Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Benzin Olmuş Otuz, Aşksız Hayata Tokuz

@orenda

Yola çıktıklarından beri Halil yan gözle Nazlıya bakıyordu. Gelen acil bir telefonla üç gün olarak planlanan kaçamakları, ikinci günde sekteye uğramıştı. Bunu Nazlıya söylemeye çalıştığı zaman ecel terleri döktü Halil.

 

Yar denilen şey çok tuhaftı. Omzundan vurulman gerektiğinde kurşunu sûkünetle bekleyen bedeni, sevdiğinin düşecek yüzünü, dolacak gözlerini beklerken katran kazanlarda ter döküyordu.

 

Ama bazen Nazlıdan, geçen üç yılda değişen şeylerle de böyle dumura uğruyordu. Kıvrandığı anlarda Nazlı neyi olduğunu söylemiş ve Halil de pes ederek birimden çağırıldığını fısıldamıştı.

 

Bunu yaparken bir sürü şey beklemişti. Nazlının nazlanmalarını, küsmeleri belki öfkesini ama bunu değil. Yüzüne küçük bir tebessümle bakıp "hadi toparlanalım ben de Bursaya dönerim" gibi bir cümle yoktu beklentiler arasında.

 

Ya gerçekten bu üç yıl Nazlıya tahmininden daha fazla olgunluk katmıştı ya da Nazlı zaten böyle biriydi de nazlanacak konuları kullanmayı seviyordu.

 

Bir kaç dakika geçirdiği herkesi, beden diline göre bir karakter şablonuna oturtan Halile sürprizler sunuyordu.

 

Ordan sonra oldukça hızlı toparlandılar. Halil sık sık yüzünü takip ediyordu. Nedenini bilmediği bir şekilde Nazlının onun görmediği anlarda surat asacağından emindi ama burda da onun karısı şaşırtıyordu.

 

Ya da artık kabullenmesi gerekiyordu. Nazlı aslında hiç bir zaman şımarık olan o kız değildi. Nazlı şımarmasına izin verildiği ortamlarda bunu oyuna çeviren çok olgun biriydi. Çünkü sanmıyordu dünya üzerinde hiç bir kadın üç günlük balayılarının ikincisinde kocasını işe uğurlasın ve bunu kafasına kakmasın.

 

Dudağı kıvrıldı. Nazlı halasından bir şey öğrendiyse bu eylemi ilerleyen zamanlarda başına kakacaktı. Şimdi stok yaptığı, kavga da haklı çıkaracak bir mühimmattı ilk falsosu.

 

"Boncuğum?"

 

"Efendim sevgilim."

 

Halil yoldan ayırdığı bakışlarını ona tebessümle bakan karısına çevirdi.

 

"Bir kaç gün arayamazsam merak etme olur mu?"

 

Saliselik bir an yüzündeki gülümseme kırılmıştı ama hemen toparlamıştı Nazlı.

 

"Sonra hemen ararsın ama değil mi?"

 

Halil vites değiştirdikten sonra Nazlının kucağındaki eline uzanmış ve alıştığı gibi üstünü öpmüştü bile.

 

"Ararım tabi güzelim. Dikkat et kendine. Asaf Bursa da olacak, bir ihtiyacın olduğunda mutlaka ulaş. Benim de sana gelmem uzun sürmeyecek zaten."

 

Nazlı toparlandığı zaman da Halilin telefonda Yiğitle konuştuğunu duymuştu. Sorup sormamakta kararsız kalsa da merak baskın geldi.

 

"Yiğitle konuşuyordun Halil, onu mu çağırdın?"

 

Halil yola bakmaya devam ederek başını salladı.

 

"Evet, o da benimle olacak. Yola çıkmıştır onlarda. Zaten öyle planlamışlar, Meyrayı Bursaya bırakır bırakmaz birime geçecek."

 

"Onlar ne yaptı acaba?"

 

Halil omuz silkti.

 

"Sesi iyi geliyordu, bir sorun olduğunu sanmıyorum. Sen zaten detayları Meyradan öğrenirsin."

 

Nazlı sinirli bir nefes bıraktı.

 

"Of Halil, ne kadar sakinsin. Az merak et be adam. Süreyya abla sevdi mi acaba Yiğiti? Gerçi o şebek mutlaka sevdirmiştir. Ayyy vallahi oluyor bunlar. Yiğitle Meyra! Şaka gibi ama oluyorlar basbaya."

 

Halil yine omuzlarını silkti.

 

"Senden bahsettiği zamanlarda arada kıza giydirmesinden anlamıştım zaten takıldığını. Birbirlerini öldürmedikleri sürece güzel bir ikili oldular. Halam da durumdan memnun."

 

"Hemde nasıl?"

 

Nazlı kahkaha attığında Halil de gülümsedi. Sonra Nazlı dikkat edilmesi gereken o ayrıntıya geri döndü.

 

"Benden bahsettiriyordun yani? Hani şu beni hiç arayıp sormadığın zamanlarda demek Yiğit istihbaratçındı."

 

Halil dudağı kıvrılmış, yoldan gözlerini ayırmadan iç çekti. "Öyleydi" diye mırıldandı.

 

Nazlı da merak ettikleri için açılan kapıdan hemen girdi içeri.

 

"Bahsetsene biraz. Halil ya... Anlatsana o zamanlar neler hissettiğini."

 

Erkekler kadınların karmaşık olduklarını söylerler. Bu aslında bir safsatadır. Kitaplarda gördükleri erkeklere "ah keşke benim olsa " diye iç çekerler. Halbuki bütününe baktıklarında erkeklerin kadınlar için yaptıkları tek şey seviyor olmaları. Hasretle aşkı bekleyen narin bir kalp, büyük büyük hediyelere iç çekerek bakmaz. Ama sınırları olmadan sunulan aşka gözlerini parlatırlar. Korunmaya esasında ihtiyaçları yoktur ama masa kenarına çarpmasın diye siper edilen bir el için çığlık atarlar. Halile bunu halası öğretmişti.

 

Eniştesiyle beraber halasını izlediği zamanlarda, eniştesinin hediye olarak aldıklarına halası çok mutlu olur, teşekkür eder, takılıyorsa takar, giyiliyorsa üzerine geçirirdi. Ama halası yeşil gözlerine yıldız tozları ekerek eniştesini izlediği anlarda çok başka şeyler yapardı.

 

Mesela kan değeri düştü diye halasının peşinden elinde pekmezle koşardı. Ya da kışları ince çorap giymişsin diye azarlar, kendi eliyle kalın kalın çoraplar giydirirdi.

 

İşte halası tam böyle anlarda eniştesini erişilmez bir düşe kavuşmuş gibi izlerdi. Şimdi bunları kendi yaşıyordu. Nazlıya dünyanın en güzel elmasını alıp getirse Nazlı o gün çok mutlu olurdu. Sevinir, güzel gülümsemesini bahşederdi. Ama şimdi ona olan aşkına dair bir şeyler dinleme hevesindeki şu parıltıyı hiç bir elmas Halile veremezdi. Nazlının merakla, aşkla dinlemek için can attığı Halil de olan yeriydi.

 

Halilin içindeki nazlı bir kızın hissettirdikleriydi.

 

Gözlerini kapatıp açtı. Nazlının irislerine akşam batışındaki o kızıl parıltı bir tek çok mutlu olduğunda gelir konardı. Şimdi olduğu gibi...

 

"Bana kızlarla eve geldiğiniz bir günü anlatmıştı. Meyra ve Nazenini bir haftalığına tatil için Adanaya getirmişsin. Cıvıl cıvıl videolarını atardı Yiğit. İstemediğim halde canıma tak desin diye ses kayıtlarını yollardı. Bana en büyük eziyetin ve en büyük mutluluğun bu olduğunu bilirdi kardeşim."

 

Nazlı masal dinleyen bir çocuğun hevesiyle sessizce onu dinliyordu. Halilin profilden görünen çehresine dalıp gitmek Nazlı için öyle kolaydı ki.

Söylemeden önce aklından geçirdiği anlar için kıvrılan dudağı, Nazlı için çok büyük bir seyir keyfi yaşatırdı.

 

"Halamın siz geleceksiniz diye yaptığı tatlıyı gece odaya taşımışsınız. Gururda sizi yakalayıp damlamış odaya. Tabi Yiğit de bu fırsatı kaçırmamış. O gece bende ordaydım. Yiğit telefonu açıp bıraktı. Canımdan can gittiği bir anda bana çok büyük bir iyilik yaptı."

 

Nazlı anımsamak için gözlerini kapatmıştı. Gecenin ikisinde hepsi odasındaki halıya oturmuş, tepsiden tatlı yiyorlardı. Meyra ve Nazenin ilk geldikleri andaki tutukluktan çıkmış keyifle Gururun şebekliklerini dinliyordu. Gururun okulda ilk yılıydı ve başını ilk anda soktuğu belaları anlatırken eli kolu durmuyordu.

 

"Sonra Meyra birinden bahsetti. Nazlının peşinden koşan, çok kibar birinden. Yiğit ve Gururun hemen sertleşen sesini duydum. Nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum Nazlı. Uzandığım yerden, elimde telefon kaç saniye konuşmanı beklerken nefesimi tututum bilmiyorum. Nazenin ne kadar hoş sürprizler yaptığına değindi. O zamana kadar düşünmek istemediğim o ihtimal geldi çattı. Sen konuşmadıkça ben can çekiştim. Yiğitin sesi doldu. Yeter bu kadar, yatalım dediğinde düştü içimde bi kale. Bunun geleceğini biliyordum. Dedim ki yüzünde ne gördüyse konuşturmak istemedi Nazlıyı. Demek yüzünde o bahsedilen her kimse bir şey yakaladı ki ben duymayım istedi. Ama sonra senin sesini duydum."

 

"Hatırlıyorum o geceyi..."

 

Nazlı mırıldandığında Halil yüzüne baktı. Başı koltuğa yaslanmış, yan dönmüş onu izliyordu boncuğu.

 

"O zamanlar Gurur da Yiğit de biliyordu içimdekini ama nedense hiç yüzlemiyorlardı beni. Utanırım diye mi, üzülürüm diye mi yoksa umutsuz aşkımın geçip gitmesini bekledikleri için mi açık açık adını anmadan azıcık imalarla geçerdi konun. Bende zaten hiç sesli dile getiremezdim. Meyra hiç sevmez bu erkek arkadaş işlerini ama sanırım sana duyduğum hislerin saplantı olduğunu düşündüğü için bir süre o çocuğa doğru itmişti beni. Bana sorarsan o da senin hiç gelmeyeceğini düşünüyordu. "

 

Anıdan bahseden Halildi ama Nazlı devam ettirdi. Halil o gün duyduklarını bir kere de şimdi duymayı, bu kadar yakınken sesinden dinlemeyi istedi. Ne kadar başka adamın üzerinden de dönse muhabbet, Halilin içini sızlatmıştı o gün kurulan cümleler.

 

"Bahsettikleri kişi Allah var iyi biriydi. Yanlış, kırıcı hiç bir davranışı olmamıştı. Ama gönül birine tutulursa diğerlerine kör kalıyor Halil. Gözleri yeşildi ama benim aradığım yeşil onda yoktu. Merhametli de biriydi ama ben merhametin en güzelini dizlerim kanadı diye en sevdiği tişörtü yırtıp dizime saran bir çocuktan öğrendim. Daha azına nasıl razı geleyim?"

 

"Güzel bakıyor dedin o gece. Ama benim aradığım ışıltı yok onda deyip sustun..."

 

Mırıltısı kendineydi esasında. Nazlıya güzel bakan bir adamdan görmeden nefret etmişti Halil.

 

"Dedim ya iyi biridir muhtemelen ama benim kendimi düğümlediğim biri vardı zaten."

 

Halil için çok zor geçen bir geceydi. İnsan korka korka karanlık bir mağaraya girer mi? Öyle hissetmişti o zaman. Hem çok korkuyordu hemde aramayı kapatamıyordu. Nazlı birinden övgüyle bahsedecek, ona kapıldığını söyleyecek diye derisi etinden sıyrılıyordu sanki. Yine de sesini duyuyor olması telefondan uzaklaşmasının önündeki bir engeldi.

 

Nazlı "ben bir koku arıyorum! Geçmişimde de geleceğimde de tüm korkularımdan çekip alacak o koku onda yok" demişti. Halil deli gibi bağırarak sesini duyurma arzusu yaşamıştı. "O koku bende, başkasına bakma boncuk" diye bağıra çağıra Nazlıya ulaşmak istemişti. İlk kez her şeyi yarıda bırakma isteğiyle dolmuş ve girdiği cehennemden çıkıp gitmek için çare aramıştı. Ertesi gün bir parti Ortadoğudan gelen çocukları Batumda karşılayıp, Balkanlara geçirmede görevliler arasında bulunmak zorunda olmasaydı nefsine yenilecekti. Ama görmüştü! Perişan hâlde ölüme gönderilen küçücük çocuları görmüştü. Neden orda olduğunu, neyi tamamlayıp, kurulan kuzey ipek yolunun bozulması ne derece mühim anlamıştı . Halil kurulmuş bir çarka sokulacak çomak vazifesi için Rusyadaydı. Kendi nefsi sıralamada sonda bile olamayacak kadar hayati bir durumla karşı karşıyaydı.

 

İşkence sırasında bile o çocukları eliyle teslim ettiği kadar eziyet hissetmemişti. Gözlerine yalvararak bakan o kırk çocuğa sırtını dönmek zorunda kalması canından can koparmıştı. Ama ona bir şey öğretilmişti.

 

Yüz kişiyi kurtarmak için yirmisini gözü kapalı öldürebilmelisin...

 

"Kurduğun her bir kelimeyi biri için mi dile getirdin diye kendimi yedim haftalarca."

 

Nazlı işte burda biraz karışıyordu. Yiğit biliyordu! Nazlı ve Halil birbiri için ne ifade ediyor bilmese de Yiğit biliyordu. Neden Nazlıya, Halilden söz etmemişti ki? Ya da Halile "Nazlı seni seviyor" neden dememişti?

 

"Yiğit neden söylemedi sence?"

 

Halilin yüzünde Nazlının anlam veremediği bir gülümseme oluştu.

 

"Çünkü bana Nazlı seni bekliyor dese dayanmak çok zor olacaktı. Ben çıkıp gelemeyecektim ama orda da kalamayacaktım. Sana söylese neden gelemediğimi açıklayamayacaktı. Yani aslında iyilik değil eziyet olacaktı bu bize. Sana açıklayamadığı şeyler için sen kendi kafandan bir sürü şey yazacaktın. En önemlisi ise "sevseydi gelirdi" olacaktı. Nazlı insan, beni görse ben sevdiririm kendimi diye kandırıp oyalayabilir. Ama gelecek kadar sevmiyor demek ki düşüncesini atlatamaz. Benim içinde bu böyleydi. Ben bana verileni sana kavuşmak için hızla bitirmek isteyecektim belkide. Çünkü sen bana gel dedin ben bir daha duramadım boncuk. Ben o fotoğrafı gördüğüm andan itibaren hiç bir şeyi düşünüp, sorgulamadan sana ulaşmaya odaklandım. "

 

Nazlı kıkırdadı. Onunla ilk kurdukları iletişim başka olmalıydı. İlerleyen yıllarda Halil hep bununla dalga geçecekti. Ayrıca Halil haklıydı. Onu sevdiğini bilse ama Halil gelmese bu Nazlıyı çok yaralardı.

 

"Aptal Meyra yüzünden yazdım ben öyle. Sakın başıma kakma!"

 

Halil başını geriye yatırıp kahkaha attı.

 

"Boncuğum iki binlerin en fena yürüyüş şekli olabilirdi o mesaj. Vur hançeri kalbime, kalbim kana bulansın. Fazla derine inme, çünkü orda sen varsın."

 

Nazlı elini yüzüne kapatıp, çığlık attı.

 

"Ya yapma ama yaaa! Meyra dedi diyorum. Dikkatini çekelim diyeydi o. "

 

"Ha tabi lav gibi olan çok etkileyiciydi. Hem akıyor hem yakıyordum dimi boncuk Nazlı?"

 

Nazlı yine kıvrandı. Bu utanç hissi asla geçmeyecekti.

Halilin eğlencesi de Nazlı kıvrandıkça arttı.

 

"Ha neydi o, şey vardı birde Yiğit olamayacak kadar dişi, beni bırakmayacak kadar dişliydin. Bak orda çok yükseldim Nazlı. Belki de farkında olmadan çok fena erotik çağrışım içeriyordu o mesaj."

 

Nazlı dayanamayıp eliyle omuzlarına vurdu bir kaç kere.

 

"Ya susarmısın artık? Unut be adam unut! Ya halan bir sen iki. Niye elinize düştük diye canımızı çıkarıyorsunuz? Ne erotiği ya yapmadım öyle bir şey."

 

Halil karanlık yolda ilerlemeyi, arabayı sağa çekerek durdurdu. Nazlı da neden durduklarına bakmak için elini yüzünden çekti.

 

Halilin kısılmış yeşil gözleri, dudağının kenarını ısırışıyla onu izleyişi tuhaf bir yutkunma dürtüsü verdi Nazlıya.

 

"Niye durduk ki şimdi?"

 

Nazlı sağa sola bakındığında otobanın kenarında öylece durmalarına anlam veremedi. Seyrek geçen araba farlarından başka bir şey de görünmüyordu.

 

"Nazlım..."

 

Nazlı etraftan çektiği bakışları Halile çevirdi. Aslında bir şey yoktu ama öyle dikkatle bakıyordu ki yüzü ısınmaya başladı.

 

"Halil ne oldu? Niye durduk?"

 

Halil bir karşıya sonra etrafa en son Nazlıya baktı. Üzerindeki triko elbiseyi, kısa deri ceketini, tepesinde topladığı saçlarını izledi.

 

Nazlı bu süzüşü biliyordu. Şu iki günde fazlasıyla maruz kaldığı bu bakışlar damağını kuruttu.

 

"Halil?"

 

"Kucağıma gelsene Nazlı."

 

Şaşkınlıkla açılan gözleri, dilinin ucuyla ıslatılan dudakları mahmur bir ifadeyle süzmeye devam etti Halil.

 

"Saç-saçmalıyorsun..."

 

"Elbisen var."

 

Nazlı kaşını çatıp üzerine baktı. Ne demek istediğini anlamadı.

 

"Eeee?"

 

"Kucağıma oturabilirsin, elbisen kolaylık sağlayacaktır."

 

Nazlı şimdi tamamen ne demek istediğini anladığında ağzı açık bakıp kaldı.

 

"Sen! Sen delirdin mi?"

 

Halil uzanıp elini tuttu. Çoktan nefsinin pençesine takılmıştı o. Yüzüne olabildiğine yaklaştı.

 

"Bir kaç gün seni göremeyeceğim. Seni biraz daha sevmeme izin ver."

 

Nazlı tekrar etrafa baktı. Halilin fısıltıyla söylediklerine yutkundu.

 

"Halil yolun kenarındayız. Saçmalama! Rezil oluruz."

 

"Camlar filmli. Sadece biraz seveceğim. Birazdan Bursa sınırlarına gireceğiz, hemen geri dönmem gerekecek. Nazlı biraz seveceğim sadece."

 

"Ku-kucağında..."

 

Halil hızlanan şah damarının derisine çarpışını, dudağı kıvrılarak izledi. Eli tavan lambasına gidip kapattı. İçerde eksilen ışıkla Nazlı derin bir soluk almıştı. Boynunda hissettiği dudaklarla o soluğu geri bırakamadı.

 

"Botlarını çıkar Nazlı."

 

Halil bu ses tonuyla konuştukça ona asla hayır diyemezdi ki. Halile hayır diyecek bir Nazlı yer yüzünde yoktu zaten. Biraz geriye çekilip ayağındaki botları çıkardı. Karanlığa alışan gözleri Halilin yeşillerindeki parıltıyı yakalamıştı. Halilin koltuğunu geriye kaydırışını ve yatırışını hiç ses çıkarmadan izledi.

 

"Şimdi de çorabını çıkar Nazlı."

 

Canlı bir insan kumandayla yönetilemez ama sevdiği kişinin ses tonu bu görevi üstlenebilir. Beline kadar dar bir kesimi olan elbisesi belden aşağısına bollaşarak iniyor, diz kapağının yarım karış altında bitiyordu. Sırf soğuk hava çok ısırmasın diye giydiği ince çorabı elleri titreye titreye kalçalarından kaydırıp sıyırdı. Ayaklarını çıkartırken Halilden gelen nefes sesi kalp atışlarını daha da hızlandırdı.

 

"Ceketin güzelim. Ceketini de çıkar."

 

Nazlı görüp görmediğine emin olmasa bile küçük bir baş sallama hareketiyle üzerindeki deri ceketi çıkarıp arka koltuğa bıraktı. Ne yapılacaksa Halil söylemeliydi çünkü Nazlı şu an arabanın içerisinde sevişmeye hazırlandığı gerçeğini hazmedememişti.

 

Bunu fark eden Halilin dudakları daha da çok gerildi. Hem utanıp hem de can attığına emindi boncuğun. Meraklı bir çocuk gibi bekliyor hem de utanç teninden yaydığı ısıyı artırıyordu.

 

"Kucağıma gel Nazlı. Bacaklarını iki yana açarak yerleş."

 

Nazlı yine sadece başını salladı. Dudaklarını ısırmaktan sızlatmıştı. Gözleri yine etrafta dolaştı. Dediği gibi camlar filmliydi, içerde de ışık yoktu ama şu an yapmaya heveslendikleri şey de hiç normal değildi ki.

 

Elini Halilin yaslandığı koltukla destekleyip bir bacağını kocasının üzerinden attı. Kucağına oturduğunda Halilin tıslar gibi ses çıkarmasıyla acıttığını düşünüp kalktı ve daha yavaş oturdu.

 

"Nazlı! Bir saniye kıpırdama güzelim."

 

Nazlı ne olduğunu Halilin kendini biraz geriye çekmesiyle anladı. Tam kasıklarının üzerine oturmuştu ve arada sıkışan sertlik acı çekmişti demekki.

 

"Acıttım mı?"

 

Halil uzanıp çenesine dişlerini sürttü.

 

"Acıttıysan ne olacak? Öpüp iyileştirecek misin?"

 

Halilin çenesinden boynuna doğru dişlerini sürtmesiyle Nazlının içinde hızlı bir his kaydı.Kasıklarına aşağı bir ateş topu olarak canlandı o his.

 

"Bilmem, biraz yalvarırsan belki olabilir."

 

"Bayılıyorsun eteğinde dolanmama."

 

Halil bitirdiği cümle sonunda dilini boydan boya boynuna sürtmüş ve ıslak bir yol çizmişti.

 

"Bayılıyorsun eteğimde dolanmaya."

 

Derin V yaka kazağın omzunu gerdirip sol omzunu açığa çıkardığında dudakları orayı arşınladı.

 

"Hemde nasıl Nazlı. Ölüyorum eteğine, eteğinin içindeki hazinene."

 

Nazlının omuzlarına tutunan elleri göğsünü okşamaya sonra ise gömleğinin düğmelerini aralamaya başladı. Karanlıkta gördüğü kısıtlı şeylerden biri parlayan yeşil gözleriydi. Arzuyla alevlenmiş güzel yeşil gözleri.

 

"Hadi itiraf et. Arabada sevişme fantezin vardı ve şu an bulduğun fırsatı değerlendiriyorsun."

 

Halil tek omzunu düşürdüğü elbiseden elini içeri sokarak sütyenin örttüğü göğsünü kavradı. Sütyenininden taşan dolgunluğu dışarı çıkardığında öpücükleri göğsünün yuvarlaklığında gezmeye başladı.

