@olddracula
|
Yağmur, gece boyunca toprağı besleyerek durmaksızın yağmıştı. Sabahın ilk ışıkları, yağmurun bıraktığı serinlikte hafifçe ıslanan yollara vurduğunda, Ranmer, ahşap tekerleklerin hafifçe inleyerek yol aldığı at arabasının içinde dalgınca dışarıyı izliyordu. Yol boyunca taş döşemeler arasında biriken yağmur suları, küçük gölcükler oluşturmuş, etrafı ise çamurla kaplanmıştı. Gözleri, çok uzaklardan göz kırpan kaya mezarlarına takılıp kalmıştı.
Kaya Mezarlığı, Ranmer’in çocukluğundan beri her yıl ziyaret ettiği bir yerdi. Burada, onun annesi ve babası sonsuz uykularına yatıyordu. Ancak bu ziyaret, diğerlerinden farklıydı. İçinde garip bir huzursuzluk hissediyordu. Her adım, her an ona bir şeylerin yanlış olduğunu fısıldıyordu. Halk, yaklaşan krallıklar arası turnuva hakkında coşkulu konuşmalar yaparken, Ranmer’in zihni bu heyecanlı uğultunun çok uzağındaydı. O, geçmişin karanlık gölgeleriyle boğuşuyordu.
At arabası, mezarlığın önüne yaklaştığında Ranmer, elini arabanın sürücüsünün omzuna koyarak atı durdurmasını işaret etti. Arabadan inip cebinden çıkardığı birkaç altını sürücüye uzattı. İhtiyar sürücü başıyla teşekkür ederken Ranmer, gözlerini karşısında yükselen dağa çevirdi. Mezarlığın taş basamaklarına çıkan yolda ilerledi. Taşlar, zamanın ağırlığını hissettiren yıpranmış, yosun tutmuş hallerindeydi. Her basamak, ona geçmişte kalan bir hikâyeyi anlatıyor gibiydi. Hafif rüzgar, mezarlığın eski demir kapısını hafifçe tıngırdatıyordu.
Ranmer, babasının ve annesinin mezarlarına yaklaştığında içini derin bir kasvet kapladı. Mezar taşlarına dokunurken, babasının o güçlü ellerini ve annesinin sıcacık gülümsemesini hatırladı. Yıllar önce, ailesinin ani ölümüyle alt üst olmuş hayatı, artık yerleşik bir acı halini almıştı. Her yıl bu mezarlığa geldiğinde içindeki boşluk biraz daha büyüyor, biraz daha dayanılmaz hale geliyordu. Bugün, her zamankinden farklı olarak, mezar taşlarının üzerinde garip semboller fark etti. Eski bir dilde kazınmış yazılar, mezarların üstüne oyulmuştu. Bu sembolleri tanımıyordu, ancak derin bir anlam taşıdığını hissedebiliyordu.
Birden, rüzgarın uğultusu değişti. Sanki rüzgar, ona bir şeyler fısıldıyordu. Bir adım geri çekildi, gözlerini mezar taşlarına dikip yoğun bir dikkatle baktı. O anda, taşların içinden bir ışık parıltısı yükseldi. Zamanla kaybolmaya yüz tutmuş semboller, altın renginde yanmaya başlamıştı. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu, normal bir olay değildi. Mezar taşları parıldarken, toprak hafifçe titremeye başladı. Ranmer, dizlerinin titrediğini hissetti ama gözlerini mezarlardan alamıyordu. Mezarın başında, kadim bir sırrın ortaya çıktığını fark etti.
Tam o sırada, ardında ağır adımlarla yaklaşan birini duydu. Kafasını çevirdiğinde, mezarlığın girişinde siyah bir cübbe giymiş yaşlı bir adamın durduğunu gördü. Adamın derin çizgilerle dolu yüzü, yılların verdiği bilgelik ve yorgunlukla kaplıydı. Elinde, yaşlı bir asaya dayanan bu adam, mezarlığın karanlık atmosferine uyumlu şekilde gizemli görünüyordu.
