Yeni Üyelik
52.
Bölüm

Ayazınla Tehdit Etme Beni!Hayallerimi Yaksam Ağustosu Yaşarsın

@orenda

 

İyiki varsınız. İyiki benimlesiniz ve iyiki sizinleyim🥹💙

 

 

 

Asaf ve Nazeninin yola çıkmaları ertesi gün öğlen saatlerini bulmuştu. Nazlının gülmemek için dudağını ısırışları, Meyranın ise apaçık dalga geçen ifadesiyle yola koyulmalarından sonra Adana yolcuları, geldikleri gibi iki araba olarak peşlerinden otelden ayrıldılar.

 

Züleyhalar ise kız alma töreninin olduğu gün, otelde iki saat dinlenip kendi tatilleri için vakit kaybetmemişlerdi. Kızını yeni evlendiren duygusal anneyi kendiyle başbaşa bırakmak istememişti.

 

Güneş yüzünden sık sık mola verilen yolculuk sonrasında gece yarısı evlerine ulaştılar. O kadar yorgunlardı ki birbirlerine bakmadan, uyuyan Güneşi de fırsat bilip hemen yataklara dağıldılar.

 

O hafta evde yalnız olan Halil ve Nazlı için oldukça yorucuydu. Züleyha yoktu ve Güneşle baş etmek gerçekten zorlayıcıydı. Aksi gibi Meyra da bitirme sunumu için deli gibi çalışıyordu.

Sultan ve Miniş ablası yardımcı olur umudu içindeyken Miniş ablasının kızı Çiçek rahatsızlanmıştı ve kadın çocuğuyla ilgileniyordu.

 

Nazlı doğum yaptığı andan beri herkes tarafından idare edildiği için aslında tam anlamıyla şu an kızının sorumluluğunu üstlenmişti. Çok yorucuydu ama şikayet etmiyordu asla. Güneşe bakmak tüm yorgunluğunu bedeninden alıyordu. Halil de hep yanlarındaydı. Zavallı adam azıcık kendinden ilgi istediği anlarda kızı sürekli taş koyuyordu işine.

Gurur ve Yiğitin tek vasfı, Güneş usluyken sevmek, ağladığı an "annesi seni istiyor" deyip kaçmaktı.

 

Diğer tarafta ise Süreyya misafirlerini en iyi şekilde ağırlamak için her şeyi yapıyordu. İzmirde gezilecek her yeri dolaşıyorlar ve bu sırada Yavuz Bey asla yanlarından ayrılmıyordu.

 

Züleyha ve Ünzilenin sürekli adam arkasını döner dönmez kaş göz yapıp, taktirlerini göstermek için Süreyyaya bakmaları kadını hep güldürüyordu.

Boyu kadar kızı vardı ama genç bir kız gibi tuhaf heyecanlar hissetmesine neden oluyordu bu yaşadıkları.

 

Yavuz çok özverili biriydi. Kendinden beklentisinin de ciddi bir ilişki olduğunu görebiliyordu. Tüm tereddütleri Meyra üzerineydi. Kızı, onun zayıflığı yüzünden çelik gibi bir iradeye sahipti. Meyra gerçekten Yavuzdan hoşlandı mı yoksa kendi mutluluğu için susuyor mu anlayamıyordu. Her telefonlarında Yavuzu da soruyordu. Mutlaka ne yaptılarsa anlatmasını sabırla dinliyordu. Süreyya aynı hataya tekrar düşmekten öyle çok korkuyordu ki bu hayatta onu sadece Meyra ikna edermiş gibi düşünüyordu. Bu yaptığının onu kötü bir anne konumuna soktuğunu canı yana yana kabul etmişti.

 

Meyra büyüyüp, onu kollayıp, koruyana kadar Süreyya çok yalnızdı. Sonra kendi doğurduğu kızı kalkan olmuştu kendine. Ve Süreyya biri tarafından korunma hissine nasıl muhtaç olduğunu o zaman fark etmişti. Bunu yapmak istemese de ruhu o varken bana bir şey olmaz hissinden feragat edemiyordu. Bir anneye asla yakışmayacak acizliği onu hep utandırmıştı. Ama engel de olamıyordu. Bu hayatta bir kişinin bile olsa onu koruyup, kollamasını, sınırsızca sevmesini bu yaptığın doğru değil deyip elinin tersiyle itememişti. Süreyyanın zayıflığı Meyranın kırbacı olmuştu. Kızı çoğu yerde ona annelik etmişti. Yine istemsiz Süreyya bunu bekliyordu. Meyra eğer doğru yaptığını söylerse Yavuzun evlenme içerikle sözlerine eşlik edebilirdi. Meyra karşı durursa asla böyle bir adım atmazdı. Kızının istemediği hiç bir şeyi yapmazdı Süreyya. Hiç kimseyi Meyra kadar sevemezdi. Hiç kimse Meyradan ve onun sözünden önde olamazdı.

 

Şimdi Züleyha ve Ünzile onu ne kadar destekleyip, yüreklendirseler bile Süreyyanın beklediği tek kişi diğer yarısıydı. Şu sıra eğitimi için oldukça zorlu bir dönemeçten geçerken tabiki aklını bulandırmayacaktı. Üstelik Yiğit onu arayıp konuştuğunda kalbindeki heyecan çok başka bir yere kaymıştı.

 

İlk önce kızının mutluluğunu izlemek istiyordu Süreyya. Hiç bir zaman yapamadığı o anneliği yapmak, bu sefer her şeyin önünde Meyrayı tutmayı arzuluyordu.

 

Şimdi düşünmesi gereken tek şey ihtiyaç olmadan çalınmayan kapılarından girmiş, misafirlerini en güzel şekilde ağırlamasıydı. İki ağabeyi vardı. Kırk dört yıldır da bu hayatta yaşıyordu. Ama mutfağında el birliğiyle yemek yapan bu iki kadının kardeşliğinin, çeyreğini bile verememişlerdi ona. Toplansa üç yıldır tanıdığı bu kadınların hayatında varlığı kırk dört yıllık abilerini silip atmıştı.

 

Önceden isterdi.

 

Bunu da yüksek sesle söylemezdi ama çok isterdi Süreyya. Abilerinin koruyup kolladığı o kız olmayı, bir hatanın tüm ömrüne yayılmamasını deli gibi hayal ettiği senaryoları vardı kafasında. Onları da azat etmişti.

 

Züleyhanın sürekli tekrarladığı gibi yeni ailelerinde herkes birbirine çok bağlıydı. Ve o kadar kalabalıklardı ki Süreyya ölsem Meyra ne yapar diye düşünmek durumunda kalmaycaktı artık.

 

"Süreyya, çorbaya tuz atmış mıydın?"

 

Züleyhanın sesiyle daldığı yerden çıktı. O sırada uğraştığı salata da bitmişti. Ocağın üstündeki tencereye baktı.

 

"Ünzile attı."

 

Ünzile de yaptığı tatlıyı dolapa yerleştirirken başını kaldırıp baktı.

 

"Attım attım, çok koymadım merak etme."

 

O sırada Süreyyanın telefonuna mesaj geldi. Gözünün kenarıyla baktığında iki kıkırdama duydu. Sonra da her fırsatta onunla dalga geçen kadınlara baktı.

 

"Ama yapmayın artık ya."

 

Züleyha ellerini havluyla kurulayıp, salına salına geçip karşısına oturdu.

 

"Niye yapmayacağımışım? Geliyo muymuş bizimkiler?"

 

Süreyya yüzünde pembelikle başını salladı.

 

"Evet... Lazım bir şey var mı diye sormak istemiş?"

 

Ünzileyle yine kıkırdadılar. Ünzile de hemen Züleyhanın yanına geçip oturdu.

 

"Nasıl da ev adamı? Maşallah maşallah."

 

"Ünzile..."

 

"Kız ne utanıyon? Adam aldı adamları, çocukları oyun yerine götürdü. Bak kaç saattir gelemediler. Evin hanımı bizi, beyi de kocalarımızı ağırlıyo. Teşekkür de mi etmiyek?"

 

Süreyya da gülmek isteyen yüzünü saklayamadı.

 

"Kaç gündür serayla ilgilenmiyor. Bana izin verdiği yetmezmiş gibi..."

 

Mırıldanarak söylemişti bunları. Kıyaslamak istemese de istemsiz eski anıları düşüyordu aklına. Adını anmak istemediği o adam arzuladığı zenginliğe kavuştuktan sonra anne, babasıyla oturup akşam yemeği yemişliği bile olmamıştı.

 

"Valla Asil pek sevmiş Yavuz Beyi. Akıllı, sohbeti güzel, iyi huylu deyip durdu. Benim kocam dediyse doğrudur bacım."

 

Ünzile başını iki yana sallayıp güldü Züleyhanın kocasıyla övünmesine.

 

"Kocası dediyse doğrudur o zaman. Benim beyim de çalışkanlığını pek sevmiş. Şimdi benim kocamda az buçuk anlar insanın iyisinden. Allah onu aç gözlü bir baba ve hımbıl abilerle sınamış, ne yapalım?"

 

Züleyha başını sallayıp onayladı. Sonra aklına başka bir şey gelmiş gibi kaşlarını çatıp Ünzileye baktı.

 

"Ünzile! Bu Tahir abi hiç o tarafa benzemiyo ya?"

 

"Eeee?"

 

"Ölmüş kadın, günahını almayak..."

 

Lafın gittiği yeri anlayan iki kadın gözlerini iri iri açmış sonra da kahkaha atmıştı.

 

"Allah seni ne yapmasın Züleyha? Tövbe yarabbim. Kız olur mu öyle şey? Allahım sen affet."

 

Kalkıp kahve yapan Züleyhaya bakıp biraz daha kıkırdadılar. Kahveler önlerine konulunca Züleyha, Ünzileye göz kırptı.

 

"Eee bu adamla gönül eğleyecen mi sen şimdi?"

 

Konunun buraya geleceğini tabiki biliyordu Süreyya. İç çekti.

 

"Meyra... Onunla bir konuşayım da öyle düşüneceğim. Şimdi aklı çok dolu, feraha çıkmadı kızım."

 

Onay verir gibi başını salladı Züleyha. Gerçi o Meyranın karşı çıkacağını düşünmüyordu hiç. Kendi minicikti ama yüreği kocaman bir kızdı Meyra. Okuldayken Nazlıyı da Nazenini de en son Meyraya emanet edip dönerlerdi evlerine. Yiğitle olan münasebetini duyunca herkesten çok kendi sevinmişti.

Nazenin ve Asafı da muratlarına erdirdiklerine göre Meyranın başını bağlama vakti gelmişti artık. Zavallı kıpçık gözlü yavrusu milletin derdine, işine koşturarak aylardır telef olmuştu zaten. Az dünya nimetlerinden nasiplenip, yuvasını kursa, Züleyhaya çipil gözlü bebekler verseler fena mı olurdu?

 

Bir şekilde düzene giren hayatlarıyla günleri geçirirken yeni evli çiftte dönüş yolu için bavullarını toparlıyordu. Balayı için Antalyada güzel bir otele gelmişlerdi. İlk hafta hayal edilenin ötesinde geçmişti. Sonra Nazenin laf arasında Salda Gölünü çok merak ettiğini söylemiş ve Asafın bir anda ayaklanmasıyla ne olduğunu şaşırmıştı. Karısının gönlünü hoş tutmak isteyen taze damat, akşam üstü tüm hazırlıkları tamamlayıp, yola çıkmalarını sağlamıştı bile.

 

Sonuçta Asafın karısı, Salda Gölünü görmek istemişti. Bu dikkate alınması gereken çok önemli bir detaydı. Nazenin dileğinin bu kadar hızlı gerçekleşmesinin sevincini sık sık arabayı kullanan kocasını öperek göstermişti.

 

Meyra kızıp duruyordu ama bir evlensin Nazenin görecekti onu. Evlilik çok tatlı bir şeydi. Biriyle uyumak, sıcak diye içten içe dertlense bile sarılarak o yatakta bulunmak, elleriyle beslenmek, öylece yürürken bile sarmaş dolaş ilerlemek çok keyifliydi. Tuhaf bir benimseme çöküyordu insanın içerisine. Kimsenin bardağını ortak kullanmayan Nazenin, Asafın kendi tabağından uzattığı her şeyi onun çatalıyla gayet doğal karşılıyordu. Yada ısırdığı ekmek parçasının kalanını kocasının ağzına tıkabiliyordu. Hem çok tuhaf hissettiren hemde tamamlanmışlığı içine işleyen güzel bir histi evlilik.

 

Üç gün de Salda gölünün güzelliğiyle geçen tatillerinden dönüyorlardı. Asafla muhteşem bir on gün geçirmişti.

 

Eve yaklaştığında sanki tanıdık bir yüz arar gibi etrafa bakındı. Annesi ve babası İzmirdeydi hâlâ. İlk kez bu kadar uzun tatil yapma imkanları olmuştu. Nazenin buna çok seviniyordu. Hayvanlar için babası uzaklaşamazdı hiç evin yakınından. Şimdi ilgilenecek kişiler sayesinde çok keyifli bir tatilleri olmuştu. Musap sürekli denizi anlatıyordu her konuşmasında. Çocuklar için hemen hemen her gün denize götürmüşlerdi. Kara bir marsık olan kardeşi aklına geldikçe kendi kendine kıkırdadı.

 

"Güzelim?"

 

Asafın soru sorar gibi seslenmesiyle yüzünü ona çevirdi.

 

"Musap geldi aklıma. Kapkara olmuş. Annem güneş kreminin emilmesini bile beklemeden denize koşturuyor demişti. Asaf bütün gün gözlüğü çıkarmamış, o da iz yapmış. O kadar komik ki."

 

Asafın tebessümü genişledi. Görüntülü konuşmada kendine de göstermişti. Çocuklar haline gülünce eniştesi Zoroya benzedin deyip, kim olduğunu göstermiş de sonunda çocuk süper kahraman oldum ben diye ağlamayı bırakmıştı. Gerçi Zoronun gözleri siyah bir maskeyle kapalıydı, Musapın ise yüzü siyah göz kısmı beyaz kalmıştı. Gülmemek için kendini zor tuttuğu bir görüşmeydi.

 

"Zümrüt çocuğu rahat bırakmıyor diye halam dertleniyordu."

 

Nazenin başını salladı. Konağın kapısına geldikleri an ikisi de susmuştu. Arabayı park ettiğinde ise dış kapı açıldı. Muhtemelen geldiklerini yukarıdan görmüş olmalılardı.

 

İlk çıkan Meyra oldu, peşinden ise kucağında Güneşle Nazlı çıktı. Nazenin hemen arabadan inip arkadaşlarıyla sarıldı. Asaf ise geride bekleyen Halil, Yiğit, Gururla tokalaştı. İçeri girmeleri ve Nazeninin Güneş özlemini doyurması bir süre oyalamıştı onları.

 

Erkekler bir kenara çekildiklerinde mutfaktan içecek bir şeyler alıp Meyranın odasına çekildiler. Nazlı bir yandan Güneşi emzirirken Nazeninin balayı anılarını dinliyordu.

 

"Tamam anladık çok romantiksiniz. Geç o detayları. Bana daha sağlam dedikodu ver Nazo. Mesela ilk geceden korkup kendini odaya kilitledin mi? Besle beni Nazo, en sağlam rezillikle besle."

 

Nazenin önce sessizleşti. Yanakları ısındı. İri kara gözleri sağda solda dolaştı "şey..." Diye de biraz kıvrandı.

Meyra kaşını kaldırıp bu kıvranışın sebebini anlamaya çalışırken Nazlı da meraklanmıştı.

 

"Nazenin kuşum. Bir sorun olmadı değil mi çiçeğim?"

 

Meyra iyice dibine yaklaştı.

 

"Lan! Korkup kendini odaya kilitlemedin de adamı mı kilitledin?"

 

"Meyra ya..."

 

Kıvranışı çok tatlıydı ama merak duygusu uğraşmalarına engel oluyordu.

 

"Nazlı! Bu kız koklanmamış bir gül goncası olabilir mi hâlâ?"

 

"Ya utandırıp durmasana! Olabilir, niye olmasın? İlla balayında olmak zorunda diye bir kaide mi var? Bakma sen çiçeğim bu dangalağa, bir sorun varsa söyle ama. Yardımcı olabiliriz belki."

 

Nazenin yatağın üzerine bağdaş kurup, parmaklarını ovuşturmaya başladı.

 

"Ya öyle bir şey yok! Ayrıca koklandım Meyra hanım. O kadar da değil yani. Çocuk muyum ben?"

 

"Eee niye kıvranıyorsun o zaman?"

 

Nazenin kaşlarını çatıp, Meyraya baktı.

 

"Senin yüzünden! Çok anlatmak istiyorum ama kesin dalga geçeceksin. Nazlı bir şey söyle şuna!"

 

Nazlı bir anne edasıyla ovaladığı elini tutup, sıktı. Sonra da Meyraya ters olduğunu umduğu bir bakış attı.

 

"Susarmısın yer biti Meyra! Sen anlat çiçeğim. Ben dinliyorum seni."

 

Meyra sinsi sinsi sırıtsada sesini çıkarmadı. Nazenin böyle dediğine göre kesin çok eğlenecekti.

Nazenin de Nazlının elini sıktı.

 

"Yani sandığınız gibi korkup, kaçmadım aslında. Yani tam aksini yapmış gibi oldum. Ben biraz yanlış anlayınca... Offf Asaf hâlâ dalga geçiyor benimle Nazlı."

 

Nazlı gülümseme isteğini bastırmak için yanağının içini ısırmak zorunda kalıyordu.

 

"Neden dalga geçiyor aşkım?"

 

"Kim dalga geçiyor lan benim Nazomla? O Asafı ne yaparım ben biliyor musun?"

 

Meyra sessiz sessiz dinlerken Nazeninin veryansınıyla horoz gibi dikelmişti.

 

"Öyle değil ya... Of..."

 

Elini yüzüne sürtüp, ovuşturdu Nazenin.

 

"Ya ben bir sürü şey okudum. Yani ilk geceden ne yapılır diye. Deneyimlerini falan da okudum kadınların. Orda hiç bir sorun yok. Zaten Asafa karşı da korku hissetmiyordum. Ama işte biz otele geçince biraz panik oldum sanki. Yanlış anladım hep Asafı. Adam nasıl yapalım dedi bende hemen mi dedim. O akşama kalmayalım dedi ben uyumlu bir eş olayım diye tamam dedim. Üstünü değiş dedi bende gelinliğimi sen çıkarmayacak mısın dedim. Offf Allahım aklıma geldikçe utanıyorum. Asaf balayı için yola çıkmaktan bahsediyormuş ben gündüz mü sevişeceğiz dedim ya."

 

Nazeninin hararetli ve bolca mahçupluk dolu cümleleri bittiğinde kısa bir sessizlik oluştu. Annesinin göğsünde oyalanan Güneş bile anlık memesini bırakıp sağa sola bakındı. Kızların yüzüne donmuş gibi bakmasıyla yüzünü kapatan parmakları aralanıp iki arkadaşına baktı Nazenin.

 

Sonra ise Meyranın Güneşi sıçratacak şiddette püskürür gibi gülmesiyle inler gibi bir ses çıkardı.

 

"Nazlı gülüyor ama ya!"

 

Nazlı da Meyradan kalır bir halde değildi. Yüzündeki ifadeyi saklamak için başını kızının boynuna doğru gömmüştü.

 

"Sen!!! Allahımmmm! Sen ne yaptım dedin kuş Nazenin?"

 

Meyranın soluk alabilmek için kesik kesik konuşmasıyla yataktaki yastığı kapıp, Meyraya fırlattı.

 

"Pis! Seni de göreceğiz! Ya çok panikledi m. Sıralamayı karıştırırım diye aklımdan tekrar ediyordum. Zaten Asaf eski meseleden dolayı çok şeydi bana karşı. Of!!! Korkmadığımı görsün diye açık olayım dedim ya!"

 

Meyra höykürür gibi gülmelerini ara ara yavaşlatsa da Nazenin konuştukça şiddetti artıyordu.

 

"Ya sen! Allahımmmm! Ulan Nazenin. Modemi sökmüş götürmüşsün şerro. Birde Nazlı bu kız korkarsa, paniklerse diye dert sahibi olmuş. Hey yavrum hey. Asaf için daha çok korkmalıymışız biz."

 

Nazenin yüzünü asmış, ters ters bakmıştı Meyraya.

 

"Nazlı bir şey desene şuna! Kafam karıştı diyorum pislik. Yanlış anladım!"

 

Nazlı kahkaha atmamak için kendini sıkmasından dolayı gözleri yaşatmıştı. Parmağının ucuyla gözlerini kurulayıp, yüzünü normal görünüme kavuşturdu.

 

"Tamam ya! Dalga geçmesene kızla. Olabilir böyle şeyler. Normal yani. Bakma sen ona çiçeğim, senin için güzel miydi orası önemli?"

 

Nazenin dağılan dikkatiyle gülümsemesini bastıramadı. Sonra utangaç bakışları dikkatle ona bakan arkadaşından kaçtı.

 

"Çok güzeldi. Yani Asaf çok anlayışlı biri, naif. Çok ilgilendi benimle. Onunla bunları yaşıyor olmak çok güzeldi. Bana porselen bebek gibi davranıyor ve ben buna bayılırıyorum."

 

Oturduğu yerden hayale dalan arkadaşlarını iki kız izleyip sonra göz göze geldiler. Sonra aynı anda kıkırdadılar. Nazenini de uyandıran bu oldu.

 

"Maşallah aşk böceklerine. Gördün mü Nazlı hanım? O kadar korktu mu acaba diye derde düş. Kadın üstüne atlamış lan adamın. Asaf sanki yalpalayarak yürüyordu. Belini kırmış çocuğun."

 

"Ya Nazlı bir şey de şuna! Yapmadım öyle bir şey!"

 

"Ay tamam Meyra! Utandırma benim bal peteğimi. Çok iyi yapmış ayrıca. Sefası olsun. Bakma sen aşkım ona. Kıskanıyor seni. Yiğit evlenme teklifi etmedi ya deliriyor hâlâ."

 

"Nazlı kucağında kız olmasa senin yedi ceddinle halvet düzenlerdim ama teyzelik vasfım beni frenliyor! Ne delireceğim be? O gerzek kendi derdine yansın."

 

Hırslı hırslı kendini savunuyor olmasa inanırlardı. Zira Meyra bu tepkileri sadece gerçek hislerini saklamak için verirdi. Gerçekten umursamıyor olsaydı "ölüyorum aşkından, acıyın bana" diye kendi daha çok dalga geçerdi durumuyla.

 

Telefonuna mesaj gelince ona gülen iki arkadaşına surat asıp baktı. Sonra hazırladığı sunumu hocasının mail olarak istediğini gördü.

 

"Hah süper."

 

"Ne oldu Meyroş?"

 

Meyra ayaklanıp şifonyerin üzerinde duran bilgisayarını açmaya koyuldu.

 

"Peyami Hoca sunumları kabul ediyormuş artık. Göndereyim, ilk halini inceleyecek. Şu işi kıvırırsam fabrika yada şantiye mühendisliğinden azat olurum belki. Boş durmayın dua edin lan bana!"

 

Bilgisayarında hazırladığı dosyayı mail olarak yollayınca, rahatladı. Kaç gündür son haline ulaşmak için deli gibi çalışmıştı. Cevap gelecek mi diye beklerken kucağına alıp tekrar eski yerine geçti.

 

Beş dakika geçtiği halde cevap gelmeyince beklemeyip kapatacaktı ama bilgisayarında tuhaf bir şeyler olmaya başladığını fark etti.

 

"Ne oluyor lan?"

 

Nazlı uyumuş kızının tüy gibi saçlarını okşarken Meyranın sesiyle başını kaldırdı. Nazenin de ince batteniyesinin üzerine düşmüş elini seviyordu.

 

"Meyra? Ne oluyor?"

 

"Anlamadım ki..."

 

Masa üzerinde ekli tüm simgeler spiral çizerek kaybolmaya başlamıştı. Meyra anlamadığı için ilk bir kaç ikon gidene kadar müdehale edemedi. Sonra durdurmak için denediği tüm hamleler boşa gitmeye başladı.

 

"Nasıl ya? Ne oluyor? Hayır ya!"

 

Nazlı uyuyan kızını yatağa bırakıp, Meyranın koltuğuna yaklaştı. Nazenin de peşine takıldı.

 

"Meyra..."

 

Sonra ekrandaki spiraller arttı ve ışık patlaması gibi bir efektle hepsi kayboldu. Geriye beyaz ekran kaldığında öylece bakıp kalmıştı Meyra.

 

"Virüs mü Meyra? Dur Yiğiti çağıralım, o anlar."

 

"Her şey gitti..."

 

"Ya panikleme kurtarılır."

 

Nazlı teselli etmeye başladığında beyaz ekranda hareketlilik başladı. Hızlı hızlı kelimeler ekrana çarparmış gibi bir efekt le yansıyor sonra su akıntısı gibi aşağıya doğru akmaya başlıyordu.

 

"Meyra? Bu..."

 

Meyra gözleri iri iri açılmış bir halde ekrana çarpan kelimeleri okumaya başladı.

 

Yer biti Meyra, Yiğitin sarı susamı, Yiğitin yere yakını, Yiğitin sarı papatyası, Yiğitin yarım porsiyon kebabı, Yiğitin limonlu şekeri, Yiğitin deniz gözlüsü, Yiğitin çirkini, Yiğitin her şeyi, Yiğitin geleceği, Yiğitin asabi ördeği...

 

Şu zamana kadar Yiğitten ne duyduysa her bir kelime ekrana çarpıp akarak kayboluyordu. Bu döngü bozulmayıp sürekli tekrarlanıyordu. "Yiğit..." diye kıpırdandı dudakları. O yapıyordu bunları. Bilinçsiz bir halde arama maksatlı arka cebindeki telefonunu çıkarıp Yiğitin adını bulmak için açtığında ise ağzı daha çok aralandı. Bilgisayarına olan her şey telefonuna da olmuştu. Telefon ekranından sürekli aynı kelimeler akıp duruyordu. Başını kaldırıp ona şaşkın gözlerle bakan kızlara baktı.