 

"Asla inkar etmem. Seni arabada, kucağımda inip kalkarken hayal etmek bile çok güzel Nazlı. Gerçeğini yaşamak bambaşka bir zevk."

 

"Benim üzerime sürekli rüya gördüğünü söylemeyeceksin değil mi bana?"

 

Halil kafasını geri çekip göğsünü rahat bıraktı. Ona bir karış üstten bakan kıza yüzündeki tehlikeli gülümsemeyle karşılık verdi.

 

"Nazlı düşüncelerinde nasılım bilmiyorum ama dilimi ağzına soktuğum andan sonra hiç bir hayalimde giyinik değildin. Gözlerimi her kapattığımda zihnime dolan hiç bir şey masum sayılmazdı."

 

"Pislik!"

 

Nazlının ağzına hafifçe vuran elinin içine de boynuna yaptığı gibi dilini sürttü.

 

Elleri iki yana kayıp dizlerinin yanında kıpırdanan bacaklara doğru ilerledi. Eteğin altına giren elleri ürperen tende okşayarak ilerledi. Kalçalarına gelene kadar Nazlının tenine bir esinti gibi sürtündü parmakları. Çamaşırının dikişlerini hissettiğinde hızla nefes alan kızın dudaklarına hırsla yapıştı. Nazlının saçlarına tutunan elleri ve öpücüğüne karşılık veren dudakları sayesinde öpüşme sesi yükselmişti.

 

Halilin eli kalçasını sıktıktan sonra çamaşırdan içeri sızdığında ağzına güçlü bir inleyiş doldu. Nazlıyı elinin altında ve ıslak bir halde kavradığında o inleyişin çok daha güçlüsü kendi gırtlağından kopup karısının ağzına dağıldı.

 

Parmakları ıslak kadınlığında kaydıkça kıvrılan vücudunun isteği kendi için de eziyet verici olmaya başlamıştı.

 

Nazlının dudağına ısırık bırakarak biraz geriye çekildi.

 

"Kaldır kendini Nazlı, kemeri çıkarmam gerek."

 

Nazlı omuzlarından tutunup dizlerine güç verdi ve bedenini kaldırdı. Halilin ikisinin arasına giren elleri aceleyle kemeri çözmüş, fermuarı açmıştı bile. Acı ve zevk arası bir hisle sızlayan erkekliğini kurtardığında derin bir nefes aldı.

 

"Gel buraya yavrum..."

 

Tek eli elbisenin altına girmiş, çamaşırını kenara kaydırmıştı bile. Sızlayan penisini ıslak vadiye sürttüğünde başı geriye doğru düştü.

 

"Onu içine alacak şekilde otur Nazlı. Off hadi sevgilim."

 

Nazlı kısıtlı alanda biraz zorlanarak Halilin istediğini yapmaya çalıştı. Beceremediği anda ikisinin arasına kendi eli girmişti. Halilin erkekliğini kavradığında bir hırıltı doldurdu içeriyi.

 

"Yavaşşş! Nazlı canıma okudun yavaş lütfen. "

 

"Şey pardon, çok mu sıktım?"

 

"İçine girmeden boşalmamı istemiyorsan öyle okşayıp durma Nazlı."

 

Nazlı görecekmiş gibi aşağıya baktı sonra başını yine kaldırıp Halile kirpiklerini kırpıştırdı. Acıttığını düşündüğünde istemsiz okşamaya başlamıştı.

Hinlikle parlayan gözleri kısıldı.

 

"Okşamam için yalvarıyordunuz kobra bey. Dokun ona Nazlı, parmaklarını dola Nazlı. Ağzına al Nazlı... O çok övündüğün hafızan nereye kayboldu Halil?"

 

Halilin dudaklarına sürtüne sürtüne konuşurken bir hipnoz çağrışımı yaptığını biliyor muydu acaba? Bu şekilde bir aklı ambele edebilir, kendi hakimiyetini kurabilirdi boncuk.

 

"Şimdi de... Onu içine alman için yalvarabilirim güzelim. Hadi! Hadi artık dayanamıyorum."

 

Nazlının kıvrılan dudağına dişlerini geçirdi. Kıstırdığı alt dudağını ısırdığın da duyduğu acılı inilti için özür mahiyetinde dilini dolaştırdı.

 

Nazlı bedenini kaldırıp, elinin yönlendirmesiyle santim santim içine kabul ettiği kocasıyla dudağındaki dudaklardan uzaklaştı. Başı geriye doğru düşmüştü ve içinde hissettiği acının silik izlerinin kaybolmasını bekledi.

 

"Hareket etmen gerek... Ah lütfen... Lütfen sevgilim kalkıp otur, ben canını yakabilirim!"

 

Halilin fısıltısının arasında bilinçsizce kalçalarını kendine itmesine yine gülümsedi. Kendini çok az kaldırıp geri bıraktı. Ve bunu bir kaç kere daha tekrarladı. Alışan bedeninin verdiği özgüvenle başını kaldırıp Halille gözlerini birleştirdi.

 

Tırnaklarını omuzlarına geçirip hareketlerini daha seri bir hâle getirmeye çalıştı. Halil de yardımcı olmak için kalçalarından kavrayarak Nazlıyı destekledi.

 

Tenin tene çarpma seslerinin yanında, sık nefes sesleri de kulaklarını uğuldatıyordu.

 

"Senin asla böyle biri olduğunu düşünmezdim..."

 

Nazlının arada yükselen sesiyle tamamladığı cümlesini hızlı bir öpücükle sonlandırdı.

 

"Böyle... Derken!"

 

Kasılıp gevşeyen duvarlarına erkekliğini çarpıp kasıklarına yayılan zevk dalgasını daha iyi hissetmek için gözlerini anlık kapattı.

 

"Bu kadar... Doyumsuz."

 

Halil kalçasındaki sol elini çekip dağılmış saçlarına doğru çıkardı. Avcuyla kavradığı saçları çekiştirip boynunu geriye yatırdı.

 

"Nazlı! Ben sıradan, basit bir erkeğim ve sana çok aşığım... Basit düşünen aklım kokunu aldığı her an sadece bunu düşler."

 

Nazlının ritmini hızlandırmak için kendi de bir tempo yakalamıştı. Islak bir kuytuda böyle rahat kayıyor olması, Nazlının zevkle ıslanan kadınlığının onu sağar gibi içine çekmesi hareketlerini hoyratlaştırdı.

 

"Önümden yürüyorsan kalçalarını izlerim Nazlı... Yakası müsait bir elbisen varsa tek derdim memelerini görmektir. Ve... Ah biraz daha kas kendini! Ve güzel karım içine girmenin keyfini yaşadım. Şu andan sonra seninle her yalnız kaldığımda tek düşündüğüm kadınlığının duvarlarına çarpmak olacak."

 

Nazlının kasılıp gevşeyen ve titreşimlerle kendini de bir dehlize çeken kadınlığını doldurmaya devam etti Halil. Karısının konuşamayacak halini görebiliyordu. Nazlının saçlarına doladığı elini sola doğru yönlendirdi. Ortaya serilen boynuna dilini sürerek emmeye başladı.

 

Nazlının zevke kapılan ve yorulan bedeni güç arar gibi ardındaki direksiyondan destek almaya başlamıştı.

 

"Peçete! Nazlı kahretsin offf dur peçete almam lazım. "

 

Sağ eliyle bedenini esneterek torpidoya uzandı ve içinden yarısını ortalığa saçtığı bir peçete yığını aldı.

 

Bunu yaparken yavaşlayan gel gitlerini tekrar güçlendirdi.

 

"Halil! Halil lütfen... Ah orası... Lütfen devam et!"

 

Çığlıkla karışık inleyişlerin sonunda Nazlının bedenini saran titreyiş kendine de sıçradı. Nazlının orgazmı tamamlanana kadar dişlerini sıkmak, kendini tutmak bir işkenceden farksızdı. Sonunda Nazlının omzuna düşen başıyla kendini geriye çekti ve hızla aralarına soktu. Birbirlerine göstermedikleri nezaketden dolayı elbise Nazlının beline kadar toplanmıştı. Halilin rahatlayan bedeninin kalıntıları aralarından çekildi. Tükenmiş bir halde kendini, geriye yatırdığı koltuğa bıraktı. Nazlı da bunu beklermiş gibi üzerine serildi. Solukları düzene girene kadar öylece kaldılar.

 

Nazlı burnunu sürttüğü göğsüne iki ıslak öpücük bıraktı.

 

"Boncuğum, özür dilerim."

 

Nazlı anlayamadı özrün nedenini. Dudaklarını sürterek boynuna doğru çıkardığında "neden" diye fısıldadı.

 

"Yetişemedim... Elbisen kirlendi."

 

Nazlının kırkırdayarak boynuna bıraktığı öpücükleri mest olarak kabul etti Halil.

 

"Benim için kirlenmek sorun değil ama sen bunu düşündükçe deliriyor olabilirsin huylu Halil."

 

Başını geriye kaldırıp şımarık bir gülüş attı ve göz kırptı.

 

" Yani canın ne zaman isterse elbisemi kirletebilirsin yakışıklı. "

 

Halilin kıvrılmış dudağının kenarına ses getiren bir öpücük daha bıraktı. Halil de yüzünden uzaklaşmadan burnunun ucunu dişleriyle kıstırıp sağa sola sallandırdı.

 

"Serseri! İnsan korktuğuyla sınanırmış derler, doğruymuş. Pasaklı bir boncuğun kirli elleri delirtirdi beni şimdi o eller için ölüyorum. Ah Nazlı ben nasıl uzak kalacağım senden?"

 

Bu gerçeği bilip hiç dillendirmiyorlardı. Ama bir anda Halilin büyük bir hüsranla söylenişini yok sayamadı Nazlı. Yanağına da bir öpücük bıraktı.

 

"Neler yaptın bana sen, oh olsun işte. Böyle tükürdüğünü yalatır kader insana. Salyanı sürme dediğin kızın ağzını ısırıyorsun!"

 

Halil göğsünü titreten bir kahkaha daha attı.

 

"Benim temizlik takıntım sana kadarmış işte boncuk. Sadece tükürdüğümü değil bacaklarının arasını da yalarken öğrendim."

 

Nazlı ayarsız ağzına dehşetle baktı. Sonra bile isteye onu utandırmak isteyen gözlerine çevirdi iri iri açılmış boncuklarını. Sonra da hep yaptığı gibi acıtmayacak miktarda tokatlar inmeye başladı omuzlarına.

 

"Allah seni bildiği gibi yapsın utanmaz pislik! Dediği lafa bak! Ay yüzün kızarsın gülüyorsun birde. Ama vallahi oh olsun sana. Canıma değsin. Ağladığım zaman etrafımdan dolaşarak sıvışıyordun. Yok sümüğün değer, yok salyan bulaşır diye deli ediyordun beni. Şimdi böyle yalvartırlar adamı. Oh olsun, vallahi oh olsun!"

 

Nazlının kınayarak kurduğu her cümleye iç çekerek baktı Halil.

 

"Ansızın bir gece vakti koynuna sığınsam alırmısın beni Nazlı?"

 

Hasretin adı konulduğu andan itibaren yanındayken bile özlem duyuyordu insan. Nazlı ağzına almasa da Halilin ara ara onu hasretle izleyişi içine kıymık gibi batıyordu.

 

"Sen yeter ki gel, ben hep beklerim seni."

 

Nazlı cevabını duymaktan çok korksa da geriye çekildi.

 

"Çok mu uzun sürer Halil? Hemen bitmez mi?"

 

Halil dağılan saçlarını eliyle toparladı. Yüzüne yapışanları tutamların içine kattı.

 

"Yakın zamanda beni medya da göreceksin boncuk. Başka bir kimlikle, bunu söylüyorum ki gördüğünde şaşırma. Senden son kez sabır istiyorum. Benden istenileni yapıp geleceğim. Beraber kendimize bir ev inşaa edeceğiz."

 

Nazlının kafası karıştı. Neden medyada göreceğini de zerre anlamadı.

 

"Ne işin olur ki medyada?"

 

Bu bir sorudan ziyade kendine yöneltilmiş düşünceydi. Halilde bunu anladı.

 

"Bunları söyleyemem ama sûkünetin ve sabrına çok ihtiyacım olacak. Sana bu kadar yaklaşmışken uzak kalmak ölüm gibi olacak Nazlı."

 

Nazlı, Halilin çaresiz çıkan sesine dayanamadı. Hem sabır konusunda kimse onu yetersiz göremezdi. On altı yaşından beri sabırla bir duanın gerçekleşmesini bekliyordu Nazlı. Hiç gerçekleşmeyeceğine eminken yine de her yağmur yağdığında, sabah ezanını duyduğu zamanlarda, dinen özel günlerde ya da içinden dua etmek geldiği anlarda hep onun adını fısıldıyordu. Şimdi ümitsiz duası kabul olmuşken nankörlük edemezdi.

 

"Göz açıp kapayana kadar geçecek. Ben okulumu bitireceğim, sen görevini tamamlayıp eve döneceksin. Evine... Bana geri geleceksin."

 

Son kelimesi Halilin dudaklarına doğru yayıldı. Biraz evvelki şehvetin verdiği hisle yön bulan bir öpücük değildi bu. Tamamen aşkını ılık ılık içine akıtan, şefkatle kutsanmış bir itaatti...

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Sonunda yurda ulaşan arabada bir süre birbirlerine sarıldılar. Çok sevdiklerini defalarca tekrarladılar. Nazlı ağlayıp, Halili üzmemek için daha fazla beklemeden indi arabadan. Biri gözlerinizin içerisine öyle derin baktığında ortada hiç bir şey yokken bile ağlayabilirdiniz.

 

Halilin yanından ayrılana kadar yüzünde zorla tuttuğu gülümseme yurt kapısından içeri girdiği anda kırıldı. Derin derin nefesler aldı.

"Bir kaç gün sadece... Gelecek" diye mırıldanarak odasına doğru ilerledi. Nazenin yurttaydı ama henüz Meyra gelmemişti. Kapıyı araladığında Nazenini yatağında telefonuna bakıp kıkırdarken yakaladı.

 

"Ooo Nazenin hanımlar da düşmüş mesajlaşma batağına."

 

Odaya yayılan sesiyle Nazenin sıçramış ve korkuyla elini göğsüne yaslamıştı.

 

"Allah seni ne yapmasın Nazlı! Ay ödüm koptu ama kuşum."

 

Nazlı kahkaha atıp içeri girdi. Bej renkli elbisesinin önünde oldukça fena duran bir leke olmasa Nazeninle çok uğraşırdı.

 

"Ay nerdeydiniz Nazlı? Konuşamadık hiç."

 

"Hemen gelip anlatacağım balım ama hemen bir duşa girmem lazım, çok üşüdüm de."

 

Nazenin hem konuşan hem banyoya doğru ilerleyen kıza anlam veremedi.

Kapanan kapıya boş boş baktı.

 

"Aşkolsun Nazlı, önce bi öpseydin!"

 

Nazlının içerden "çıktığımda yerim bile" bağırtısına gülümseyerek başını salladı. Sonra telefonun mesaj sesini duyar duymaz yatağına geri uzandı. Asafa çocukken kolunu kırma hikayesini anlatıyordu, yarım kalmıştı.

 

Nazlı duş alıp çıktığında yanına kıyafet almadığı için bornozuyla odaya girmek zorunda kalmıştı. Dolabına doğru yürürken odanın kapısı oldukça şiddetle açıldı ve aynı şiddetle kapandı.

 

"Ağzına sıçtımın dört gözü!"

 

Nazenin de yattığı yerden ikinci kez fırladı. İki kızın ona şaşkın şaşkın bakmalarına zerre aldırmadı Meyra. Elindeki valizi atar gibi bırakıp yatağına oturdu ve botlarını çıkarmaya başladı.

 

"Senin cinsini cibilliyetini sikeyim ben andaval!"

 

Botun biri ortaya diğeri kapıya fırlatılmıştı. Sonra üzerindeki montu hışımla çıkarmış ve sanki tüm suç ondaymış gibi yere çarpmış, hızını alamamış yerden alıp bir daha çarpmıştı. Suratı yaz domatesi kadar kırmızıydı.

 

Nazlı ve Nazenin birbirine korkuyla baktılar. Neler olmuştu da bu deli yine zıvanadan çıkmıştı?

 

"Meyra..."

 

Nazlının mırıltıyla çıkan sesine Meyra kafasını kaldırıp baktı. Nazeninin "Bismillah" nidasını umursamadı bile.

 

"Sen o amına kodumun veri akıllısını niye bana musallat ettin lan?"

 

Nazlı ne olduğunu bilmiyordu ama Yiğit yine bir şey yapıp delirtmişti anlaşılan. İşin kötü tarafı şu an paralanacak bir Yiğit olmadığı için Meyra harcamak için onu seçmişti.

Üzerindeki bornoza daha sıkı sarındı Nazlı.

 

"Sarı papatyam biraz sakinleşsen mi?"

 

"Deme! Sakın bana papatya falan deme Nazlı, papatya tarlası sokarım bir tarafına!"

 

Nazeninin de kıyın kıyın kendine sokulmasına Nazlı daha sonra gülecekti.

 

"Tamam canımın içi. Demem ben sana papatya. Ama az sakinleşsen mi? Yani ne olduğunu söylersen belki yardımımız dokunur."

 

"O zaman bana yardım edeceksin!"

 

"Tabiki edeceğim balım, ne yapmam gerektiğini söyle."

 

"Sen Yiğit kazmasını oyala yeter. Ben onu baldıran otuyla zehirleyene kadar dikkatini dağıtsan başka bir şey istemem."

 

Nazenin de hırslı hırslı konuşan kızdan gözünü ayırıp hiç sorulmaması gereken bir soruyu sordu.

 

"Nazlı baldıran otu Sokretesin idamında kullanılan zehir değil miydi?"

 

Nazlı gülse mi ağlasa mı bilemedi. Saçını kurulamak için sardığı havlu kayıp açılınca başını iki yana salladı.

 

"İkinizde geçip oturun şuraya. Üzerimi giyinene kadar da küfür edip durma sende. Vallahi annemin dediği gibi ağzından çıban çıkacak sonunda!"

 

Sonra geçip kıyafetlerini aldı ve banyoya girip üzerini değişti. Çıktığında Meyra da dağıttığı ortalığı düzeltiyor, botlarının yaptığı izleri siliyordu.

 

"Sinirin geçti mi Meyra hanım? Derdini küfürsüz ifade edebilecek çizgiye ulaştın mı?"

 

Meyra ters ters elindeki ıslak mendili götürüp çöpe attı.

 

"Senin o boyu uzun aklı kısa akraban olduğu sürece ben daha çok sizin evveliyetınıza söverim!"

 

Nazeninin temkinli halde Meyrayı takip etmesine ve sık sık kapıyı gözlemesine iç çekti Nazlı. Ödü kopuyordu kavga ve bağrışlı ortamlarda kalmaktan. Yada bu ortamlarda Meyranın bulunması onu daha çok ürkütebiliyordu. Çünkü sonunda mutlaka biri sessiz olun diye gelecek ve yeni bir kavganın fitili ateşlenecekti. Zaten Allahından arayan Meyraya da fırsat doğacaktı.

 

"Annenle tanışma faslı kötü mü geçti balım?"

 

Nazlının uzlaşmacı sesiyle Meyra da istediği gibi bağırarak karşılık veremedi. Biri karşınızda sakin sakin suyunuza giderken insan iştahla bağıramıyordu ki.

 

"O davar hem beni dinlemeyip annemin karşısına çıktı hemde kadını kendine hayran bıraktı! Onun için ayrı geberteceğim zaten. "

 

İki kızında kafası karıştı. Onlar zaten tanışmak için İzmir'e gitmemiş miydi?

 

"Meyra... Bize doğru düzgün anlatsana sen şu işi."

 

Meyra geçip yatağına oturunca kızlar da iki yanına hemen yerleştiler.

 

"Küsmeyeceğinize yemin edin!"

 

"Nazlı bak yine bir şey yapmış bu, elimizi kolumuzu bağlamak için önden yerini yapıyor."

 

Nazlı da Nazenine hak verdi. Kesin çok kızacakları bir şey yapmıştı, onun öncesinde dini yollarla bağlayıcı olmaya çalışıyordu.

 

"Yemin etmezseniz anlatmam."

 

"Of tamam söyle Meyra, yine ne bok yedin?"

 

"İzmire annemle tanışmaları için gitmedik."

 

İyice kafaları karıştı ikisinin de. Boş boş bakışlarına Meyra dudaklarını büzüp, omuzlarını silkerek bir tepki verdi.

 

"Annemin boşanma davası için gittik. Yani ben gidecektim, bundan haberi olan o davar da götürmek için gönüllü oldu."

 

Mırıl mırıl kurulan cümleyi Nazlı içinden tekrar etti. Süreyya ablası!

 

"Nasıl boşanma davası? Meyra sen bir şey demedin bize? Ne ara oldu bu?"

 

"Ya Nazlı denilecek ortam mı oldu? Hem anlaşmalı olduğu için bir anda oldu bitti işte. Neyini söyleyim, sizin derdiniz başınızdan aşkındı zaten."

 

Nazlı yüzünü asıp Meyranın elini tutan elini çekti. Aynısını Nazenin de yapınca bu işten çirkeflikle sıyrılamayacağını anlayan kız omuzlarını düşürdü.

 

"Yemin ettiniz küsemezsiniz. Günah! Taş olursunuz."

 

"Aşkolasun Meyra, neden söylemedin bize? Bizde gelirdik seninle, kim bilir Süreyya abla ne kadar üzgündür? Yanında olurduk."

 

Nazeninin de küskün çıkan sesiyle çocuk gibi mahçupca baktı.

 

"Küsmeyin lan! Valla bir anda oldu bitti işte. Hem Adanada başımıza gelenden sonra ne deyim ben? Zaten merak etmeyin Yiğit davarına küfür ediyorum falan ama sağolsun annemin üzülmesine fırsat bırakmadı. Kadının aklını çorba ettiği için Levent Beyi düşünmek en son şey bile değildi."

 

Meyra gözünün altından Nazlıyı takip ediyordu. Gerçekten küsüp küsmediğini anlamaya çalışıyordu.

 

"Kızım küsmeyin ya! Valla bak. İyiyiz biz, bir şey olmadı. Yarım saatte boşandı bitti. Kurtulduk sırtımızdaki kamburdan."

 

Nazlı suratında zerre mimik olmadan baktı arkadaşına.

 

"Sorun bu değil Meyra? Sorun senin ketum bir köpek olman! Bize arkadaşız, kardeşiz deyip tek başına işler karıştırman. Sende bende çok iyi biliyoruz ki Süreyya abla illa üzülecek. Haberimiz olsa beraber boşanma gününü atlatır sonra da onu orda bırakmazdık. Hepimiz bir şekilde ikna eder Adanaya götürürdük. En azından ortalık durulup o adam yada dayınlar rahat bırakana kadar tatil yapmış olurdu. Öğren artık! Birinden destek istemek seni öldürmez. Kız kardeşim dediğin birilerinden istemek hiç öldürmez."

 

Meyra annesinden azar işiten bir çocuk gibi parmaklarını bir birine dolamış öylece ayaklarına bakıyordu. Zaten kızacaklarını biliyordu.

 

"Sen zaten şey olmuştun diye..."

 

"Ben hiç bir şey olmadım Meyra! Bir adam çıktı ileri geri konuştu, azıcıkta derim çizildi diye ölmedim! Siz yanımdayken niye altından kalkamayım? Sana bunu biz yapsak canımıza okursun! Dostun dediğin kimseden hayatın için böyle önemli olan şeyleri saklamamalısın Meyra. Senin bizi geride bırakmaya, sana destek olma isteğimizi elimizden almaya hakkın yok! Eğer var diyorsan o zaman da siz benim kız kardeşimsiniz demeye hakkın yok!"

 

"Özür dilerim..."

 

Mırıl mırıl bir kedi gibi çıkmıştı sesi. Nazlı haklıydı esasında. Bunu ona yapsalar delirir, burunlarından getirirdi. Birini kan bağı olmadan, can bağıyla kardeş olarak ilan edebiliyorsanız bir kardeşin sahip olduğu haklardan mahrum edemezdiniz.

 

"Ama Yiğit vallahi gündeme bomba gibi düştüğünden öyle şey olmadı. Yani dramatik bir şey olmadı. Vallahi bakın. Zaten o adam da jübilesini yapıp gittiğinden annem üzülmedi, sinirlendi sadece. Onu da yine bu dana dağıttığı için oraya yoğunlaşamadık."

 

Meyra hâlâ tepki alamadıkça siftinerek ilk Nazenine sokuldu.

 

"Nazenin kuşu, kız merak etmiyor musun bu köpek şak diye anneme erkek arkadaşıyım demesini? Hı! Böyle adliyenin önüne kurulmuş. Görsen şok olurdun."

 

Nazenin yan gözle baktı. Hemen mi erkek arkadaşıyım demişti yani?

 

"Nazlı boncuk. Ya bi bak boncuk gözlerine çatal sapladığım. Siz bu çocuk sarılık olmuş ondan böyle diyorsunuz ama bu menenjit olmuş sanki. Dayıma da Süreyya anneme bağıramazsınız dedi biliyor musun?"

 

Sırf merak duygularını kırbaçlamak için İzmir macerasından kısa kısa alıntılar söyleyip arayı yumuşatmanın derdindeydi. Zaten asla da yanılmıyordu. Her zaman merakları, öfkelerinden ağır basıyordu.

 

"Nazlı ne olduğunu öğrenip öyle küssek."

 

Nazeninin yan yan yüzüne bakarak mırıldanmasıyla tüm dişlerini göstererek gülümsedi.

 

"Adi köpek! Sürekli başına kakacağım bunu, ayrıca her şeyimi saklayacağım artık senden! Şimdi anlat neler oldu, bir tanesini atlatsan ben senin cibilliyetine kayarım."

 

Meyra hemen geriye çıkıp bacaklarını altına aldı ve yakaladığı merak ateşi sönmeden ne olduysa anlattmaya başladı.

 

Nazlının tezehüratları, Nazeninin alkış ve kahkahalarıyla Yiğit ne yaptıysa dinlediler.

 

"Ama dayımlarla tanıştırırken tipini görmeliydiniz. Erkek arkadaşım dedim diye salak salak sırıtıyor birde."

 

Nazenin omzuyla vurdu Meyraya.

 

"Sus sus rol yapma bize. Senin de hoşuna gitmiş de çaktırmıyorsun."

 

Meyra üçüncü kez meşgule attığı telefonu kenara koyup omuzlarını silkti.

 

"Şeytan tüyü var o pislikte. Annem resmen fahri evladı ilan etti. Hem kadına da o kadar erkek arkadaşıyım diye tanıttı kendini, ne deseydim?"

 

"Helal olsun benim kardeşime. Gıcık falan ama çok sağlam ilerlemiş. Süreyya ablayı tavladıktan sonra sen zaten bir şey diyemezsin."

 

"Niye diyemiyormuşum acaba boklu boncuk? O dümbelek zaten sinirlerimi tepeme çıkardı, alamadığım hırsımı senden mi çıkarayım?"

 

Nazlı tam Yiğiti savunmaya geçiyordu ki Meyranın odaya sinir küpü bir halde girdiğini anımsadı.

 

"Sahi sen neden öyle kudurmuş bir tavırla daldın odaya? Ne güzel geçmiş aslında iki gün?"

 

"Dayımları ve boşanma sonrası yarım saati saymazsak gerçekten iyi geçti. Ama bu ayarsız gerzek annemle akşam yemeği yediğimiz zaman oturup olmayan düğün planlarımızı anneme sıralayınca benim tepemin tası attı Nazlı. Geri zekalı sade bir düğün istiyormuş aslında ama ben o kadar çok kır düğünü diye tutturmuşum ki Yiğit kabul etmiş. Ve asıl komik olan annem inanıyor bu yalancı ibneye! Kadın ağzından ne çıksa inanıyor ya. Alo diyorum kızın benim, sence ben böyle bir şey dermiyim? Yüzüme bakıp sana kalsa erkek arkadaşın da olmazdı, demekki insanların fikirleri değişebiliyormuş deyip geri utanmaz akrabana döndü. "

 

Kızların kahkahasıyla seri konuşmasını durdurdu. Nefes nefese kalmıştı.

 

"Bana bakın geri zekalılar, beni dinden imandan çıkarmayın. Zaten boyum kısa diye sinirim anında burnuma kadar çıkıyor beni daha da delirtmeyin. Ya kadına beş çocuk hayalim olduğunu söyledi o geri zekalı ya. Resmen annem saniyeler içinde gözleriyle patik yelek ördü ya. Ben böyle bir şey görmedim. Yalan bu adamın diline değil götüne yuva yapmış."

 

Onun feveranla söylediği her şeye kardeş dediği kalleşler kahkahayla cevap veriyordu.

 

"Siz de az kalleş değilsiniz yemeyelim hakkınızı! Lan ne gülüyorsunuz? Resmen zerre söz sahibi olmadan gelin oldum gidiyorum diyorum size. Annem üzülecek diye ağzımı da açamıyorum, Allahım kadının suratındaki o gülümsemeyi hayatım boyunca görmedim ben. Tüm hayatı boyunca bu anı beklemiş resmen ya. Ya durup durup fısıldadığını sandığı her an bana anne dedi deyip gülüyor. Kadın sen beni çıldırtmak mı istiyorsun! Bir yaşımdan beri anne diyorum öyle sevinmedin sen ya."

 

Meyra ne kadar dert yansa bile Nazlı ve Nazenin bir sitcom izlermişcesine gülerek tepki verdiler. Nazlı gözünden sızan yaşı parmağıyla silip ağrıyan karnını tuttu.

 

"Ay helal olsun, vallahi annemin yeğeni olduğu nasıl belli. Canım Yiğitim baktı senden iş yok, kendi üstlendi demek ki bu mevzuyu."

 

"Ya hayır anlamıyorum bu dana bana ne zaman aşık oldu acaba. Her gördüğünde ağzıma sıçıyordu ya! Etmedik laf bırakmıyordu."

 

"Ama sen de çocuk ne derse desin duymazdan gelip, hiç yüz vermiyordun Meyra. Deliriyordu resmen karşılık alamadıkça."

 

"Kızım ben senden ötürü karşılık vermiyordum. azıcık sussun diye bir iki bir şey diyordum. Ya Gururla geldikleri zamanı unutuyor musun? Hediye diye bana yirmi santim apartman topuk ayakkabı almış. Lan onu Necla Nazır seksenlerde giyiyordu puşt!"

 

"Ama ne güzel kavga ettiniz o zaman. bak bence orda vuruldu sana. Yok yok kesin orda çok aşık oldu. Böyle senden otuz beş santim uzun adama gebertirim seni diye diklenmiştin de sırıtarak izlemişti seni ,kesin orda oldu ne olduysa. "

 

Meyra tam dalıp o anları hatırlayacakken ne saçmaladığını fark edip silkelendi.

 

"Allahın cezaları! Televizyonda ne duyuyorsak boşuna değil. Sizin memlekette var bir şey. Havası mı suyu mu hepiniz kafadan kontaksınız. Anan, sen Yiğit ay Gururu söylemiyorum bile. Lan el kadar Zümrüt bile istediği olmayınca milleti canından bezdiriyor. Zavallı Asil abi nasıl dayanıyor lan sizin içinizde? Çoktan o adamın ruh ve sinir hastalıklarında tam pansiyon rezervasyonu olmalıydı."