“Sen... demircinin oğlu musun?” dedi adam, sesi soğuk ama belirgin bir güç taşıyordu.
Ranmer, bu yabancıya temkinli bir şekilde baktı. “Evet, babam demirciydi. Onları tanıyor muydun?”
Adam başını eğerek hafif bir şekilde gülümsedi. “Babandan daha fazlasını biliyorum. Burada yatanların kaderi, senin düşündüğünden çok daha karmaşık. Bu mezarlar, sadece birer anıt değil. Onlar kadim bir lanetin kilididir.”
Ranmer’in nefesi sıklaşmaya başladı. “Lanet mi?” diye sordu, gözleri yaşlı adamın derin bakışlarına kilitlenmişti.
Adam, asasını yere vurarak sert bir ses çıkardı. “Yüzyıllar önce, krallıklar arasında yapılan savaşlarda, babanın ataları büyük kahramanlar olarak tanınırdı. Ancak bir ihanet yaşandı. Onlar, krallığın en değerli kılıç ustalarıydı ve lanetli kılıçlar dövdüler. Bu lanet, onları sonsuza dek takip etti. Ailen, bu mezarlarda sadece gömülü değil. Onlar, krallığı korumak için kadim bir güç tarafından mühürlenmiş durumda.”
Ranmer, duyduklarına inanamıyordu. Babası ve annesi, krallığın sıradan insanları değil miydi? “Neden bana bunu daha önce kimse söylemedi?” diye sordu, sesi yükselmişti.
Adam, derin bir nefes aldı. “Çünkü bu sır, sadece lanet uyanmak üzereyken açığa çıkar. Ve o zaman geldi. Savaş zamanı yaklaşırken, eski düşmanlar yeniden harekete geçti. Bu mezarlarda yatanlar, eğer mühürleri kırılırsa, krallığın başına felaket getirecek güçleri serbest bırakacaklar.”
Ranmer, kalbinin hızlandığını hissetti. “Peki, ne yapmalıyım? Bu laneti nasıl durdurabilirim?”
Adam, asasını kaldırarak mezarların üzerindeki sembolleri işaret etti. “Bu semboller, lanetin anahtarlarıdır. Eğer bu kılıçların lanetini yok etmek istiyorsan, mezarlığın derinliklerindeki kadim tapınağa gitmelisin. Orada, bir zamanlar babanın dövdüğü kılıçların gömüldüğü yer var. O kılıçları yok etmeden, bu laneti durduramazsın.”
Ranmer derin bir nefes alarak adımlarını hızlandırdı. Babasının ona öğrettiği her şeyin, sadece demircilik değil, aynı zamanda bu lanetle başa çıkmak için olduğunu fark etti. Ailesinin mezarlarına son bir kez dokundu, ardından adamın gösterdiği yolu takip ederek mezarlığın derinliklerine doğru ilerledi.
Kayanın içine oyulmuş eski bir tünel buldu. Bu tünel, hiç kimsenin bilmediği bir yere açılıyordu. Tünelin sonunda büyük bir taş kapı vardı ve kapının üzerinde, aynı sembollerle işlenmiş bir mühür duruyordu. Ranmer, kapıya yaklaştığında toprak bir kez daha titredi. Kapıyı itmeye çalıştı ama kapı ağırdı, taşın soğukluğu tenine nüfuz etti.
Ardından arkasında yine o yaşlı adamın sesini duydu: “Bu, sadece cesaretinle açabileceğin bir kapı değil. Babanın sana bıraktığı son hatırayı hatırla. Kalbin temizse, bu kapı açılacak.”
Ranmer, gözlerini kapatıp babasının ona verdiği eski demir bir madalyonu hatırladı. Elini cebine attı ve madalyonu çıkardı. Onu kapının merkezine yerleştirdiğinde, semboller parlamaya başladı ve taş kapı ağır ağır açıldı. Kapı açıldıkça, içeriye kadim bir hava doldu ve Ranmer içeriye adımını attı. |
0% |