 

"Manyak bu çocuk..."

 

Mırıltısı şaşkınlığın verdiği hisle çok cansız çıkmıştı. Nazenin kıkırdadı. Nazlı da sırıttı.

 

"Romantiklik yapıyor işte. Çok tatlı ama."

 

Meyra neye onay verdiğini bilmeden başını salladığından gözüne sehbanın üzerindeki tableti düştü. Onun da ekranı aynı mı merak ettiği için dudağını ısırıp ayaklandı. Tabletin ekranını açtığında kendi de kıkırdamasını tutamadı. Gerçekten manyak bir romantikti.

 

"Ay vallahi manyak. Tabi çocuk bilgisayarlarla kafayı yiyince çiçek almak yerine bilgisayarları hacleyip, aşk sözleri söylüyor."

 

Ne kadar söyleniyormuş gibi olsa da hoşuna gitmişti bu yapılan. Salak birde çirkin diyordu hâlâ.

 

O anda üç aletten de uyarı sesi gibi bir ses çıkaya başladı. Meyra tabletine bakarken Nazlı bilgisayara, Nazenin ise telefona dikti gözlerini.

 

Nazlı ve Nazeninden aynı anda "Meyra!" Diye bir bağırtı koptu. O kadar ellerindekine odaklanmışlardı ki uyuyan Güneş bile akıllarından çıkmıştı.

 

Meyra da kilitlenmiş gibi ekrana bakıyordu sadece. Biraz evvelki sözlerden farklı bir cümle akıyordu ekranda. Hızı artmış ve ekran rengi değişmişti. Arka plan deniz gibi bir görüntü oluşturuyordu. Ama Meyranın kilitlenip kaldığı cümleydi.

 

"Evlenecek misin benimle İzmir güzeli?"

 

Öylece tek bir cümle hiç aralık vermeden tekrarlanıyordu.

 

"Meyra şoka girdiysen çık çabuk! Evlenme teklifi alıyorsun şu an!"

 

Nazlının sesiyle başını ekrandan kaldırıp heyecanlı parıltılarla bakan arkadaşlarına çevirdi gözlerini.

 

"Onlarda da mı?"

 

Kızlar aynı anda ekranları çevirip Meyraya gösterdi. Bilgisayarı ve telefonu da aynı cümleyle akıp duruyordu.

 

"Ay çok tatlı Meyra."

 

Meyra okumayı yeni öğrenen bir çocuk gibi heceleyerek tekrar okudu cümleyi. Gerçekten evlenme teklifi alıyordu. Odanın kapısı aralandığında başını o tarafa çevirdi. Yiğit kapıya yaslanmış ve kollarını birbirine dolamış bir hâlde kendine bakıyordu.

 

Nazlı da Yiğiti görür görmez ayaklanıp, yatakta uyuyan kızını kucakladı. Şu an kalıp seyirci olmayı aşırı isterdi ama romantik bir anı bölemezdi. Nazeninin de kapıya doğru yaklaştışını gördüğünde yürüdü. Yiğitten bulduğu aralıktan geçerken de fısıltıyla "aslanım benim" diye taktir etmeyi ihmal etmedi.

 

Yiğit büyük bir sükunetle aralık kalan kapıyı kapatıp Meyrada doğru ağır adımlarla ilerledi. Kendine öylece bakıp kalan kızın karşısına dikildiğinde yüzünde minik bir gülümseme vardı.

 

Öylece bakan kızı hiç bozmadan elindeki tableti alıp yanında kalan komodine bıraktı. Sonra tekrar karşısına geçip cebinde bekleyen kutuyu çıkardı.

 

"Nadirdir seni susturan şeyler. Seni susturabilecek kadar etkiledim mi limonlu şeker?"

 

"Hı..."

 

Yiğit tatlı bir kıkırdamayla başını iki yana salladı. Sonra kutudan çıkardığı yüzüğü hiç sorma lütfuna girmeden uzanıp sağ elinin yüzük parmağına geçirdi.

 

 

 

"Öfkeliyken kopkoyu bir mavi olan gözlerinin bana aşkla baktığı anlarda dupduru bir renge büründüğünü fark etmiştim. Sana aşkla bakmıyorum ben diye çemkirme sakın bakıyorsun yer biti. Kalbimi titretecek kadar güzel bakıyorsun hemde. Hangi halini çok seviyorum karar veremedim. Biri kanımı kaynatırken diğeri kalbimi okşuyor."

 

Ona kilitlenmiş gibi bakan kızın parmağındaki yüzüğü okşayıp, gözlerine baktı. Şu an tam da bahsettiği gibi egenin en berrak, en durgun halini seyrediyordu.

 

"Evlenecek misin benimle papatya? Denizlerinin tek sahibi yapacak mısın beni?"

 

Çölde kalmış gibi bir kurulukla öylece kalakaldı aralanmış dudakları. Tek damla su diye yalvaracak bir susuzluk çekiyordu sanki bedeni.

Yiğitin dudakları tatlı bir tebessümle kıvrılmıştı.

 

"Soruyorum diye cevapta seçeneğin var sanma sarı susam. Benimle evlenmeni gerektirecek şeyler yaşandı aramızda sonuçta."

 

İki adım daha yaklaşıp, nefesini teninde hissedeceği kadar kısalttı aralarındaki mesafeyi.

 

"Namusumu kirletip ortada bırakamazsın beni. Kıyacak mısın nikah bana?"

 

Meyra kalp atışının hızından Yiğitin söylediklerini uğultu gibi duyuyordu ama en son söylediğine daha fazla kayıtsız kalamayıp, kıkırdadı.

 

"Şapşalın tekisin Yiğit. Ayrıca namusunu korumuştun benden hatırlarsan. Merak etme, kırk kilit sandıkta sakladığın namusun gayet güvende."

 

Yiğit burnuyla Meyranın burnunu okşarken -cık diye bir ses çıkardı.

 

"Olmaz öyle. Her yerimi elledin sonuçta. Bir adamın çeyizi, ellenmemiş bedenidir. Çeyizimi dağıttın. Alacaksın beni, kaçarın yok fıstığım."

 

Meyra güç almak ister gibi kollarına parmaklarını sapladı. Biraz da boy farkları eksilsin diye bilinçsizce parmaklarının üzerine yükselmişti.

 

"Madem öyle alırız bizde nikahımıza. Sonuçta çeyizini ellemiş bulunuyorum. Ortada bırakmak yakışmaz bana."

 

Yiğit de ne kadar rahat bir tavır takınsa da istemsiz geriliyordu. Bu yer bitinin ne yapacağı belli olmuyordu sonuçta. Duyduğu onay sözleriyle derin bir nefes alıp kısa bir kahkaha attı.

 

"Sen benim kucağımdan sıpayı, sırtımdan sopayı da eksik etmezsin şimdi."

 

Elinin biri beline dolanıp, kendine yapıştırmıştı taze sözlüsünü. Meyranın parlak mavilerini eğlence kırıntıları doldurmuştu.

 

"Yüzüğü beğendim, o yüzden daha merhametli bir eş olacağım."

 

Yiğit o konuşurken iyice dibine girmişti. Son sözlerinde ise dudakları dudaklarına sürtünmüştü. Kulağına öyle güzel gelmişti ki Meyranın eş kelimesini kendi için sarfedişi. İki dudağının arasına kıstırdığı alt dudağını çekiştirip, öpmeye başladı. Belindeki eli sıkılaşırken diğer eli de boynuna doğru çıkmış, öpüşmelerini daha rahat bir pozisyona taşımak için başını yana yatırmasını sağlamıştı.

Tüm hücreleri varlığının tadını çıkara çıkara öptü sevdiği kadını. Sonunda biraz geri çekildiğinde berrak denizine tekrar baktı. Soluk soluğa kalmış kızı göğsüne yaslayıp dinlendirmeye başladı.

 

Meyranın kıkırdayışıyla sırtını okşayan eli duraksadı. Yüzünü görmek için azıcık çekildi. Heyecanlı, yaramaz, fıldır fıldırdı bakışları. Hem kendini tutmak isteyen bir hâl, hem de coşkulu bir parıltı vardı suretinde.

 

"Zülüş bu habere bayılacak."

 

Yiğit başının üstüne güçlü bir öpücük bırakıp az daha geriye çekildi. Yüzünde hoş bir gülümseme vardı. Kalbine tuhaf bir dinginlik çökmüştü. Biraz evvel bilinmezlikle çarpmalarını huzurlu bir sakinlik aldı.

 

"Annen söylemiştir bence."

 

"Annem mi?"

 

"Evet... Ondan izin istedim."

 

Meyra anlamadığı için biraz daha geriye çekilip hafif kaşlarını çatmıştı.

 

"Ne izni? Anlamadım ben."

 

Yiğit burnunu iki parmağıyla kıstırmış ve iki yana sallamıştı.

 

"Sana evlenme teklifi yapıp yapamayacağımın izni."

 

Meyra bir şey demeden öylece baktı. Böyle bir izin almasa bile annesinin istekli halini herkes gördüğü için yadırgamazdı. Yiğit de pekâlâ bunu biliyordu ama ona verdiği değeri göstermek için hep doğru yerde en doğru hamleleri yapıyordu. Hayatında kızı hariç herkes tarafından değersizleştirilen bir kadına, asıl değerini hiç ummayacağı biri gösteriyordu.

 

"Yiğit... Sen nasıl bir adamsın?"

 

Bu gerçekten bir soru cümlesiydi. Dışardan bakan için hayatı eğlence olarak yaşayan o kişi olabilirdi. Ama tanıdıkça, onunla zaman geçirdikçe, ailesine verdiği değeri izledikçe bambaşka biri olduğunu keşfetmişti Meyra. Hiç hayal kurmamıştı ama kendi için bir sevgili hayali kursa, bu tamamen Yiğit olurdu kesinlikle. Bir şey demedi daha fazla tekrar kollarını beline sardı. Hayatının yeni bir yola girişini ve bu yola ne kadar gönüllü olduğunu hissetmek ister gibi gözlerini kapatıp öylece anın tadını çıkardı.

 

Gözleri aralandığında ise yatağın üzerindeki bilgisayar çekti dikkatini. Yüzündeki tebessüm kısık sesli bir kahkahaya dönüştü.

Yiğit neye güldüğünü anlamak için geriye çekildiğinde Meyranın bilgisayara baktığını görüp tebessüm etti.

 

"Hoşuna gitti mi?"

 

Meyra gerçekten merakla cevabını bekleyen adama baktı. Kocaman, ışıl ışıl bir gülümsemeyle uzanıp, yanağına güçlü bir öpücük bıraktı.

 

"Hem de çokkkkk. Tam senlik bir hareket. Hem şaşırdım hem hiç şaşırmadım gibi oldu."

 

Geriye çekilip hâlâ ekranda akıp duran evlilik teklifine bakmak için yürüdü. Bilgisayarı eline alıp kıkırdadı. Sonra ise Yiğitin yanına geldi.

 

"Teşekkür ederim. Bu beni gerçekten çok mutlu etti ama artık düzeltmelisin bilgisayarımı. Hoca maile dönüş yapmış mı bakmam lazım. Malum tüm elektroniklerim evlenme teklifinden geçilmiyor da."

 

Meyranın tatlı tatlı söylenmesiyle Yiğit bir elindekine bir de yüzüne baktı. Sonra eli ensesini kaşıyıp, sağa sola bakındı. Meyra neden sustuğunu anlamamıştı.

 

"Yiğit?"

 

Yiğit alt dudağını kemirerek geri çevirdi yüzünü. Mahçup, utangaç bir gülümseme kondu dudağına.

 

"Aslında bebeğim şey olabilir..."

 

Meyranın soru soran ifadesiyle kaçamak bir bakışla daha bilgisayara göz attı. Akış olduğu gibi devam ediyordu.

 

"Ne olabilir Yiğit?"

 

"Şimdi ben ana sisteme girip yeni bir akış oluşturdum ya... Tabi bu tür bilgisayarlar kaldıramıyor sanki bunu."

 

"Yiğit?"

 

"Kızım çok dandik bunların yazılımları, ana kartları hemen yanıyor ya. Bak mesela iki el attık yazılımsal hata vermiş. Ben süre ayarlamıştım, kaldıramamış işte."

 

Meyra öylece duyduklarını sindirebilmek için ilk elindekine baktı. Sonra koltukta öylece duran tableti ve telefonuna gözü çarptı. Onlarında ekranı açıktı ve bilgisayarıyla aynı kaderi yaşıyorlardı. Ağzı açılıp açılıp kapandı. Eğer girdiği şoktan çıkabilirse taze sözlüsüne gün yüzü görmemiş küfürler edecekti.

