Yeni Üyelik
5.
Bölüm

İHLAL

@onyxmistic

Beni öpmeye başladığında, sanki tüm dünyam başıma yıkılmaya başlamıştı. Tüm bildiklerim, tüm hislerim, tüm doğrularım, bana dair her şey yıkılıyordu. O an, her şey bulanıklaştı; nefesim kesildi ve zihnimdeki tüm düşünceler durdu. Dudakları dudaklarıma değdiğinde, içimde bir fırtına koptu. Kalbim hızla atmaya başladı, ama bu heyecandan değildi; daha çok içimdeki öfke ve kafa karışıklığının yol açtığı bir kargaşa gibiydi. Ellerinin yüzümdeki hissi, beni daha da savunmasız hissettirdi. Sınırlarım ihlal ediliyordu ve bu, içimdeki dengeyi alt üst ediyordu.

 

Başta şoktan kıpırdayamadım, sanki bedenim ona boyun eğmişti. Ama sonra içimde biriken öfke ve hayal kırıklığı ağır bir dalga gibi yükseldi. Onu itmek istedim, kendimi geri çekmek, ama her hareketimle o daha da sıkı sarılıyordu. Nefesim hızlanmıştı; kalbim ise paramparça bir haldeydi. İçimdeki öfke, gözlerimden yaşlar olarak akmaya başladı, ama o hala beni bırakmıyordu. Sanki her damla yaşımla, hissettiğim çaresizliği daha da derinleştirmek istercesine beni öpmeye devam ediyordu.

 

"DUR!" diye bağırdım, ama sesim sanki boşluğa karıştı. Onu daha çok ittikçe, o da daha sıkı sarılıyordu. Gözlerim yaşla dolu, ruhum ise darmadağın olmuştu. İçimdeki her şey çöküyordu; korku ve öfkenin birbirine karıştığı bu anda, tamamen kontrolümü kaybetmiştim.

 

Dudaklarımdaki sıcaklık ise bu hisleri daha da karmaşıklaştırıyordu. Beni öfkeyle öpüyordu. Sınır tanımaz bir şekilde dudaklarımı kendine esir etmişti. Bir yandan utanç, bir yandan şaşkınlık içindeydim. Daha önce biriyle öpüşmemiştim ama hiç böyle hayal etmemiştim. Kendimi bu kadar savunmasız, bu kadar kırılgan hissettiğim bir an daha önce hiç olmamıştı. O an, sadece bedenimin değil, ruhumun sınırlarının da ihlal edildiğini hissediyordum. İçimdeki her şey, tüm güvenim, tüm sınırlarım bir anda yıkılmıştı.

 

O anın ağırlığı öylesine derindi ki, bu kontrolsüz deneyim ruhumda onarılamaz bir yara açtı. Sınırlarımı koruyamamanın verdiği çaresizlik, çaresizliğim... Kendimi asla affetmeyecektim.

 

O ise abim olmadığını sadece aklıma değil bedenimede kazımıştı.

 

"Dur artık!" diye haykırdım, sesim kırılganlıkla titriyordu. "Senden nefret ediyorum. Nefret ediyorum. Pisliğin tekiymişsin! " Hem ağlıyordum, hem titriyordum öfkeden. İrademe vurulan zincirleri kıramayışımın öfkesini bastıramıyordum artık.

 

Bakışlarında bir an için şaşkınlık gördüğümü sandım ama sadece bir an içindi. Kısa bir süre ne diyeceğini bilemeyip durasadıktan sonra,

"Seni uyardım Aslı! Abin olmadığımı gösteririm dedim. Beni mecbur bırakma dedim!" dedi.

 

Gözlerim dolu dolu, kalbim paramparça bir halde, yıkılmış bir şekilde ona bakıyordum. Dudaklarımdan dökülen son seslerin yankısı odada hâlâ yankılanıyordu. O ise, öfke dolu bir gözle etrafımda dönüp duruyordu, bir yandan da bedenimdeki her hücreye sirayet eden korku ve endişe beni adeta felç etmişti.

 

"İğrençsin. İğrenç birisin." Onu kendimden uzaklaştırmıştım ama tüm yaşanmışlıklarıyla hayatımdan çıkarmak istiyordum. Boşalan sinirlerim yüzünden ona saldırıya geçen bedenimi zapt edemiyordum. Ben onu itip vurdukça, o bir adım geri gidiyordu.

