@okyanustutkunu
|
Sadece ölüydüm. Arın gideli bir aydan fazla olmuştu. Hâlâ kollarımda cansız bedeniyle durduğuma inanamıyordum. Ne kadar inkâr etsem de olmuştu. Tek ailem de hayata gözlerini yummuştu. O kadar alışmıştım ki ona sadece onu düşünüyordum. Başka ne yapabilirdim ki? Hayatım olmuştu.
Yatağımdan kalkıp banyo yaptıktan sonra beyaz elbisemi giydim saçlarım her zaman olduğu gibi daha doğrusu Arın gittiğinden beri olduğu gibi sadece tarandı ve kendi hâlimde kaldı. Yüzüme bir şey sürmemiştim. Asla sürmem de. Sevgilim gitmiş bir de bir şey olmamış gibi ona saygısızlık mı yapacaktım? Sanki ölmesi umrumda değilmiş gibi yas da mı tutmayacaktım arkasından?
Bedel ödetmek istediklerim elimde değildi. Evran da öldürülmüştü Vârisi zaten elimdeydi. Ona be yapacağımı sonra düşünecektim. Nahu lord olmuştu ama ölü gibiydi. Oğluna yaptıklarının acısını yaşıyordu.
Cadılar ortadan kaybolmuştu. Daren Ateş Lordu olmuştu. Ben halkımla ilgileniyordum tıpkı Arın'ım istediği gibi. Yavaş adımlarımla toplantının olacağı odaya gittim ve yerime geçtim. Arın'ın yerine kimse geçemiyordu. Hepsinin içinde burukluk vardı ama hepsi de ataktaydı. Çok zayıftım belki de.
"Nova..." bir şey demeden kollarını bana sardı Ayzer. En çok o yanındaydı yasımda. En çok o destek olmuştu. Sinâ ve Daren acı içinde olsalar da güçlü durmaya çalışıyorlardı. Kollarımı yavaşça Ayzer'in doladım.
"Merak etme daha iyiyim." ben bile inanmazdım bu dediklerime. Çökmüş yüzüm, ağlamaktan kızarmış gözlerim, solmuş bedenim... iştahsızlıktan yemek bile yemiyordum. Ben bu dünyada en çok yemek yemeyi seviyordum ama artık boğazımdan bir lokma dahil geçmiyordu. Bir damla su bile içmek canımı acıtıyordu. Çok geçmeden toplantıya geçtik.
"Ateş vârisini vermek zorundasınız." söze giren Amon oldu. Daren kendi Vârisi olmasına rağmen istemiyordu ama Amon diretiyordu.
"Karar verilmişti Amon. Bir daha bu krallığa adım attığında cezasını vereceğimizi söylemiştik." yanıtladım duygusuzca. O daha bedel ödememişti.
"Diyarda huzursuzluk çıkacak Nova. Arın'ı kaybettiğin için bunu yapamazsın. Krallığına saldırırlar. Nahu sen biliyorsun."
"Bu kararı su lordu vermişti. Oğlum vermişti ve öyle de olacak. Cezası neyse ödeyecek."
"Bu büyük bir kargaşa oluşturacak Nova ki oluşturmaya başladı bile. Bir Vârisi hapsedemezsin." Konuşan Sina idi.
"Evran beni tehdit edip sarayına kapattığında nedense herkes Arın'ım karşısına geçmişti. Aylarca ses çıkmamıştı kimseden. Tek vâris o kadın da ben mi bilmiyorum. Karar verilmiştir. Çıkabilirsiniz."
"Nova bunu yapamazsın."
"Sinâ bak sana söyledim ben kararı verdim. Bitti. Toplantı bitmiştir." tekrar cevabı ona verdim.
"Tacı ona vermemeliydin Ayzer. Bedelini ödüyoruz."
"Nova tacın sahibi. Hiç kusura bakma Amon ya da bak umrumda bile değil. Taç su lorduna aitti ve o yoksa vârisine. Bağışlayın lord Nahu size saygısızlık yapmıyorum siz de zaten dediklerimi onaylamıştınız."
"Elbette vârisim. Her sözünüzün arkasındayım taç oğluma aitti ve o da isterdi ki ondan sonra vârisine kalsın." sessizliği kimse bozmadı ben de yerimden kıpırdamadım. Ardından herkes dağıldı yine en son ben çıktım. Elime aldığım mavi beyaz çiçeklerle yine gittim. Oraya gittim her gidişimde canım yanıyordu ama onu hissetmek istiyordum.
"Yine ben geldim. Yine aynı çiçeklerle. Yine dağılmış ama emanet ettiğin krallığı sapasağlam ayakta tutmuş bir şekilde." fısıldadım bir yandan çiçekleri mezarına bırakırken. Beyaz yas demekti. Siyah suya ait değildi. Krallığımda yas tutanlar mat beyaz ve bedenin her yerini kaplayan kalın elbiseler giyerdi. Sevgilim gittiğinden beri hep giydiğim kıyafetlerim de bunlar idi.
