@orenda
|
😘😘😘
Günler beklendiği için galiba oldukça ağır çekimde ilerledi. Nazlı her beş dakikada saatinden ve telefonundan gözünü ayırmadan saatler geçirdi.
Halilin söz vermesinin üzerine iki gün geçti. Sonra üç gün geçti. Heyecanla dördüncü güne ulaştı ama gelen giden olmadı. Sonra beşinci günü de aynı heyecanla bekledi. Üstelik telefonu da kapalıydı. O gün sayısı altı oldu, yedi oldu. İstemeyerek de olsa saymayı bıraktı Nazlı.
İçinde susmayan vesveselerin aksine dışından hiç veryansın etmedi. Adının verdiği o nazlı hallerden sıyrılıp sûkunet ile bekledi.
Kızlarla her zamanki dalaşmalarını yaşadı. Anasınıfına staja gitti. Tezi için araştırmalara başladı. Kitap okudu, müzik dinledi ama hiç "nerdesin Halil" diye göz yaşı dökmedi.
Bazen uykusunun arasında göğsüne bir sancı saplanıp onu uyandırdı. Sabah ışıklarına kadar penceresinden gökyüzünü izledi ama içinde yaşadı.
Meyra ve Nazenin durumun farkında olsalarda üzerine gitmek istemiyorlardı.
Nazlı her konuda çok anlayışlı, çok sabırlı ve olabildiğine mantıklı bir kızken konu ne zaman Halile gelse hiç kendi gibi olamıyordu. Meyra onu tanıdığı ilk günden beri Halil dışında hiç bir sebepten ağladığını görmedi mesela.
Nazenin onun kuruntular üzerine strese girdiğine, saçmaladığına, plansız, programsız yaşayışına şahit olmadı.
Sadece Halil...
Nazlıyı Nazlı olmaktan çıkaran ama bir o kadar da Nazlı yapan yegane isim Halildi.
Meyranın ısrarı üzerine hep beraber sinemaya gittiler ve bir kerede okulun güzel sanatlar bölümünden resimde yetenekli üç kişinin ortak açtığı sergiye katıldılar.
Her şey her zamanki gibiydi. Nazlı her zamanki Nazlıydı.
Ta ki ışıklar kapanana kadar.
Ve sonunda kalbini bir şeye ikna etti. "Sen elmayı seviyorsun diye elma da seni sevecek değil ya!" Bu çok doğruydu aslında. Kendi kalbi Halili aşk ile seviyor diye bencilce aynısını Halilden de bekliyordu. Yanlıştı bu! Yanlışını gördü, stem etmeyi bıraktı.
Artık Nazlının daha farklı korkuları vardı. Halilin "gelemedim" dediği andan itibaren göğsüne yer yapan korkular. Onu Nazlıya getiremeyecek sebeplerin büyüklüğüydü karabasanlarının asıl sahibi.
On birinci günün öğleden sonra üç sularında Nazeninle beraber okuldan çıktılar. Kendini çok hasta hissediyordu. Boğazı ağrımıyordu, burnu akmıyordu ama hastaydı sanki.
Nazeninin kolunu tutup onu durdurmasıyla gözleri arkadaşına döndü.
"Nazlı... Gelmiş..."
Nazlı ne dediğini anlamadı ilk, sonra baktığı yere çevirdi bakışlarını. İki tane adam dimdik karşılarında duruyordu. Birini hiç tanımıyordu ama diğeri için sızlayan çok fazla anısı vardı.
Dili farkında olmadan "Halil" diye fısıldadı.
Karşısında gözlerinin içine kadar bakan yeşil ormanlar ışıl ışıldı.
"Halil!!! HALİLLLL!!!"
Biraz evvel hasta olduğunu düşünen o değilmiş gibi bir coşkuyla koştu. En fazla yüz metre vardı aralarında ve Nazlı olabildiğine hızlı koşup ona açılmış kolların arasına attı kendini.