 

"Bir daha bana dokunma duydun mu beni? Sen benim abim değil hiçbir şeyimsin. Hiçbir şeyimsiiin!" Ağzımdan çıkanlarıda öfkemide kontrol edemiyordum. Duyduğu son cümlemle geri adım atmayı durdurup, onu itmeye çalışan kollarımı tuttu. Ben itmeye çalıştıkça o daha çok kuvvet uygulayıp ben kendine doğru çekti.

 

"Kendine gel. Yapmadığın hiçbir şeyin bedelini ödetmedim sana." Gözlerimin içine bakarak taviz vermeye niyeti olmayan ses tonunu açmıştı tekrar bana karşı.

 

"Kendini toparla, aşağıda seni bekliyorum." arkasına bakmadan kapı açıp gitti.

 

Nefes almak bile zor geliyordu. Odada sessizlik hüküm sürüyordu, sadece kalbimin hızlı atışları ve sakinleşemeyen nefeslerim duyuluyordu. Yıkılmış bir halde yerde oturup, titreyen ellerimle yüzümü kapattım. Korku ve endişe, bedenimi sarmıştı, içimde bir fırtına kopuyordu. Hangi adımı atacağımı, nasıl davranacağımı bilemiyordum.

 

Korktuğum ya da kaçtığım ne varsa içinde buluyordum kendimi. Onu asla affetmeyecektim. Her şeyi unutabilirdim ama bu yaptığını unutmayacaktım.

 

Bir süre sonra kendimi toparlamaya çalıştım. Gözlerim hâlâ yaşlıydı, ancak biraz daha kontrol altına almıştım kendimi. Kendimi toparlanmalıydım. Hem kendim hem de abim için güçlü olmalıydım.

 

Derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Sonra banyoya gidip yüzümü yıkadım, biraz daha kendime geldim. Artık aşağı inmeliydim.

 

Merdivenleri aşağı inerken kalbim hâlâ hızlı atıyordu. Ama bu sefer korku ve endişe değil, öfkeyle atıyordu. Yiğit'in beni zorla öpmesi, içimde derin bir öfke uyandırmıştı. Artık bu durumu kabullenemeyecektim, ona karşı durmalıydım.

 

Salona girdiğimde Yiğit, sessizce kahvaltı hazırlıyordu. Yüzünde hâlâ öfke ve endişe vardı, ama bir o kadar da kararlı görünüyordu.

 

Sessizce masaya oturdum. Yardım etmek içimden gelmiyordu. Buradan kaçacaktım biran önce.

 

Bir süre sessizlik oldu aramızda. Sonra o da masaya oturdu ve sessizce bir şeyler yemeye başladık. Ağzıma götürdüğüm lokmaları yutmakta zorlanıyordum. İçimdeki yıkılmışlığın etkilerini gizlemekte zorlanıyordum.

 

 

Aramızdaki sessizliği bozan bir telefon sesiydi. Benim telefonumdu bu, hala yanında taşıyordu. Bakışlarımı tabağımdan çekip ona baktım.

 

"Benim telefonum o. Kim arıyor? Beni arıyorlar!" heyecanla ayağa kalktım. Unutulmamıştım.

 

Ayağa kalkmamla başını yukarı kaldırdı. Oturduğu yerden bana bakıyordu tepkisizce.

 

"Otur Aslı! Az önce yaşadıklarımızı tekrar yaşamayalım istiyorum." öyle keskin konuşuyorduki cevap veremedim. Utanmadan sıkılmadan bu konuda konuşabiliyordu. Bu konu bende donma etkisi yapıyordu. Karşı çıkamadım. Çünkü çıksam da bir yere varamıyordum. Tek yapabildiğim nefret dolu bakışlarımı ona sabitlemekti. O da aynı kararlılıkla bana bakıyordu.

 

Gözlerimi kaçırdım, o anki huzursuzluğumu gizlemeye çalışarak tekrar sandalyeye oturdum. İçimdeki karmaşık duyguları bastırmaya çalışıyordum, ama masum bir telefonun bile bana bu kadar heyecan vereceğini tahmin etmemiştim.

 

Sakince telefonu cebinden çıkarıp arayana baktı. Telefonu cebine sinirle geri sokup, masadan kalktı. Elleri saçları arasında bir ileri bir geri dönüyordu.

 

Sadece izliyordum tüm tükenmişliğimle.

 

"Kaan şerefsizi arıyor merak ettiysen." Başımda durup öfkeyle gözlerime bakıyordu.