 

"Meyram... Bebeğim sen evlilik teklifi falan tabi sarsıldın biraz. Ver sen o çöpü bana. Su ister misin fıstığım? Çok heyecandan oluyor bunlar, bu kadar kalbini zorlama ama. Sen benim niyetimi en başından beri biliyorsun sevgilim."

 

Meyra elinden çekilip alınan, hızla kapağı kapatılan ve atılır gibi koltuğa fırlatılan bilgisayarını bir sis bulutunun ardından izledi.

 

"Meyra... Bir ses versen mi? Kızım korkutma beni. Yahu herkes evleneceğimizi biliyordu zaten."

 

Meyra ağır ağır başını çevirip karşısındaki adama baktı. Biraz önce Yiğitin bahsettiği dalgalı denizlerin koyulaşmasını izletti sözlüsüne.

 

"Sen! Benim bilgisayarımın! Tabletimin! Telefonumun içime mi sıçtın lan?"

 

Yiğit alt dudağını ısırıp sanki sorunun cevabı oradaymış gibi hâlâ tek cümlelik sorunun akışına baktı. Kaşları düşünür gibi çatılmıştı. Bilgisayardan çektiği bakışların alev gibi yanan mavilere dönmesiyle yutkunası geldi.

 

"Minik tırtılım ama bir düşünsene ilerde Meyra Su, babam sana nasıl evlenme teklifi etti diye sorarsan muhteşem bir anımız olacak."

 

Meyranın çarpar gibi komodine bilgisayarı bırakmasıyla istemsiz iki adım geriye çıktı.

 

"Tabi böyle dedim diye illa kız olmayabilir. Yiğit Canın da bu soruyu sorma ihtimali var. Cevapsız mı kalalım çocukların karşısında bebeğim?"

 

Meyra asla tepki vermeden Yiğitin aralarında açtığı iki adımı attı. Bu Yiğitin bir kaç adım daha geri gitmesine sebep oldu.

 

"Meyra bu gün bizim en mutlu günümüz papatyam. Bu şekilde bakmasan mı bana?"

Eli arayışa girmiş gibi ardında kalan kapının yüzeyini yokladı ve kulpu kavradı.

 

"Benim! Tabletim! Bilgisayarım! Telefonum! Yandı mı şimdi?"

 

Soru durağan ama olabildiğine baskın bir tınıyla soruldu. Tekrar bir yutkunma dürtüsüne neden olacak kadar baskın!

 

"Daha güzelini alırız bebeğim. Eski bunlar. Sözlünün sefasını sürmek istemez misin? Üzerime kredi çekmek istersen o da olur. Ne dersin güzelliğim? Sen şimdi evlilik teklifi falan sarsıldığın için böyle tepki veriyorsun. Yoksa şahane bir fırsat aslında. Kullanılmaya çok müsaitim ben."

 

Meyra ağır ağır üzerine yürürken Yiğit de geri geri ilerliyordu.

 

"Becerilerimi geliştirmek için soğutma sisteminde bir prototip tasarladım. Taşıma sistemi için ise kullanışlı bir makara üzerine çalışıyordum. Bir kaç küçük endüstriyel aletler için de fikirlerimi not almıştım. Bilgisayarıma! Şimdi sen bana onlar gitti mi diyorsun?"

 

Yiğit kaşlarını kaldırıp baktı. Tabi böyle sorulduğunda çok hoş gelmiyordu kulağa.

 

"Ben şey yaparım... Iııı... Harddiski alırım. Yaparım yani ne olacak, elime mi yapışır? Ne var ne yok aktarırız."

 

"Telefonumun notlarında çok fazla kayıt vardı. İhtiyacım olursa diye ses kayıtları dahil bir çok ders notlarını elimin altında tutuyordum."

 

Yiğit kaşlarını kaldırdı. Telefon android olsa halledilirdi aslında o sorun. Ama sanki bilmiyormuş gibi tekrar koltuktaki telefona göz attı. IOS sıkıntılıydı.

 

"Yere yakın yıldızlara uzak susamım! Çok üzerime geliyorsun ama! Her şeyi de ben yapamam ki. Ayrıca sen bu kadar önemli şeyleri neden telefonda tutuyorsun kızım? Yedeklesene. Olmaz böyle Meyra. Bu konuya el atalım. Dünyanın binbir türlü hâli var. Bak ne yaptın? Yedeklesen böyle sıkıntılar yaşamazsın."

 

Arsızlığı gerçekten dudak uçuklatacak kadar fazlaydı. Meyra bile bir an öylece bakmış, gözleri irice açılmış, neler söylediğini sorgulamıştı. Ama hızla kendine geldi.

 

"Kaç Allahın bana imtihanı! Kaç seni geberteceğim kaç! Kaç ağzına sıçtımın davarı! Evlilik teklifinde bile canıma okuyorsun, kaç!!!"

 

Yiğit söylenileni dinleyen bir adamdı. Odadan fırlaması da Meyranın peşinden küfür kıyamet koşturması da aynı saniyede gerçekleşti.

 

"Ya niye ya? Niye ama ya? Dümdüz versene yüzüğünü davar! Gel lan buraya! Kurtaracaksın Yiğit hepsini! Kaçma gel! Düzelteceksin yaptığın hatayı!"

 

Yiğit üçer beşer atladığı merdivenlerden koştururken anlık arkasına bakıp, kahkaha atmayı ihmal etmedi.

 

"Bu günü asla unutmayacaksın kornişonum. Hafızan asla silemeyecek bu anımızı."

 

Salona daldıklarında ise Nazlı ve Nazeninin harıl harıl yukarda kısa süreli izledikleri gösteriyi eşlerine anlatışını gördüler.

 

"İşte sonra Yiğit geldi. Meyra ekrana kilitlendiğinden fark edemedi saftirik."

 

İçeri dalan ikiliye baktılar. Yiğitin gevşekçe sırıtan suratına, Meyranın ise sinirden kıpkırmızı olmuş yüzüyle ne olduğunu anlamadılar. Nazlı Halilin yanından kayıp ayağa kalktı.

 

"Meyra?"

 

Merdivenden koşturarak indiği için soluk soluğa kalmıştı. Zaten ne hissedeceğini de karıştırmıştı kafası. Gerizekalı çocuk hep böyle yapıyor, aklını allak bullak ediyordu.

 

Halil omzundaki kızıyla ayaklanıp karşısındaki ikiliye baktı. Yiğitin yüzük aldığını biliyordu. Nasıl evlenme teklif etsem diye kendine de sormuştu. Verdiği bir iki öneriye burun kıvıran kardeşine daha fazla yardımcı olamamıştı. Gözü Meyranın parmağındaki yüzüğe takıldı. Teklif onaylanmıştı demek ki ama bu halleri ne anlayamadı.

 

"Bir sorun yok değil mi?"

 

Soru Yiğite gibiydi ama Halilin gözleri Meyrayı inceliyordu. Meyra hırsla kardeşine baktı ilk. Sonra ise kızgın mavileri kendine değdi.

 

"Senin bu kardeşin!"

 

"Yavaş! Kızım yeni uyandı, sakin sakin anlatın derdinizi. Kızımı korkutmayacak bir tını kullanmaya çalışın."

 

Meyra bu sefer de gıcıklıkta kardeşini aratmayan abisine ters ters baktı.

 

"Al birini vur ötekine! Korkutmayız kızınızı Halil Bey. Bu tını uygun mu acaba?"

 

Halil gülümsemek isteyen dudaklarını kızının başına bastırıp kaşları kalkık bir ifadeyle Meyrayı onayladı. Meyra da hemen kediye dönmüş bir ifadeyle baktı yüzüne.

 

"Ya enişte senin bu kardeşin bilgisayarımı, tabletimi, telefonumu çöp etti ya. Her şey gitti her şey! Senin çevren geniştir, yok mu tamir edecek birileri? Mümkünse akıllı birileri!"

 

Son cümleyi Yiğite bakarak ve biraz önce sesi konusunda yediği zılgıtı umursamayarak söyledi. Halil neden bu hale geldiklerini anlayamadığından bu sefer soru soran bakışları Yiğite döndü.

 

"Yemin ediyorum kız milletine yaranılmıyor. Ben kaç gündür hanımefendiye unutamayacağı bir evlilik teklifi yapmanın planları içerisindeyken o bilgisayarım da bilgisayarım diyor. "

 

Halil, Nazlının biraz evvel anlattıklarıyla şu an konuşulanları birleştirdiğinde ne olduğunu az çok anlamıştı. Gözlerini kapatıp derin bir iç çekti.

 

"Kızın bilgisayarını mı çökerttin?"

 

Bu soru ardındaki koltukta hiç istifini bozmadan oturan Asaftan geldi. Meyra da Halilin ardında kalan adama bakmak için sağa doğru eğilip masumca başını salladı.

 

"Sadece bilgisayar da değil tablet ve telefonum da gitti."

 

Çocuk gibi şikayet ediyordu önüne gelen herkese. Yiğit yan yan baktı taze sözlüsüne. Yüzüğü beğenip, gözlerini parlatırken iyiydi ama!

 

Asaf elinin içindeki narin eli okşamaya devam edip minik bir tebessümle ikiliye baktı. Nazenin kıkırtısını omzuna gömdüğü başıyla saklıyordu. Onun güzel, narin karısı sarı pigmenin şerrine bulaşanayacak kadar ürkekti zira. Yine de çok faydasını gördüğü kıza minik bir iyilik yapabilirdi.

 

"Kendi stoklarından iste. "

 

Halil, Asafa bakıp sırıttı. Başını kaldırıp sağa sola bakınan kızının kaşına minik bir öpücük bırakıp alışkanlıkla sırtını okşamaya devam etti. Asafın mantıklı önerisini destekledi.

 

"Katılıyorum. Kendi stoğundaki ve kendi toplayıp oluşturduklarından iste. Para teklif ederse kabul etme. "

 

Meyra ona sakince akıl veren ikiliye baktı sonra ise ağzı açık abisini izleyen Yiğiti süzdü. Yanağını kemirirken bir iki saniye düşündü.

 

"Bu kendi topladıkları dediğiniz şey mi? Şu senin bagajda istiflediklerinize denk mi yani?"

 

Bu ihtimal bile kanını kaynatmış ve kümese dalmış tilki gibi heyecanını artırmıştı. Asaf yanından kalkacak gibi olan karısını tekrar göğsüne yaslayıp, saç örgüsünün ucuna iliştirdiği minik tokayla oynamaya devam etti.

 

"En iyi parçaları bir araya getirmek için kaç farklı ülkeden toplayıcılık yaptığını biliyorum. Kendin seç ama."

 

"Hop! Orayı karıştırmayalım şimdi."

 

Yiğit ters ters Asafa bakıp, Meyraya yaklaştı. Yüzük takılı olan sağ elini kavradı. Gözleri mahçupça kısılmıştı.

 

"Gidip sana piyasanın en iyisini alalım mı sarı papatyam? Hadi hemen çıkıp bakalım. Halledeceğim ben içindeki bilgileri. Hem bak tebrik etmediler bile. Farkındaysanız bu şey bir evlilik yüzüğü! Tebrik edin bizi! Önemsiz konularla gündemi değiştirmeyin!"

 

Meyra biraz evvel sinirden deliren kendi değilmiş gibi sırıtarak Yiğitin konu değiştirme çabasını izledi. Etrafında onları keyifle izleyenlere göz atıp Yiğite yaklaştı.

 

"Kaç tane var? Ben seçerim ama. Hepsini göreyim öyle karar veririm olur mu? Sen şimdi orda da bir danalık yapabilirsin. Gerçekten tüm parçaları kendin mi seçip yerleştirdin? Hangi ekstra özellikler tasarladın? Bir çok programı tek bilgisayara yükleyemiyorum ben, kaldırmıyor. Kesin bu sıkıntıya da bir şey eklemişsindir."

 

Seri bir şekilde gelen sorularla Yiğit baktı ama ağzını açamadı. Resmen emek emek oluşturduğu kıymetleri kurban pazarlığı yapılır gibi seçiliyordu.

 

"Meyram... Güzelliğim... Sen ne yapacaksın onları? Gidelim en çok hangisini istersen onu alalım. Açık çek sana, piyasanın en iyisi olur."

 

Meyra tatlı bir sırıtmayla parmağını okşayan adamdan elini çekip, öpücük attı. Keyfi inanılmaz yerine gelmişti. Nazlı olayında gördükleri aklına üşüştükçe ve onlardan birine sahip olacağı fikri zihnine yayıldıkça tereyağı gibi eriyesi geliyordu.

 

"Olmaz canım danam. Ben seninkilerden birini seçeceğim. Eminim sözlünden esirgemeyeceksindir. Böylece özrünü kabul etmiş olurum. Ama telefonum için çıkıp bakabiliriz. Söz onda senin dediğin gibi piyasanın en iyisini seçeceğim, kırmayacağım seni."

 

Yiğit konuşmak için ağzını aralamıştı ama Meyra alımlı bir bakışla göz kırpıp ardını dönmüştü Yiğite. Sonra da Halile doğru yürüdü.

 

"Sen sevmişsin yeterince enişteciğim. Ver şu kızı da teyzesi az yesin. Gel buraya minik boncuk, yüzüğüm güzel mi kritik yapalım senle. Bak hak veriyorum sözlüme, evlenme teklifi aldım kimse tebrik etmiyor bizi."

 

Meyra izin alırmış gibi görünse de hiç izin almadan Güneşi Halilden alıp, sessiz sessiz gülmekten yüzü kıpkırmızı olmuş Nazlıya doğru yürüdü.

 

"Sende gülebilirsin Nazlıcım. Keyfim yerinde şu an, kızmam yani. Bak yüzüğüme, çok hoş ve zarif değil mi? Parmak ölçüm için hangi yüzüğümü aşırdın?"

 

Güneşin boynuna bir öpücük bırakıp, Nazlının ardında kalan koltuğa oturdu. Herkes tepki versin diye Yiğiti gözlüyordu ama Meyranın zerre umurunda değildi.

 

"Kız bu annen sana ne giydirmiş böyle? Ay yerim seni. Nazlı çocuğun saçı yok bandana takıyorsun ya."

 

Nazlı geçip yanına oturdu. Kızının elini öpüp, kokladı.

 

"Çok tatlı oluyor ama. Annemde küçükken bana hep takarmış ya kızımla benzer fotoğraflarımız oluyor. Ayrıca tebrik ederim çiçeğim, çok güzelmiş yüzüğün. Bana göstermemişti Yiğit."

 

Nazlı oturdukları yerde arkadaşının yanaklarını öperek tebrik etti. Nazenin de kocasından kendini kurtarıp diğer yanına yerleşti.

 

"Ay bende bakayım. Yaaa Meyra çok güzel. Tebrik ederim ikinizi de. Çok mutlu olursunuz inşallah. "

 

Meyra sırıtan ifadesini öylece onu izleyen Yiğite çevirip göz kırptı.

 

"Değil mi ama? Bende çok beğendim. Sağol Nazom."

Halil, Yiğitin omzunu sıkıp, sırtına iki kez vurdu.

 

"Yeter çık sende şu buhrandan. Yüzüğü beğenmiş buna konsantre ol."

 

Yiğit dudağının kenarını ısırarak karşısında Güneşi seven, Nazlıyla konuşan kızı izlemeye devam etti.

 

"Gidip benim bilgisayarımı seçecek!"

 

Kaşları çatık, abisine baktı.

 

"Bak şuraya yazıyorum altısının içinden benimkini isteyecek."

 

Halil kısa bir kahkahayla sırtını bu sefer okşar gibi sıvazladı.

 

"Azıcık bile başka ihtimal düşünmemiştim zaten. Tebrik ederim kardeşim. Birbirini tamamlayan güzel bir eş olacaksınız."

 

Sonra da öne doğru yürüyüp Meyraya göz kırptı.

 

"Gel bakalım küçük kız kardeş. Tebrik etme fırsatı bulamadık odaya dalış anınızda."

 

Meyra yüzünü kaplayan büyük bir sırıtışla Güneşi Nazlıya verdi. Ayağa kalkıp Halile doğru yürüdüğünde Halil kolunu açmıştı bile.

 

"Güzel bir evliliğiniz olsun Meyra. İkiniz adına çok sevindim. Sen ailedendin ama şimdi resmileşmiş gibi oldu."

 

Meyra da aynı sammiyetle karşılık verip sarıldı Halile. Üstelik şu zamana kadar Nazlı sayesinde enişte kabul ettiği adam tarafından kız kardeş ilan edilmek duygusallaştırmıştı da kendini.

 

"Çok teşekkür ederim Halil abi."

 

Sonra kendi seslenişine kıkırdayıp az geriye çıktığında kendilerini gülümseyerek izleyen Nazlıya baktı.

 

"Nazlı boncuğu kusura bakma, değişen dengelerle kocan eniştem değil abim oldu."

 

Sonra aklına bir şey gelmiş gibi karşısındaki uzun boylu adama baktı.

 

"Böyle olunca Nazlının görünmcesi mi oluyorum ben şimdi? Bu evde kimi nereye bıraksak bıraktığımız hâlde bulamıyoruz. Neyse Zülüş gelsin anlatır o bana."

 

Halil parmağının ucuyla burnuna dokunup kolunun altındaki Meyrayla Yiğite baktı.

 

"E hadi oğlum. Sarılmayacak mısın abine?"

 

Yiğit başını iki yana sallayıp ileri doğru yürüdü. Halilin açılmış kollarına aynı kararlılıkla dolanıp, sarıldı. Ve abisinin her sarılışında başının üstüne yaslanan dudaklarını hissetti. Uzun uzun duygularını hiç söylemezdi abisi ama eli hep üstünde olurdu. Gözü nerede olursa olsun Yiğiti takip ederdi. Eniştesi gibi babalık yapmayı hiç bırakmamıştı. Bırakmayacağına da adı kadar emindi.

 

Kızlar ve Asafın da tebriklerini kabul ettikleri anda salonun kapısından Gurur girdi. Elinde araba anahtarını sallarken içerdeki hareketliliği gözlerini kısarak izledi.

 

"Bir şey olmuş ve bu yine ben yokken olmuş!"

 

Meyra saçlarını düzeltir gibi ellerini hareket ettirmişti.

 

"Ne olacak canım? Sıradan bir Sulhan konağı işte. Bir şey mi olmuş yoksa?"

 

Gurur, Meyrayı takip ederken gözleri fıldır fıldır dolandı.

 

"Hay anasını avradını... Yiğit abi?"

 

Yiğit iki adım ileri yürüyerek Meyraya kolunu dolayıp, kendine yasladı.

 

"Yaman?"

 

Gurur sırıta sırıta gelip hiç teklifsizce Meyranın elini çekmiş ve anlayacakmış gibi gözünü kısıp yüzüğü incelemişti.

 

"Sonunda kız senden umudu kesmeden yüzüğü takmışsın abi, helal olsun."

 

Yiğit başını iki yana sallayıp Gururun da tebriklerini dinledi. Sonra oturduklarında Nazlı keyifle Yiğitin evlilik teklifini ve bozduğu aletleri anlattı. Meyra kaz gelecek yerden bir kaç tavuğu esirgeyecek pintilikte biri olmadığı için ilk anın sinirini tekrar yansıtmamıştı.

 

Gurur ise sadece Minişi getirmek için çıktığı kısa aralıkta kaçırdıklarına hayıflandı.

 

Sonra Süreyya Yiğiti aramış, Meyraya ulaşamadığını söyleyip, kızıyla konuşmuştu. Bu da tekrar bozulan telefonu hatırlattı. Akşam serinliği çökmeye başladığı sıralarda hazır Miniş de gelmişken iki saat evden çıkılması ve telefon alınıp bir şeyler içilerek dönülmesi planlandı.

 

Buna en çok sevinen Nazlı olmuştu. Ailesinin olmadığı süreçte hiç bir yere çıkamamıştı. Çoğu zaman odasından bile ayrılamıyordu Güneşle ilgilenmekten. Şimdi Miniş ablası çıkması için cesaretlendirince hızla hazırlanmaya koyuldu.

 

İlk bahsedildiği gibi bir AVM ye gidilmiş ve tablet, telefon ihtiyacı giderilmişti Meyranın. Sonra ise kapalı bir alan yerine taş köprüye gitmeye, dondurma yemeye karar verdiler.

 

Nazlının cıvıl cıvıl konuşmaları ve Gururun küçüklük vukuatlarının sürekli ortaya saçıldığı bir yürüyüş oluyordu. Köprünün yakınında bulunan ve en çok tercih edilen dondurmacıya doğru hızlı ilerletmek için ellerinden tuttukları erkekleri biraz sürüklemeleri gerekmişti.

 

Nazlı en önden herkese ne istediği sorup, dondurmaların siparişini verirken kontrolsüz davranıp ardındaki birine çarptı. Elindeki dondurma düşerken, kendi koluna da dondurma külağıyla beraber yaslanmıştı.

 

"Çok üzgünüm, aferders..."

 

Ardını dönüp özür dileyecekken gördüğü adamla duraksadı. Adam da aynı şekilde özür dilemenin derdindeydi ve elindeki peçeteyi bilinçsizce koluna sürüyordu.

 

"Kusura bakmayın bende görmedim. Buyrun..."

 

Başını kaldırdığında o da anlık bir şaşkınlık yaşadı. Aylar önce gördüğü kadını şimdi çok başka bir halde görüyordu. İstemsiz bir iki saniye süzdü. İncelen bedeniyle bebeğin doğduğunu anladı.

 

"Nazlı Hanım?"

 

Nazlı iki adım geri çıkacakken sırtı bilindik birine çarptı bu sefer.

 

"Nazlı? Ne oldu güzelim?"

 

Halil kendine seslense de gözü karşısındaki adamdaydı. O sırada ise Gurur geldi yanlarına. Akşam kalabalığından sebep ayrılmış gibi olmuşlardı.

 

"Nazlı karemelli istiyorum."

 

Sonra durup nereye baktıklarını anlamak için o da başını çevirdi. "Hassiktir..." diye mırıldanışını Halil duydu. Sonra Gurura baktı.

 

"Gurur?"

 

Nazlı panikle kardeşine bakıp, Halilin koluna girdi.

 

"Hadi gidelim, burası çok kalabalık. Az aşağıdaki de çok güzel, orası kesin sakindir."

 

Halil gereksiz telaşını anlamaya çalışırken hâlâ durmuş, onları izleyen adama anlık bir bakış attı. Sonra Gurura döndüğünde onun gözlerinin koyulaştığını, sinirden boyun damarlarının çıktığını, kaşları çatık bir halde süzdü.

 

"Ne oluyor burda? Tanıyor musun beyefendiyi Yaman?"

 

Gurur hiç ona seslenen eniştesine bakmadan karşısındaki adama doğru iki adım attı. Hâlâ Nazlıya bakıyordu utanmadan. Kendindeki gözleri sık sık ablasına kayıyordu hâlâ!

 

"Ne bakıyorsun lan sen benim ablama? Yediğin dayak az mı geldi de hâlâ bakıyorsun it?"

 

Son söylediğiyle Halilin de bakışları adama saplandı. Burada ne olduğunu çözmedikçe sinir hisleri geriliyordu.

 

"Ne oluyor burada dedim!"

 

Nazlı panikle ortaya atılıp, Gururu geriye itmeye çalıştı.

 

"Hadi ablacım gidelim. Gurur lütfen! Hadi kardeşim, kalabalık bak burası. Gurur ne olur?"

 

O sırada diğerleri de yanlarına geldi. Öylece durup birbirlerini izlemenin mantığını çözememişlerdi. Aynı zamanda adamın ardında üç kişi belirdi.

 

"Ablanı dinle genç adam. Geçen seferki terbiyesizliğini yaşının küçüklüğüne verdim, bu sefer ayağımın altına alırım!"

 

"Arhan? Bir sorun mu var kardeşim?"

 

Sarışın olan adam bu soruyu Gurura bakarak sormuştu. Arhan ise umursamaz bir yüz ifadesiyle ilk Halile bakmış sonra ise yaşına başına aldırmadan aylar önce yüzüne vuran çocuğu küçümser gibi süzmüştü.

 

"Gereksiz şovlar işte Çetin. Boşver!"

 

"Geçen sefer eline verdiğim çenen hâlâ düzelmemiş gevşek herif. Siktir git! Ayıbından utan en azından!"

 

Gurur öne bir adım daha attığında Nazlı tekrar araya girdi ama bu sefer Halili dikkatinden kaçırdı.

 

"Hayırdır ne oluyor burada dedim? Gururla bir sorunun mu var?"

 

Arhan karşısındaki adamı süzdü bu kez.

 

"Ne sorunum olacak küçücük çocukla? Ama taktir ediyorum kendisini, aile adını korumayı bir tek o üstleniyor."

 

Nazlı "Hayır!" diyemeden Gurur "Seni sikerim" diye öne atılmıştı bile.

 

"Gurur ne olur dur? Gurur lütfen!"

 

Ortalık hareketlenecek gibi olunca Asaf ve Yiğit de öne çıktı. Halil elini Gururun omzuna bastırmış, hareket etmesini engellemişti.

 

"Önce doğru konuşacaksın? Benimle de Gururla da! Sonra sorunun ne onu anlatacaksın!"

 

Arhan anlık yanındaki arkadaşlarına bakıp, sırıtmış sonra karşısındaki adama yine küçümser bir bakış atmıştı.

 

"Sen kimsin ki? Niye seninle doğru konuşayım?""

 

Sonra gözleri tekrar Nazlıya takılıp duraksadı.

 

"Ha sen şu ortada olmayan meşhur babasın."

 

"Beyefendi kesin sesinizi ve işinize gidin lütfen! Haddinizi aşmayın!"

 

Nazlı olabilecek en sert tonuyla adamı azarlamıştı.

 

"Yanlış bir şey mi söyledim Nazlı Hanım? Yine hatalı bir cümle oldu sanırım. Bebeğin babası bu beyefendi de mi değil yoksa?"