Nerdeyse artık gelmeyecek diye kabullenmişti. Nerdeyse tamamen ümidini kesmişti. Ama şimdi Halil burdaydı. Nazlı hayal görmüyordu.
"Geldin..."
"Boncuk kızım... Özür dilerim..."
Boynuna doladığı kolları az gevşetip ona bakan yeşil gözleri süzdü. Toprağın en güzel tonlarında, cam parlaklığındaki gözleri dolu doluydu.
"Geldin..."
Halil ise çok daha farklı hislerin içerisindeydi. Aralarında hoş sarıların yer aldığı kahve saçlara bir de gün ışığında baktı. Boncuk gözlerini, gür ve uzun kirpiklerini, tatlı bir kahveye boyanmış dudaklarını içer gibi izledi.
Nazlı bir adım geri çıkıp kendini biraz toparladı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Kalbiyle bu konuda anlaşmıştı, sözünü dinletmesi gerekiyordu. Etrafında ona dikkatle bakan insanları fark edince bir adım daha geriye çıktı.
Bu Halilin kaşlarını çatmasına neden oldu. Ama bir şey demedi, en azından şimdilik.
"Nasılsın Halil?"
Kaşları şimdi daha derinden çatıldı. Onun Nazlısı böyle sakince sormazdı ki. İstediği zamandan çok çok sonra gelişinin hesabını fitil fitil getirirdi burnumdan. Elleri sağına soluna vurur "pis yalancı" diye nazlanırdı.
"İyiyim... Sen nasılsın?"
"Bende iyiyim teşekkürler...ııı arkadaşın galiba."
Sustayı tamamen unutan Halil neden bahsettiğini anlamak için bir adım gerisindeki adama baktı, eli ensesini kaşırken kaşlarını çattı.
Bunun böyle olmaması gerekiyordu. O bağrılma, sitem sözleri, küsmeler, kovulmalar bekliyordu. Olması gereken bu değildi!
"Ah evet sus... Yani Asaf arkadaşım."
Uzun boylu, kumral adam öne doğru çıkıp elini uzattı.
"Merhaba Nazlı hanım, Asaf ben. Memnun oldum."
Asaf başını sallayarak onaylayan kızdan gözlerini çekip yanındaki kıza baktı. Aynı şekilde ona da ismini söyleyip elini sıktı. Kızın elleri çok soğuklu, istemsiz ince uzun parmakların ve beyaz elin avucundaki haline bakma dürtüsüne engel olamadı.
Karşısındaki kızı araştırma sırasından tanıyordu zaten. Yakından görmemişti sadece. Uzun, ince yapılı, simsiyah saçlı ve iri gözleri olan hoş bir kızdı. Büyük ihtimalle solaktı, parmağında kalem izi oluşmuştu.
Onu ürkütmüş müydü acaba? Bir ayağı geriye meyilliydi, kaçma dürtüsünü kontrol etmeye çalışıyordu belliki. İri bedeni insanlarda korku hissi uyandırdığı için bunu anlayabiliyordu.
"Nazenin... Memnun oldum..."
Sesi çok hoştu. Kesinlikle şarkı söylemesi gereken tınılardan birine sahipti sesi. Nazlı Hanımı araştırırken arkadaş listesinde iki kızdan başkasını görmemişti zaten. Babası çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan, orta gelirin üzerinde bir hayatları olan sakin aile yapısı vardı hatırladığı kadarıyla. Sarışın olan kızın ailesinin aksine Nazeninin ailesi sıkıntısız, mutahasıp, oldukça sevilen insanlardı.
Asaf ne yaptığını fark edince hâlâ ellerinde olan küçük eli bıraktı. Elleri soğuktu, büyük ihtimal bilinçsizce ısınsın diye o kadar sıkmıştı.
Geriye çıkıp kobra için alan tanıdı. Gözleri sürekli etraftaydı. Okul çok savunmazsızdı ve bu hiç doğru değildi.
"Nazlı hesaplayamadığım bir kaç pürüz çıktı... Ondan gelemedim. Çok kızdın mı?"
Nazlı hasretle yolunu gözlediği yeşillere derin derin baktı. Yüzünde yalancı ama tatlı bir tebessüm oluşturdu.
"Kızmadım tabiki Halil. İşlerin olması normal. İyisinde çok şükür, kızmadım..."
Halilin kalbini tarif edemeyeceği ince bir sızı sarsı. Böyle olmaması gerekiyordu. O sinirden delirmiş bir Nazlıyla nasıl baş edeceğini bilirken bu Nazlıya nasıl davranılır anlayamadı.
"Seninle konuşalım mı biraz... Yemek yeriz. Olur mu?"
Nazlı yanındaki arkadaşına baktı. Nazeninle kütüphaneye gitmek için sözleşmişlerdi. Şimdi ortada bırakmış gibi olacaktı.
"Ben yurda geçerim Nazlı kuşum. Yarın gideriz, ay zaten o kadar bitkinim ki hiç kitap göresim yok."
"Sağol bitanem. Yarın gideriz o zaman. Dikkatli git olur mu?"
"Ben sizi istediğiniz yere bırakırım Nazenin hanım."
Nazenin kendilerinden biraz daha geride bekleyen adama baktı. Güler yüzlü yapısından kaynaklı konuşmalarını hep gülümseyerek yapardı. Yine aynı şekilde yüzünü güzel bir tebessüm aldı.
"Hiç zahmet etmeyin. Okulun önünden dolmuşlar hep kalkıyor. Giderim ben onlarla."
Asaf ona siyah inci gibi gözlerle bakan ve yanağında tatlı minik bir çöküntü oluşturan gülümsemesine takıldı. Beden dili onu çok açık ediyordu.
Çok savunmasız diye fısıldadı içinden bir ses.
"Hiç sorun değil. Lütfen bırakmama izin verin. Nazlı hanım da böyle daha rahat hisseder."
Nazenin ne diyeceğini bilemediğinden Nazlıya sonra Asafa baktı. Onaylar gibi başını eğip adama doğru yürüdü.
"Teşekkürler Asaf... Bu arada sadece Nazlı dersen çok sevinirim. Hanım kulağa itici geliyor."
Asafın dudağı çok az kıvrılıp başını eğerek Nazlıyı selamladı. Eliyle Nazenine yol gösterir gibi bir duruş sergiledi.
"Boncuk... Sen iyi misin?"
Nazlı şimdi yalnız kaldıkları için daha heyecanlı hissediyordu. Ellerini kısa montunun cebine soktu. Titrediklerini Halil görmese de olurdu.
"İyiyim Halil... Neden ki?"
"Farklı davranıyorsun..."
Kaşlarını çattı Nazlı. Ne demek istediğini tam anlayamamıştı.
"Anlamadım."
Halil biraz daha öne çıkıp iyice yaklaştı Nazlıya. Halilin yaklaşımının aksine Nazlı gerilemek istiyordu. Çok yakındı, kokusu burnuna hızla giriyordu ve her an yere ayaklarını vura vura ağlayacaktı. Burda anlayışlı bir insan olmak için elinden geleni yaparken Halilin yaptığı işgüzarlıktı.
Halil dudağını sağa meyledecek şekilde kıvırdı. Ellerini dağılmış uzun saçların perçemlerine dokundurmaya başladı.
"Kendin gibi değilsin."
"Na-nasıl?"
"Benim boncuk kızım, önce sıkı sıkı sarılırdı. Sonra geç kaldığım günlerin hesabını öyle bir sorardı ki ağzımı açamazdım korkudan."
İçinde hâlâ bunu yapması için onu kışkırtan Nazlıyı duysa ne derdi Halil acaba. Can çekişir gibi kendini frenlemeye çalışıyordu işte.
