Yeni Üyelik
3.
Bölüm

Karanlık Siluet

@olddracula

Ranmer, mezarlıktan çıktığında, gökyüzünü saran kara bulutların hızla birbirine karıştığını ve aralarından ara sıra çakan şimşeklerin, fırtınanın yaklaşmakta olduğunu müjdelediğini izliyordu. Kılıcının ağırlığı, omzunda adeta bir yük gibi hissediliyordu; bu, sadece fiziksel bir ağırlık değil, aynı zamanda içindeki lanetin getirdiği bir yükümlülüktü. Kılıç, onu hem koruyor hem de zorluyordu. Her adımında, içindeki güç onu çekip, sanki karanlığa daha da yaklaştırıyordu. Artık bu lanet, onun ruhunun derinliklerine işlemişti ve ne kadar güçlü görünse de, bu güçle birlikte gelmesi muhtemel bedeli çok iyi biliyordu.

 

 

 

Ayaklarını yere sürüyerek, ormanın kenarındaki dar patikaya ulaştığında, rüzgarın sertçe estiğini hissetti. Her bir esinti, kulaklarında yankılanan fısıltıları beraberinde getiriyor; bu fısıltılar, ruhunun derinliklerine kadar iniyor, adeta onu çağırıyordu. Fısıltılar, kılıcını kullanması gerektiğini, bu gücün ona neler kazandırabileceğini anlatıyordu. Ancak Ranmer’in içindeki sezgi, bu fısıltılara karşı direncini korumasını sağlıyordu. Babasının anlattığı kılıç, hem kadim hem de tehlikeli bir varlık olarak aklında yankılanıyordu. O kılıcın varlığı, babasının geçmişiyle bağlantılıydı, ama aynı zamanda onun kaderinin de bir parçasıydı ya lanetlenecek ya da bu gücün üstesinden gelecekti.

 

 

 

Ormanın içinde ilerlerken, küçük Liya’yı düşünmekten bir an bile vazgeçmedi. Küçük kızın kayboluşu, tüm bu olanların bir parçası mıydı, yoksa bu sadece bir tesadüf müydü? Mezarlıkta bulduğu kılıç ve kadim lanet, bir şekilde Liya ile bağlantılı olabilir miydi? Düşünceler beynini kemirirken, fırtına artık tamamen başlamıştı. Ağaçlar rüzgarla savruluyor, dallar çatırtılarla kırılıyordu. Yağmur, büyük damlalar halinde düşmeye başlamış, toprağı hızla çamura çevirmişti. Toprağın kokusu, onu daha da içe çekerken, zihninde yer eden soruların yanıtlarını arıyordu.

 

 

 

Dar patikayı hızla geçip köyüne yaklaşırken, birden durdu. Önünde, rüzgardan sarsılan çam ağaçlarının arasında bir siluet belirdi. Yağmur, görüşünü bulanıklaştırıyordu ama siluetin insan olduğu kesindi. Ranmer kılıcı sımsıkı tutarak, sesi yankılanan ormanın sessizliğini deldi:

 

 

 

"Kim var orada?"

 

 

 

Siluet cevap vermedi. Gözlerini kısarak yaklaşmaya çalıştı; kılıcının yaydığı garip titreşim, tehlikenin yaklaşmakta olduğunu haber veriyordu. Birkaç adım attığında, siluet netleşti. Bu, kendisine daha önce yolculukta eşlik eden yaşlı arabacıydı. Ancak adamın gözleri tuhaf bir şekilde boştu; donuk ve içi geçmişti. Yağmur yüzünden akan çamurlar, adamın yüzüne bulaşmış, sanki yerden yükselen bir varlık gibi görünüyordu.

 

 

 

Ranmer duraksadı. Adam doğrudan Ranmer’e bakıyordu ama bakışlarında hiçbir hayat belirtisi yoktu. Bu, sıradan bir insan değildi; belki de mezarından çıkmış bir ruhun, korkutucu bir tezahürüydü.

 

 

 

"Ne arıyorsun burada? Neden dönmedin?" diye sordu Ranmer, sesinde bir miktar öfke ve şüphe vardı. Adam, bir an sessiz kaldı, sonra derin, boğuk bir sesle konuştu:

 

 

 

"Sen… laneti uyandırdın… O, artık seni izliyor."

 

 

 

Ranmer’in tüyleri diken diken oldu. Bir adım geri çekildi, kılıcı daha sıkı kavradı. Bu sıradan bir karşılaşma değildi; hayatının en korkutucu anlarından biriydi. "Ne demek istiyorsun?" dedi Ranmer, sesi titrerken.