 

Adam ardındaki Asaf ve Yiğite bakıp kaşlarını kaldırmışken daha ne olduğunu anlayamadan suratına oldukça şiddetli bir yumruk indi. Yere düşmemişti ama gerisin geri sendelemişti.

 

"Bir daha söyle sen o lafı! Kiminle, nasıl konuşuyorsun sen bir daha söyle!"

 

Halilin yeşilleri kıpkırmızı damarlarla bezenmişti. Kendinden uzaklaşacak gibi olan adamın sol kolunu kıvırıp, sırtına doğru büktü. Arhanın ardındaki arkadaşları öne doğru ilerleyecekken Arhan eliyle durmalarını işaret etti. Çenesine aldığı yumruk oldukça sızlatmıştı ama şu an kolu daha kötü bir pozisyondaydı. Ters bir hareketinde kırılacağını biliyordu.

 

"Benim ne söylediğim gayet ortada. Bırak beni!"

 

"Enişte konuşturma şu dalyarağı, bırak sıçayım ağzına!"

 

Gurur tekrar öne atılacakken bu sefer de Asafın eliyle durduruldu.

 

"Bu?"

 

Asaf üzerinden çekmeyi bakışlarıyla kısa bir soru yöneltti. Kim olduğunu anlamıştı.

 

"Çocuğunuz doğdu sanırım Nazlı Hanım. Allah analı babalı büyütsün diyelim mi?"

 

Adamın yediği yumruktan kaynaklı hırslanmış sesini Nazlı gayet net duyabiliyordu. Şu an Halilin elinden kurtulamadıkça ve arkadaşlarının karşısında küçük düştükçe istemsiz daha da sinirleniyordu.

 

"Sen kimsin lan? Kimsinde benim karımla böyle konuşabiliyorsun? Seni yok ederim! Silerim dünya üstünden, izin kalmaz!"

 

"Halil ne olur gidelim. Bak kızımız evde, bizi bekliyor. Hadi sevgilim gidelim burdan. "

 

Nazlının koluna asılmasıyla anlık karısına baktı Halil. Hâlâ tam olarak ne olduğunu anlamıyordu ama asla hoşuna gitmeyecek şeyler olduğu ortadaydı.

 

"Bencede evinize gidin artık. Çocuğunuzu tek başınıza doğurdunuz, tek başına büyütmeyin Nazlı Hanım."

 

"Ay sende kes artık sesini be adam! Zorla kendini öldürteceksin!"

 

Nazlının çığlığı andırır bağırtısıyla Arhan kaşlarını kaldırıp yüzündeki acı izlerini silmek ister gibi sırıtmaya benzer bir ifadeyle tekrar Nazlıya baktı.

Halil ise işte o anda aklına yıldırım düşer gibi bir ihtimalle kolunu sıkıca kavradığı adamı öne iter gibi fırlattı.

 

"Sen! Benim karımla nasıl böyle konuşabiliyorsun? Sen benim karıma nasıl bakıyorsun?"

 

Arhan sızısı azıcık hafiflemiş kolunu ovuşturarak tekrar karşısındaki adama baktı. Çenesi hâlâ sızlıyordu ama Arhan birini delirtmenin yumruktan daha iyi yolları olduğunu bilecek birisiydi.

 

"Karınız! Kusura bakmayın biz Nazlı hanımın bir kocası olduğunu bilmiyorduk! Kendisiyle de niyetim oldukça ciddiydi ama o ortada olmayan babayı beklemeyi seçti. Sahi doğuma yetiştiniz mi? Sağlığınız da kötüymüş Nazlı Hanım, umarım şu an iyisinizdir."

 

"Seni yok edeceğim" diye mırıldanıp adamın üzerine atılan Halili yine Nazlı belinden sarılarak durdurdu.

 

"Halil! Halil ne olur dur? Allah aşkına bak! Lütfen kızımız evde. Terbiyesizin biri yüzünden lütfen olay çıkmasın. Sizde defolup gidin burdan! Utanmazlığınız zerre kadar eksilmemiş. Asaf yardım etsene niye izliyorsun?"

 

"Nazlı bırak!"

 

Halil rahatlıkla Nazlıyı kendinden uzaklaştırabilirdi ama bu sırada canının yanma ihtimalini göze alamıyordu. Nazlının medet umduğu Asafın da kendi onayı olmadan müdahale etmeyeceğini çok iyi biliyordu Halil.

 

"Yiğit yardım et! Halil lütfen nezarete falan düşemeyiz Güneş evde!"

 

"Nazlı bırak! Çekil canın yanacak!"

 

Arhan iki üç adım geri geri giderken hâlâ yüzünde hafif bir gülümseme vardı.

 

"Karınızı dinleyin Halil Bey."

 

"Senin ölünü dirini sikmezsem bende adam değilim!"

 

Ordan sonrası oldukça hızlı oldu. Halil Nazlıyı bedeninden uzaklaştırıp daha ne olduğunu anlamadan havaya sıçramış ve karşısındaki adamın suratına ses getiren bir yumruk sallamıştı. Kavgaya bulaşmaktan korkan insanlar nedeniyle etraf biraz boşalmış olsa da hâlâ izleyicileri vardı. Adamın çığlık gibi çıkan bağırtısıyla ardında duran üç arkadaşının birini Yiğit, diğerini Asaf kollarından tutarak engellediler. Üçüncü hiç öne doğru adım atmaya yaklaşmamıştı bile.

 

"Bu gün! Burda olduğun için lanet okuyacaksın it!"

 

Halil yere serilmiş adamın üzerinden kalktığında kalçasına da oldukça şiddetli bir tekme indirdi.

 

Yerde inleyen adam kendini toparlamak için çaba sarf edenedi. Burnu kırılmıştı ve kalçasına aldığı darbe, kemiğini sızlatacak kadar canını yakmıştı. Bir kaç adımlık mesafe sürünerek geriye çekildi ve oturur bir hâle gelebilmek için kendini zorladı.

 

"Halil!"

 

Nazlının çığlığıyla başını geriye çevirdi.

 

"Eğer ev yerine karakola gidersek asıl ben seni mahvederim! Kızım evde diyorum sana!"

 

Halil dişlerini gıcırdatarak karşısındaki adama baktı. Onu her bir sözü için ağlata ağlata pişman etme dürtüsünü Nazlının sözleri sekteye uğratıyordu. Dilini dişleriyle kıstırıp, hırslı bir soluk bıraktı. Hırsına dayanamayıp öbe adım atacakken tekrar Nazlının sesiyle duraksadı.

 

"Kızım yokuz diye bir kere ağlasın! Bir kere Halil!"

 

Nazlının kararlılığı elini kolunu bağlıyordu. Ama karşısındaki adamın içine bıraktığı öfkeyi de ehlileştiremiyordu. Tekrar hırslı bir ses çıkardı ve başını Gurura çevirdi.

 

"Gurur adı soyadı ne bu şerefsizin?"

 

Gurur kasıla kasıla öne doğru ilerledi. Nazlı Meyranın ve Nazeninin arasında, sinirden kopkoyu olmuş gözleriyle sadece kocasına bakıyordu.

 

"Valla abi Arhan dediler işte. Doğru hatırlıyorsam yeni adliye binasında memurdu. Annem bunun akrabasıyla olan işleri iptal etti de bu sikik tek yumrukla kurtuldu o gün. Gevşek saçma sapan birinin lafına bakarak karını istemeye geldi, söylemiş miydim bu detayı?"

 

Isırdığı dilinden kan tadını alabiliyordu. Gururun kışkırtan cümlelerine hiç ihtiyacı yoktu aslında ama ateşine benzin dökmenin ilerisine gitmiyordu da her bir kelime. Şimdi hırsına yenilse Nazlı canına okurdu. Ama öylece bırakıp gitmeyi de onuruna yediremiyordu. Yerde kendini öylece izleyen adamdan gözlerini çekmeden cebindeki telefonu çıkardı. Telefon bir kaç saniye içinde cevaplanmıştı.

 

"Mahir! Adana yeni adliye binasında adı Arhan diye biri varmış. Olabilecek en hızlı zamanda tayininin çıkmasını istiyor. İşini hallet avcı. Ben halledersem ardını toplamakla çok uğraşırsın!"

 

Asaf başını iki yana sallayıp kolunu kavradığı adamı bıraktı.

 

"Sizde sesinizi çıkarmadan kaybolun ortadan. Kendinizi olmadık bir yerde bulmayın."

 

Mırıl mırıl yanında dikilen üçlüyü böyle uyarmıştı.

"Sen! Sen kimsinde beni böyle tehdit ediyorsun?"

 

Arhan yerden destek alarak ayağa kalkmıştı. Halil ise katı açılmış kollarını tekrar özenle katlarken anlık bir bakış attı karşısındaki adama. Sakinleşmek için derin nefesler alıyordu. Şimdi Nazlı olmayacaktı ve sürekli boş konuşan ağzını eline verecekti ki olmadık yerlerde o ağzı açmamayı öğrenseydi. Eğer azıcık aklı varsa kanamasını durdurmaya çalıştığı burnuyla ilgilenir daha fazlasını almadan uzaklaşırdı buradan.

 

"Seni buraya gömmek vardı ama dua et karım korkuyor ve evde kızım bizi bekliyor. Bununla yetin ve sesini kes!"

 

"Kimsiniz lan siz? Kolay mı öyle canın istedi diye beni sürdürmek?"

 

Halil öne adım atacakken Nazlının korkuyla açılan gözlerine baktı bir saniye. Tekrar derin bir nefes aldı.

 

"Bak! Beni çileden çıkarma, defol! Ben bundan sonra Adanadayım. Ben burdayken de seni barındırmam. Efendi uslu yeni görev yerine git, sesini kes! Yoksa karıma yaptığının karşılığını çok daha acılı ödetirim sana!"

 

Kimse ağzını açamadan Halil, Nazlının elini kavramış, yarı çekiştirir bir hâlde ardını dönüp ilerlemeye başlamıştı.

 

"Halil! Halil az yavaşlar mısın? Of Halil diyorum!"

 

"Sinirliyim Nazlı!"

 

Ardından gelenlere Nazlı şöylece bir bakış atıp Halile ayak uydurmak için adımlarını sıklaştırdı.

 

"Ödüm koptu yine nezarete düşeriz diye. Ay Halil az yavaş, terliklerim ayağımdan kayıyor."

 

Halil söylenerek koşturan karısına baktı sonra ayağında kare topuk terliklerini süzüp başını iki yana salladı. Biraz evvel kendini tehdit ederken hiç böyle çıkmıyordu sesi.

Arabanın olduğu kısma ulaşana kadar konuşmamışlardı.

 

Arabaya bindiklerinde ise Nazlı derin bir soluk verdi. Yanındaki adamı kaçamak bakışlarla süzdü.

 

"Halil!"

 

Ses vermeyen kocası arabayı çalıştırıp eve doğru sürmeye başlamıştı bile.

 

"Halil diyorum!"

 

"Efendim Nazlı!"

 

Hâlâ sinirli çıkıyordu sesi. Nazlı da kaşlarını çattı.

 

"Bana ne kızıyorsun sen ya? Ben mi dedim adama gel de bulaş diye?"

 

"Sana kızmıyorum Nazlı! "

 

"Kızıyorsun işte!"

 

"Kızıyorum Nazlı oldu mu? Niye araya giriyorsun? O şerefsizi öylece bırakmak zorunda kaldım!"

 

Nazlı kollarını göğsünde bağlayıp, karşıyı izlemeye koyuldu. Halil cevap versin diye beklerken de hiç sesini çıkarmayıp, sesli sesli nefes aldı sadece.

Halil dayanamayıp arabayı sağa çekti.

 

"Nazlım... Sana kızmıyorum ben boncuğum."

 

Nazlı omuzlarını silkti.

 

"Kızıyorsun işte. Sese bak! Ne kadar sinirli?"

 

Halil iç çekip başını iki yana salladı.

 

"Sana kızar mıyım ben hiç sevgilim? Zarar göreceksin arada diye korktum bir an. Ayrıca ben... "

 

İç çekti çaresiz bir hisle. Nazlı da o zaman başını çevirip Halile baktı. Gözlerindeki mahsunluğu ilk anlayamadı.

 

"Halil?"

 

"Sana kızamam ki Nazlı. Ben yokken baş ettiklerine kızıyorum aslında. Bensiz duymak zorunda kaldığın bu sözlere kızıyorum ben."

 

Gözleri biraz evvel ki hırçınlığından sıyrılmış, durgun ve üzgün bir hâlde karısına saplandı.

 

"Ben yokken seni ne kadar üzmüşler Nazlı? Adını bilmediğimiz insanlar bile canını yakmış. Ben düşündükçe daha ne yaşadın demekten korkuyorum. Hiç birinde destek olamadım. Tanımadığım bir adam çıkıp karşıma doğuma bari yetiştin mi diyebiliyor! Bana bunları söyleme haddini bulan sana neler söyledi diye düşündükçe ben..."

 

Nazlı kocasının elinin üzerine elini koydu. Ona merhametli, güzel bir gülümseme yolladı.

