
Sabah olmuştu.
Minho’nun eski, rengi solmuş perdelerinin ardından güneşin ilk ışıkları odaya süzülmeye başlamıştı. Solgun ışık, yüzlerine düşerken Minho mırıldanarak uyandı. Uykusundan huzursuzdu, gözkapaklarını ağır ağır araladığında göz hizasında beliren ilk şey Jisung’un dudaklarıydı. Yüzleri neredeyse birbirine değiyordu. Bir santim bile mesafe yoktu aralarında. Nefesleri birbirine karışıyor, Jisung’un garip ama tuhaf biçimde rahatlatıcı kokusu Minho’nun burnuna doluyordu.
Bir an için nefesini tuttu. Jisung hareket etmeye başladığında ise gözlerini tekrar kapattı, uyanmamış gibi yaptı. Tepkisini merak ediyordu. Jisung’un bu sabah ona nasıl baktığını, o gecenin ardından ne hissettiğini... Sadece anlamak istiyordu.
Jisung gözlerini aynı gece gibi sakince açtı. Önünde uzanan bedene baktı bir süre. Sanki uyanıkken hiç bu kadar dikkatli bakamamıştı. Minho’nun yüzünü süzdü gözleriyle; yavaşça eğildi. Eli, Minho’nun alnına düşmüş saç perçemlerine uzandı. İnce bir hareketle, neredeyse okşarcasına saçları geriye itti. Sonra, istemsizce parmakları Minho’nun dudaklarına kaydı. Yumuşaktı. O gece öpüştüklerinde hissettiği gibi... Belki daha da fazlası.
Tüm bu dokunuşlar olurken Minho, gözlerini kapalı tutmaya devam ediyordu. Ancak Jisung’un parmakları tenine değdikçe, içinde bir yerler daralıp genişliyordu. Her şey bulanıklaşmaya başlamıştı; duyduğu, bastırdığı, kaçtığı ne varsa yüzeye çıkıyordu. Bu yakınlık bir çıkmaza dönüşüyordu onun için. Rahatsız değildi belki ama korkuyordu. Belki de bu yüzden, ani bir hareketle uyanıyormuş gibi yaptı.
Jisung, Minho’nun gözlerini açmasıyla birlikte ani bir refleksle geri çekildi. Hızlıca yataktan doğruldu, üzerini düzeltmeye başladı.
“Uyanmayacaksın sandım… Kafeyi açmamız gerek, hadi kalk artık,” dedi sesi biraz titrek, biraz da toparlamaya çalışan bir tonda.
Minho bir şey demedi önce. Yavaşça doğruldu, gözlerini ovuşturdu. Huzursuzca telefonunu aldı, saate baktı. Ardından ekranı Jisung’a doğru çevirdi.
“Saat yedi bile olmamış, Jisung…” dedi, boğuk ve uykulu bir sesle.
"Öyle ama kafeyi hep bu vakitte açıyorum," dedi jisung. Minho gülümsedi.
"İşe başladığımdan beri kafeyi hep ben açtım. Ayrıca öğlenden önce geldiğin bir gün bile yok..." deddi koca bir tebessümle.
"O halde bu günden sonra bu saatte açıyoruz." dedi üste çıkmak için. Kahvaltı yapmamışlardı. Zaten çok vakit kaybetmeden evden çıktılar.
—
Sabah, Jeju’nun alışıldık serinliği hâlâ sokaklarda gezinirken, Minho ve Jisung kafeyi açmakla meşguldü. Henüz güneş tam doğmamış, hava yeni yeni aydınlanmaya başlamıştı. Ahşap panjurlar aralanmış, içerideki sandalye ayakları yere koyulmuş, kahve makinesi cılız bir homurtuyla ısınmaya başlamıştı. İçeride taze kahveyle karışan toz kokusu, eski bir anıyı anımsatır gibi sessizce dolanıyordu havada.
Minho her zamanki gibi sessizdi. İşine odaklanmış, tezgâhı silerken göz ucuyla Jisung’un oradan oraya koşturmasını izliyordu. Jisung ise her zamanki gibi enerjik ama biraz uykulu… Gözlerinin altı hafif morarmıştı, belli ki gece pek uyuyamamıştı. Belki de başka şeyler düşünüyordu.
Kafe açıldıktan sonra birkaç saat geçmişti ama hâlâ tek bir müşteri bile uğramamıştı. Sessizlik bir süre sonra yerini hafif bir huzursuzluğa bıraktı. Jisung tezgâhın arkasına oturmuş, başını eline dayamıştı. Tam o sırada, sessizliği delen bir ses duyuldu
Jisung’un midesi gürültülü bir şekilde homurdandı. Minho hafifçe başını kaldırdı, yüzünde hafif bir sırıtma belirdi. Kapıya dogru yöneldi.