 

"Ortadan kaybolduğumu anlamıştır. Sence beni kendi halime mi bıraktı bunca yıl? Nerede, ne yaptım her şeyden haberi vardı. Yaşadığım her günün hesabını vererek geçirdim ben son 7 yılımı." tiksinti, öfke, nefret her şey vardı ses tonumda.

 

"Bana o şerefsizi anlatma! Anlatacağından fazlasını biliyorum. Ona dair hiçbir şey duymak istemiyorum senden!" Sesi kontrolsüz yükseyordu bana karşı. Delirmiş gibi davranıyordu.

 

"Seni alabilirse benden alsın. Ödenecek çok bedel var, hepsi ödenecekler." Bu kez kendi kendine konuşuyordu.

 

Telefonumdan birine bir şeyler yazdı. Sessizliğimi korudum. Sadece kaçmaya odaklanmıştım. Kabullenmişi oynamalıydım.

 

Daha sonrasında kendi telefonunu alıp biriyle mesajlaştı. İnsan sesine bile hasret kalmıştım. Onu bile esirgiyordu benden.

 

Masada, gözlerim boşluğa dalıp gitmişken, yaşadıklarımın acı yükü omuzlarımda ağırlaşıyordu. Hayatın en acımasız yüzünü görmüştüm, her zaman olduğu gibi. Annesiz babasız büyümenin verdiği yalnızlıkla başladı her şey. Ardından abimin ölümü, onu ölümden kurtarmaya çalışmam ve bunun bedelini ödemenin ağırlığı... Sanmıştım ki, bu bedelle hayatı yaşarım, artık daha fazlasını ödemem gerekmez. Ama henüz bitmemişti. O ağır yük hala omuzlarımda, beni eziyor, yıpratıyordu.

 

Beni düşüncelerimin içinden çekip alan Yiğit'in sesiydi.

 

"Aslı, hazırlan gidiyoruz."

"Nereye gidiyoruz?" İçimde tekrar bir umut yeşermişti.

"Uzun bir yolculuğa çıkıyoruz. Konum değiştireceğiz zamana ihtiyacım var. Hadi bekleme acele et."

 

Odaya çıkıp üzerimi değiştirdim. Saçlarımı toparlayıp, beklemeden merdivenlerden indim.

 

Oda kapıda beni bekliyordu.

 

"Peşin peşin söylüyorum Aslı. Kaçamazsın zaten de, yeltenirsen diye söylüyorum. Can yakarım. Canını yakarım." Tane tane, her kelimesini vurgulayarak konuşuyordu.

 

"Tamam biliyorum." Göz teması bile kurmamıştım. Sadece kapıya bakıyordum.

 

Kapı açıldığında, içime derin bir nefes çektim. Tıpkı yıllardır hapsedilmiş gibi hissediyordum, özgürlüğün tadını çıkarmak için derin derin nefesler alıyordum. Kapıdan ilk çıkan ben olmuştum, ancak Yiğit hemen arkamdaydı. İlk benim oturacağım koltuğun kapısını açtı ve temiz havaya veda ederek işaret ettiği yere oturdum. O da yanıma geçti ve arabayı çalıştırdı. Yol boyunca sessizce ilerlerken, içimdeki huzursuzluk biraz olsun hafiflemiş gibiydi.

 

Şimdi kolay kısımdaydık. Bir yolunu bulup ona oyalanacak bir sebep vermeliydim ben kaçarken.

 

Yol boyunca arabada sessizlik hüküm sürerken, aklım başımda değildi. Yiğit'in söyledikleriyle kafam karışmışken, etrafımızda uzanan ormanın sakinliği ve medeniyetten uzaklık hissiyatıyla birleşen bir belirsizlik içindeydim. Ancak bir çıkış yolu bulmalıydım. Tuvalet acil bir ihtiyaçtı. Kullanacaktım.

 

Kendimi kontrol ederek, sessizce Yiğit'e döndüm. "Mola verebilir miyiz?" dedim, sesimi mümkün olduğunca sakin tutmaya çalışarak.

 

"Ne için?" Dedi gözünü yoldan ayırmadan.

 

"Lavaboya gitmem gerekiyor. Gerçekten ihtiyacım olmadıkça senden bir şey istememeyi tercih ediyorum." İnandırıcı olmalıydım.

 

"Yakında mola verilecek bir yer yok."

 

"Dayanamam diyorum." Dedim öfkeli bir şekilde.