 

"Halil o zaman belki çok üzüldüm ama şu an o kadar umurumda değil ki. Ben o zamanlar sadece kızımı sağlıkla doğurmanın derdindeydim. Şimdi bebeğim evimizde, bizi bekliyor. Ya uzun süre gelemezsen diye yaşadığım korkuların aksine yanımızdasın. İnsanlar istediğinde, istediğini konuşuyor Halil. Hadsizlerde! Ama gerçekten bütün kalbimle söylüyorum bunu. Güneş için ben hepsini en baştan tekrar yaşamayı göze alırdım. O her şeye değiyor çünkü. Bana aşkından daha güzel bir şey veremezsin sanıyordum yanılmışım. Halil sen bana hayal bile edemeyeceğim çok güzel bir şey verdin. Lütfen bunları düşünüp kendine eziyet etme."

 

Saçlarının uçlarına kadar parmakalrıyla okşadı Halil. Sesli söyleyemezdi ama o adama hak veriyordu. Nazlı gibi biri herkesin isteyeceği, yanında olmak için can atacağı kişiydi. Nazlıya baktıkça bile o adamın bu arsızlığını, cürretini anlayabiliyordu. Çünkü Nazlıya erişmek, ona eş olmak, onun gibi bir kadının kalbinde yer edinmek paha biçilemez bir hediyeydi. Halilin en büyük şansı, kıymetlisi, göz bebeği tam karşısındaydı ve sadece Halilindi.

 

Halil elinin üstündeki eli kavrayıp üzerine bir sürü öpücük bıraktı. Sözsüz bir ayin gibi teninden şifa dilendi.

Nazlı da bu ağır hava dağılsın diye yüzüne daha muzip bir gülümseme yerleştirdi.

 

"Ama kendine dert edinecek bir şey arıyorsan lütfen koluna dolanmış toynaklar için üzülebilirsin kocacım. Zira o kısım gerçekten bana yapılmış en büyük ayıptı! Sakın görev diye başlama yine memelerini koluna sürtecekken bel fıtığı oluşunu fotoğraftan bile anlayabiliyorduk!"

 

Halil başını kaldırıp şaşkınlıkla karısına baktı. Yine nasıl bu seviyeye geldiler anlamamıştı. İşin ilginç yanı doğal bir şekilde hep önüne sürülen bu konu karşısında hep susmak zorunda kalıyordu. Nazlı çok daha ağır şeyleri bir kere bile yüzlememişken bu durumu asla unutmuyordu.

 

"Nazlı... Boncuğum..."

 

Nazlı geriye yaslanıp, açtığı emniyet kemerini geri bağladı.

 

"Evimize gidebilir miyiz artık? Kızımı özledim!"

 

Nazlı havaları değişsin diye söylemişti de işte aklına gelince de tuhaf bir sinir dalgası sarıyordu bedenini.

Halil ne dese şu an sürekli toynak muhabbetine evrilecekti laf. Ağzını kapatıp, başını salladı.

 

Eve gidene kadar kaçamak bakışlarla Nazlıyı süzdü. İçinde hiç tanımadığı bir adama karşı tarifi olmayacak büyüklükte bir nefret yeşermişti. Onun karısına bakmıştı o adam. Onun boncuğuyla evlenme hayalleri kurmuştu. İnsanı delirtecek bir hissiyattı bu. Ama Nazlı hanımın temcit pilavı yüzünden buna bile yeterince sinirlenemiyordu. Gerçi Nazlının bahsettiği konu da bir bakıma aynı kapıya çıktığı için asla haklı çıkamayacağı bir tartışmaya girmekten korkuyordu da.

 

Eve ulaştıklarında Nazlı hemen kızına ulaşmak için fırladı arabadan. Miniş ablasıyla beraber mutfakta yemek yapan Sultan teyzesinin yanındaydı bebeği. Miniş uyuyup uyanan ve uyandığından beri de sadece gezerek susan kızı böyle oyalıyordu.

 

Nazlı hemen kucaklayıp iki saatte özlediği kokusunu soludu. Yanında sessizce izleyen Halile yan bir bakış atıp odasına doğru ilerledi. Kızını emzirmesi gerekiyordu artık.

 

Güneşi beslemek için tişörtünü aralarken Halil de girdi içeri. Kızının hemen karısının göğsüne sokulmasını keyifle seyretti. Nazlının oturduğu koltuğun dibinde yere çöküp, bedenini karısının bacaklarına yaslamıştı. Parmağının ucu önünden alacaklarmış gibi hızla annesini emen kızının başını okşadı.

 

"Işık prensesim. Babacığım. Çok mu acıktın bebeğim?"

 

Nazlı ters bir bakış atıp, kızına çevirdi yine başını. Aslında trip atacaktı da sessiz trip atma işini pek beceremiyordu.

 

"Babası sokak serserileri gibi kavga etmeyle zaman kaybetmese böyle acıkmazdı kızım. Haline bak, nefes alamıyor açlıktan!"

 

Halil dudağını ısırıp gülmesini saklamaya çalıştı. Uzanıp kızını öperken burnunu da Nazlının göğsüne dokundurmuştu.

 

"Aslında yanı başında olsanda hep böyle aç gözlü bebeğimiz, sevgilim. Yani azıcık geciktik diye değil gibi hı?"

 

Nazlı kaşlarını çatıp, arsızlık yapan kocasına baktı.

 

"Hiç alakası yok! Şu an resmen çok aç kaldığı için böyle. Geç kaldık! İçi kıyıldı biz gelene kadar!"

 

Halil ne derse desin haklı çıkamayacağını bildiği için onaylar gibi başını salladı sadece. O sırada da Güneş doymuş ve memeyi ağzından bırakmıştı. Nazlı kızını Halile uzattı.

 

"Ben doyurdum sen de gazını çıkar. Ben banyoya giriyorum. Sıcak ve sinirden yapış yapış oldum."

 

Kızını omzuna yatırırken karısının da yan bakışlarla banyoya dalışını yanağının iç kısmını ısırarak izledi Halil. Sonra ayaklanıp odanın içinde dolaşarak Güneşin sırtını ovalamaya başladı. Gözü sürekli su sesinin geldiği banyoya takılıyordu.

 

"Güneş... Babacığım... Seni amcaya, teyzelere bıraksam azıcık biriciğim."

 

Güneş başını kaldırıp onunla konuşan babasına bakmış sonra da bir bebeğe yakışmayacak şiddetle ses çıkarırken fazla fazla içtiği sütün bir miktarını Halilin boynuna aşağı akıtmıştı. Halil gözlerini kapatıp, boynundaki akışkan ve sıcak sıvıyı düşünmemeye çalıştı. Sonra da kendi gözlerinin bir eşi olan minik yeşilliklere baktı. Gülümsemesi tüm yüzünü kapladı.

 

"Aferin babacığıma. Bu evet demek değil mi prensesim? Baba kirlendi, yıkanması lazım. Sen dayının üstüne de kus canın sıkılırsa. Tatlı kızım benim."

 

Güneşi kollarının altından büyük elleriyle kavrayıp kendinden uzaklaştırarak odasından çıktı. Diğerlerini bulmak için bakınırken Gururu gördü.

 

"Gurur!"

 

Eniştesinin sesiyle, telefondaki oyundan başını kaldıran çocuk karşısındaki ikiliye baktı. Sonra da eniştesinin boynundan gömleğine doğru akmış kusmuğu sırıtarak izledi.

 

"Yavru kartal yemeğini babanla mı paylaştın kız? Götünü yerim senin, tam bir çarşı karşıtlığı bu. Nerde görsem tanırım."

 

"Zevzeklik yapma da gel al kızımı. Temizlenip geliyorum, efendi uslu bak. Aklına olmadık şeyler sokma."

 

Gurur sırıta sırıta ayaklanıp, telefonunu arka cebine koydu. Yüzündeki gevşek gülümseme her adımda artıyordu.

 

"Gel bakalım dayısının küçük direnişçisi. Babana olan çizginden dolayı seni taktir ediyorum. Götün açıktayken üstüne de sıçarsan anandan gizli yaptığın her şeyde arkanı kollarım boncuk."

 

Halilden yeğenini alıp, annesinin her zaman kızdığı bir ölçüde öpücük bıraktı boynuna. Halil başını iki yana salladı. Bu çocuk asla büyümüyordu. Ardını dönüp merdivenlere giderken ama son sözü söyleyen olmak istedi.

 

"Eğer dayısına çektiyse en az dört yıl tuvalet hariç her yere işer Yaman. Merak etme!"

 

Gururun ters ters ardından baktığını bildiği için kahkahasını da duyulur bir tonda attı.

Şu an çok daha başka işleri olmasa Gururla doya kana uğraşabilirdi. Adımları sıklaştı ve boncuk avı için odasına daldı.

 

Nazlı kollarını köpüklerken ardından açılan duş kabininin sesiyle sıçramıştı. Banyo kapısını duymadığına yemin bile edebilirdi. Elinle lifle kala kaldı. Kimin geldiğini düşünmesine bile gerek yoktu. Sırtına değen çıplak tenle ensesinden ayak parmaklarına kadar bir ürperti geçti sanki.

 

"Halil?"

 

Sesi öyle kısık ve savunmasız çıktı ki kendi bile duyamamıştı. Halilin belinden dolanan kolu, elindeki lifi alıp omuzlarına sürtünene kadar nefes bile almayı akıl edemedi.

 

"Güneş... Üzerime kustu. Bende düşündüm ki..."

 

Başının üstünde hissettiği çenesinin yerini saçlarını karıştıran burnu aldı.

 

"Temizlenmek için güzel bir an..."

 

"Uyanık... Ağlar..."

 

Halil elindeki lifi sırtına doğru sürmeye başladı bu kez. Nazlı hâlâ yüzünü kendine dönmemişti. Amasyadan döndükleri günden beri an gözlüyordu ama Nazlı Güneşle ilgilenmekten öyle yorgun düşüyordu ki kendi için zaman isteyecek yüzü olmamıştı.

 

"Gurura verdim, onunla çok eğleniyor."

 

Sırtında dolanan lif kolunun altından kayıp karnında gezinmeye başladı Nazlının.

 

"Teyzeleri evde, amcaları da..."

 

"Halil?"

 

Halil olabilecek en naif hareketlerle Nazlıyı kendine çevirdi. Gerçekten niyeti Nazlıya yıkanmasında yardımcı olmak gibi görünürken Halilin diğer elinde sıkıca tuttuğu parlak jelatinli paketi duş jellerinin yanına bıraktığını gördü. Gülmek isteyen dudaklarını zaptetmek için sıkıca birbirine bastırmıştı.

Halil yüzüne bakmadan karnına aşağı lifi sürerken sezaryen kesisinin etrafında ürkekçe dolaştırdı ellerini.

 

"Seni çok özledim Nazlı."

 

Kendi kendine söylenmiş gibi bir his uyandırıyordu cümle. Sonra başını kaldırdığında Nazlının boncuk gözlerine baktı.

 

"Yanımdasın, kavuştum sana ama çok özlüyorum. Bazen kendi kızımdan bile kıskandığımı hissediyorum. "

 

Nazlı tebessüm edip, ıslak elini Halilin yüzüne yasladı.

 

"Bundan emin misin? Çünkü kızımız beni süt bankası olarak görüyor gibi. Ama sana çok başka düşkün."

 

Bu Halilin bayıldığı bir detaydı. Güneşin minicikliğine rağmen herkesin kucağında bağırıp, kendi kucağında anında susuyor olması her seferinde büyük bir gurur ve sevgi hissettiriyordu. Annesindeyken bile gözleriyle kendini takip ettiğini gördükçe kalbine sokası geliyordu ışığını. Dişleri görünecek kadar gülümsedi.

 

"Annesi gibi kızım da. Kim olursa olsun annesi de gözünü benden ayıramazdı."

 

Nazlı göğsünde öğlece duran elini omzuna çarptı Halilin.

 

"Egoist! Ayrıca hiç alakası yok. Anne kız yakışıklı seviyoruz biz. Tüm maharet tipinde kocacığım."

 

Halil atılıp çenesine küçük bir ısırık bıraktığında Nazlı çığlık atmıştı.

 

"En azından beni hâlâ yakışıklı buluyor olmanla yetinebilirim. Ayrıca hemen çığlık atmasan mı boncuğum? Başlamadık bile..."

 

Karnının alt kısmına oldukça şiddetli bir sancı saplandı. Sözlerin böyle etkileri olmasına bir türlü alışamayacaktı Nazlı. Alt dudağını ısırıp, rafta duran pakete kaçamak bir bakış attığında dudaklarının kenarına bir öpücük daha konduruldu.

 

"Tedbir... Eğer sende istersen belki biz..."

 

Halil hem konuşup hem de dudaklarının etrafına minik öpücükler bırakıyor ama Nazlının deli gibi beklediği asıl öpücük gelmiyordu. Sızlanır gibi "Halil" diye mırıldandı.

 

"Nazlım... Çok özledim boncuğum... Aylardır sensizim, çok özledim..."

