Yeni Üyelik
29.
Bölüm

Aşk Havuzundan Bir Yudum Alacaktık, Dibini Yaladık

@orenda

 

 

 

Asil çocukları güneşten korumak ve oyunlarını rahat devam ettirmeleri için dört uzun çıtaya çarşaf büyüklüğünde bir bezin uçlarını tutturduğunda kendince bir gölgelik yapmıştı. Israrla çamurla oynamak isteyen Nazlıya ve Nazlının isteğini onaylasınlar diye gözünün altından bakan Yiğite kıyamamıştı. Kendilerine çamurdan oyuncaklar yapaları tutmuştu bir anda. Nazlı üç yaşında olmasına rağmen o kadar hareketliydi ki evdeki insanlar yetişemiyordu hızına. Gerçi Nazlının nazlanışları Yiğitin de önünü açıyordu.

 

"Bu kızda hep zor şeyler istiyo ele enişte?"

 

Dudakları gülmek ve ciddi duruşunu korumak arasında sıkışıp kalmıştı Asilin. Sanki sabırla gölgeliğin bitmesini ve çamura bulanmayı beklemiyormuş gibi uslu tavırlar sergilemesine mest oluyordu Asil.

 

"Eh ne yapalım aslan parçası, yapacağız artık nazlı boncuğun istediğini. Ama sana da ihtiyaç var, beraber sende oynayacaksın değil mi?"

 

Yiğit çekik gözlerini kısıp biraz evvel Nazlıyla yığın haline getirdikleri küreğe, oyun hamuru kalıplarına, küçük bir merdaneye ve Nazlının evcilik köşesinde yer alan bir çok ev gereçlerine baktı.

 

"Oynatırım ki ben onu. Oyalarım hep ben. Abimde oynar bizimle ele enişte? Nerdeki onlar?"

 

Sonra yüzünü eve doğru dönüp, küçük eliyle gözünü güneşten korumaya çalışmıştı. Tam o anda Halilin sırtına binmiş gelen Nazlıyı, kucağında sağa sola atılmaya çalışan Gururla halasını gördü. Önden düşmüş iki dişini göstere göstere güldü. Asil de onun gülümsemesiyle bezin son ucunu çıtaya sıkı bir düğüm atmıştı.

 

Yiğite oranla daha yüksek bir sesle kahkaha attı.

 

Nazlı, Halilin sırtında at sürer gibi ayaklarını açıp kapatıyor ve deh diye bağırıyordu birde. Halil de kızıyla beraber ne kadar hızlı olabilirse o kadar hızlı yürüyordu.

 

"Kızzzzz beli ağrıdı oğlanın, in aşağı çabuk. Gece yatağa işiyecek çocuğum!"

 

Nazlı annesinin seslenmesiyle dudaklarını ördek gibi öne uzatıp hızlı hızlı omuzlarını indirip kaldırmaya başlamıştı.

 

"Ommaş! Lalin dıgıdık... Dehhhh dıgıdık dıgıdık! Hadi Lalil..."

 

Annesine yüzünü dönüp dıgıdık yaptığı atıyla koşturarak vardılar yanlarına. Asil de yüzü kıpkırmızı olmuş Halilin imdadına yetişti.

 

"Gel buraya boncuk hanım. Ne olmuş abi bak, yorulmuş!"

 

Babasının koltuk altından tutup onu dıgıdığından ayırmasıyla Nazlı gözlerini sinirle açmıştı.

 

"Baba yapıyoşunnn!"

 

"Bağırılmaz babaya Nazlı hanım. Yazık bak ne olmuş Halil? Yorulmuş, beli ağrımış, şişko kızlar abileri yormamalı."

 

"Yok enişte yorulmadım hiç. Halam Gururu giydiriyodu ya Nazlı da durmadıydı. Öyle oynattım."

 

Asil kızına sert tutmaya çalıştığı bakışlarını Halile çevirince yumuşatmıştı.

 

"Oğlum gideceği yere seni kullanarak gidiyor bu tombalak. Halan haklı, belini incitirsin."

 

"İyide ağlıyo o zaman da."

 

"Boşver ağlasın Nazlı hanım. Canına yazık."

 

Halil babasının kulağına parmağını sokmaya çalışan Nazlıya baktı. Ağlamasındı canım, seside zaten cırtlaktı. Hem ağlayınca sümüğüyle gözünün yaşı karışıyor, bulduğu ilk yere sürüp Halilin midesini ayağa kaldırıyordu.

 

"Yok yorulmam ben, abiyim hem büyüdüm ya."

 

Asil uzanıp başını okşarken Züleyha da kucağında Gururla gelmişti yanlarına.

 

"Hoşaf ettiler ya beni bunlar."

 

Kucağında zorla tuttuğu Gururu yere bırakmıştı Züleyha. Ayaklandı ayaklanalı asla kucakta olmayı sevmiyordu oğlu.

 

"Zor mu giydirdin yine?"

 

"Kocam bu oğlan benden dayak yer söyleyim sana. Hem çişini tutmayı bilmiyo hemde bezi istemiyo sıpa. Bezleyene kadar sırtımdan su aktı. Daha yaşını yeni geçti, beyine güveniyosa bezi çıkar diye yırttı kendini."

 

Asil bu sefe Gurura uzanıp başına öpücük bıraktı.

 

"Yaz geldi ya rahatsız oluyor fındık."

 

Gurur hakkında konuşulan kendi değilmiş gibi sarsak adımlarla Yiğite doğru yürümeye başlamıştı. Dengesini korumak için eller hep havada adım atıyordu. Yolun yarısında da Züleyhanın zorla kafasına taktığı şapkayı da atmıştı. Züleyha ağlar gibi bir iniltiyle öylece bakmıştı arkasından. Yiğitin uzattığı elini hemen tutuvermiş Gurur sonra da üzerinde yeni giydirilmiş kıyafetlerinin annesine ne hissettireceğini düşünmeden geçip gölgeliğin altına oturmuşlardı. Gurur Yiğitin peşinde koşturmaya, o ne yapıyorsa yapmaya bayılıyordu.

 

"E ben güzel güzel giydirdiydim Asil." diye söylenen karısına yaklaştı Asil. Kızı da zaten oyunun kokusunu alınca kucağında uslu durmayı bırakmıştı.

 

"Nazlı hanım anlaşalım toprak yenmez."

 

Nazlı biran önce kucaktan inmek için başonı hızlı hızlı salladı.

 

"Tolpak yenmez."

 

"Evet, asla ağzımıza götürmüyoruz. Sonra taşlar da yalanmaz."

 

"Taş lalanmaz."

 

"Evet. Ha birde sinirlenince kimseye tükürülmez! Bak hemen oyun biter o zaman."

 

"Tülülüklenmez."

 

"Aferin kızıma, hadi in git bakalım."

 

Kızını kucağından bıraktı. Eli alnında Gururun elini, ıslatılan çamura sokuşunu içli bakışlarla izleyen karısına yaklaştı.

 

"Bakma öyle, çocuk onlar kirlenecekler tabiki."

 

"Yarım saat duraydılar bari temiz temiz. Şurdan yine biri girse bunlar malamat halde. Adımı pasaklıya çıkaracaklar iyice."

 

"Beraber yıkarız. "

 

Asil, Halilin de çocukların yanına geçip oturmasını ama otururken altına karton almasını gülümseyerek izledi.

 

"Çamura zorla bulaştıracaklar çocuğu."

 

"Çirkef kızın ne istiyosa yapamayacak sonra da çığlık kıyamet laliline yaptırtacak işte."

 

Asil kolunu karısına dolayıp iyice çekti kendine.

 

"Nazlı tükürmeyi öğrenmiş."

 

"He sorma hiç. Geçenlerde gittik ya senin arkadaşına, orda çocuğu öğretmiş. Becerebilse içim yanmıyacak, yarısı üstüne geliyo."

 

"Uyaralım her gördüğümüzde, huy haline getirmesin."

 

Züleyha iç çekip onları izleyen Halile baktı.

 

"Yavrum, bebeklerle oynamak istemiyom demişte akşam çocuğa tükürmeye çalışmış ya. Ağzının kenarına akanı da eliyle alıp üstüne sürmüş oğlanın. Yıkana yıkana işi bitti çocuğun."

 

Asil yine kıkırdadı. Halil görüp görebileceği en düzenli çocuktu. Kıyafetlerini hep temiz tutmaya, okul eşyalarının dağılmamasına çok özen gösterirdi. Nazlı da sanki imtihan gibi öğrendiği tüm kötü davranışları ilk Halilin üzerinde deniyordu.

 

"Yanlarına gidelim hadi. Nazlı kaşla göz arasında ağzına toprak atmasın."

 

Züleyha başını onaylar gibi sallayıp kolunu kocasının beline sardı. İyice Asilin omzunun altına girmişti böylece.

 

"Lalil bak yaptım."

 

"O neyki boncuk?"

 

Halil elinde ezilip, büzülmüş çamur parçasına baktı ama anlayamadı.

 

"Dabak."

 

"Tabak onun adı boncuk. Hem hiç olmamış öyle. Çubuk gibi tabak mı olur?"