"Yok... Niye öyle yapayım, yani hesap sorar gibi. İşin vardır... Önemlidir sonuçta. Hem başka başka hayatlarımız var tabi. Yani başka önceliklerimiz var artık. Ondan olmuştur, önemli değil yani. İyisin... Önemli olan kısım burası."
Halil şimdi dişlerini gösterecek kadar gülümsüyordu. Böyle davranabilmek için kendini ne kadar sıktığı bu kadar belli olmasa ona inanabilirdi.
"Nazlı... Nazlı boncuğum. Şimdi lütfen benim boncuk kızım gibi olur musun? İnan burnumdan getireceğin hiç bir şeyi şikayet etmeyeceğim. Ama böyle olma lütfen."
"Nasıl olmayayım?"
"Böyle... Uzak! Bu beni korkutuyor Nazlı. Beklediğim gibi davranmıyorsun, beni korkutuyor bu halin."
Zaten kendini tutup olgun davranmak için can çekişiyordu. Böyle söylerse nasıl olgun davranabilirdi? Nasıl anlayışlı insanların yapacağı gibi hareket edecekti şimdi? Yapamıyordu da zaten! Dişleriyle yanağını kesmişti kendini tutmak için çaba sarf ederken.
Halilin sözleri, bir barajı tutan küçük kütüğü çekmek kadar kolay oldu. Kendini tutan o küçük kütük gitti işte. Cebindeki ellerini çıkarıp bir anda Halilin sağına soluna ellerini çarpmaya başladı.
"Madem biliyorsun niye gelmedin gerizekalı? Niye söz veriyorsun da gelmiyorsun sen? Eski boncukmuş? Eski boncuk mu kaldı senin yüzünden? Mal oldum on üç günde. Hani dört günde gelecektin? Nerdesin aptal kaç gündür. Öldün mü kaldın mı nerdesin sen?"
Hem bağırıp hem zerre acı vermeyen darbelerle kendini perişan eden kıza şimdi dolu dolu gülerek bakıyordu. Ona vurmak için kalkan elleri kavrayıp kendine iyice çekti. Sımsıkı sardı kollarını üstüne. Nazlının kemiklerini bile sıkıştıracak kadar güçlü bir sarılıştı.
"Çok şükür... Ödümü kopardın yalancı Dildar. Benim boncuğuma bir şey yaptın sandım da ödüm koptu."
Saçlarının arasına gömdüğü burnunu dolaştırarak konuştu.
"Gidelim... Sakin bir yerde konuşalım..."
Nazlı yine kollarından çıkmak için debelendi. Halilin gücüne yetişemeyen bir çırpınıştı bu.
"Gelmem ben senle bir yere. Sensin yalancı! Pis yalancı işte. Küstüm diyorum sana, gelmem bir yere!"
Onları gözlerinin altından merakla seyreden bir kaç kişiyi daha iştahlı baktıracak bir kahkaha çıktı Halilden.
"Söz affettireceğim diyorum kızım sana kendimi. Hadi nazlı boncuğum."
"Küstüm küstüm. Gelmem artık. Ben dört gün önce gelsen görüşürdüm senle. Daha dur hem anneme de söyleyeceğim yalancılığını. Sen görürsün. Belletsin sana dünya kaç bucak."
Son günlerde ruh hali çok kötü olduğundan sebep gözleri yanıyordu. Öfkeye sarılıp ağlamasını engellemekten başka bir şey yapamıyordu şu anda Nazlı .
Halil kollarındaki kızı bırakıp geriye çıktı. Sol kaşını kaldırıp ona üstten üstten baktı.
"Gelmiyorsun yani sen şimdi?"
"Gelmiyorum tabi de! Niye gelecekmişim senin gibi yalancı, sözünde durmaz, kadir kıymet bilmez pis bi çiyanla."
Halil öyle mi der gibi başını sallayıp sonra da daha ne olduğunu anlamayan Nazlıyı bacaklarından kavrayıp omzuna attı. Nazlının attığı çığlığın aksine o kahkahayla cevap verdi.
