Yeni Üyelik
4.
Bölüm

İMKANSIZ

@onyxmistic

Yavaşça ilerleyip yatağın kenarına oturduğumda tüm vücudum kasılmış, tüylerim diken diken olmuştu. Düne kadar abimdi bu adam. Ailemden biri, bana en yakın olan, ama şimdi... şimdi ise yanına uzanmak zorundaydım. İçimdeki korku, öfke, ve çaresizlik bir düğüm olmuştu. Bu yaşadığım, en tuhaf kabusun dahi ötesindeydi. "Bu gerçek olamaz," dedim içimden, dudaklarım titreyerek. "Allah'ım, lütfen rüya olsun bu. Lütfen uyanayım." Sessiz dualar ederken dudaklarım kımıldıyordu.

 

Gözlerimin önünde beliren her sahneyle içimdeki umut azalıyordu. Daha ben yatağın kenarına oturur oturmaz, sanki düşüncelerimi okumuş gibi ayağa kalktı ve odanın ışığını söndürdü. Saniyeler içinde karanlık tüm odayı kapladı, ama o her zamanki gibi karanlıkta bile ne istediğini biliyordu ve geri adım atmaya hiç de niyetli görünmüyordu.

 

Başımı yastığa koyar koymaz sırtımı ona döndüm. Nefes almaya dahi korkarak, gözlerimi sıkıca kapattım, sanki kapanmayan gözler bu kabusu daha da gerçek yapacaktı. Ardından, yatağın diğer tarafının yavaşça çöktüğünü hissettim. O da yatmıştı. Yatak hafifçe sallandı ve bir an kalbim yerinden çıkacakmış gibi hızla atmaya başladı. Bu anı hiç yaşamamış olmayı diledim. Bu kadar çaresiz olabileceğim bir an olduğunu bilemezdim.

 

İçimde saklamaya çalıştığım gözyaşları, inatla yanaklarımdan süzülmeye başladı, sanki çoktan orada olmak için hazırda bekliyorlardı. Sessizce ağlıyordum, tek bir hıçkırığın dahi duyulmasına izin vermeden. Tam o anda, enseme yakın bir nefes hissettim, sıcak ama aynı zamanda ürpertici bir nefes. Bana doğru dönmüştü, gözlerimin arkasında, her bakışını hissedebiliyordum.

 

"Bir daha ağzında o kelimeyi duymayacağım." Sesi alçaktı ama bu sözler, kalbime ağır bir taş gibi oturmuştu. Diken üstünde, yatağın ucunda kendimi kıstırılmış gibi hissettim. Ne bir kelime edebiliyordum, ne de cesaretim vardı ona bakmaya. Bu karanlık, suskunluk, ve içimdeki korkuyla yatağın kenarında, uçurumun eşiğindeymişim gibi bekliyordum.

 

Yataktaki hafif hareketlilik, tüylerimi ürperten bir sessizlik içinde yankılandı. Her kasımı gerginleştiren bu an, ağır bir taş gibi göğsümdeydi, ama ben kıpırdamadan, nefesimi tutarak dinlemeye devam ettim. Sonunda, yatağın hafifçe gıcırdayan sesi kesildi; belli ki kalkmıştı. Adımlarını duymadım ama hissedebiliyordum. Pencerenin önündeki kanepeye oturduğunu ya da belki de oraya uzandığını düşündüm. Arkamı dönmeme gerek yoktu; kaslarım, kaybettiğim bir savaşı kazanmış gibi rahatlamıştı.

 

İçimde saçma bir minnettarlık vardı, beni bu zorunluluğa mecbur bırakmadığı için. Ancak aynı anda derin bir korkuya da teslimdim, bu çıkmazda ne yapacağımı bilmeyerek. Yaşadığım anın şokuyla düşünme yetimden tamamen kopmuştum, aklımın geri dönmesi ise zaman aldı. Yavaş yavaş zihnimin puslu sisleri aralanmaya başladı; çözüm arayışına girdiğimi fark ettim.