 

Nazlı elindeki şekile birde beğenmediğini dile getiren Halile baktı. İnce kaşlarını çatıp elindekini Halilin üzerine fırlattı.

 

"Pis lalil. Pis pis pis!"

 

Halil şortunun üzerinde öylece duran çamurla yeşil gözlerini ayırarak baktı.

 

"Sen ne yaptın boncuk?"

 

Nazlı yaptığında sanki çok haklıymış gibi hala öfkeyle bakmaya devam ediyordu.

 

"Pis laptım."

 

Züleyha ve Asil de yanlarına gelip olanı görünce sesli bir soluk bırakmışlardı.

 

"Kız! Kız niye öyle ettin çocuğun üstünü? Allah seni napmasın, daha dakka olmadı ya. "

 

Züleyhanın kızan yüzüne bakınca Nazlının çatılmış kaşları düzelmiş bir Halile bir annesine bakmıştı. Sonra ise kahverengi gözlerini hemen alışılmış damlalar doldurmuştu. Alt dudağının titrediğini gören Halil kıyamadı. Ağlayınca susmuyordu, birde üstüne küsme huyu çıkmıştı. İşi düşene kadar küsüyor hiç bakmıyordu ona.

 

"Yok hala, düşürdü üstüme. Tabak yapacakmışda olmamış ki. Yapıyım mı boncuk sana tabak? Bardak da yapıyım mı ha? Başka ne yapayım?"

 

Nazlının dolan gözünden yaş kaysa da duydukları daha çok hoşuna gittiği için ağlama işini askıya almıştı. Tüm dişlerini göstere göstere güldü. Tombul yanakları güldükçe yanağında minik çöküntüler oluşturmuş daha sevimli görünmesini sağlamıştı.

 

"Taşık da ossun mu?"

 

Halil bir ellerine sonra kucağında hala duran çamura en sona ise Gurur ve Yiğitin kollarına kadar bulandıkları toprağa baktı. İç çekip omuzlarını düşürdü. İki parmağının ucuyla kucağındakini almış yere atmıştı. Sonra ise içi çekile çekile çamura elini daldırıp bir topağı kavramıştı.

 

"Onuda yapalım boncuk."

 

Asil kenarda katlı duran kamp sandalyelerinden iki tanesini açıp oturacakları alanı iyice kendi imkanlarıyla oluşturduğu gölgeliğin altına çekti. Aslında bahçe kısmındaki çardak daha iyi olurdu ama orası komple çim olduğu için toprağın yoğun olduğu bu kısmı hazırlamak durumunda kalmıştı.

 

"Gel otur zümrüt göz, sıcakta durma öyle."

 

Züleyha dört çocuğunda saniyeler içerisinde çamura bulanışını dertli bakışlarla izleyip kocasının gösterdiği sandalyeye oturdu.

 

"Oğlana hem etmediğini bırakmıyo hemde suçlu durumuna düşürüyo ya. Bu arsızlığını ne edecez biz bunu Asil?"

 

"Halilin ona kıyamayışının farkında, kullanmaktan çekinmiyor işte. Çocuklar çok fena olabiliyorlar. E tabi örnek olarak anası da maşallah iyi yol gösteriyor."

 

Züleyha çocuklardan ayırdığı gözlerini şaşkınlıkla kocasına dikti.

 

"Anam ben ne etim şimdi? Sen durup dururken niye beni ısırıyon mustur?"

 

Asil yan yan bakıp geri çocuklara dönderdi yüzünü.

 

"Sende istediğin olmayınca surat asıp binpişman etmiyor musun beni?"

 

Züleyha hırsla ağzını açacakken daha yeni giydiği elbiseye kısa dedi diye adama dünya laf ettiğini hatırladı. Niyeyse kavganın seyri pek hoşuna gittiğinden mi ne Asil özür dilese bile nazlanmaya, küsmeye ve sıralı trip cümleleri dökmeye devam etmişti.

 

"Ediyosam da demekki hak ediyon Asil efendi? Kızıma da aferin, demek ki Halil efendi hak etmiş ki öyle ediyo. Çocuk kısmı bu kadar titiz mi olur canım? Oynasın işte çamurla, kire bulanıp arınmayacak mı? Makina yıkıyo, sanki elinde yıkıyo da derde düşüyo?"

 

Asil ağzı açık karısına baktı. Biraz evvel Gurura üstünü kirletti diye laf söylememiş miydi o?

 

"Yalnız Gurura kızıyordun kirlendi hemen diye?"

 

"Onla o bi mi Asil efendi?"

 

Asil yönünü karısına dönderip bacak bacak üstüne attı. Kaşını da kaldırıp haklı çıkabilme ihtimali için yeni bir savaşa girdi.

 

"Ne farkı varmış tam olarak Züleyha hanım? O da çocuk o da çocuk."

 

"Şimdi kocam zati Halil titizin teki, onun kirlettiğinden nolacak? Emme fındık Gurur öyle mi? Bu gün elini kirlet deriz hemen yüz bulur yarın çamurda yüzer. Şimdi olmaz oncacık lekeden bişey deriz hemen peşi sıra elini yüzünü karaya çalar. Senin bu oğlan aynı sen. Pek seviyo her şeyin şeyini çıkarmayı?"

 

Asil ağzı açık baka kaldı bu açıklamaya.

 

"Neyini çıkarmaya? Hem ben ne alaka şimdi?"

 

"Kibarlığımdan demiyom ille duyacan ele? Bokunu çıkarmayı pek seviyonuz her şeyin babalı oğullu."

 

"Hadi oğlun tamam ben ne yaptım tam olarak? Yine bu laf bana nasıl geri döndü anlamadım ya."

 

Züleyha çocukları kontrol eder gibi bakıp kocasına doğru eğildi. Kaşlarını çatmayı da ihmal etmemişti.

 

"Sen daha iki gün önce Birgülgilin olduğu masada bacağımı ellemedin mi?"

 

"Eteğin toplanmıştı onu düzelttim, iftira atma."

 

"Hadi eteği düzeltiyom ayağına elleştin sesim çıkmadı. Mutfaktan tatlıları getiriyim diye kalktığımda yardım edeyim diye bahane edip kalçama şamar atmadın mı?"

 

"Çok kıvırıyordun uyarma amaçlı bir eylemdi o."

 

"Misafir var dedim ağzımı açmadım. Millet gitti, Gururu emzirirken öyle mi emilir o meme deyip çocuğun üstünden mememi ısırmadın mı? Bak iki kere ses çıkarmadım ayarın kaçtı!"

 

Asil iyice dibine yaklaşıp gülümsemesini daha fazla tutamadığı suratıyla karısının burnuna küçük bir ısırık bıraktı.

 

"Eğitim amaçlıydım o bir kere. Baktım oyun oynamaya dönmüş iş öyle mi yapılır diye çocuğa yol göstermeye çalışıyordum."

 

"He he sen anca bu laflarla Nazlıyı kandırın."

 

Züleyha hiç umursamıyormuş gibi yüzünü çevirip çocuklara baktı. Gözünü üstlerinden ayırdığı an başlarına bir şey gelebiliyordu.

 

Yiğit yaptığı doğum günü pastasını Gurura üfletmeye çalışıyordu.

 

"Bak üf üf yapacan Gurur. Öyle değil len tükürmeden üf üf yapacan."

 

Gurur Yiğitin dudaklarını taklit etse de üflemenin mantığını çözemediği için başarılı olamıyordu.

 

"Neysem neysem şey yapak biz. Hah tencere yapak. Yemek koyarız içine."

 

Gurur sanki ne denildiğini anlıyormuş gibi yeşil gözleri kısılıp kaybolana kadar gülmüş, dördü üstte ikisi altta dişlerini göstermişti. Elinde mıncıkladığı çamuru parmaklarını açıp kapatarak vıcık vıcık ses çıkarmaya bayılıyordu.

 

"Nazlı bak yaptım tabağı da bardağı da."

 

Nazlı hemen uzanıp çamurlu elleriyle tabak ve bardağa uzandı.

 

"taşık?"

 

Halil yan yan bakıp bir parça daha çamur alıp istenilen kaşık için uğraşmaya başladı. Bir kaç dakika sonra o da hazırdı. Onu merakla izleyen ve kendine yakışmayacak sabırla bekleyen Nazlının önüne kaşığını bıraktı.

 

"Hah bak kaşık da oldu. Tamam mı?"

 

Nazlı önündekilere gülen gözleriyle bakarken tekrar başını kaldırıp Halile baktı.

 

"Töfte?"

 

Halil zaten yaptırılacak olan köfteler için yine çamura soktu ellerini. Köftelere ek söylenmeden patatesleri de hazırladı. Nasıl olsa isteyecekti.

 

"Bak köfteler de oldu, patates de yaptım. Tabağına koyalım mı?"

 

Nazlı çamurlu ellerini hızlı hızlı çırparak tabağına servis edilen çamurdan köftelerine ve patateslerine baktı. Sonra da onu dikkatle izleyen yeşil gözlere o tatlı gülümsemesiyle karşılık verdi. Ellerinin çamurunu umursamadan Halilin omuzlarına doğru atılıp sarıldı. Islak dudaklarıyla da en sevdiği şeyi yaptı. Bir sürü öpücükle teşekkürünü etti.

 

Halil hızla üstüne atılan, tişörtünü çamura bulayan, yetmezmiş gibi öpeceğim diye yüzünü salya yapan kıza ilk sinirlenecek gibi oldu ama vazgeçti. Olan olmuştu artık. İki değil üç kere liflenirdi. Boynunu sıkı sıkı sarmalayan kızın üzerine çamurlar gelmesin diye ellerini uzak tutarak kollarıyla sarıldı.

 

"Canım lalil, bal lalil, böcük lalil..."

 

Nazlının keyfi yerindeyse tatlı kelimeleri bitmezdi. Şimdi de her istediğini yapmanın katkısıyla "pis Lalilden bal lalile" geçmiş oldu. En fazla on dakika sonra bir şeye kızacak ve yine pis olacaktı ama yapacak da bir şey yoktu.

 

"Canım boncuk" diye fısıldadı. Kollarıyla sarılmaya ve Nazlının sevgi şöleninin bitmesini beklemeye başladı...

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

 

 

 

 

Nazlı gerisin geri şokla açılmış ağzını kapatmadan banka oturmuştu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Anladığının aslında anladığı şey olmaması için kalbi duaya durmuştu bir anda. Pencereden sarkan kumral saçlı kıza baktı, en fazla on yedi on sekiz yaşlarındaydı. Adam içeri girip elinde daha küçük bir koliyle daha çıktı. Sonra tuhafiyecinin kapısını kilitleyip anahtarı cebine atmıştı.

 

Nazlı evin yan tarafından çıkan iki kızla elini göğsüne yasladı. Biri biraz evvel gördüğü kızdı, diğeri ise daha küçüktü ama benzerlikleri ayan beyan ortadaydı.

 

"Hayır..." diye bir inilti döküldü dudaklarından. Gözlerini biran bile karşısında gördüklerinden Ayırıp yanındaki adama bakamıyordu. Adam gelen küçük kızın kafasına elini okşar gibi sürüp koliyi vermişti. Büyük kız ise hiç bir şey demeden daha büyük olanı almıştı. Ama adam hemen uzanıp kızar gibi mimikler kullanmış ve hemen elinden almıştı. Sonra ise yan yana kızların çıktığı demir kapıdan geri içeri girmişlerdi.

 

Nazlı kapanan kapının ardından kilitlenmiş gibi bakmaya devam ediyordu. Görünürde bir tek insan yoktu ama gözleri takılıp kalmıştı. Karanlık iyice çökmeye başlasa da ikisinden de ses çıkmadı bir süre.

 

"Yirmi yaşımdan beri izliyorum onu..."

 

Nazlı gözlerini sonunda demir kapıdan ayırıp korka korka yanındaki adama çevirdi. Ağzında biriken tükürüğü zorla yutkundu.

 

"Çok fazla izledim onları. Hep aynı banka oturup saatlerce seyrettim."

 

"Halil..."

 

Nazlı ne diyeceğini bilemiyordu. Ağzını açsa kelimesi yoktu söyleyecek. Yaşadığı şaşkınlığın yerini derin bir keder almaya başlamıştı. Halil kendine ne yapıyordu?

 

"Büyük kızın ismi Gülşah, küçüğün ki Cansu. Gülşah on sekiz olacak yakında. Cansu on üçünde."

 

"Halil yapma..."

 

"Köyden buraya kaçıp gelmiş. Kendine yakışmayacak şekilde de çalışmış. İlginç değil mi? Çalışabiliyormuş, ben hiç görmedim halbuki. Şimdiki karısı çalıştığı fabrikada ölen bir adamın karısı. Adam neyine güvendiyse ölürken ona emanet etmiş karısını. Adam öldükten sonra bir yıl geçtiğinde de evlenmişler. Üst kat evleri, alt ise tuhafiyeci dükkanları. Çok iyi bir koca olmuş Nazlı."

 

Halilin gözlerini karşıdaki evden zerre ayırmadan konuşmasına Nazlının kalbi sızlıyordu. Genzi yanmaya, gözleri sulanmaya başlamıştı.

 

"Çok iyi bir baba olmuş..."

 

"Halil... Gidelim evimize ne olur?"

 

"Ben onun babalığı, kocalığı bilmediğini sanıyordum. Biliyormuş Nazlı. Biliyormuş da bize yapmak istemiyormuş."

 

Nazlının gözünden akan yaş soğuk havayla yüzünde buz etkisi oluşturmuştu. Titreyen eli uzanıp Halilin dizindeki elini kavradı.

 

"Biz Adanaya geldikten bir yıl sonra öldü beni doğuran. Defalarca okudum raporlarını. Bir insan bunu kendine nasıl yapabilir diye bin fikir ürettim."

 

"Halil, birtanem ne olur gidelim hadi."

 

"Kendini çarşafıyla boğarak öldüren bir kadının oğlu olmak çok çok tuhaf. Yani bin farklı intihar şekli vardır. Yüzde doksan beş intiharlar da kişi son anda vazgeçmek ister ama giriştiği eylem izin vermezse ölüm gerçekleşir. Eğer dönebilme yolu varsa yaşamı seçer Nazlı. Kendini asmadı, bileklerini kesmedi. Boynuna doladığı çarşaf parçasını iki eliyle sıkıştırarak ölümünü destekledi. Düşünüyorum... Boğulma anında gelen o nefes alma isteği o elleri nasıl gevşetmez Nazlı? Aklım bir yerde duruyor. Nasıl olurda o eller çırpınırken bile çarşafı sıkmaya devam eder? Senin aklın alıyor mu? Niye? Bu adam için mi? Onun ölüp ölmediğini belki de bilmeyen bu adam için mi? Aşkından aklını kaçırdığı adam, kendine yeni hayat kurmuş. İki çocuk yapmış. Karısının gözünün içine bakıyor. Bu adam kızlarının saçlarını okşuyor Nazlı..."

 

Nazlının hıçkırık sesleri yükselmişti. Gözlerinden boşalan yaşlar Halili görmesini engelliyordu. "Gidelim" diye fısıldamanın ötesindde tek bir kelime kuramıyordu da.

 

"Nazlı çok uzun bir süre sevmeyi bilmiyordu diye kendi içimde çıldıran şeytanları susturdum ben. Ama bak! Bak Nazlı bu adam sevmeyi biliyormuş. Sadece... Bizi sevmiyormuş..."

 

Sona doğru fısıltıyla kaybolmuştu sesi. Nazlı elinin tersiyle gözlerini hızla sildi. Halilin gözlerine bakmak, ona sıkı sıkı sarılmak, acısını almak için tüm ömrünü bağışlamak istiyordu.

 

"Bir kere... Bir kere okşadığı, sevgiyle seslendiği anı yok hafızamda. Delirip saldırdığı anlarda halamın bizi kaçırışı var aklımda. Halamın aç kalmayalım diye didinmeleri var. Yiğit hasta oldu diye köyde yalın ayak araba arayışını hatırlıyorum. Ama o ikisinin bizi sarmaladığı tek bir anı yok Nazlı. "

 

"O... O adam baba değil çünkü!"

 

Nazlının hırsla çıkan sesiyle sonunda Halil gözlerini demir kapıdan ayırıp ona baktı. Yeşil gözleri bomboş bir ifadeyle gözlerine tutunduğunda Nazlının yavaşlayan yaşları geri pınarlarından taştı. Nazlı bilmiyordu Halilin bu bakışlarını. Ne hissediyor zerresi bile yoktu. Hiç görmemişti onda bu boşluğu.

 

"Babaymış Nazlı. Cansu okulda bir kızdan dayak yedi diye okulu ayağa kaldırdı. O babaymış... Sadece bizim babamız değil miş."

 

"O bir yalancı!"

 

Halil onaylar gibi başını sallayıp tekrar karşılarındaki eve çevirdi yüzünü.

 

"Yalancı... Geçmişine dair hiç bir şeyi söyleyemeyen bir korkak. Babalar çocuklarını korumak için her şeyi yapar Nazlı. Onları sakınıp saklamak için adları lekeleniyormuş umursamazlar. Eniştem baba, o yüzden ne gerekiyorsa yaptı senin için. Ama bak o adam bizim için hiç bir şey yapmadı. Sen çok şanslısın Nazlı."

 

Nazlı yine söyleyecek hiç bir şey bulamadı.

 

"Kendime çok fazla sorduğum sorularım var. Mesela hiç aklına geride bıraktıkları geliyor mu? Hatırlıyor mu geçmişi? Ben halamın gittiği sabah sedirin altında Yiğiti sakinleştirmeye çalıştığımı, Yiğit korkudan altına kaçırınca sarıldığımı hiç unutmuyorum. Kardeşim öyle ağlarken hiç bir işe yaramadığım o anı hiç unutmuyorum. Dışardan gelen her çığlıkta Yiğitin titreyişlerini sarılarak durdurmaya çalıştım ama işe yaramadım. Bizi öyle gördü Nazlı. Ağzı burnu kan içinde, nenem bizi o evden çıkardığında uzun uzun gözlerime baktı. Hatırlıyor mu o anı?"

 

Bir sürü soru soruyordu ama hiç birine cevap beklemiyordu Halil. Bunların bir cevabı olmadığını kabulleneli çok olmuştu.

 

"Sonra nenemlerde Yiğit uyuyamadı. Halam için çok ağladı. Onu hep halam uyuturdu, o gitti Yiğit uyuyamadı. Düşünüyorum... Hiç aklına gelmedik mi biz? Aşağı köyümüzdelerdi ama halama gelene kadar biz onları hiç görmedik. Merak da mı etmediler?"

 

"Anneme... Çok mu kızdın Halil?"

 

Nazlı kırık bir sesle sormuştu bu soruyu. Çünkü çocuk aklı giden halasına nefret beslese hak verebilirdi. Yaşadıklarının bu kadar ağır oldunu bilmiyordu Nazlı. Halil ve Yiğitin ailesine dair konuşmak yasaktı evlerinde. Babası onu uyarmıştı. Küçük Nazlı da Halil ve Yiğiti üzecek her şeyden kaçardı zaten.

 

Halil usulca başını iki yana salladı.

 

"Kızmak istedim. Yiğit uyumayıp halam gelsin diye ağladığında özellikle çok kızmak istedim. Ama canını o evde çok yakıyorlardı Nazlı. Nenem gitmeseydi ölecekti Züleyha dedi dedeme. Halam gitmese ölecekmiş. Onu çok seviyorum. İnsan sevdiğine küsemiyor ki. Kırılmak için can atan kalbime su oldu o laf. Ölmemek için giden halama nasıl küseyim? Hemen hak verdim işte. Yüzünün güzelliğini bozardı o adam. Kan, morluk, şişlik mutlaka bir iz bırakırdı."

 

"Siz... Ne kadar sonra geldiniz köyden? Ben kendimi bildim bileli siz varsınız. Çok mu küçüktüm o zamanlar? Offf! Sen tüm bunlarla nasıl..."

 

Nazlı düşündükçe, Halilin içinde her şeyi bilişini ama sadece kendine saklayışını anladıkça daha ağır gelmeye başladı bulundukları yer. Ama ilk kez Halile bu kadar yakındı. Hep yakındı ama bu kadar şeffaf! Halil kimseye böyle bir yönünü göstermemişti. Hiç bir yaşında Nazlı şu an ki bakışlardaki muhtaçlığı hissetmemişti.

Nazlı hem biran evvel gitmek istiyor hem de Halilin ona ilk kez bu kadar şeffaf oluşuna sığınıyordu.

 

"Beş yada altı ay... Bilmiyorum. Zaten sonra da gözünden bile ayırmadı halam. Ben o güne kadar babalar nasıl olur bilmiyordum ama eniştem öğretti bize. "

 

Halil tekrar yanındaki karısına baktı. Uzanıp gözünden akan yaşı baş parmağıyla sildi.

 

"Bir baba nasıl olur öğrendiğimde canım çok daha fazla yandı benim Nazlı. O yüzden babana imtihan değilsin sen. Babalar çocukları için her şeyi yaparlarmış."

 

"Halil..."

 

"Yüzümüz gülsün diye kendini parçaladığında, işten yorgun gelse bile bizimle oynadığında, derslerimi her gün aksatmadan kontrol ettiğinde..."

 

Başını yana yatırıp yüzünde kırık bir gülümsemeyle baktı.

 

"En çok da bir parkta Yiğite kaydırak sırası vermedi diye çocuklarla kavga ettiğinde bir baba nasıl olur anladım. Babalar koruyup kolluyor Nazlı. Çocukları üzülmesin diye kendilerinde ne varsa veriyorlar. Her veli toplantıma katıldı. İşi varsa işini erteledi beni bir kere ertelemedi. Halam her şeyden yediğimizden emin olmadan masadan kaldırmadı bizi. Kaç yaşıma gelirsem geleyim sırtımdaki teri kontrol ediyor. Onlar anne babaysa beni doğuran, doğmama vesile olan bu adam ney Nazlı?"

 

"Siz çok güzeldiniz. O yüzden Allah sizi onlara nasip etmedi Halil. O kadar güzeldiniz ki seninle ve Yiğitle bir hayat onların hakkı değildi! "

 

Nazlı hızla elini gözlerine sürüp yaşlarını kuruladı.

 

"O adam yaptıklarının cezasını çekmeyecek mi sanıyorsun sen? Çekecek! Senin kalbinde açtığı yaralar için, Yiğite yaşattıkları için her şeyi çekecek. Ama siz bizimsiniz. Onların hiç bir şeyi değilsiniz."

 

Halil kolunun kaldırdığında Nazlı hemen kollarını boynuna doladı.

 

"Yiğit... biliyor mu Halil?"

 

Halil, Nazlının sırtına dağılan saçlarını okşadı bir süre. Ona sıkı sıkı sarılan karısının kokusunu soludu.

 

"Bilmiyor... Bilmek istemediği için elinde bin tane imkan varken kim öldü, kim başka hayatta mutlu bilmiyor. Adlarını bir kere anmadı. Sadece onu bulduğumda söz edecek gibi oldum, benim annem babam yok dedi. Bende bir daha bahsetmedim. İsterse kendi zaten bulabilir. İstemiyorsa, bilmemek daha iyidir belki."

 

"Aptal adamın teki! Sahip olabileceği en iyi iki evlada sahip çıkamamış."

 

"Şimdiki ailesine sahip çıkıyor."

 

Nazlı yine söyleyecek bir şey bulamadı.

 

"Koah hastası..."

 

Nazlı fısıltıyla çıkan iki kelimeyi anlamak için kaşlarını çattı. Geriye çekilip yüzünün yakınındaki gözlere baktı.

 

"Ne?"

 

"Koah hastası, git gide ilerliyor. Bahsettiğin ilahi adalet bu mu Nazlı? Aldığı nefes eziyet etmeye başladı ona. Ciğerleri içine aldığı oksijenle acı çekiyor."

 

Nazlı Halilin hiç görmediği kıyılarında geziyordu sanki bu kadar savunmasız, bu kadar muhtaç bir kere bile görmemişti. Bu duruma üzülüyor mu yoksa içinden hak etti diye teselli arıyor mu karar veremiyordu. Öyle kırık bir sesle söylemişti ki ne hissediyor anlayamadı.

 

"Bilmiyorum sevgilim. Size yaşatılanın bedeli ne kadar ağır olmalı nasıl bileyim ben? Bu kadar kötülükten sonra iyi bir hayatı hak etmiyor onu biliyorum ama. Anneme zulmeden, kocama, kardeşime eziyet eden bu adam neleri hak ediyor düşünerek kalbimi karartmak istemiyorum. Sadece çok nefret ediyorum ondan. Hayatımda ilk kez bir kere gördüğüm birinden çok nefret ediyorum. Senin, Yiğitin böyle incitilmiş olması... Ömrüm boyunca hiç kimseden ondan nefret ettiğim kadar etmeyeceğim!"

 

Nazlının her an ağlamaya meyilli gözleri Halilin dolmuş yeşillerine baktığında sıkıca kapandı. Alnı alnına yaslı biran önce bu andan kurtulmak istedi sadece.

 

"Üzülüyorum..."

 

"Halil..." Nazlının iniltisiyle Halilin eli yüzüne dokundu.

 

"Acı çektiğini görsem içim soğuyacak sanıyordum. Ama duyduğumdan beri üzülüyorum. Hak etmeyişine, gerisinde bizi yapayalnız bırakışına olan öfkem hastalığını niye ceza olarak göremiyor?"

 

"Çünkü sen Züleyha ve Asil Sulhanın oğlusun. Kalbin tertemiz. Çok güçlüsün, çok akıllısın, çok merhametlisin. Sana aşık olmamak gibi bir ihtimalim hiç yoktu benim. Sen o adamla aynı cümleye yakışmıyorsun Halil."

 

Halil gibi Nazlı da avcunu yüzüne bastırdı. Aşağı yukarı şefkatle okşadı.

 

"Buz gibi olmuş yüzün. Gidelim mi bitanem? İncecik üstündeki mont."

 

Nazlının fısıltıyla kurduğu cümlelere alnından alnını çekmeden, başını sallayarak onay verdi Halil. Sonra azıcık çekilip karısının alnına öpücük kondurdu.

 

Nazlının elini kavradığında oturdukları banktan kalkıp, bir saatten fazla zamandır izledikleri eve döndü yüzünü. Işıkların yandığı evin içi sıcaktı muhtemelen. Hamza Çarmıh, iki oğlunu ayazda bıraktıktan sonra ısınmayı hak görmüştü kendine.

 

Arabaya bindiklerinde bir süre çalıştırmadı Halil aracı. Öylece elleri direksiyonda bekledi. Nazlı sıkı sıkı kavradığı direksiyondaki parmaklarını izledi. Sonra içine dolan bir hisle sağ elini kavrayıp direksiyondan ayırdı. Halil ne olduğunu anlamadan da kucağına iki bacağını açarak oturdu.