"Bana...bana mezarına gidersen onu hissedersin demişlerdi. Seni hissedermişim ama ben hissetmiyorum seni." gözlerimi sıkıca yumdum göz yaşlarım hızla döküldü.
"Ben neden hissetmiyorum seni? Neden bu taşa dokunduğumda kalbimde atmıyorsun? Haftalardır sormadığım kimse bakmadığım kitap kalmadı ama kimse cevap vermedi. Naguelim Tayga da bilmiyordu. Arın... Arın'ım ben seni neden hissedemiyorum sevgilim?" sessiz hıçkırıklarla ağladım. Hep gözlerim kızarmış olurdu ağlamaktan. Ben kimseye bu kadar bağlanmamıştım.
"Çok seviyorum seni be adam! Çok sevdim ben seni! Ama hiç pişman da değilim bu acıya rağmen. Kalbim yerinde kıvranıp duruyor. Boğuluyorum ama asla aşkımdan pişman değilim. Hep sevdim ve seveceğim seni Arın. Çok seviyorum seni be adam. Bütün ruhumu ve aklımı ele geçirdin." hafifçe güldüm. Varla yok arasındaydı tek nefeslikti gülmem.
"Benim deli lordum deli gibi sevdim ben seni." yere oturmuştum şimdi ise mezar taşına yaslanmış ağlıyor diğer yandan da onu hissetmeye çalışıyordum.
"Ahh!" bu da ne böyle? Beyaz elbisemin kolu kırmızıya boyanmıştı kanımla. Elbisenin kolumu sıyırdım ve gördüğüm şeyle nefes almayı dahi unuttum. Keskin bir acıyla kolun kesilmiş ve yara ise hemen kabuk bağlamıştı.
"Artık yalnız boğulmayacaksın sevgilim."
Sanki görebilecekmişim gibi ayağa fırlayıp etrafıma bakındım.
"Arın... ARIN!" etrafıma deli gibi bakındım ama yoktu. Yanlış görmüş olamam. İmkansız! Tekrar koluma baktım.
"Artık yalnız boğulmayacaksın sevgilim."
Defalarca yazıyı okudum. Elimi kabuk bağlayan yaranın üzerinde dolaştırdım. Mezar taşına elimi koydum hissetmek için ama hiçlikte. Hissettiğim tel şey hiçlikte. Yine hiçlikte. Biri benimle mi uğraşıyordu?
"Arın sen misin? Sensen bana işaret ver yalvarırım işaret ver." çırpınıyordum çaresizlik içinde. Etrafta dolandım ama yoktu. Bakınıyordum ama yoktu! Mezara baktım. Taş olduğu gibi duruyordu.
"Sanırım gerçekten delirdim." alnımı ovuşturup saraya gittim. Her zaman yaptığım gibi yatağıma yatıp uyumaya çalıştım.
Biraz uyku iyi gelecektir. Bu düşünceyle uyumaya çalıştım. Olmadı... O gözleri gözümün önünde gitmiyor. O çaresiz bakışları... Kürede didinip durması... Buza dönen küreyi tırnaklarıyla kazımaya çalışması... Gözyaşları akarken bana burukça veda ederek gülümsemesi... Ve vedası...
Kendimi tekrar mezarı başında buldum. Elimi taşın üzerine koyup hissetmeye çalıştım.
"Arın... lütfen seni hissetmeme izin ver." Gözlerimden yaşlarım akarken hıçkırarak hissetmeye çalıştım ama olmadı! Yine olmadı! Bunu da mı benden aldın Elemental? Sevdiğim adamı hissetmem de mi yasaklandı?
"Artık yalnız boğulmayacaksın sevgilim."
"Ama ben sensizliğin içinde boğuluyorum Arın."
Bembeyaz bir yerdeydim. Etrafıma bakındım. Ne bir ses ne de bir görüntü yoktu. Hiçbir his yoktu. Nefesim kesildi.
"Nova!"
"ARIN!" nefes nefese uyandım. Mezarlıktaydım. Derin nefesler alarak kendime gelmeye çalıştım. O ses... Hayır! Hayır olamaz. Değildi. O değildi. Olamazdı da zaten. Kendime geldiğimde saraya gittim sürekli arkama bakarak. Sanki...sanki biri beni izliyordu.
Yavaşça Arın'ın odasına girdim ve kapıyı kapattım. Okyanusun yaslı çarpışı kulaklarıma doluyordu. Ayaklarımı sarkıtarak oturdum daha önce kayıp düştüğüm yere.
Ben artık okyanustan korkmuyordum. Ben okyanusu özlüyordum. Okyanusumu özlüyordum.
"Buradayım." Yerimde irkildim. Boğuk bir ses. Okyanustan gelen boğuk bir fısıltı. "Bul beni!" Ve ses kayboldu. Ses kalbimin terlemesine sebep oldu. Okyanusa atlamamak için hiçbir sebebim yoktu. Direkt kendimi okyanusun kollarına bıraktım. Kendi okyanusumu bulmak için dalgalara sarıldım. |
0% |