 

Uyumasını beklemeliydim... Evet, uyuyunca telefonumu bulup birilerini arayabilirdim. En başta abimi aramak geldi aklıma. Belki o, beni buradan kurtarabilirdi. Ama ya ona bir şey olursa? Yiğit'e karşı tek başına ne yapabilirdi? Bu düşünce, cesaretimi yeniden kırdı. Abime bir şey olmasına dayanamam; ona zarar gelmesine göz yumamam. Kendi çıkmazımda, başka birini de riske atmamalıydım.

 

Zaman, yavaşça akıp gidiyordu. Yaklaşık bir saat boyunca, odada mutlak bir sessizlik hâkimdi. Yiğit'in sakin nefes alışverişi, karanlık odada yankılanıyordu; nefeslerinin ritmi, sanki odanın içini dolduran tek sesmiş gibi netti. Bu huzurlu sessizlikte, neredeyse kalbinin atışlarını bile duyabileceğimi sandım. Ancak, bu sessizlik benim için huzur değil; içimdeki korkuyu bileyecek bir bekleyişin başlangıcıydı.

 

Sessizce yataktan kalktım, her adımım ince bir çizgide yürüyormuş gibi dikkat gerektiriyordu. Tüm oda sessizliğe gömülmüştü; tek duyulan şey, kendi nefesim ve kalbimin hızlı atışlarıydı. Masaya doğru ilerledim, gözlerim karanlıkta eşyaların arasında telaşla dolanıyordu. Telefonu bulamayınca içimde bir panik kıvılcımlandı. Kendimi sakinleştirmeye çalışarak derin bir nefes aldım. Belki başka bir yere koymuştur diye düşündüm, umutsuzlukla gözlerim odayı tarıyordu.

 

Banyoya doğru yöneldim, belki orada unutmuştu. Kapıyı yavaşça açtım, içerisi karanlıktı. Bir an duraksadım, sonra ışığı açarak içeri girdim. Lavabonun kenarlarını, dolapların içini hızla gözden geçirdim, ama telefon yoktu. Her geçen saniye içimdeki endişe daha da artıyordu. Yavaşça, Yiğit'in uyuduğu koltuğa doğru yöneldim. Belki telefon oradadır diye düşündüm, ama bir yandan da onu uyandırma korkusu içimi sarıyordu.

 

Kalbim, bu sefer daha da hızlı çarpıyordu. Adımlarımı en hafif şekilde atmaya çalıştım, sanki odanın içinde yankılanacak tek bir ses bile tüm planımı bozabilirdi. Titreyen ellerimle koltuğun yanındaki çekmeceleri sessizce açtım. Ama bir şey bulamıyordum; çekmecelerde arayamayacak kadar tedirgindim, çünkü en ufak bir hışırtı bile duyulabilirdi. En son, gözlerim Yiğit'in yastığına kaydı. Belki telefon yastığının altındadır diye düşündüm.

 

Yavaşça eğildim, içimde yükselen korkuyla yavaşça yastığa doğru uzandım. Tam yastığın diğer tarafına bakmak için elimi uzattığımda, ansızın oda sessizliğini yırtan bir hareketle irkildim. Ayağımın ucunda bir şeye çarpmıştım. Kalbim göğsümde hızla atmaya başlamıştı; neredeyse duracakmış gibi hissediyordum. Bir an için Yiğit'in uyanma ihtimaliyle yüzleştim, ama panikle yalnızca telefonumu bulmaya odaklanmıştım.

 

Yavaşça eğilip yastığa doğru uzandım. O anda, bileğime sert bir elin dolandığını hissettim. Odanın sessizliği, içimdeki çığlıkla paramparça oldu. Yiğit bir anda gözlerini açmış ve beni kendine doğru çekmişti. Dengesiz bir şekilde, bir an havada asılı kaldıktan sonra, hızla onun bedenine doğru çekildim. Titreyen bedenimle onun üzerine düşmenin yarattığı utanç ve korku bir araya gelmiş, nefesim hızlanmıştı. Yüzümdeki sıcaklık, içimde büyüyen çaresizliği artırıyordu.

 

Karanlık odanın derin sessizliği içinde, sadece hızlı soluk alışverişlerimiz duyuluyordu. Gözlerim korkuyla Yiğit'e kilitlenmişti; dilim tutulmuş gibiydi, sanki her kelime boğazımda düğümlenmişti. O da bana öfkeyle bakıyordu; gözlerindeki sert ifade beni dehşete düşürüyordu, kalbim çarpıyordu. İçimde, ne söyleyeceğimi bilemeyen bir çaresizlik vardı.