 

Halilden gelmeyen öpücük son sözlerinden sonra Nazlıdan geldi. Atılıp dudaklarını yakalamış sanki uzaklaşma ihtimali varmış gibi elleriyle de yüzünü kavramıştı kocasının.

Sonunun nereye gittiğini bildikleri öpüşmeleri ara ara birbirlerine verdikleri öpücüklerden çok daha cürretkardı. Dudaklar, diller ve dişler birbirleriyle yarışır gibi bir üstünlük kurma çabasındaydı.

 

Sırtını yasladığı seramiğin soğukluğu ve Halilden kendine yayılan hissin sıcaklığı arasında bocalayıp kalmıştı. Boynunda gezinen dudaklar yüzünden gözlerini aralayamıyordu bile. Farkında olmadan bedenini kocasına sürttüğünde Halil bir adım geriye çekilip, koyulaşmış hareleriyle karısını baştan aşağı süzdü. Süt vermesinden sebep irileşmiş göğüslerinde parmaklarının tersini gezdirdi. Nazlı tekrar kendine atılacakken elleri omuzlarına baskı uygulayarak olduğu yerde kalmasını sağladı.

 

"Uzun zaman oldu Nazlı. Hazır olmazsan canın yanar."

 

Yutkunan karısının dudaklarına son kez bakıp önünde diz çöktü. Gözleri karnının yan kısımlarında oluşmuş ince çatlaklara takıldı. Kızlarını taşırken oluşmuş izler çok güzeldi. Yaklaşıp dudaklarıyla üzerinden geçerken Nazlının bacaklarındaki derman da çekiliyor gibiydi.

Her bir çatlak izi buselenerek sevildi. Sonra kızlarını doğurmak için bedeninde açılan kesi izinin üzerine kapandı dudakları.

 

Nazlının en çok neresini sevdiğini sesli söyleyecek olsa boncuk gözleri derdi. Sonra her daim tebessümle bakan güleç yüzü. Ya da muzurlukla kıvrılan dudakları. Belki de adını herkesten farklı bir tınıda dillendiren sesi...

 

Şimdi bu saydıklarına dudaklarının dolaştığı iz de eklenmişti. Kızlarını doğurabilmek için gösterdiği çabanın en somut hâli olan ize şükür dilenir gibi milim milim öptü.

 

Sol eli baldırını kavrayıp omzuna attığında Nazlıdan gelen iniltiye gülümsedi. Diğer elinin parmakları çok kısa bir an kadınlığına dokundu. Ve kendisine karısının da ne kadar hasret olduğunu anladı.

 

"Sana henüz tam olarak dokunmadım bile sevgilim ama sen her an boşalacak gibisin."

 

"Halil..."

 

Sızlanış gibi adını zikredişiyle dudakları onu deli gibi isteyen parçasına kapandı. Her dil darbesinde Nazlının inleyişleri, kısa çığlıkları biraz daha güçlenmeye başlamıştı. Hazzı artırmak için asla karısını son noktaya getirmiyor ama bu histen de uzaklaşmasına izin vermiyordu.

 

"Ne olur? Lütfen ne olur?"

 

Yarı ağlamaklı yarı inlemeli yalvarışına merhamet edip çok daha hırçınlaştı hamleleri. Nazlının titreyen baldırlarından ne kadar yakın olduğunu hissedebiliyordu. Banyoyu dolduran hızlı soluk sesleri ve destek arar gibi elini omzuna yaslayışıyla kalçalarından tutarak ayağa kalktı Halil. Nazlının ürperen teni yüzünden suyu açtı. Yaşadığı hisler yüzünden güçsüz kalan bedenini tamamen kocasının insafına bırakmıştı karısı.

 

Üstlerinden su akarken kucağında Nazlıyla öylece durmaya devam etti. Solukları sakinleşip omzundaki başını kaldırana kadar hiç sesi çıkmadı. Akşam güneşinin kızıllığı sıçramış gözleri büyülenmiş gibi onu izliyordu. Dudaklarına ilk öpücüklerinin aksine olabildiğine ağır ve tahrik edici öpücükler bırakmaya başlarken bedenini yere indirdi. Nazlının boynuna dolanmış elleri sayesinde kendi elleri boşa çıkmıştı. Sol tarafında kalan paketi alıp sabırsızlıkla sızlayan parçasına geçirdi. Bir santim karısının dudaklarından uzaklaşarak derin bir nefes aldı.

 

"Kucağıma çıkman lazım Nazlı. Delirmek üzereyim, biran evvel sana kavuşmam lazım."

 

Nazlı onaylar gibi başını sallayıp bir eliyle omzundan destek alırken diğeriyle de şampuanların olduğu çıkıntıyı kavradı. Halilin tekrar kalçalarını kavramasıyla kucağına yerleşmişti. Ondan yüksekte kalan başını biraz eğip bu sefer o öptü kocasını.

 

Bedeninin alt kısmında hissettiği sertlik biraz önce dindirdiği açlığını körüklüyordu. Sürtünmeler arttıkça belini kavradığı bacakları sıklaştı.

 

Halilin kendini konumlandırmasıyla da içine doğru kayan hisle başı kontrolü dışında geriye düştü. Yüzüne vuran suyun ya da kalçalarını acıtacak kadar sıkan parmakların varlığını zerre umursamıyordu. Şu an hissettiği tek şey acıya bulanmış zevk sarhoşluğuydu.

 

"Nazlı... Nazlı... Ölüyorum senin için Nazlı. Sensiz ne kadar eksiğim? Sensiz hiçim sanki Nazlı...Çok seviyorum boncuğum..."

Halilin her darbesinde bir cümle çarptı dudaklarına. Her kelime içindeki zelzelenin şiddetini artırdı. Aşkın arzuya bulanmış hâli iki bedeninde hazzını katmerledi. Nazlının içinden akıp giden hisse Halilin eşlik etmesiyle bedenleri aylardır hasret kalan özlemin ateşine azıcık su dökmüş gibi olmuştu.

 

Evliliklerinin ilk günlerine taşımış gibiydi bu his onları. Birbirlerini kurularken, giydirirken elleri azıcık bile üzerlerinden çekilmiyordu. Saatlere yayarak keyfini yaşamak istedikleri anlar minik kızlarının varlığıyla en fazla bu kadar sürebilmişti.

 

Akşam hep beraber yemek yiyip, gün içinde olan tatsızlıktan zerre bahsedilmeden eğlenerek geçti. Yiğitin sürekli sözlü oluşlarıyla başlayan cümleleri ve kızların "evlenmem diyenden korkacaksın" tiradlarıyla bitti.

 

Akşam Nazlı annesiyle konuşurken sabah erkenden yola çıkacaklarının ve öğlen olmadan evde olacaklarının haberini almıştı.

 

Ertesi gün kahvaltıdan sonra yolu gözlenenlerin arabası görününce hepsi aşağı indi. Sıkı sıkı sarılmalar, Yiğit ve Meyranın evlilik haberi derken büyük bir curcuna kopmuştu avluda.

 

Düşündükleri gibi bu habere -sanki Süreyya söylememiş gibi- en çok sevinç tepkisini Züleyha verdi.

Hayal ettiği kır düğünü için de yer yapmaya başlamıştı.

 

Başka insanların hayatlarında bu durum -biz karar veririz- diye geçse de Meyra kendi için kendinden bile daha iyisini isteyen kadın ne derse yapacakmış gibiydi. Kurulan tüm hayallerin saf iyi niyet ve sevgi beslediğini hiç şüpheye düşmeden bilecek kadar tanıyordu artık Zülüşünü.

 

Sevdiğine sınırsız bir özveriyle yaklaşan kadının sevmediğinin canına okuyuşlarını da izlemişti. Meyra bu aile tarafından sınırsızca seviliyordu.

Tıpkı Nazlı, Zümrüt yada Yağız gibi. Gurur, Halil, Yiğit gibi bu ailede Nazenin, Asaf ve Meyra zerresi bile esirgenmeyen bir güzellikle seviliyordu.

 

"Yaz bitmeden yapar mıyız düğünü? Yaparız ele Meyra?"

 

Züleyha nasıl olsa Yiğitin canına minnet olan konuda hiç ona soru sorma hâline bile girmeden direk Meyranın suyuna gidiyordu.

 

Meyra ne diyeceğini bilemeyip Yiğite baktığında sırıtan ve sırıttığı için çizgi haline gelen bir çift göz gördü sadece.

 

"Bilmem ki... Olur heralde. Annemle de konuşsayım da."

 

Züleyha kolunun altına alıp çocuk sever gibi ki yana sallayarak sevdi Meyrayı.

 

"Kız anan hiç yok der mi? Kadın damadını pek seviyo."

 

Züleyha sırf laf olsun, söylenmedi denmesin diye düğünün konseptini bir kez daha dillendirdi.

 

"İçeri girek de arayak Süreyyamı. Hem nasıl edecez konuşuruz dimi ama? Öyle kır düğünü falan dedik ya sen ne istiyosan o olur tabi. Onu da konuşuruz."

 

Meyra kıkırdayıp yalandan ağzının aranılışıyla dalga geçesi geldi.

 

"Ya aslında ne gerek var ki kır düğünü falan . Sade bir nikah olsa ya. Ben nikah elbisesi giyerim, oldu bitti işte."

 

Züleyha kendinden bir an ayrılmış ve dehşetle aralanan gözleriyle Meyraya bakıp kalmıştı. Sessizce ayakta onları izleyenlerden bile ses çıkmıyordu.

 

"Kız! Kız Allah seni bildiği gibi etsin! Nasıl nikah? Bi tek nikah mı? Yüreğime mi indirecen kızım sen benim?"

 

Meyra yüzünü tutabilse bu işi uzatırdı ama gerçekten kalpten gidecekmiş gibi bakışına dayanamadı. Kıkırtısı güçlendiğinde sırıta sırıta yanlarına gelen Yiğit kolunu omzuna atıp, kendine çekmişti Meyrayı.

 

"Minimal gelinin seninle eğleşiyor halam. Meyradan bahsediyoruz, sence öylece evlenir mi? Kız uzun zamandır beni bekliyor, sessiz sedasız asla kabul etmez evliliği. "

 

Meyra ağzı açılmış yanındaki adama baktı. Nasıl uzun zamandır bekliyordu? Meyra mı bekliyordu evliliği?

 

"Kim? Ben mi? Ben mi evliliği bekliyorum?"

 

Yiğit yamuk gülüşünden azıcık bile eksiltmeden Meyraya baktı .

 

"Sana evlenme teklifi etmedim diye halama bile şikayet ettin yer biti."

 

"Ben! Ben onu o yüzden mi dedim? Senin yüzünden dedim!"

 

Yiğit omuzlarını silkip kolunu çekti Meyradan. Bu sefer kolu halasının omzuna dolandı.

 

"Görüyorsun halaların en tatlısı. Bana çok hasta gelinin. Yüzüğünü seviyor gizli gizli söylemiş miydim bunu sana?"

 

"Yiğit!" Meyranın kısık bir çığlığı andıran seslenişiyle omzunun üzerinden sözlüsüne baktı.

 

"Hala düğünde davul üstüne çıkıp oynayan zennelerden getirtsek ya. Olmaz mı?"

 

Züleyha kendi dilinden konuşan herkese bayılıyordu.

 

"Yiğit! Kıpçık gözlerini yediğim, essah mı? Enişten laf eder diye hiç ağzıma alamıyodum ya valla mı diyon oğlum?"

 

Yiğitin şiddetli kahkahasını ardlarından çalan kapı böldü. Dönüp kapıya bakmak için adım atacakken, Nazlı "ben açarım" diye adımlarını sıklaştırmıştı bile.

 

Nazlı araladığı kapıyla gördüklerini ilk anlayamadı. Ağzı farkında olmadan aralanmıştı. Peşinden gelen Halilin sesiyle hızla başını ardına döndü.

 

"Boncuğum, kim gelmiş?"

 

Nazlı yutkunmak istediyse de ağzında tek damla su bulamadı.

 

"Halil..."

 

Nazlının aralık tuttuğu kapıyı Halil ardına kadar açtığında Nazlı kocasının aldığı soluğu bırakmadığını hissetti. Avludakilerin de geleni merak etmesinden sebep yanlarına yaklaştığını gördü.

 

Züleyha kapının dışında kendine bakan gözlerle yüzündeki gülümseme ağır ağır soldu, öylece kalakaldı.

 

Babasının ve Halilin bir eşi gözler karşısındaydı. Bunca yıl sonra ne için karşısında duruyor bilmiyordu ama en son bir mahkeme salonunda gördüğü, aynı karnı paylaştığı ama aynı kanı kabullenemediği ağabeyi duruyordu.

 

Hızla gözleri Halile ve Yiğite döndü. Kendi için zerre his oluşturmayan adamın varlığı iki oğlu için bir korku doğurdu yüreğine. Yiğitin ifadesiz suratı, Halilin çatık kaşları nabzını hızlandırdı.

 

Bu evin kapısını herkes çalmıştı bu zamana kadar. Ama yanında bir kadın, ardında başı eğik iki kızla Hamza Çarmıhın çalacağını hiç düşünmemişti Züleyha...

 

 

Loading...
0%