 

"Nazlı!"

 

Nazlı karanlığın verdiği bir güçle adını şaşkınca seslenen adamın dudaklarını öptü hırsla. Öpücüğü çok sert ama kısa sürmüştü. Geriye çekildiğinde gözleri Halilin bahsettiği o kızıl çizgilerle parlıyordu.

 

"Sen bir daha bunu kendine yapmayacaksın! Anlıyor musun beni? Bir daha siktiri boktan bir adam için gelip, buz gibi bir bankta saatlerce canını yakmayacaksın!"

 

Nazlı ağzını açan adamın konuşmasına izin vermeden tekrar dudaklarına kapanmıştı. Dişlerini fazlaca kullanarak Halile bahşettiği öpücüğü zevkten çok öfke içeriyordu sanki.

 

"Sen benimsin Halil! Benim Halilimin bu şekilde incitilmesine izin veremem ben. Buna sebep olan sen bile olsan olmaz! İki damla spermle baba olunmuyor? Senin baban Asil Sulhan! Bak beni doğuran başka adama kaçacağım diye ölmüş gitmiş. Babam beni neyden korudu Halil? Babam beni üzerime yapışacak etiketlerden korudu. Annem bana kanın hiç bir şey olduğunu öğretti. Ha kansa mesele halanın kanıyla aynı kanın! Burda şerefsizin biri kendine yuva kurmuş, kim o? Kim ki sen onun için üzüleceksin? Neyini hak ediyordu da baban olacaktı? Yiğitin neyini hak ediyor o adam? Onun gibiler sizin gibi çocuklara layık olmadığı için sizin yanınızda değiller. Bana söz ver! Bana bu günün son olduğunu, bir daha bu adam ne bok yiyor öğrenmeyeceğine dair söz ver. Hastalandı diye senin merhametini hak etmiyor tamam mı? Etmiyor o adam! Yapılan onca şeyden sonra hasta diye sıyrılmayacak günahlarından. Benim kocamsın sen! Sadece benimsin. Ben ayağın taşa takılsa canımdan can veriyorum, üzemezsin kalbini. Ben senin kalbinin hayaliyle yıllardır uykuya dalıyorum, incindiğini seyredemem! Bana bunu yapma ne olur? Ben kendi yaramı sararımda senin acıyan canında ölürüm Halil... Anlıyorum, beni niye getirdin yemin ederim çok iyi anladım. Ama sen de anla. Sen sadece bizimsin!"

 

Nefes nefese kalmıştı konuşurken. Ona dikkatle bakan adamın gözlerindeki hayranlık dilini damağını kuruttu. "Çok şükür" diye fısıldadı kalbi. Nazlının uğruna öleceği yeşil gözleri o buz mızraklardan arınmış, yıldız ışıltısıyla ona bakmaya başlamıştı. Dudaklarına tekrar kapandı. Biraz evvelki şiddetin aksine olabildiğine narin ilk üst dudağını kıstırdı dudaklarıyla. İçine çeker gibi emerek alt dudağını öpmeye başladı. Halilden karşılık da tam o anda geldi. Halilin dudaklarını aralayan dilini ağzının içerisine kabul edip emmeye başladığında omuzlarındaki elleri boynuna doğru kaydı. Ciğerlerinde tükenen nefes nedeniyle bir santimlik uzaklaştı sadece.

 

"Nazlı... nazlım, boncuk sevgilim..."

 

"Bursa çok uzak."

 

"Ne?"

 

Nazlının dudaklarına çarpan kelimeleriyle Halil birazcık daha geriye çekilip Nazlıya baktı. Gözleri çakmak çakmak yanıyordu sanki. İstemsiz bir yutkunma gelip boğazında durdu.

 

"Bursa çok uzak..."

 

Nazlı tekrar ettiği cümleyle bedenini hafif öne doğru hareket ettirdiğinde Halilin bedenine sürtünmüştü. Halilin yeşillerinde çakan şimşekle başını sallaması aynı anda oldu.

 

"Çok uzak..."

 

Nazlı anlık bile olsa ona bakan Halilden ayırmıyordu harelerini.

Tekrar uzanıp dudağını öptü, geri çekilirken alt dudağını dişleriyle kıstırıp çekiştirmişti.

 

"Otel?"

 

Halil ıslak dudaklarına kilitlenip kaldığından duyduğu anda algılayamıyordu sanki söylenenleri. İki üç saniye sonra başını hızla salladı.

 

"Otel! Otele gidelim, otel yakın."

 

Nazlı da aynı tepkiyle sadece başını sallayarak onayladı. Sonra da hiç bir şey demeden geri yerine geçmek için bedenini kocasının kucağından kaldırıp yana kaydı.

 

Halilin kontağa uzanan eli yanında hızlı hızlı nefes alan kıza tekrar değdi. Bedenini yaklaştırıp sol eliyle kavradığı çenesini yüzüne döndermesi ve can acıtacak şekilde öpmesi bir kaç saniyede gerçekleşmişti. Biraz evvel Nazlının ona yaptığı gibi alt dudağını dişleriyle çekiştirip öyle bıraktı. Eğer biraz daha bu şekilde kalırsa otel de oldukça uzak görünecekti gözüne.

 

O andan sonra arabada nefes seslerinden başka ses duyulmamıştı. En fazla yirmi dakika sonra Halil gösterişli bir otelin otoparkına çekti arabasını. Nazlının elini sıkı sıkı kavramış ve hızlı adımlarla resepsiyona doğru yürütmeye başlamıştı.

 

Resepsiyon görevlisi yaklaşan müşterileri gördüğünde yüzüne alışılmış gülümsemesini ekledi.

 

"İyi akşamlar nasıl yardımcı olabilirim?"

 

"İyi akşamlar, balayı suiti istiyoruz."

 

Resepsiyon görevlisi yüzündeki gülümsemeyi bozmadan bilgisayarındaki boş suitleri kontrol etmeye başladı.

 

"Kaç gün misafirimiz olacaksınız efendim?"

 

Halil "Bir..." diyecekken Nazlıya baktı. Ona hem utanmış bir yüzle ama merakla da bakışlarını gördüğünde fikrini değiştirdi.

 

"iki gün kalırız muhtemelen. Henüz karar vermedik , üç de olabilir."

 

Görevli bilgisayarından kaldırdığı bakışlarını ilk erkek müşteriye değdirmiş, baştan aşağı adamı gözünün radarından geçirip yanındaki elini tuttuğu kadına bakmıştı. Gülümsemesinin ölçüsünü korumak oldukça zor olmuştu.

 

"Kimliklerinizi rica edebilir miyim?"

 

Halil montunun cebindeki cüzdanını çıkarırken Nazlı da çantasından çıkarmıştı. Nazlı evlilik cüzdanına ihtiyaç olup olmadığını düşünürken buldu kendini ama kimse istemeyince ağzını kapalı tuttu.

 

"Sizin için muhteşem manzaralı bir suitimiz var efendim. Balayı çiftlerimiz için özel dizayn edilmiş, yüzde yüz memnuniyet garantili. Uygun mudur?"

 

"Tamamdır..."

 

"Bir süre sizi bekletmemiz gerekecek. Kısa sürecek, isterseniz lobide odanın hazır olmasını bekleyebilirsiniz."

 

"Sorun değil burada da bekleriz."

 

Görevli onaylar gibi mırıldanıp telefonuna ve bilgisayarına dönmüştü. Aradan on beş dakika geçtikten sonra odalarının hazır olduğu bilgisini verdi.

 

Halilin gözlerini Nazlıdan ayırmadan teşekkür mırıldanmasına görevli gülüşünü saklayarak baş salladı ve işlemleri hızla tamamladı.

 

"Size yardımcı olacak bir arkadaşımızı çağıracağım, biraz daha bekletebilir miyim?"

 

"Kaçıncı kat olduğunu söylemeniz yeterli, kimseye gerek yok. Oda kartını alalım biz."

 

Görevli kaşlarını kaldırıp tekrar başını onaylar gibi salladı ve kartı karşısındaki oldukça sabırsız adama uzattı.

 

Halilin dili ve dişi arasında "kolay gelsin" dediğini duymuştu Nazlı. Sonra eli daha sıkı kavranıp, çekiştirilir adımlarla asansörlere doğru yürütülmeye başlanmıştı.

 

"Halil! Halil çok hızlı yürüyorsun biraz yavaşla lütfen."

 

Halil, Nazlıya baksa da yürüyüşünü yavaşlatmamıştı. Asansörlerin olduğu bölüme geldiğinde ise üç asansörün de düğmelerine hızlı hızlı basmaya başladı. Nazlı kıkırtısını durduramamıştı.

 

"Halil sürekli basınca daha hızlı gelmiyor ki onlar."

 

Halil yine tek kelime etmedi ama düğmelere basmayı da kesmedi. Bu davranış Nazlının daha çok kıkırdamasına neden oldu.

 

Sonunda açılan kapılarla içeri Nazlıyı hiç de nazik olmayacak bir şekilde çekiştirdi. Kapılar kayarak kapandığında ise Nazlı dudaklarını istila eden dudaklarla öylece kala kaldı. Elleri havada alamadığı nefesin peşindeydi.

 

Halil ise yanaklarını büyük avuçlarıyla kavramış, dudaklarını yer gibi öpüyordu. Azıcık kalan merhametiyle Nazlıya sadece bir an nefes alma süresi veriyor sonra dudaklarını tekrar ağzıyla istila etmeye devam ediyordu.

 

Asansör kapıları açıldığında öpüşmekten nefes nefese kalmış karısının aksine oldukça dinç bir şekilde elini kavrayıp odalarını bulmak için numaraları kontrol etti. En fazla yirmi adım ilerledikten sonra sağa döndüğünde karşılarına çıkan kapıya kartı okutmuştu bile.

 

İnce bir koridordan geçip odaya girdiklerinde Nazlı derince yutkundu. Yatak alışılmış gül yaprakları temasından çok uzaktı. Balayı suiti denildiğinde istemsizce aklına yatağı kaplayan güller gelmişti ama bu...

 

 

 

Yataktan ve etrafa saçılmış mumlardan, led ışıklardan gözünü ayırmadığında Halil tekrar elini kavrayıp onu çekiştirmişti. Yatak odasına bağlı, üç merdiven yükseklikte, alçı bir kemerden geçtiklerinde soluğunu bıraktı. Bahsedilen manzaranın hangisi olduğuna karar veremedi.

 

 

Onları neden beklettiklerini yeni idrak edebiliyordu. Öylece hazırlanmış jakuziye bakarken ensesindeki saçları aralayan soğuk parmaklarla ürperdi. Açığa çıkan ensesine ılık dudaklar bir öpücük bıraktı. Sonra o öpücük biraz daha ıslak bir şekilde kayarak aşağı indi.

 

"Hoşuna gitti mi sevgilim?"

 

"Çokkk... Güzelmiş!"

 

Nazlı sesini istediği kadar güçlü kullanamamıştı. O bir anda karmaşık hislerle Halilin kucağına atmıştı kendini, dudaklarını hırsla öpmüştü. Onun varlığını zerre hak etmeyen bir adamın sevdiğini böylesine üzüşü çileden çıkarmıştı. Biran evvel ona yakın olacağı bir yere de gitmek istemişti ama böyle bir ortamdan sonra yaşayacakları şeyi net düşünmeye başlayabilmişti. Ensesindeki dudaklar öpmüyor sadece sürtünüyordu. Bir kol karnına sarılıp onu sert bir göğse yasladığında nefesini tuttu.

"Nazlım..."

 

"Sevgilim."

 

Halil karısının yüzünü kendine doğru dönderip her bir milimine hayranlıkla baktı. Şımarıklık edip, nankör olmak istemiyordu ama kendini bildi bileli ilk kez tam olarak bir yere ait olduğuna emin oldu. Bir yer tamamen onundu artık. Yuvasını bulana kadar insan belki de bu ayrımı anlamıyordu. Ama bu gece Nazlı kucağında onun için ona bağırırken anladı. Halilin yuvası Nazlının kalbiydi. Sahip olabileceği en değerli, sıcak ev Nazlının gözleriydi. Üzülüyor oluşuna kendi yaşadığından daha çok göz yaşı dökmüştü boncuğu. Daha üzerinden iki gün geçmemişken uğradığı saldırıda bile bakışları bu akşamki kadar korku dolu, kederli değildi. O adamın babası olduğunu anladığında içinden kopup gelen inilti, tüm akşam yavaş yavaş sızan yaşlar Halilin yanan canı içindi.

 

İnsan aşkın içinde kendini kaybettiğinde anlıyordu belkide. Bir başkasının yanan canında sen paramparça olabiliyordun. Birinin kalbini yuvan yaptıysan o yuvayı korumak için kalp sahibine bağıra çağıra "üzemezsin onu" diyebiliyordun.

 

"Evimi buldum Nazlı. Güneşimi bulduğum gibi ben yine sende evimi buldum ..."

 

Nazlının konuşmak için aralanan dudaklarını dudaklarıyla örttü. İlk naif başlayan öpüşleri Nazlının daha sabırsız olan diliyle şiddetini artırdı. Biraz eğilerek Nazlıyı kalçalarının altından koluyla sarmalayıp kaldırmış, boyunu kendine denkleştirmişti.

 

Mumların ışığıyla gölgelenen odaya geri döndüğünde kucağındaki karısını yavaşça bıraktı.

 

"Beni sevsene Nazlı. "

 

Sessizce kurulmuş cümle bir kadına verebileceği tüm gücü verdi. Nazlı gözlerini zerre Halilden ayırmadan kazağının uç kısımlarından kavrayıp çıkarmasını sağladı. Üst bedeni çıplak kaldığında elleri omuzlarını okşayarak aşağı doğru kaymıştı. Halilin bir ormanı andıran gözlerinden bakışlarını ayırmadı. Omzundaki silik yara izine dudaklarını yaslarken sadece göz kapakları kapanmıştı. Sonra o öpücük köprücük kemiğine kaydı. Ordan sağ göğsünün üzerinde bir zamanlar oluşmuş, şimdilerde ise ince beyaz bir iz bırakmış yaraya tutundu. Geçip giden yaranın acısını almak ister gibi öpmeye devam etti. Bedeninde var olan izlerin bir tanesini bile atlamak istemiyordu. Başını eğip karnının üst kısmındaki başka bir ize dudaklarını yasladı. Eli Halilin kemerine gittiğinde karın kaslarının hissedilebilirliğini tatmak isteyen dili, sürtünerek aşağı doğru kaydı. Halil ıslık sesi çıkarır gibi bir nefesle ilk sesini o anda çıkarmıştı.

 

"Nazlım..."

 

Boğuk iniltiyle Nazlı kapattığı gözlerini açıp ona dikkatle bakan adama tekrar baktı. Eli fermuarına gittiğinde Halil avcuyla küçük elini kavramıştı.

 

"Sıra bende" diye mırıldanıp Nazlıyı ayağa kaldırdı. Tıpkı Nazlının yaptığı gibi kazağını çıkardı, çıkarırken saçlarının arasında kalan yarayı korumak için olabildiğine nazik davranmıştı.

 

Karşısında lacivert bir sütyenle kalan kızın, sütyenden taşan göğüslerine yutkunarak baktı. Beyaz teni, yerini ezber ettiği iki beni içinde bilmediği bir yerin ipini koparıyordu. Olabildiğine kibar olmak isteyen ama aynı zamanda gördüğü teni tarumar etmek isteyen yanı neredeyse aynıydı.

 

Çenesine, boynuna, göğüs oluğuna sıralı öpücükler bıraktı. İki benin üzerinde dili okşar gibi hareket etti. Elleri belinde oyalanıp okşarken burnu göğsünün arasında yoğunlaşmış kokunun tadını çıkarmanın derdindeydi. Sonra siyah pantolonun beli açıldı. Önünde diz çöktüğünde Nazlının ne zaman kapandığını fark etmediği gözleri aralandı.

 

Belinden sıyırıp bacaklarından çıkardığı pantolonu olduğu yere bıraktı. Nazlının göbek deliğine doğru burnunu sürtüp kasıklarının üzerine bir öpücük daha bıraktı.

 

Bacaklarının üst kısımlarında dili gezmeye başladığında Nazlının elini saçlarında hissetti. Saçlarını çekiştirir gibi okşayan parmaklar nedeniyle dudaklarına dişleri de katıldı.

 

"Nazlı... Nazlı çok güzelsin. Tadın, kokun, gözlerin, gülüşün çok güzel."

 

Mırıltıyla edilen her bir kelimenin sonunda bir öpücük geziyordu karısının teninde. Her öpücük tutkuyu alevlendiriyor, aralarında oluşan şehveti körüklüyordu.

 

Nazlının saçlarında dolaşan parmakları kavradığı tutumları geriye doğru yatırarak ona bakmasını sağladı.

 

"Yatak... Çok güzel görünüyor."

 

Sesindeki buğu, Halilin arzuyla kaynayan kanının sebebiyle mi böyle kışkırtıcı çıkmıştı yoksa zaten yoldan çıkan iradesi öyle mi ummuştu bilinmez ama Nazlının cümlesi bittiğinde Halil oldukça hızlı onu bacaklarından kavrayıp kucağına almıştı. En fazla bir metre gerilerindeki duvara Nazlıyı hesapladığından bir tık şiddetli çarptı.

 

"Sabırlı olmaya çalışıyorum! Olabildiğine naif davranarak hak ettiğini sana vermek için irademin amına koyuyorum uslu dur Nazlı!"

 

Nazlı hiç bir zaman ağzından küfür duymadığı adamın şu anda kullandığı kelimelere baka kaldı. Sahi onu zorluyor muydu? Bir kadın olarak kocasını etkiliyor olmak, böyle delirtebilmek muhteşem bir haz veriyordu.

 

"Senden nezaket beklemiş olsam bulduğum her an kucağına oturmam Halil."