 

Yiğit'in yüzünde kısa bir tereddüt belirdi, ancak sonra arabayı kenara çekmeye karar verdi.

 

"O zaman ihtiyacını burada gidereceksin." Dedi. Ormanın ortasındaydık.

 

Elimdeki bu şansı korkaklık edip kaçırmayacaktım.

 

"Tamam olur." Dedim etrafa bakarak.

 

"Aslı, burada kaçabileceğin bir yer yok. Eğer aklından geçen buysa. Ormanda kaybolup kurtlara yem olmak istemiyorsan, sorunsuz geri dön."

 

Arabayı olduğu yere park ettikten sonra, sessizce indik. Tuvaletimin aciliyetini gizlemeye çalışırmış gibi, arka tarafa doğru yürümeye başladım.

 

Kısa bir süre sonra, arabayı oldukça arkamda bırakmıştım, etrafıma bakındım. Ormanın sessizliği etrafımı sarmıştı, sadece kuşların uğuldaması ve yaprakların hafifçe hışırtısı duyuluyordu. Etrafta kimse yok gibiydi, fırsatı değerlendirmek için zamanın geldiğini hissettim.

 

 

Gözlerimi aralayarak, etrafta birkaç metre ileride bir patika olduğunu fark ettim. Ormanın derinliklerine doğru uzanan bu yol, kaçışım için bir umut ışığı gibiydi. Hızla adımlarımı sıklaştırdım, kalbimin ritmiyle senkronize olmuş adımlarım ormanın içinde yankılanıyordu.

 

Yiğit fark etmeden mümkün olduğunca uzaklaşmalıydım. Hızlı adımlarım araba görüş açımdan çıkınca koşmaya başlamıştım.

 

Kaçmıştım, başarmıştım. Arkama bakmadan koşuyordum. Nefesim hiç böyle güzel tükenmemişti. Özgürlük ve korku hissinin harmanlanmış haliyle koşuyordum. Caddeye uzak değildim. Arabaları görebiliyordum. Ağaçların arasından koşmaya devam ettim. Yokluğumu fark etmek üzere olduğunu biliyordum. Korku hiç koşmadığım kadar hızlı koşmama sebep oluyordu. Caddeye çok yakındım, korkum giderek heyecana yerini bırakıyordu. Son adımlarımı atmak üzereyken duyduğum silah sesiyle olduğum yere çakıldım. Geriye dönüp baktığımda bana doğru koştuğunu gördüm. Sadece 2 ya da 3 dakika fark vardı aramızda. Neden bu kadar erken fark etti neden? Neden hiç bir şey benim için biraz daha kolaylaşmıyordu. Duramazdım bu kez korkamazdım. Bana doğru gelen bir araba görene kadar koşmaya devam edecektim.

 

"Aslı ! " adımı hiç bu kadar sinirli söylememişti. Bu öfkesinin gördüklerimden daha karanlık ve derin bir türüydü. Bu kez de yakalanamazdım. Yakalanırsam olacaklardan korkuyordum.

 

Arkama bakmaya cesaretim yoktu. Sadece önüme bakıyordum ve ağlıyordum. Korku beni ele geçirmeye başlamıştı. Tekrar!

 

Nereye gittiğimi bilmeden sadece koşuyordum, kaçıyordum. O kadar hızlı koşuyordum ki ciğerlerim yanmaya başlamıştı. Ağaçların arasında korkularımla savaşarak ilerliyordum, adımlarımın her biri umutsuzluğumu geride bırakıyordu. Ancak hızım, korkularımı paramparça etmek için yeterli değildi.

 

O sırada ayağımın bir şeye takılmasıyla havalandım. Kısa bir an yerçekimine meydan okudum, sonra yere çakıldım. Toprağın sert yüzüyle buluşmam anlık dehşetle dolu bir serüvendi. Bedenim, acının soğuk eliyle sarılmışçasına titriyordu. Sol yanımda keskin bir ağrı yükseldi, sanki bedenimin her hücresini deliyordu. Derin bir inilti dudaklarımdan kaçtı, bedenim titremeye başladı. Gözlerim dolmuştu, acı ve korku içindeydim, ama pes etmek yoktu.

 

Yiğit'in adımlarını duydum, yaklaşıyordu. Öfkesi nefesimi kesiyordu, üzerime çöken karanlık bir buluttu. Bedenim titriyor, nefes almakta zorlanıyordum.

Loading...
0%