"Seni köpek! O çiyan gibi gözlerini oyayım da gör sen. İndir beni terbiyesiz davar! İndir diyorum!"
"Aynen ondan boncuk hanım. Arabaya kadar yolculuğun tadını çıkar. Ayrıca gözlerime hastasın. Bukadar yalana çarpar Allah adamı."
"Ben sana göstereceğim, ben sana bunun hesabını bak nasıl soruyorum?"
Omzunda debelenen kız zerre onu rahatsız etmeden ve etraftaki öğrencilerin gülüşmelerini umursamadan çıkışa yöneldi. Arabayı okulun içine sokmak için uğraşmamıştı.
Sonunda aracına yaklaşıp kapının önünde omzunda ona hâlâ saydıran kızı indirdi.
"Bir insan üç yılda hiç mi değişmez pislik! Krolar gibi omzuna atmak nedir?"
Halil iyice yaklaştı dibine. Yüzüne de düşünceli bir ifade oturttu.
"Hmmm neydi o ya? Vur hançeri kalbime kalbim kana bulansın mıydı? Ha birde fazla derine inme çünkü orda sen varsındı değil mi? Şair burda ne anlatmak istemiş boncuk hanım? Senle uzun uzun konuşalım bu detayları."
Hava bu kadar soğukken yüzünden ateş çıkıyordu sanki Nazlının. Yurda döndüğünde Meyrayı gebertecekti. Resmen arkadaşı bir akrebin vereceği zararı vermişti ona. Şimdi Halil sürekli o mesajları başına kakacak ve onu utandıracaktı.
"Ah Meyra... Beni bitirdin, sen beni bitirdin!" Diye fısıldayarak arabaya geçip oturdu. Son lafı söyleyememiş olmanın iç burkukluğu vardı üzerinde.
Ardından onu gülerek izleyen Halil de yerine geçip hareket ettirdi aracı. On dakika kimseden ses çıkmadı.
Halil neyi nasıl anlatacağının provasını sürekli kafasında tekrar etsede hiç biri yeterli gelmiyordu sanki.
Onu asıl korkutan kısmı ise Nazlının duyduklarından sonra onu öylece bırakıp gitme ihtimaliydi.
Nazlı bir kafeye gideceklerini düşünürken şehir merkezinden uzaklaştıklarını gördü.
"Halil biz nereye gidiyoruz?"
"Yalnız kalmamız gerekiyor Nazlı. Ben... Konuştuktan sonra istersen, seni istediğin yere götüreceğim."
Kaşları çatık bir halde araba sürerken söyledikleriyle sırtından aşağı bir ürperti indi Nazlının. Korku yine onu ele geçirdi. Niye sürekli bir gizem içerisindeydi ki?
Sonra küçük bir tepede bankların olduğu park gibi bir alanda durdu araba. Halil bir şey demeden aşağı inince Nazlı da hemen indi.
"Ne oluyor? Niye böyle davranıyorsun?"
"Nazlı... "
"Halil ben anlamıyorum seni. Anlayışlı olayım, susayım diyorum kabul etmiyorsun. Üç yıl! Üç yıldır nerdesin sen? İstanbul ne ki bir kere gelip göremedin beni? Biz senle nasıl büyüdük Halil? Yiğit, sen, Gurur nasıl büyüdük biz? Dördümüz aynı anda büyüdük! Tüm hayatımdınız. İlk sen gittin sonra Yiğit! Niye yaptınız ki bunu bize? Anneme, bana niye yaptınız?"
Nasıl haklıydı! Her kelimesinde öyle çok haklıydı ki. Milyonlarca kez özür dilese affeder miydi onu?
"Ben... İstanbulda değildim Nazlı."
"Ne demek bu? Orda çalışıyorsun ne demek değildim. Yiğitle beraberken annemi görüntülü aramışsın defalarca. Anneme resim atıyormuşsun emniyetten, ordan burdan!"
"Halamın aklı kalmasın diye..."