Ceketini giyerken Jisung’un şaşkın bakışlarıyla karşılaştı.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu Jisung, sesinde hem merak hem de azıcık suçluluk vardı.
Minho ceketinin yakasını düzeltip kapıya yönelirken omzunun üstünden yanıtladı.
“Acıktım. Marketten bir şeyler alacağım,” dedi, ardından hafifçe göz devirdi. “Ayrıca… karnın gurultusunu durdurmam lazım.”
Ve sonra kapıyı aralayıp dışarı çıktı. Soğuk sabah havası Minho’nun yüzüne vururken, uzaklardaki market tabelası yavaş yavaş belirginleşmeye başladı. Ayak sesleri kaldırım taşlarında yankılandı; her adımı, sessiz sabaha inat, kendinden emin ve sakindi.
Minho, sabahın serinliğini arkasında bırakıp Chan’ın marketine adım attığında, içeride klasik radyo ezgileri yankılanıyordu. Raflara dizilmiş konserve ürünler, yarısı boş meyve sepeti ve köşede yamuk duran deterjan kutuları… her şey marketin "yerli ve eski usul" havasını tamamlıyordu. Minho burayı sevmezdi. Chan’ı da pek sevmezdi. Karşılıklı olarak bu soğukluk gayet açıktı zaten.
Kapı zili çınladı, Minho içeriye girer girmez burnunu hafifçe buruşturdu. Gözleri marketin içinde dolanırken, kendi kendine mırıldandı:
“Şu garip adam ortalıkta yok anlaşılan...”
Tam o sırada, üst raflardan bir kafa belirdi. Chan, rafın arkasından doğrulmuştu. Elinde, ters durduğu için fiyat etiketi görünmeyen bir makarna paketi vardı.
“Garip mi?” dedi kaşlarını çatarak. “Senin gibi aykırı mıyım lan ben?”
Minho cevap vermedi, sadece gözlerini devirdi ve ramenlerin olduğu rafa yöneldi. Raflardan iki paket kaptı, bir kaç bir şey alınca kasaya gitti.
Kartını cüzdanından çıkartıp tezgâhın üstüne koyarken, Chan elindeki kutuyu bırakıp hiç başını bile kaldırmadan konuştu.
“Bizde kart geçmiyo.”
Minho’nun gözleri tezgâhın üzerindeki POS cihazına kaydı. Sonra tekrar Chan’a döndü.
“Ne demek kart geçmiyor? Şurada koca POS cihazı var.”
“Çalışmıyo,” dedi Chan, omuz silkerek. “Nakit ver, uğraştırma beni sabah sabah.”
Minho derin bir nefes alıp cüzdanını açtı, içinden buruşuk bir banknotu sinirle çıkardı. Tam parayı uzatırken marketin kapısı bir kez daha çaldı. Bu kez Seungmin içeri girmişti.
“Günaydın hyung,” dedi Chan’a, elini kaldırarak. Sonra Minho’ya döndü, kısa bir baş selamı verdi. Minho sadece kafasını salladı. Aralarında bir iki saniyelik sessizlik oldu. Seungmin, elini cebine sokup Chan’la ayaküstü birkaç kelime fısıldadıktan sonra, Minho’ya döndü: Biç utanmadan sordu.
“Ev arkadaşı mısınız?”
Minho, ne dediğini anlamamış gibi kaşlarını çattı. “Anlamadım?”
“Jisung’la ev arkadaşı... Dün ikinizi birlikte eve girerken gördüm. Sabah da birlikte çıktınız.”
Minho, poseti doldururken konuştu. Tavrı ciddi ama ses tonunda alttan alta bir alay vardı.
“Jeju’da yaygın bu sanırım…”
Chan hemen araya girdi. “Yaygın olan nedir?”
Minho poseti kapatıp eline aldı. Başını bile çevirmeden konuştu.
“İnsanların hayatına usul bilmeden burnunu sokmak.”
Sonra elini uzatıp kasa önündeki çikolatalara daldı. Ne kadar alabildiyse bir avuç yaptı. Ardından çikolatalarla dolu elini havaya kaldırdı, Chan’a baktı
“Bunlar da senin sabah bana kaba davrandığın için…”
Çikolataları ödemeden dışarı çıktı. Arkasından Chan’ın bağırtısı geldi:
“Lan Minho! Onlar itithal. Geri getir onları!.."
Minho ise gayet memnun bir ifadeyle çikolatayı ağzına atmış, sokakta yürümeye devam ediyordu. Jeju sabahı bir kez daha onun için sessiz ama çalkantılıydı.
YENİ BÖLÜM GELDİİİ. Artık yavaşça yan karakterleri de olaya dahil etmeye basladıım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |