13. Bölüm

13. Bölüm

Nisa
olurenkler

Minho kafeye sonunda gelmişti. Yüzünde her zamanki soğuk ifadesiyle içeri girdi. Elindeki poşetlerden biri hafifçe yırtılmış, ağzı açık bir ramen kutusu sallanarak düşmenin eşiğindeydi. İçeri adım atarken sanki dünyadaki tüm gürültüleri arkasında bırakmak istiyor gibi, kısa bir iç çekişle kapıyı kapattı.

Jisung, ellerini kucağında birleştirmiş halde pencere kenarında dışarıyı izliyordu. Camın buğulu köşesine başını yaslamıştı, gözleri sabah güneşinin yavaşça ısıttığı sokaklara dalmıştı. Minho’yu görür görmez hafifçe esneyerek döndü. “Geç kaldın?” dedi, sanki yeni uyanmış bir çocuğun tembelliğiyle.

Minho tezgâha doğru yürüdü, yırtılan poşeti dikkatlice bıraktı. “O herif delinin teki. Bu adadaki herkes gibi.” dedi kısa ve sinirli bir tonda. Ceketinin yakasını düzeltti, sonra gözlerini kaçırarak derin bir nefes aldı.

Jisung, bulunduğu yerden hafifçe eğildi, poşetlerin içine göz attı. Alınanlara göz gezdirirken bir avuç dolusu çikolata dikkatini çekti. Kaşları kalktı, gözlerinde hem şaşkınlık hem hafif bir eğlenmişlik vardı. “Bu ne?” diye sordu.

Minho’nun çenesindeki kaslar gerildi. Başka bir yöne bakarak, kelimeleri sanki ağzından istemeye istemeye çıkıyormuş gibi söyledi: “Kaba davrandı. Karşılığını

aldım.”

Bu sözlerden sonra aralarında kısa ama yoğun bir sessizlik oldu. Jisung, Minho’nun yüzüne baktı. Ciddiyetinin altında saklanmış küçük bir utanmışlık gördü sanki. Minho ise göz göze gelmemeye özen göstererek çikolataları tezgâha yaydı. Ama bir an için, Jisung’un gözleri Minho’nun yanağındaki hafif kızarıklığa takıldı. Göz göze geldiklerinde zaman sanki birkaç saniyeliğine yavaşladı.

Gözlerinde geçen anlık elektrik, o sabahın sıradanlığını delip geçen küçük bir ipucu gibiydi; henüz adı konulmamış, ama derinlere işleyen bir şeyin habercisi…

——

Minho çayını yavaşça yudumlarken gözleri camın buğulu köşesinde bir noktaya takılmıştı. Dışarısı hâlâ sakindi. Jisung ona arada göz ucuyla bakıyor, ama Minho’nun içine kapanmış halini bozmak istemiyordu.

“Bugün biraz daha müşteri gelir mi dersin?” diye sordu Jisung, sessizliği nazikçe kırarak.

Minho başını yavaşça salladı, sonra gözlerini Jisung’a çevirdi. “Bi çocuk vardı, Seungmin. Bizi birlikte eve girerken görmüş.”

Jisung başını yana eğdi. “Küçük yer normal görmesi,"

Minho kaşlarını çattı. “Öyle değil. ‘Ev arkadaşı mısınız?’ diye sordu. Daha ikinci kez karşılaştığım birine böyle özel şeyler sorulmaz.”

Jisung kıkırdadı. “Merak etmesi normal takma bu kadar,”

“Ben mi takıyorum?” dedi Minho alaycı bir ifadeyle. “Beni sorguya çeker gibiydi. Chan desen zaten sinir bozucu. Sırf kartla ödeme yapmaya çalıştım diye az daha dövüyordu.”

Jisung başını iki yana sallayarak gülümsedi. “Nefret ediyo gibisin,"

“Anlaşamadık diyelim.”

“Alışırsın, yardım ederim sana."

Minho ona göz ucuyla baktı. Gülümsüyordu. Farkında olmadan... hafifçe. Sonra ciddiyetini yeniden takındı, ama Jisung onu çoktan yakalamıştı.