 

Halil başını iki yana sallayıp uzanarak iki dudağını da ağzına alıp ısırdı. Sonra da ısırdığı dudaklarındaki sızıyı almak için diliyle okşamaya başladı. Bedenini bedenine yasladığında aralarında sıkışan göğüslerine baktı.

 

"Sütyenini çıkar Nazlı. Memelerinin sıcaklığını hissedemiyorum."

 

Nazlı başını aşağı yukarı sallayıp bacaklarının dolalı olduğu beli biraz daha sıkıştırdı. Elini duvarla sırtının arasına sokup kopçasını açtı. Omuzlarından düşen askıları da hızla çıkardığında sol eliyle tutup göğüslerinden ayırdığı sütyeni havaya kaldırıp Halilin gözlerine muzur bir ifadeyle baktı.

 

"Sütyen giyip giymediğimi çok dert ediyordun aslında."

 

Halil oyununa eşlik etmek istedi. Gözlerini ondan ayırmayan karısına bakarak başını eğip sağ göğsünün ucunu yakaladı. Dişleriyle hafif çekiştirip sızlamasını sağladı. Nazlının çatılan kaşlarına, gözlerinde parıltılarla baktı. Ürperen ve tahrik olan göğsünün ucu ağzında kendini biraz daha belli ettiğinde dili daireler çizerek okşamaya devam etti. Nazlının hazla gevşeyen yüzüne bakarak göğsünü çekiştirerek bıraktı.

 

"Yanımdayken giymemen tercihim Nazlı. Çıplaklığın zevk verir."

 

Tekrar uzandı ama bu sefer diğer göğsünün ucunu kıstırdı. "Ama..." dilini etrafında dolaştırdı. "Benim dokunamadığım..." dişlerinin arasında minik bir ısırıkla uyardı. "mesafedeyken..." dudakları ısırık acısını almak için öptü. "Özgür olmalarından hoşlanmam!"

Cümlesini Göğsünden ayırdığı dudaklarını göğüs oluğuna doğru ilerletip, diliyle vadiyi yalayarak bitirdi.

 

Nazlının yüzünü kavraması ve başını eğerek onu öpmeye başlamasıyla bedenini bedenine yasladı. Sertleşmiş erkekliği pantolonun içinde can çekişiyordu. Bedenini bir kere daha Nazlını bacaklarının arasına bastırdığında ikisinden de aynı anda bir inleme çıktı. Halil kalçalarını daha sıkı kavrayıp Nazlının güzelliğinden dem vurduğu yatağına doğru yürüdü.

 

Yatağın ayak ucuna geldiğinde eliyle bacaklarını gevşetmesini belirtti. Gevşeyen bacaklardan sonra Nazlıyı yatağa bıraktı. Yumuşak yatakla buluşan kızın bedeni loş ışığın altında elmas gibi parlıyordu. Saçları yatağa dağılmış üst bedeninin çıplaklığını zerre sakınmadan ona sunuyordu. Nazlının dudağını ısırarak izlemesine, pantolonun fermuarını açıp sıyırarak karşılık verdi. Çamaşırını da aynı saniyede çıkardığında ereksiyonu rahatlamışlık hissiyle sızladı. Nazlının dikkatle erkekliğine bakmasına ve öpüşmekten şişmiş dudaklarını ısırmasına penisini eliyle kavrayarak karşılık verdi. Merakla ona bakan kadının gözlerini anlık bile ayırmayışına gülümserken avcundaki sertliğin başını parmağıyla okşayıp avcunda kaydırdı.

 

"Ona böyle bakma Nazlı. Senin zaten gel ve dokun..."

 

Nazlı dirseklerine dayanarak bedenini kaldırdı ve Halilin gözlerine bakma gereksinimi bile duymadan emekleyerek ayak uca yaklaştı. Halilin elinin üstüne elini koyup sıcaklığı avcunu yakan, istekle damarları seğiren penisini kavradı. Sızan sıvıyı diğer elinin işaret parmağıyla etrafına yaydı. Halilin yaptığı gibi avcunda kaydırıp aşağı yukarı okşadı. Sonra ona kararmış gözlerle bakan kocasına baktı.

 

"Böyle... Zevk alıyor musun?"

 

Halil uzanıp yüzünü okşadı, dudaklarında parmağını dolaştırıp ensesine doğru elini kavradı.

 

"Ağzına almanı çok istiyorum. Ama iradem sikilir ve bir ergen gibi hemen boşalırım diye korkuyorum. Bana... Böyle bakma Nazlı. Senin olduğu gibi benim için de ilk. Dayanamayıp rezil olmamam lazım."

 

Nazlı kitaplardaki erotik anları okumayı severdi. Yada filmlerde yaşanılan sevişmeleri hiç de hızlı hızlı geçmezdi. Halilin neden böyle söylediğini yaşayarak deneyimlemese de anlayabiliyordu. En azından teorik olarak bir şeyler biliyordu. Halili etkilemek, onu kendine düğümlemek ve içten içe olsa da nasıl hissettirir dediği şeyi denemek için uzandı. Avucundaki penisi biraz daha sıkıp dilinin ucuyla dokundu.

 

"Nazlı! Nazlı dayanamayabilirim!"

 

Kıkırtısı oldukça cilveli çıkmıştı.

 

"Merak ediyorum..."

 

Haylaz pırıltıların doldurduğu bakışlarını tekrar elindeki sertliğe çevirdi. "Tadını..."

 

Sonra ucunu ağzına girecek şekilde kavradı. Halilde "hassiktir!!!" Kelimesini duyduğunda dilini değdirip küçük küçük gezdirdi teninde. Tam olarak nasıl yapacağını bilmese de teoriye güvenmeyi seçip ağzının içine sokup çıkarır gibi ettiğinde ensesindeki parmaklar biraz canını yakarak onu ayırdı.

Halilin göğsünde parlayan ter, ne kadar zorlandığını anlatıyordu aslında.

 

"Bu... Bu çok güzel ama olmaz! Kahretsin Nazlı çok doluyum boşalmak istemiyorum şimdi."

 

Nazlı geriye yaslanıp, topuklarını yatağa bastırıp bacaklarını araladı.

 

"Sen şimdi ne istiyorsun Halil?"

 

Kışkırtmaktan asla geri durmuyordu. İçinde bu an için zerre korku hissi yoktu. O yıllardır içten içe beklediği bu anın tadını sonuna kadar yaşamak, utanç yada korku gibi duygularla perdelemek istemiyordu.

 

"Bedenini kapatmaya hiç yardımcı olmayan o küçük çamaşırını çıkarmak istiyorum Nazlı."

 

Nazlı sağa sola kıpırdattığı bacaklarını yataktan aşağı sarkıttı.

 

"O zaman neyi bekliyorsun?"

 

Halil ısırdığı dudağıyla Nazlının önüne koyduğu manzaradan bakışlarını ayırmadan yaklaştı. Sütyenin takımı olan sevimli bir çamaşırdı. Parmaklarını takıp çıkardığında çamaşırındaki ıslaklığa can yakıcı bir gülümsemeyle baktı.

 

"Islanmışsın..."

 

Nazlı çıplak bedenini izlediği adamın konuşmasıyla yüzüne baktı.

 

"Mutlaka bir sebebi, bir istediği vardır Halil."

 

Dirseklerinin üzerine kalkıp oturur bir pozisyona geçti. Yatağın ucunda, ayakta duran adamın omuzlarında tutarak üzerine doğru uzanmasını sağladı.

Dudaklarını dudaklarına doğru sürttü.

 

"Yanıyorum Nazlı..."

 

Nazlı bacaklarını aralayıp beline doladı. Islaklığında hissettiği sıcaklıkla boğazından bir inilti dağıldı Halilin dudaklarına doğru.

 

"Benim için olduğu sürece hiç sorun değil Halil. Şimdi beni tamamen senin yapmanı istiyorum. Tamamen benim olmanı istediğim kadar çok..."

 

Konuşmayı bırakmayan dudakları tekrar Halilin dudaklarıyla örtüldü. Dilini ağzının içerisinde dolaştırırken aralarından kayan eli Nazlının kadınlığına dokundu. Parmaklarına bulaşan ıslaklığı yaydı. Milimlik geriye çekilip tepkisini ölçmek için gözlerine baktı. Parmağını girişinden azıcık kaydırdığında kısılan gözlerinde acı izi arıyor gibiydi. Okşayışları ve kadınlığını aralayışı devam ederken yüzünün her santimini inceledi. Islaklığı arttığında ve parmağını daha rahat hareket ettirdiğinde Nazlının sıklaşan nefeslerini inilti gibi bıraktığından hoşuna gittiğini anlıyordu.

Dudakları dudaklarına çarparak "hoşuna gidiyor mu" diye fısıldadı.

 

"Evet... Daha fazlasını isteyecek kadar güzel hissettiriyor."

 

Halil diziyle araladığı bacaklarının üzerine bedenini konumlandırdı. Islak parmakları sıcak vadiden ayrıldığında erkekliğinin ucunu ıslaklığa değdirip sürtündü. Kafasının içerisinde ritmik bir ses biran evvel içine girmesi için baskı uyguluyordu sanki.

 

Kadınlığının girişine erkekliğinin başını yasladığında "Nazlı" dedi.

 

"Gözlerini arala sevgilim. Canını yakmaktan korkuyorum, bana yardımcı olman lazım."

 

Nazlı boynuna doladığı elini omzuna kaydırıp güç arar gibi tırnaklarını geçirdi. Gözleri açık bir çikolata rengindeydi. Yüzü sıcak ve zevkin etkisiyle kızarmış, dudakları ıslak parıltılarla ışıldamıştı.

 

Halil sağ bacağını biraz daha yukarı itip yana doğru açtığında daha rahat hareket edebildi. İçine milim milim ilerlerken gözlerini bir an bile Nazlıdan ayırmıyodu. Zorla hareket ettiği anlarda Nazlının kırışan alnına baktı.

 

"Nazlı... Uzarsa daha çok acır."

 

Nazlı diğer elini de koluna sarıp bedenini yataktan hafif kaldırdı. Halilin dudağına küçük bir öpücük bıraktı.

 

"Uzatma o zaman sevgilim, çok da rahat değilim şu an."

 

Belki bir kaç kelime daha söyleyip kışkırtabilirdi ama içini dolduran baskı, yanma hissi, acıyla karışık sızlayış çığlık olarak yansıdı adama. Halil sıkışıp kaldığı anda kaybolmamak için iradesini son gücüne kadar zorluyordu.

 

"Nazlı... Nazlı... Dur lütfen. Ah... Dur kıpırdama sakın off..."

 

"Ayyy acıyor!"

 

"Dur boncuğum. Hay sikeyim! Kalçalarını hareket ettirip durma Nazlı, kendimi tutmak için harcadığım çaba boşa gidecek."

 

"Ama ahhh!!! Acıdı ama ya!"

 

Halil sesli sesli soluklar alıp bedenini sarmak isteyen zevkin çağrısını durdurmak istiyordu. Şu an sadece Nazlının alışmasını beklemekti niyeti ama tenini saran bu his hiç bir hayalin, hiç bir rüyanın yada bir gün önce banyoda yaşadıklarının yakınından bile geçemezdi.

 

"Nazlı... Bu muazzam. Offf çok kasıyorsun kendini, boşalırsam kızmaya hakkın olmaz!"

 

"Dur... Tamam bi saniye ver bana. Of hareket etme sakın alışmam lazım."

 

Yanma hissi yavaş yavaş kaybolduğunda geriye sadece doluluk hissi kalmıştı. Hareket etmeden duran bu histen beklediğini almak için sıkıca kapattığı gözlerini araladı.

 

"Halil... Hafifledi..."

 

Bunu bir işaret kabul eden adam karısının yüzüne bakmaya aynı zamanda küçük küçük hareket etmeye başladı. İlk giriş çıkışları oldukça zordu ama bir eliyle kalçasını sıkıp, okşadığı karısı gevşedikçe daha rahat hareket etti. Bedeninin tamamını içine sığdıramamıştı, canının yanmasını istemiyordu. Gevşedikçe biraz daha yer buldu kendine.

 

"Halil... Acımıyor ahh..."

 

Nazlı kendini kastığı için ter içerisinde kalmış göğsünde elini gezdirdi. Nemini yaydığı cildine başını kaldırarak öpücük bıraktı. Bu Halilin biraz daha gevşemesine ve yakaladığı ritmi sertleştirmesine sebep olmuştu.

 

"Nazlım... Sevgilim... Ahhh bacağını belime sar!"

 

Denilene itaat edip Halilin bedeninde hüküm sürmesine izin verdi. Elinin okşayışlarıyla hissettiği zevk, acı hissinin bedenini sarmasıyla kaybolmuştu.. Ama şimdi karnının altında yanmaya başlayan ateş, o zevk hissini bedenine geri çağırıyordu sanki. Her gelip gitmelerinde titreşimler, karıncalanmalar daha güçlü teninde yayılıyordu.

 

Halilin ter içinde kalan bedenine bakarak inledi. Beline doladığı bacağını aşağı yukarı kaydırarak kalçasını okşadı. Halil bir eliyle yatak başlığından destek alırken diğeriyle kalçasını tutuyor ve pozisyonlarını bozmadan girip çıkmaya devam ediyordu. Nazlının gevşeyen bedeninin tekrar kasılmalarıyle hareket ettikçe sallanan göğüslerinden bakışlarını çekmesini sağladı. Yüzüne baktığında gözlerinin kapandığını ve onu alması için zevki beklediğini anladı.

 

"Nazlı..."

 

"Halil biraz daha hızlı..."

 

Sanki bunu demesini beklermiş gibi hareketleri daha yoğunlaştı. Nazlının içinden kendi bedenine yayılan titremeleri ve sık soluklarıyla perdelenen iniltileriyle boşaldığını anladı. Kendini tutmak için sızlayan kasları daha fazla dayanamadığında, içinden zorla çıkıp göbeğine doğru boşalmasını sağlamıştı. Bedenindeki tüm sıkışmış hisler akıp gidiyor, hayatı boyunca hissetmediği o tatmin olmuşluğu veriyordu. Tükenen bedeni Nazlının üstüne örtüldü.

 

Soluklarını toparlayana kadar ikisinden de ses çıkmadı bir süre. Halil istemsiz ağırlığını karısının üzerine bıraktığını biliyordu ama tükenen bedeni kendine gelemiyordu. Üstelik göbeğine boşaldığı için oldukça kirlenmişlerdi.

 

"Nazlı..."

 

"Hmmm..."

 

"İyi misin sevgilim?"

 

Nazlı iki yanda hareketsizce duran kollarını sırtına dolayıp tırnaklarıyla derisinde gezindi. Kıkırtısı da Halilin boynuna çarptı.

 

"Oldukça iyiyim kobra. Fena iyiyim. Yok böyle bir iyilik."

 

Tekrar kıkırdadığında Halil de güldü.

 

"Serseri."

 

"İnsanların neden seks için delirdiğini anlıyorum şu an. Resmen aydınlandım."

 

Hem gülüp hem konuşmaya, aynı zamanda da Halilin sırtında tırnaklarını dolaştırmaya devam etti.

 

"Çok fena kirlendik farkında mısın?"

 

Nazlı boynunu oldukça ıslak bir şekilde öptü.

 

"Senin kadar titiz bir adam için bu bir skandal ama kabullenmelisin sevgilim. Sen boşaldığında sperm saçıyorsun etrafa."

 

"Ve bunu göbeğine yapmış olmam gerçekten korkunç!"

 

Nazlı ensesine doğru çıkardığı ellerini saçlarında dolaştırdı. Ensesindeki kısa tutamları çekiştirdi.

 

"Sana yemin ediyorum şu an benim göbeğimdeki spermlerinden çok, senin tenine değiyor olmalarına deliriyorsun."

 

Halil buna da kahkaha attı. Aslında tam olarak buna şu an deliriyor olması gerekiyordu. Tuhaf bir şekilde o yapış yapış his rahatsız etmek yerine Nazlıyla olduğu için keyifli bile hissettiriyordu.

 

Başını kaldırıp konuşan, gülen ve ona mucizeye bakar gibi bakan karısının dudaklarına sert bir öpücük bıraktı.

 

"Yada seni bile isteye kirletmişimdir. Özenle hazırlanan jakuzide temizlenmek ister misin Nazlı? Kucağımda yıkamaktan hoşlandığım tek şey sensin sonuçta."

 

Nazlı alt dudağını ısırıp alçı kemere ve oradan yayılan loş ışığa baktı. Haylaz bakışları ona dikkatle bakan kocasına geri döndü.

 

"Soğumuştur o su."

 

Halil kaşlarını kaldırım -cık diye bir ses çıkardı.

 

"Suyun sıcaklığının stabil olduğuna eminim güzelim, deneyerek öğrenelim mi?"

 

"Kucağında götürürsen neden olmasın?"

 

"Kucağımda oturup kalkacaksan neden olmasın?"

 

Nazlı yine kıkırdadı. Gülüşü yeni bir öpücükle kesildi. Sonra başka bir öpücük daha tenini dolaştı. Halilin beline dolanan kolu sayesinde bez bebek gibi bir anda kucağında ve ayakta buldu kendini. Kahkahası Halille beraber jakuziye girmesiyle daha güçlü bir hâl aldı. Halil haklıydı! Su hâlâ sıcaktı ve çok güzel kokuyordu. Öpüşmeleri, sevişmeleri Nazlı, Halilin kucağındayken devam etti. Yeni keşfettiği arzu dolu kadın kocasının kucağında oturup kalktıkça ve kocasına verdiği zevki özümsedikçe çok daha güçlü bir hâl aldı.

 

Aşık olduğu adamla evliydi. Onu çok seviyordu ve hayatı boyunca bu sevginin katlanarak artacağından emindi. Halile bakmak, Halili yaşamak, Halil ile nefes almak gibi bir nimetle ödüllendirilmişti Nazlı.

 

Ama Nazlı haddi aşan aşkın imtihanla sınanacağını bilmiyordu. Öğrenecekti...

Loading...
0%