 

Öyle çok korkuyordum ki, aklıma hiçbir yalan bile gelmiyordu; tek düşündüğüm, onun bedeninden uzaklaşmaktı. Tam yerimden doğrulmaya çalışırken bir anda altımda buldum kendimi; Yiğit üzerime kapanmıştı. Şaşkınlıkla kilitlenen dilim, başka bir şokla çözüldü.

 

"Ne yapıyorsun! Kalk üstümden!" Onu üzerimden itmeye çabaladım ama vücudunun ağırlığıyla bacaklarım hareket etmiyordu. Bir kolumla onu itmeye çalıştım, ama çabalarım boşunaydı; bu hareketim, onu daha da kışkırtmış gibiydi. Tek hamlede, iki kolumu başımın üzerinde tek eliyle sabitledi.

 

Gözleri öfkeyle parlıyordu ve bu, beni titretmeye yetmişti. Bedenimi geri çekmeye çalıştım ama üzerimdeki baskı, nefesimi kesiyordu. Gözlerimde çaresizlik ve korku vardı, ama sanki o beni duymuyordu, beni görmüyordu bile.

 

Fısıltıyla, "Ne yapıyorsun?" dedim, sesim korku dolu bir yalvarışa dönüştü. Ama Yiğit'in yüzündeki ifade değişmiyordu; gözlerindeki o acımasız bakış kalbime bir hançer gibi saplanıyordu.

 

"Aslıııı!" dedi bir kez daha, sesi neredeyse kırılacak gibiydi, ama öfkesi ağır basıyordu. Eli yüzümdeydi, parmağı yanaklarımda dolaşıyor, beni çaresiz bırakıyordu. "Beni çaresiz bırakıyorsun. Çok çaresiz bırakıyorsun," dedi hırçınca. Gözlerindeki acımasızlık içimi titretmişti. Sanki korkunç bir kabusun içindeydim; onun ağırlığı nefesimi kesiyordu.

 

"Asıl çaresiz olan benim!" diye karşılık verdim boğuk bir sesle. "Ne olur bırak, bu böyle olmaz." Ağlamamak için kendimi zor tuttum; başka çarem kalmamıştı, kurtuluş için yalvarıyordum. Ama o beni duymuyor gibiydi. Nefesi boynumda geziniyor, yanağını yanağıma değdirdiğinde gözyaşlarım akmaya başladı.

 

Korkuyla bir kez daha, "Ne yapıyorsun?" diye fısıldadım, sesimdeki yalvarış netti. O ise başını kaldırdı ve öfkeyle gözlerime baktı. Ne gözlerindeki soğukluktan ne de yüzündeki kararlılıktan bir şey eksilmişti.

 

Karanlık odada gerilen sessizlik içinde, Yiğit'in soğukkanlı ama tehdit dolu sesi yankılandı:

 

"Ben sadece tanıdığın Yiğit değilim, Aslı. Sana zarar vermek istemiyorum ama böyle devam edersen sana vermemek için başkalarına zarar veririm. Görmediğin yanlarımla tanışmanı istemiyorum. Beni buna mecbur bırakma!"

 

İçimde biriken öfke ve çaresizlik taşma noktasına gelmişti. Kendimi savunmasız ve sıkışmış hissediyordum, sesim titrek ama kararlı çıktı: "Uzak dur sevdiğim insanlardan. Üstümden de kalk!"

 

Sözlerim ağlamaklı bir öfkeyle doluydu, artık sabrım kalmamıştı. Yiğit de en az benim kadar yorgun görünüyordu, bakışları karanlık ve uyarıcıydı: "Bu son uyarım Aslı, bu son uyarım." Sonunda üzerimden kalktı, bana kendimi toparlama fırsatı verdi.

 

Derin bir nefes alarak yatağın ucuna iliştim. O ise odanın diğer köşesine doğru uzaklaştı, kanepenin karanlık bir köşesine sessizce uzandı. Artık odanın içinde bastırılmış öfkem ve yenilmiş umudumla baş başaydım.

 

Karanlık, duvarlarda gölgeler halinde dalgalanırken, içimde de karmaşık duyguların fırtınası esiyordu. Sessizlik neredeyse üzerime çöküyor, içimdeki umutları boğmaya çalışıyordu. Fırtına öncesi bir sükunet gibi hissediyordum, sessizlik içimdeki savaşın yankısını taşıyordu.

 

Sonunda, yorgun bedenim ağırlığını hissettirdi. Bitkin düşmüş halde yatağa uzandım. İçimdeki çalkantılara rağmen, gözlerim yavaşça kapandı ve uykunun sakin sularında, geçici de olsa bir huzur bulabildim.

 

*****

 

Sabahın ilk ışıkları odaya sızarken, gözlerimi ağır ağır açtım. Gecenin ağırlığı hala üzerimdeydi; zihnim dün gece yaşananları sindirmekte zorlanıyordu. Her şey gözlerimin önünde yeniden canlanıyor, o karanlık ve sessiz odada geçen anlar zihnimde, gerçek gibi taptaze dönüp duruyordu. Bir an hareketsizce yatakta kaldım, içimdeki sıkıntı boğazımı düğümlüyordu.

 

Yavaşça doğrulup etrafıma bakındım. Odanın her köşesine sinmiş karanlık, sanki hâlâ dün gecenin gerginliğini içinde taşıyordu. Yiğit ise kanepede hareketsiz yatıyordu, uykunun ağırlığı altında kaybolmuştu. Ona bakarken içimde hâlâ tanımlayamadığım bir korku ve huzursuzluk vardı, yüreğimde kök salmış bir endişe.

 

Sessizce banyoya doğru ilerledim, kapının kolunu yavaşça indirip içeri süzüldüm. Yiğit'in uyanmasını istemiyordum; dün geceden sonra onunla tek bir kelime bile paylaşacak gücüm yoktu. Kapıyı kapatıp aynaya baktığımda, yüzümdeki manzara beni sersemletti. Karşımda gördüğüm yansıma, kelimenin tam anlamıyla yıkılmış birini gösteriyordu. Gözlerim kan çanağına dönmüş, göz altlarım şişmişti. Bakışlarımda hiçbir canlılık, hiçbir umut yoktu; derin bir boşlukla dolu bakıyordum kendime.

 

Kendimi en son böyle gördüğümde abimi ölümün elinden almıştım. Buda benim ölümümdü sanırım. Abimin kurtarıcısı ben olmuştum ama benim bir kurtarıcım yoktu. Yüzümü yıkayıp kendime gelmeye çalıştım.

 

Banyodan çıkıp odaya döndüğümde, gözlerim masanın üzerindeki eski bir fotoğrafa takıldı. Geçmişteki mutlu günlerimize ait bu kare, şimdi aramızdaki mesafe ve gerginlik yüzünden hüzünlü bir hatıraya dönüşmüştü. Ellerim titreyerek fotoğrafı aldım, üzerindeki tozları usulca sildim. Bu fotoğraf, yaklaşık sekiz yıl öncesine aitti; ben henüz 17 yaşındaydım, abim ve Yiğit ise 26. O gün, hayatlarımızın sorunsuz ve umut dolu olduğu bir dönemin tam ortasında çekilmişti.

 

O yaz günü, bahçemizde güneşin altında çekilen bu fotoğrafta, hepimizin yüzünde içten bir gülümseme vardı. O zamanlar dünya, çok daha basit ve anlaşılır bir yer gibi görünüyordu. Abim yanımda duruyordu, kolunu omzuma dolamış, gözlerinde bana güç veren bir sevgi vardı. Gözlerindeki güven dolu ifade, sanki her şeyin yolunda olduğunu fısıldıyordu bana. O an, abimin yanında olmanın verdiği huzuru hissediyordum, onun gülümsemesi tüm dertleri silip atıyordu.

 

Yiğit abim ise biraz mesafeli durmuştu, yine de yüzünde bize doğru yönelttiği sıcak bir gülümseme vardı. Fotoğrafta onun gülümseyişine baktıkça, şu anki haliyle arasında büyük fark canımı yakıyordu. Şimdi düşünüyorum da, acaba o gün bile aklında başka düşünceler var mıydı? O güne kadar onu sadece bir abi gibi sevmiştim. Ama o an, geçmişte kalan bu fotoğrafın ardında yatan gerçekleri asla bilemeyeceğimi fark ediyordum.

 

Geçmişteki o masumiyet, o gülüşler... Hepsi ne kadar uzaktı şimdi.

 

Fotoğrafa dalmışken, belime dolanan ellerin sıkı kavrayışıyla irkildim. Gerçeklik, bir an içinde üzerime çökmüştü. Eller, sıkıca belimi sarıyordu; nefesim tutuldu. Yanıma ne zaman geldiğini fark etmemiştim bile.

 

"Yiğit A-" diyecek oldum, ama sesim boğazımda düğümlendi. Elleri, her zamanki gibi güçlü ve kararlıydı; kaçmama izin vermeyecek bir kararlılıkla beni tutuyordu. Bir elimi alıp karnıma doğru indirirken, diğer eliyle fotoğrafı tutan elimi yukarı kaldırdı, ikimizin görebileceği bir açıya getirdi.

 

"Keşke hep bu fotoğraftaki gibi kalsaydık," dedi. Sesi, garip bir hüzünle titreşti. "Bundan sonrasını silip atmak isterdim." Başını yavaşça omzuma koydu. Sesi kulağıma yumuşak bir fısıltı gibi geliyordu, ama içimde garip bir ürperti yarattı. Kendince beni bu duruma alıştırmaya çalıştığını hissediyordum, ama böylesi bir yakınlık... bunun mümkün olamayacağını anlamasını diliyordum.

 

İçimde, bir şeylerin yanlış olduğu fikri büyüyordu. Geçmişin masumiyetine duyduğum özlem, bir yabancının kollarında sıkışmış gibiydi.

 

Yiğit'in bu sözleri içimi sızlatırken, yaşanmış her şeyin üzerini basitçe örtüp geçme arzusunun, ne kadar boş bir umut olduğunu hissediyordum. "Ben de öyle isterdim... Ama hayat her zaman istediğimiz gibi gitmiyor maalesef," dedim, içimden kopan bir ağıt gibi. "Eğer silebilseydim, Kaan hiç karşıma çıkmazdı. O kabus günleri hiç yaşamamış olurdum."

 

"Yaşanmamış gibi olacak, Aslı," dedi Yiğit, sözleri keskin ve ısrarcı. "Unutup önümüze bakacağız."

 

Ona doğru bakarak başımı hafifçe salladım, içimde hem acı hem öfke vardı. "Unutup yenilerini yaşayacağım. Ne farkı var yaşattıklarının? Normalleştirmeye çalışma," dedim ve sesim istemsizce kırılgan ama kararlı çıktı. Onun gevşeyen kollarından sıyrıldım ve elimde tuttuğum eski fotoğrafı masaya bırakıp hızla uzaklaştım.

"Kaan, abimi de bizi de öldürür. Benim geri dönmem gerek, lütfen Yiğit abi... İkimiz de önümüze bakalım," dedim, sesimde yalvaran bir tınıyla.

 

Bu sözlerin ardından Yiğit'in yüzü bir anda değişti, gözlerinde bir anlık öfke parıltısı belirdi.

 

"Aslı!" diye bağırdı, sesi öyle ani ve sertti ki istemsizce olduğum yerde sıçradım. O tanıdığım Yiğit gitmiş, yerini hiç bilmediğim, tehlikeli bir başkası almıştı. O an ne diyeceğimi toparlamaya çalıştım, ama o benden önce davrandı.

 

Hiç beklemediğim bir hızla yanıma geldi, bir eliyle beni belimden tutarak kendine doğru çekti. Diğer eliyle çenemi kavradı, gözlerini gözlerime dikmişken yüz ifadesi karışık bir öfke ve inatla doluydu. "Çok uyardım!" diye fısıldadı öfkeyle.

 

Tam anlamıyla ne yapmaya çalıştığını kavrayamadan, dudakları aniden benimkilerle buluştu; sözleriyle ulaşamadığını, öfkesiyle alıyordu sanki. İtiraz etmek istedim, ama tüm kelimeler zihnimde sıkışıp kalmıştı. Kalbim hızlıca atarken, nefesim neredeyse durmuş gibiydi.

Loading...
0%