 

 

 

Yaşlı adam, yağmurun altında sarsılarak güldü. "Kadim Lanet, sadece seni değil, tüm krallığı izliyor. Onun yolu ölümle sonlanır."

 

 

 

O anda adamın gözleri bir an için parladı, sonra birden yere yığıldı. Ranmer hızla yanına yaklaştı, ama yaşlı adam artık ölüydü. Gözleri hâlâ açık, yüzünde garip bir gülümseme vardı. Bu, sıradan bir ölüm değildi; lanet, Ranmer'in çevresindekilere hızla yayılıyordu.

 

 

 

Korku ve tedirginlikle ayağa kalktı. Elinde tuttuğu kılıç, sanki kendi ruhunu emiyor, onu daha da içine çekiyordu. Bu lanet, sadece kendisine değil, çevresindeki herkese zarar verebilirdi. Ranmer derin bir nefes aldı, fırtınaya aldırış etmeden köy yoluna geri döndü. Liya’yı bulması gerekiyordu belki de bu lanetin çözümü onun kayboluşuyla bağlantılıydı.

 

 

 

Ormana geri döndüğünde, içgüdüleri onu daha derine çekiyordu. Ayak izlerini takip ederek karanlık ağaçların arasında ilerledi. Karanlıkta bir çığlık yankılandı. Bu, Liya'nın sesiydi. Kalbinde bir ürpertiyle sese doğru koşmaya başladı. Yolu izlerken her adımda, fısıltılar zihninde yankılanıyor, onun karanlığa teslim olmasını istiyordu. Ama Ranmer, bu laneti yenmek zorundaydı; Liya’nın hayatta kalması, onun için her şey demekti.

 

 

 

Bir anda karanlık bir açıklığa ulaştı. Ormanın ortasında, yerde hareketsiz yatan küçük bir beden gördü. Liya! Ranmer, hızla yere çöktü ve kızın nabzını kontrol etti. Nefes alıyordu ama bilinci kapalıydı. Etrafına bakındı; bu nasıl olmuştu? Neden burada böylece bırakılmıştı?

 

 

 

Tam o sırada, ormanın derinliklerinden gelen bir başka varlığın farkına vardı. Yavaşça ona doğru yaklaşan gölgelerin içinden, insan şeklinde bir siluet ortaya çıktı. Siluet, siyah bir pelerin giymiş, yüzünü gizlemişti. Elinde parıldayan bir kılıç taşıyordu. Ranmer, refleks olarak kendi kılıcını çekti. Her şey tehlike sinyalleri veriyordu.

 

 

 

"Kim olduğunu biliyorum," dedi pelerinli siluet. Sesi soğuk ve iç burkucuydu. "Kadim Lanet seni seçti. Ama lanetle başa çıkabilecek misin, Ranmer? Kılıcın ruhunu yok edecek mi yoksa onu kontrol mü edeceksin?"

 

 

 

Ranmer dişlerini sıktı. "Kim olduğunu sormadım bile. Kız ne halde? Neden burada?"

 

 

 

Siluet, hafif bir gülümseme ile cevap verdi. "Küçük kız, sadece bir başlangıç. Lanet, senin kaderini belirleyecek. Ve ona karşı koymaya çalışsan bile, seni içine çekecek."

 

 

 

Ranmer, gözlerini siluetten ayırmadan ayağa kalktı, Liya’yı arkada güvenli bir mesafede bırakarak kılıcını savunma pozisyonuna aldı. İçinde yükselen öfke ve korkuyla karşısındaki düşmana meydan okudu. "Kılıcı aldım," dedi Ranmer, "ve onu kontrol edeceğim. Kadim Lanet benim kaderim olabilir, ama bu kılıç beni yönlendirmeyecek."

 

 

 

Siluet sessizce ilerledi. "Göreceğiz. Ama unutma… lanet, bir kez uyandığında asla tam anlamıyla yok edilemez."

 

 

 

O anda, siluet ani bir hamle yaptı ve kılıcı Ranmer’e doğru savurdu. Ranmer, rakibinin hareketlerini dikkatle izleyerek karşılık verdi. İki kılıç çarpıştı, hava çatırdadı ve Ranmer’in damarlarında yankılanan enerji daha da yoğunlaştı. Bu savaşı kazanmak, sadece hayatta kalmakla ilgili değildi. Ranmer, hem lanete karşı hem de kendi kaderine karşı bir savaşa girmişti. Her bir darbe, hem fiziksel hem de ruhsal bir mücadeleye dönüşüyordu; zira her çarpışmada, kılıcın yaydığı güç, onu daha da karanlığa itiyordu.

Loading...
0%