Nazlı titreyen elini göğsünün üstüne koydu. Korku her yanını sarmıştı.
"Polissin sen... Niye ki?"
"Değilim!"
Halil göz bebekleri sürekli hareket eden, dudaklarını sıkıp sıkıp serbest bırakan kızdan bir an bile ayırmadı yeşillerini.
"Adımı sorgulatırsan cinayet bürodan komiser yardımcısı Halil Çarmıh'ı görürsün. Ama polis değilim."
"Sen... Ne yaptın Halil? Biz bilmeden ne yaptın?"
"Yanlış bir çok şey... Ama doğru bir amaç uğruna. Banka oturalım Nazlı. Duyacaklarından sonra ne yaparsan seni hiç bir şeye zorlamayacağım. Ama bu konuşulanlar halama yada başka birine gitmeyecek. Bunu başta anla, kabullen eğer istersen öyle konuşacağız."
Bir şey demeden öylece kaldı bir süre Nazlı. Sonra da onlardan beş adım ilerdeki banka gidip oturdu.
Yanına geçip oturan adama bakmadan aşağılarında kalan şehri izlemeye devam etti.
Elinin üstüne bir el konup serçe parmağını çekiştirene kadar da bu umursamaz hale devam etti.
"Burda böyle bir iz yoktu. Nasıl oldu?"
Neden bahsettiğini anlamadı. Başını çevirip serçe parmağının iç kısmında incecik, çok küçük bir yara izini sorduğunu anladı.
"Ne?"
"Böyle bir iz yoktu. Kestin mi? Kesik değil sanki bir şey batmış, cam mı battı? Onun izine benziyor."
Parmağını ve nasıl olduğunu bile anımsamadığı kesiği öyle dikkatli inceliyordu ki sinirleri bozuldu. Kendini tutamadan kahkaha atmaya başladı.
"Sen... Sen benimle dalga geçiyorsun! Sen beni delirtemek için yapıyorsun!"
Halil yutkunup öylece durdu. Haklıydı aslında Nazlı. Ama o kesik yoktu, niye kesmişti ki elini sanki?
"İstanbulda falan değildim ben Nazlı. Rusyadaydım!"
"Devam et..."
Gözlerini kapatıp derince bir soluk aldı. Göz kapakları aralandığında biraz önce ona bakan adamdan zerre iz taşımıyordu. Sanki o adamın dediği gibi bir kobranın hipnoz eden o soğuk gözleri vardı karşısında. Ürperdi...
"Polis değilim ama devletin istikbali için çalışıyorum."
Nazlının aklına gelen diğer ihtimaller korkuttu onu. İstihbarata mı çalışıyordu yani?
"Asker misin, istihbarat? Ajan? Nesin Halil?"
Halilin soğukça dudağı kıvrıldı.
"O kadar legal değilim Nazlı."
"Delirtmeye mi çalışıyorsun beni? Ne ozaman ne?"
"Bunu şöyle anlatayım sana. Ulaşman gereken bir dosya var. O dosya kalın bir kapının ardında ama anahtarı sende değil o kapının. Ben anahtar yerine kullanılan, adına maymuncuk dedikleri o şeyim."
Nazlının gözleri daha çok açıldı. O bir ajan olabileceğini bile düşünmüştü ama bu nasıl bir şeydi?
"Sen ne diyorsun?"
"Devletin ve milletin bekâsı için ne gerekirse yaparım. Ama olurda işler ters giderse Türkiye Cumhuriyetinin ardında duracağı bir adım yok. Hayır Nazlı istihbarata çalışmıyorum, Tsk yada özel harekata. Hiç birine çalışmıyoruz. Devletin bildiği ama aynı zamanda bilmediği bir birimin mensubuyum."
"Halil... Halil sen ne yaptın?"
"Şu an birime ihanet ediyorum mesela. Bir sivile onlardan bahsediyorum. Söylesene boncuk kızım, her an adını terörist olarak duyabileceğin birini ister mi kalbin?"
|
0% |