
Minho, sabahın erken saatlerinde kulağına gelen ani horoz sesiyle yatakta irkilerek uyandı. Yüzünü buruşturup gözlerini ovuşturarak mırıldandı: “Horozların nesli tükenmemiş miydi?” Yıllardır bu kadar ‘doğal’ bir sesle uyanmamıştı ve sabah sakinliğine giden o alışılmış yol, yerini köyün canlı atmosferine bırakmıştı. Uyandığı gibi doğrulmak istedi fakat o aceleyle yataktan düştü. Derin bir iç çekişle yerden kalkarken, “İyi olacak, kötü yok,” diyerek kendini teselli etti.
Minho, saçlarını kaşıya kaşıya mutfağa giderken gözü duvardaki saate ilişti. İlk iş gününe geç kalmıştı! Alelacele üstüne başına çeki düzen verip kapıdan dışarıya adeta uçarak çıktı. Yolda koşarken karşısına kasaba ahalisi Chan ve Hyunjin çıktı, ama Minho’nun onlara “Merhaba” bile demeye vakti yoktu. Yanlarından hızla geçip koşmaya devam etti. Chan, Minho’nun ardından hafif şaşkın bir ifadeyle başını sallarken konuştu: “Çok işimiz var bununla.”
Hyunjin, bir yandan gülerek, bir yandan da biraz acıyarak Minho’ya baktı: “Yazık, her şeyden habersiz…”
Chan, onunla aynı fikirdeydi: “Bizimkiler şimdi kafededir. Jae babaanne torunuyla evlendirmeye ikna eder belki. ” Hyunjin bu yoruma kahkahalarla karşılık verdi, ikisi de keyifle yürümeye devam etti.
Bu sırada Minho, çoktan Jisung’un kafesine varmıştı. Koşmaktan nefes nefese kalmış, üstünü başını düzeltip kendini toparlamaya çalışıyordu. Boğazını temizleyip kapıyı yavaşça açtığında, karşılaştığı manzara karşısında olduğu yerde donup kaldı. Jisung, kapıda gördüğü Minho’ya alaycı bir gülümsemeyle bakarak, “Geç kaldın,” dedi.
Minho etrafına bakınca gözleri büyüdü, ardından birazcık sinirle mırıldandı: “Sanırım yanlışlıkla huzurevine gelmişim, kusura bakmayın, iyi günler!” dedi ve hızla kapıyı çekip dışarı çıktı. “İlk iş günümde yanlış yere geldiğime inanamıyorum,” diye düşünerek derin bir nefes aldı. Ancak tam uzaklaşacakken arkasında Chan ve Hyunjin’in beklediğini fark etti. Chan, kapıyı göstererek hafif sinsi bir gülümsemeyle, “Taliplerin seni bekliyor, hadi gel,” dedi ve Minho’yu içeriye doğru itti.
İçeri girdiğinde kasabanın yaşlı sakinlerinin hepsi, yeni gelen bu şehirli çocuğu baştan aşağı süzüyordu. Minho, hiç de içten olmayan bir eğilme hareketiyle hafifçe selam verdi. Yaşlıların bir kısmı merakla birbirine eğilip kısık sesle yorum yapıyordu: “Şehir çocukları ne kadar değişik olmuş,” diye. Minho, bu meraklı bakışlar karşısında yerin dibine girmek isterken, Jisung yanına yaklaşıp keyifle gülümseyerek omzuna dokundu:
“Alışacaksın Minho,” dedi, “kasaba biraz fazla... nasıl desek... samimi olabilir.” Minho’nun cevabı ise derin bir iç çekiş oldu. İlk iş gününe dair kafasındaki tüm beklentiler uçup gitmiş, yerini kasabadakii en renkli sosyal kulüple tanışmanın şaşkınlığı almıştı.
Minho, içinden "O istifa mektubunu yazan elimi s—," diye kendini teselli etmeye çalışarak derin bir nefes aldı. Ancak daha ilk adımdan itibaren, kasabanın yaşlı sakinlerinin ona olan ilgisi başını döndürmeye yetiyordu. Jisung’un ona göre gülüp durması da işleri hiç kolaylaştırmıyordu.
Minho daha kendini toparlamadan, yaşlıca bir teyze, kalın gözlüklerinin üzerinden Minho’yu süzerek seslendi: “Oğlum, senin yaşında birinin hâlâ evlenmemiş olması çok yazık... Birine ihtiyacın varsa, Jeju’da güzel kız çok!”