——

Gün batımına doğru, kafe hafifçe kızıla çalan ışıklarla dolmuştu. Pencereden içeri süzülen güneş ışığı, raflardaki kupaların üzerine vuruyor, sanki her şeyin tonunu yumuşatıyordu. Sessizliğin içindeki son birkaç müşteri, kahvelerini bitirip teşekkür ederek çıkmıştı. Ardından mekan, tekrar Minho ve Jisung’un nefesleriyle baş başa kaldı.

Jisung, ellerini önlüğünün cebine sıkıştırmış, Minho’nun bar taburesinin altına düşen bir peçeteyi yerden almasını izliyordu. Masaları silen Minho’ya bir şey söylemek istiyor, ama dili dönmüyordu. Gözlerini kaçırdı. Sonra cesaretini toplayarak konuştu.

“Bu gece... yine...”

Minho, başını kaldırmadan konuştu:

“Kalabilirsin.”

Sözleri sade ama doluydu. Jisung, gözleri parıldayarak Minho’ya baktı. Kalbinin bir yerinde bu cevabı bekliyordu. Ama Minho’nun elindeki bezi bir kenara bırakışı, ardından derin bir nefes alışla birlikte gelen o cümle beklemediği bir şeydi.

“Ama Jisung, bu böyle olmaz.”

Jisung’un içindeki kıpırtı aniden durdu. Gözleri dondu, bakışlarında bir korku belirdi.

“İstemiyor musun?” diye sordu sessizce, ama içinde minik bir hayal kırıklığı yankılanıyordu.

Minho, yanıtını hemen vermedi. Gözlerini

Jisung’dan kaçırarak konuştu:

“Evet... ve aslında hayır.”

Bir an durdu, sonra kelimeler birbirinin ardından dökülmeye başladı.

“Evim çok küçük... Yatağım da küçük. Çiftler gibi aynı yatakta... Yani…”

Başını öne eğmişti. Cümlesini bitirememişti belki ama içindeki kırık duvarların arkasında gizlediği duygular çok şey anlatıyordu. Onu bağlayan şey Jisung değildi. Kendi korkularıydı. Sevip de sevilmemekten, alışıp da kaybetmekten duyduğu korku...

Jisung derin bir nefes aldı. Gözlerindeki kararlılıkla, günlerdir içinde taşıdığı cümleyi yavaş ama net bir sesle söyledi:

“Birlikte yaşayalım.”

Minho başını hızla kaldırdı. Gözleri bir anda büyüdü. Şaşkındı. Ciddiyet yerini karışık bir ifadeye bırakmıştı. Jisung devam etti:

“Evin kötü durumda. Tadilete ver. Bitince geri gidersin.”

 

Minho hâlâ sessizdi. O sessizliğin yükünü hissettikçe, Jisung da içten içe titremeye başladı.

Ardından bakışlarını yere indirdi.

“Ayrı odalarda…” dedi bu kez daha alçak bir sesle.

Minho’nun kaşları gevşedi. Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Gözleri yavaşça Jisung’un yüzüne kaydı, sonra dudaklarına indi. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra konuştu:

“Pekala. Ev yenilenene kadar… ayrı yataklarda.”

Kısa bir tebessümle bitirdi sözlerini.

Pencereden içeri düşen son ışık hüzmesi, Jisung’un yüzünü altın sarısına boyarken Minho’nun gözlerinde parıldayan o yumuşaklık, belki de içindeki duvarların bir kısmının çatladığını haber veriyordu. Gün batımının loş ışığı, kafenin içine değil, onların kalplerine vurmuş gibiydi. İçlerine ekilmiş bir şey vardı — adı konmamış, ama göz göze geldiklerinde kıvılcımlanan bir şey. Aşktı belki de.

 

Olaylar bu bölümden sonra gelişmeye başlayacak. 7 bölüm gibi bitirmeyi düşünüyorum. Bundan sonra hangi shipe fic yazmalıyım? istekleriniz varsa yazabilirsiniz.... 💗💗💗

Bölüm : 20.04.2025 23:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...