, itirazlara çevrildi. Herkes dehşete kapılmış gibi mektupları inceliyordu. Kraliçe mektuplardan birini eline alıp okumaya başladı. Gözleri sanki ateş saçıyordu. Sinirden yüzü kızarmış bakışları, satırlarda dolaşıyordu. Asıl balo şimdi başlıyordu.

 

 

Loading...
0%