Minho, bu beklenmedik öneri karşısında ne diyeceğini bilemedi. Yüzünde sahte bir gülümseme belirdi: “Teşekkür ederim, ama ben... ben çok meşgul biriyim,” diye geveledi. Ancak hemen ardından başka bir yaşlı amca lafa atladı: “Şehirde öyle diyorsunuz ama buraya gelen her genç üç ay sonra evlenip barklanıyor! Sana göre birisini bulursun,”
Jisung, Minho’nun şaşkın halini görüp eğlencesini sürdürüyor, arada "Alışacaksın!" diyerek Minho'yu hafifçe dürtüyordu. Minho, kasabanım bu çabucak yakınlaşma yeteneğinden iyice tedirgin olmuştu. Belli ki burada insanların kimseyi yabancı gibi görmeye niyeti yoktu. Bir başka teyzeyse ona, “Böyle zayıf kalırsan bu işlerde zorlanırsın. Ben sana her sabah gimbap yapıp gönderirim torunumla,” diye içtenlikle seslenmişti.
Minho, tam bir cevap verecekken, yaşlılardan biri fısıltıyla, “Şunun surata bak... Hayatında ilk defa çalışacak belli ki!” diyerek hafif bir kahkaha attı. Minho bir an için neye uğradığını şaşırdı ve gözlerini büyüterek Jisung’a döndü. Jisung, eğlenerek göz kırptı: “Merak etme, onlar böyle işte. Kasabada herkesin gözü hep üzerindedir. Bir süre sonra alışacaksın.”
Minho, derin bir nefes alarak "Huzur evinde çalışsam daha az zahmetli," diye kendi kendine mırıldandı ve eline aldığı tepsiyi zar zor dengede tutarak masalara yöneldi. Fakat her adımda, kasabalıların ona olan ilgisi bir an bile eksilmiyordu.
İlk servis yaptığı masada, yaşlı bir dede hafif gözlüğünü yukarı çekerek Minho’ya dikkatlice baktı ve sessizliği bozan ilk kişi oldu: “Bak evlat, kahveyi böyle mi koyuyorlar? Sen hiç fincanı doğru taşımayı öğrenmemişsin anlaşılan.” Ardından başka bir yaşlı teyze de lafa girdi: “Yavaş, yavaş! Aceleye gerek yok. Biz emeklileriz, gün boyu buradayız. Sakin sakin yap işini, gençsin daha!”
Minho, herkesin müdahalesiyle kendini bir anda garip bir ‘yaşlılar akademisi’nde bulmuş gibi hissetti. Daha ne olduğunu anlamadan, yanındaki yaşlı amca kendi anılarını anlatmaya başlamıştı bile. “Bizim zamanımızda böyle gençler yoktu, şimdi bakıyorum da herkes bir başka havada. Neymiş, kahve falan... Biz zamanında kuyudan su çekerdik, şimdi öyle gençler kaldı mı?”
Minho, içinden sadece “Serin hikaye kardeş,” diyebildi. Dişini sıkarak işine devam etmeye çalışsa da, teyzeler ve amcalar arka arkaya ona tavsiyeler vermeye devam ediyordu.
Chan, Minho’nun yaşadığı zorlukları anında fark etti ve ona bakarak kaşlarını kaldırdı: “Şirket yönetmek gibi degilmis degil mi?” Hyunjin ise kahkahasını tutamayarak: “Kesin o da yalandır, bir fincanı düzgünce tutamıyor kim buna sirketin yönetimini verir,” diyerek Minho’nun omzuna vurdu.
Minho, derin bir iç çekerek omuz silkti ve sessizce mırıldandı "Tabii koyun sürüsüne inandıracağım kendimi, aynen."
"Anlamadım?"
"Serin hikaye."
Minho gün boyu insanların siparişlerine koşturarak yorulmuştu. Herkes gittikten sonra bir sandalye çekip oturdu. Derin bir nefes aldı. Yanına Jisung geldi. "Günün nasıl geçti, pek sohbet edemedik seninle," Minho terini silerken konuştu "Buna nasıl katlanıyorsun anlamadım," Jisung gülümseyerek karşısında ki bedene baktı, "Zamanla burayı çok seveceksin," Minho sırıtarak Jisunga baktı "İstemiyorum," Jisung şaşırarak karşısında ki soğukkaanlı adama baktı. Biraz süzdükten sonra ona doğru yaklaştı "Takip et beni," minho oldukça şaşkın bir ifadeyle oturduğu sandalyeden kalktı. Jisung karanlık bir odaya gelmişti. Minho da arkasından içeriye girdi "Hey burası çok karanlık," jisung sesli bir tebessüm gösterdi. Lambayı açınca birden etraf aydınlandı. Minhk gördüğü manzara karşısında adeta küplere binmisti. Jisung arkasını dönüp giderken konuşmaya başladı "Felix ile içmeye gideceğiz, ben gelene kadar bitmiş olsun." Diyerek çıktı. Minho arkasından "Bu patronla işim çok," diye söylendi. Kolları sıvayarak bulaşıklara girişti.
Yeni bölüm geldiii. Yorum atıp oy verirseniz çok sevinirim. Hikaye ile ilgili düşüncelerinizi merakla bekliyorum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |