@oohhhaaaaaaa
|
"Emredersiniz." Tim ile arkasından gülerek baktık.
Çaylar geldi. Sohbet eşliğinde içtik. Bir süre sonra dosyalar için odama çıktım. Akşama kadar onlarla uğraştım. Akşam Kürşat komutan parkurds biraz bizi yorup evlere dağılmamızı söyledi. Eşyalarımı alıp yürüyerek on dakikada eve geldim. Duş alıp salonda televizyon izlerken binadan sesler belmeye başladı. Gidip kapı deliğinden baktığımda karşıya yeni birinin taşındığını gördüm. Eşyaları taşıyan adamlar vardı. Geri salona dönüp oturdum. Televizyonda ki yarışma programında ki soruyu bilmeye çalıştım. Bir kaç saat sonra uykum gelince odaya geçip uyudum.
Sabah erkenden kalkıp evden çıktım. Karargahta üstümü giyinip eğitim alanına geçtim. Timde burdaydı zaten. Kürşat komutan gelip eğtime başladı. Eğitim sonunda herkes nefes nefese olduğu yere oturdu. Bende baya hamlamıştım, iyi geldi. Kürşat komutan serbet bırakınca odada duş alıp üstümü giyindim. Yemekhaneye inip kahvaltılık şeyler aldım. Timin yanına geçip oturdum.
" Yeni bi tim geliyormuş."
" Evet bende duydum. Hangi tim acaba?"
" Bizi alakadar etmez ."
" Nekadar merak duygusu olmayan birisiniz Güneş komutanım."
" Fazla merak Yusuf...gerisini biliyorsun."
" Anladım ben komutanım."
Yanımıza gelen asker albayın bizi dışarde beklediğini söyleyip gitti. Hep birlikte kalkıp dışarı çıktık. Albayın karşısında sıra olup selam verdik.
" Rahat Gölge timi. Karargaha yeni bir tim geliyor..."
Arkamıza baktı.
" Geldiler bile. Zaten öncesinde bir göreve çıktınız."
Neden bana bakarak söyledi.
" Yinede tekrar tanışın. Gölge timi , Barut timi artık burda."
Arkamı döndüğüm anda gördüğüm yüz ile içinden küfür ettim. Yok ben bu adamdan kurtulamıyorum. Neden ya neden?
Kürşat abi Ali'ye elini uzattı.
" Hoşgeldiniz ."
Ali karşısındaki eli sıktı.
" Hoşbulduk. "
Albay gidince hepbirlikte çardağa geçtik. Dümdüz bir yüz ile konuşmayı dinliyordum. Ahmet ile Yusuf baya samimi oldu. Kürşat abi de Ali ile konuşuyor. Bende sessiz sessiz beklemeye başladım. Bi ara dünyadan kopup başka şeyler düşünmeye başladım. Telefonum çalınca kendime geldim. Kürşat abi kafası ile izin verince yerimden kalkıp biraz uzaklaştım.
" Efendim anne."
"Nasılsın kızım?"
" İyiyim anne, siz nasılsınız? Anneannem nasıl?"
" İyiyiz biz kızım şükür. Şey diye aramıştım ben seni. "
" Gönder gelsin anne ."
" Bizim Hayriye'nin oğlu var. Bak nekadar efendi, nekadar yakışıklı biri. Hatta senin orda çalışıyor. Konuştu şimdi annesi onunla yanına gelir. Bak kızım çocuğa ters davranmak yok. Düzgünce konuş."
" Anne ."
" İtiraz istemiyorum Güneş. Sadece konuş, bak üzme beni."
" Offf, tamam anne. Tamam."
İlerden bana doğru gelen birini gördüm.
" Geliyo zaten senin ki."
" Düzgün davran çocuğa Güneş."
" Tamam anne."
Telefonu kapatın önümde duran çocuğa baktım. Bende alt rütbedeydi. Sorun değil ama ben birini istemiyorum.
" Alperen Yudum, Mardin emredin komutanım."
"Rahat Alperen, rahat."
" Komutanım kusura bakmayın annemin başının altından çıkan işler işte."
" Sorun yok, benimki de aynı zaten. Anneme söz verdim düzgün konuşucam diye. Yürü ilerde konuşalım."
" Emredersiniz."
Biraz uzaklaştıran sonra Alperen'e döndüm.
" Bak aslanım senlik bir şey yok ama birdaha anneni falan dinleyim karşıma geçersen benden çekeceğin var."
" Yok komutanım tövbe, zaten benim sevdiğim biri var. "
" Ee ne güzel işte, söyle anneni bunu."
" Komutanım Nazlım daha hazır değilmiş, onu bekliyorum."
" İyi bekle bakalım Nazlını, neyse tutmayım seni. Hadi kolay gelsin."
"Sağolun komutanım."
Yanımdan gidince bende bizimkilerin yanına döndüm. Çardağa otururken Yusuf yanıma kaydı.
" Kayıtlı işler komutanım."
" Ne diyosun Yusuf?"
" Valla komutanım diyecek bir şey yok. Yine peşinizde birisi var."
" Yok lan öyle bir şey."
" Komutanım sizde konuşup konuşup yok diyorsunuz. Siz bu çocuklar ile oynuyor musunuz?"
"Yusuf biraz daha susmazsan seninle oynayacağım. Ayriyeten oğlan bi tanıdık altı üstü, abartmayın."
" Siz Yusuf'a bakmayın komutanım, sabah kafasına sert bir darbe aldıda."
" Niye öyle diyorsunuz Kerem komutanım, benim kafam sağlam bir kere."
" Size doyum olmaz ama ben kaçar."
" Nereye komutanım daha karpuz kesecektik."
" Lan ben seni kesecem şimdi." Önüme döndüğümde dikkatle beni izleyen Ali'yi gördüm. Çok onda oyalanmadan başka bir yere baktım. Onlar eski görevler hakkında konuşurken uykum geldiği için kahve almaya yanlarından ayrıldım. Yemekhanefen sert bir kahve aldım. Kapıdan çıkar çıkmaz, kapının yanında duran Ali konuşmaya başladı.
" Yüzbaşı."
" Binbaşı."
Dikkatle gözlerime baktı.
" Nasılsın?"
"İyi diyelim, iyi olsun komutanım."
" Çıkışta beni bekle."
" Misin."
" Pardon, çıkışta beni bekler misin?"
" Bakarız."
Yanından ayrılıp odama çıktım. Offf bu gün niye bitmiyor. Çıkışta beklemicem tabiki. Ne yaparsa yapsın. Biz adamdan uzaklaşıyoruz, adam burnumuzda bitiyor.
Akşama kadar onla bunla ilgilendim. Akşam üstümü değiştirip karargahtan çıktım. Lojmana doğru gireken arkamdan gelen Ali ile durdum. Arkamı döndüp yüzüne baktım.
" Peşimi bırakmak gibi bir fikriniz yok herhalde Ali be..."
" Bak söyleme şunu, senin yüzünden bey kelimesinden nefret ettim. "
" Peki, Ali ne istiyorsun ?"
" Bi akşam yemeği."
Bir kaç saniye gözlerine bakıp söyleyeceklerimi düşündüm. Hazır olunca konuşmaya başladım.
" Bak Ali açık konuşacağım, etkileyici birisin ama... Ben yapamam, severim ama güvenemem. Kabul ediyorum senden haşlanıyorum ancak bi ilişki için hiç hazır değilim. Bu yüzden seninle o yemeğe çıkıp sana ümit vermek istemiyorum. Lütfen anla beni."
Üzülmüştü, gözlerinden okunuyordu. Yinede sonrasında kalbini daha çok kırmamak için bunu yapmam gerekiyordu. Kaşlarını kaldırıp etrafa baktı. Bir şeyleri hazmetmeye çalışıyor gibiydi.
" Peki şansımı zorlarsam?"
Bu adam akıllanmayacak mıydı?
" Üzülmeni istemem."
" Benden hoşlanıyorsun ama."
" Evet ama bu bir şeyi değiştirmez."
" Değiştirir, bu benim seni bırakmamam için yeterli."
" Ali."
" Sen istedin kadar benden kaç ama ben yinede burda beni sevmeni bekleyeceğim."
" Daha tanışalı bir kaç gün oldu, ne bu inat?"
" Halk arasında buna aşk diyolar güzelim."
" Of Ali of, inatcının tekisin. "
" Evet , seni seven bir inatcı."
" İyi sana kolay gelsin kendi kendine seversin."
" Severim , hemde en güzelinden."
Sinirlie evin önüne gelip yukarı çıktım. Kapıyı kapatınca anahtarı koridora fırlattım. İnat adam inat.
Kısa bir duşa girip kendini yatağa attım. Aklımda hâlâ konuştuklarımız vardı. Yinede doğru olanın bu olduğuna kendimi inandırıp zar zor uyudum . Kapının çalması ile gözümü açtım. Telefonfan saate baktığımda üçe daha yeni geliyordu. Silahımı alıp kapıya doğru gittim. Lojmanda olsam bile tedbirli olmam gerekiyordu. Zile ard arda basıldı sonrada kapıya vuruldu. Delikten baktığımda bi kadın gördüm kapının önünde. Kapıyı dikkatlice açıp silahı kapının arkasında tetikte tuttum.
" Yardım edin. Oğlum, oğlum çok kötü. "
" Sakin olun önce, nerde oturuyorsunuz.?"
" Üst katta, lütfen oğlum çok kötü yardım edin."
" Tamam gidelim."
Silahı belime koyup askılıktaki yeden anahtarı aldım ve evden çıktım.
" Neden dışardaki askerlere haber vermediniz?"
" Çok geç olur, ambulansı aradım. Girişteki nöbetcilere haber verdim ama hala gelen yok. "
Yukarı çıkınca açık kapıdan içeri girdim. Kadın arkamda şu oda diyince gösterdiği odaya girdim. Yerde yatan çocuğu görünce hemen başına çöktüm. Yüzünde ve vücudunun görünen yerlerinde morluklar vardı. Kadına sormak isterken kafama gelen sert bir darbe ile bilincimi kaybettim.
Gözlerimi açınca kendimi depo gibi bir yerde buldum. Küçük pencereden gelen güneş ışığı ile etrafa azda olsa gözüküyordu. Kafamdaki ağrı ile kısa bir küfür ettim. Deponun kapısı açılında buz gibi bir yüz ile oraya odaklandım.
İçeri bir adam girdi, kucağında çocuk vardı. Hemen arkasından beni kandıran kadın girdi.
" Ooo asger bakıyorum uyanmışsın."
Adam çocuğu duvarın dibine çuval gibi atınca sinirlerim tavan yaptı.
" Bir süre misafirsin Güneş hanım sonra seni Topal alacak."
Adam ile odadan çıkınca yerde yatan çocuğa baktım. Ayağımdaki zincire kısa bir göz atıp çocuğa yaklaştım. Bir kaç adım kala zincir bitti. Yere çöküp önümde yatan çocuğu kucağıma aldım. Eski yerime gittim, çocuğu bacağıma yatırdım. Nabzı attığı için bir kez daha şükrettim. Saçlarını yavaşca geriye alıp alnındaki kızarıklığa baktım. Şerefsizler çocuğu çok kötü dövmüşler. Canına acıtmamak için yavaş yavaş saçlarını okşadım. Bir yarım saat sonra kendine gelemye başladı. Gözlerini açıp beni görünce korkuyla uzaklaşmaya çalıştı. Ellerimi iki yana kaldırıp çocuğa baktım.
" Sakin ol ufaklık, ben sana zarar vermem. iyi misin?"
" Sen kimsin?"
" Askerim ben, Yüzbaşı Güneş Tunalı. Senin adın ne?"
" Çağrı benim adım."
" Kaç yaşındasın ?"
" 13"
" Yaraların nasıl? Canın acıyor mu?"
" Acımıyo."
" Emin misin?"
" Evet, annem hep döver beni. Alıştım ben."
" Annen şu kısa, siyah saçlı kadın mı?"
" Evet."
" Baban nerde peki?"
" Şehit oldu."
" Tamam artık ben yanında olduğum sürece kimse bir şey yapamaz sana."
" Gerçekten mi?"
" Geçrekten"
" Ama anne bi yine alıp döver beni."
" O zaman önce beni dövmesi gerek ."
" İsmin çok güzel Güneş abla."
" Gel yanıma ufaklı. Bundan sonra birlikteyiz."
Yanıma oturunca kolumun altına çektim. Okadar gergin oturuyordu ki rahatlaması için yavaşca saçlarını okşadım. Bir süre sonra aldığı hızlı nefesler ve burun çekmeden ağladığını anladım.
" Neden ağlıyorsun?"
" İlk daha biri saçımı seviyo."
Bir şey diyemedim. O kadın elimde kalıcak ama bundan eminim. Akşama kadar orda oturduk. Kapı tekrar açılınca arkama aldım Çağrı'yı.
" Ooo bakıyorum o böceği hemen sahiplenmişsin."
" Senin çocuğun değil mi?"
" Evet, babası asgerdi bende onu kandırmak ve daha çok güven kazanmak için bu şeyi yaptım. "
" Şey senin gibilerle denir."
Sesli sesli gülüp bir kaç adım yanımıza geldi.
" Çağrı buraya gel."
Arkamda elimi daha sıkı tutan çocuk ile sakin olmaya çalıştım.
" O gelemez sen gel buraya."
" Ne o asger beni tehdit mi ediyosun."
" Salaksın yani e o zaman mala anlatır gibi söyleyim. Yiyorsa yanıma gelde çocuğu dövmek neymiş göstereyim."
" Falza oluyorsun asger."
" Hadi lan ordan. Dua et elime ölü olarak geçersin yoksa seni elimden kimse alamaz."
" Yeter, kim kimi elinden alıyor görürsün."
Kapıdan kafasını çıkarıp birilerini çağırdı. İçeri giren iki it ile olduğum yerde daha da dikleştim. Arkamdan kısık bir ses geldi.
" Abla canını yakacaklar."
" Sen köşeye geç ve gözlerini kapat. İçinden yüza kadar say sonra her şey bitecek. "
Adamlar yanıma gelince Çağrı'yı köşeye itip ayağa kalktım. Önümdeki ite gelişine yapıltırdım. Diğerinde bana yapıştırdı. Bir kaç yumruktan sonra geri çekildiler. Sinirden ağızları köpüre köpüre dışarı seslendiler. İçeri giren beş it üstüme geldi. Bir süre sonra yumruklarını tutup vurmaya başladılar. Uzun bir süre vurdular. Geri çekilip odadan çıktıklarında acı ile sırt üstü döndüm. Gözlerimi açıp Çağrı'ya baktım. Elleri kulaklarında gözleri kapatı bir şekilde sayı sayıyordu.
" 768,769,770,771,772..."
" Ufaklık..." Zar zor çıkan sesimi duymadı tabi. Her yerim ağrıdığı için kalkamaya bile çalışmadım. Gözlerimi kapatıp bir süre dinlendim. Çağrı'nın sesi kesilince gözlerimi açtım. Dolu gözler ile bana bakıyordu. Dudağımdaki yaraya rağman gülümseyip kollarımı açtım.
" Ablaya destek yok mu?"
Oturduğu yerken kalkıp yanıma geldi. Yüzümdeki yaralara baktı.
" Acıyor mu?"
" Acımıyor."
" Ama ben acıyor."
" Sana bir sır veriyim mi?"
Kafasını sallayınca kaşlarım ile zar zor duğrulup duvara yaslandım.
" Benimde canım acıyor ama güçlü olmam gerek."
" Neden?"
" Çünkü ben Türk askeriyim."
" O zaman bende güçlü olucam."
" Sen zaten güçlüsün yakışıklı."
" Gerçekten mi?"
" Evet."
" Arkadaşların var mı senin Güneş abla?"
" Var, hatta kardeşlerim gibi onlar."
" Yaa, benimde vardı ama annem onlarla görüşmeme izin vemredi. "
" Burda çıkıp eve gibince istediğin kadar görüşeceksin arkadaşların ile, hatta benim arkadaşlarım ilede tanışırsın."
" Gerçekten mi?"
" Gerçekten, bak mesela Yaşar abin var. Saçma sapan espiriler yapar durmadan. Bini arada kızdıyıyor ama iyi çocuktur..."
Saatlerce anlattım ona. Timi anlattım, ailemi anlattım, sevdiğim adamı anlattım. O da bana anlattı. Babasını, hayatının tek kahramanını gözleri dolu dolu anlattı. Arkadaşlarını anlattı, sınıfta hoşlandığı bir kız varmış onu anlattı. Bir süre sonra yorulup kollarımda uyudu. Bizimkiler ne yapıyor, ne zaman bizi bulurlar bilmiyorum ama onlar gelene kadar bu çocuğu korumam gerek. Canım pahasına korumam gerek.
KARKARGATA
Güneş sabah eğitime gelmeyince Kürşat komutan telefondan Güneş'i aradı. Açılamayan telefon ile endişelenirken yanlarına gelen Barut timine baktı. Ali sabah kötü bir kabus ile uyanıp buraya gelmişti. Gününü güzelleştirecek tek şey Güneşini göremekti. Gölge timinin yanına geldiğinde hepsine sırayla bakıtı ama aradığı kişiyi göremedi.
" Kolay gelsin Kürşat, hayırdır bir sıkıntı mı var?"
" Güneş yok. Arıyorum açımıyor. Merak attim nerde bu kız."
" Evine bakalım mı?"
" Birilerini gönderdim kontrol etsinler diye."
Bu sırada Kürşat komutanın telefonu çaldı. Eve giden askerler kimseyi bulamamışlardı. Kürşat endişe ile telefonu kapattı.
" Evde yokmuş."
" Nasıl olur?"
Ali içindeki kötü his ile baş etmeye çalıştı.
" Albay ile konuşup yerini bulalım."
" Bende geliyorum."
İki komutan albayın odasına çıktılar. Kürşat komutan albaya her şeyi anlatırken Ali yerinde duramıyorsu.
" Tamam ben şimdi telefondan yer tespiti yaparım."
" Ya başına bir şey geldiyse."
Ali sitresle bacağını sallıyordu.
" Buluruz birazsan yerini."
Albay bir kaç telefon edip Güneşin telefonunun yerini öğrendi. Ormanlık bir alanda gözülüyordu sinyal. Ali kimseyi beklemeden hızla odadan çıkıp konumun olduğu yere gitmeye başladı. İki timde hazırlanıp peşinden gitti. Ali ormanda bağırara Güneş'i aradı ama bulamadı. Yerde gördüpü telefon ile başından aşağı kaynar su döküldü sanki. Güneşin başına bir şey gelmişti. Arkasında gelen tim Ali'yi elinde telefon ile görünce anladılar. Albaya haber verip karargaha geri döndüler. Barut gibi sevdiği kadını arıyan Ali'ye kimse dokunmadı. Hepsi anladı zaten Ali'nin Güneş'ten hoşlandığını.
|
0% |