 

Nazlı hiç ona laf sayılmıyormuş gibi omzunu silkti.

 

"Sen babamdan önce kendine yan şekerim. Sende bu ailenin daimi elemanı olma yolunda ilerliyorsun. Nazenin kuşunu zaten kaptık. Sen gelinlik bakar mısın yoksa annem, Süreyya abla ve Yiğit o işi halletsin mi?"

 

Meyra böğürür gibi bir ses çıkardı. Kendini de yatağa bıraktı.

 

"Düğün diyor ya! Allahım iyice sapıtayım diye düğün diyor. Lan bir duyan olur tükürüklerle boğar öldürürler beni. Millete neler dedim ben ne düğünü? Aşkımdan ölsem evlenemem boklu boncuk, bitirirler beni diyorum sana."

 

"Onu milletle dalga geçip, ayrılacakları tarih üzerinden bahis çevirmeden önce düşünecektin saftirik Meyra. Kendime görümce topuzu yaptıracağım senin düğününde. Elbisemi de özellikle beyaz seçeceğim, gör sen."

 

Meyra inler gibi Nazenin diye mırıldandı.

 

"Şuna bir şey de Allah aşkına nazo. Beni delirtmeye çalışıyor bir şey de."

 

Nazenin de kınayan bakışlarını Nazlıya dikti. Ayıplar gibi de cık-cık sesler çıkardı.

 

"Aşkolsun Nazlı, çok büyük bir terbiyesizlik bu. İnsan düğününde sadece kendi parlasın ister. Rol çalmak çok büyük kabalık. Ne o öyle beyaz giymek falan. Olabildiğine sade olmalıyız kuşum biz. O günün yıldızı Meyra, insanlar sadece onun güzelliğini konuşmalı."

 

Meyra yattığı yerden başını kaldırarak konuşan kıza baktı. Ama baya baya dikkatle izliyordu. Nazlıya yüzünü döndüğünde o da Nazenine kilitlenmişti. şaka mı yapıyor acaba dediği anda hiç de şaka yapmadığını fark etti.

 

"Bu kız bu yaşa nasıl gelmiş lan? Yemin ediyorum ilahi bir koruma hep bunlar. Ünzilenin namazları olmasa karşıdan karşıya geçemez bu vaa6lla bak!"

 

Nazenin onu savunduğu halde laf sokan arkadaşına da teessüf eder gibi bakıp kalktı ve yatağına doğru yürüdü.

 

"İnsan yaptığı iyiliğin nankörlüğünü taşımaya görsün Meyra. Bak böyle olur, ben seni savunayım sen bana saf de."

 

Nazlıyla yine göz göze geldiler ve kahkaha attılar.

 

"Ulan Asaf, cami mi yaptırdın şerefsiz? Bu neyin karşılığı lan?"

 

Nazlıda Meyra gibi yatağa serildiğinde şu ana kadar gözlerinden kaçan bir detay mavi gözkerin radarına takıldı. Yan dönmüş Nazenine gülen kızın göğüs oluğunda kıpkırmızı bir iz vardı.

 

"Oha! O ne lan? Nazlı yılan emcüklemiş lan seni."

 

Nazlı ne dediğini anlamadığı için tişörtünün önüne doğru baktı. Uzandığı için açılan göğüs kısmındaki kızarığı fark edince yüzü kıpkırmızı olmuştu. Hemen yattığı yerden kalkıp kendi yatağına doğru fırladı.

 

"Kız! Nazlı gel buraya, ne yaptınız siz kız?"

 

"Üzgünüm Meyra, özel hayatımı saklama kararı aldım yarım saat önce."

 

"Lan sakla tamam, hobi olarak yine sakla ama ne yaptınız önce bi onu söyle."

 

Nazlı yatağının örtüsünü kaldırırken ona bakan iki kıza küçümser bakışlar attı.

 

"Kusura bakmayın ama balayımı size anlatacak değilim."

 

Nazenin "balayı" kelimesiyle dudağını ısırıp Meyraya baktı. Dudakları da "balayı dedi" diye kıpırdadı.

Meyra da hızlı hızlı başını salladı.

 

"Nazlı yaaaa...."

 

Nazlı merakla kıvranan kızlara kahkaha atıp yatağına girdi. Hiç ardında miyavlayan ikiliye bakmadı. Tabiki de balayını kimseye anlatmayacaktı. Belki biraz fazla yalvarırlarsa üç beş detay verebilirdi.

 

O günden sonraki üç günlerinde okul ve yurt arasında mekik dokudular. Halil Asaf için Bursada kalacak demişti ama ertesi gün sabahın çok erken bir saati Nazenini arayarak İstanbula gitmesi gerektiğini söylemişti.

 

Birbirlerine bakıp, kabullenmişlikle omuz silktiler.

 

Bu arada Meyra hâlâ Yiğitin aramalarını açmıyordu. Meyra beni sakinleştirsin diye beklerken WhatsAppına düşen gelinlik, düğün, damatlık resimlerine bebek resimleri de eklenmişti. Sanki delirsin diye uğraş veriyordu. İşin en ilginç yanı engellediğinde engeli hemen geri düşüyordu. Bunun teknik olarak nasıl mümkün olacağını anlayamadı. Sonra da piyasada rastlamaları mümkün olmayan cihazları bagajda istifledikleri aklına düştü. İnsan kaçıp saklanmak istese onu da yapamazdı.

 

Akşam yorgun argın bir halde yurda girdiğinde odaya kendini sürükleyerek attı. Bu gün tüm dersleri blok işlemişlerdi ve beyni kulaklarından akıyordu. Alttan veremediği ve zorunlu ders katılımı gerektiren mekanik titreşimler hâlâ verilemeyecek gibi duruyordu. Kendini yatağına attı. Nazlı ve Nazeninin gelmiş olması gerekiyordu ama oda boştu.

 

Gözü telefonuna takıldı. Bu gün hiç aramamıştı. İşi mi vardı acaba?

 

"Aramazsan arama be! Sana mı kaldım ben Allahın cam gözü!"

 

Sonra üzerini değiştirip kızları aramak için odadan çıktı. Ortak kullanım alanlarından birinde olduklarına emindi. Dışarı çıkacak olsalar mutlaka guruba yazıyorlardı.

 

Orta kattaki televizyon alanından gelen kahkahalara doğru yürümeye başladı. İçeri girdiğinde Zara yine hikayeler anlatıyor ve milleti güldürüyordu.

 

Nazlıyla göz göze geldiklerinde Nazlı yüzündeki minik tebessümü büyüttü.

 

"Hoşgeldin Meyra, yeni mi girdin içeri?"

 

Meyra ayaklarını sürüyerek ilerledi ve üçlü koltukta Nazlının en dibine girerek başını omzuna yasladı. Her zaman giymekten keyif aldığı erkek sweetlerinden birini geçirmişti üstüne. İçinde küçücük kalsa da kışı bunlarla atlatabiliyordu.

 

"Beni bitirdiler Nazlı. Kulağımdan akan beynimi bir kaba koyda fakire fukaraya dağır. Sevap olur."

 

Nazlı dibine fare girip kıvrılan kızı kolunun altına aldı, bebek sever gibi sevdi.

 

"Ah benim safım, sen niye milletin lafıyla bölüm seçtin ki?"

 

"Adı havalı geldi Nazlı. Nefsime yenildim."

 

Nazlı saçlarını okşarken küçük bir tokat attı kafasına. "Salak" diye mırıldanmayı ihmal etmedi.

 

Meyra Nazlının omzunda uyuklarken kızların sohbet gürültüleri de artmıştı. O gürültüye dışardan duyulan müzik sesi de dahil olmuştu.

 

Sinemin "ohaaaa!!!" Nidası ve cama yapışmasıyla dikkatler o tarafa kaydı. Müzik sesi biraz daha arttı.

 

Mavi kız kara çocuk

Gözleri boncuk boncuk...

 

"Kız bu nee??? Ay resmen geçmişim canlandı gözümde. Endüstri meslek okul önünde sanki şu an."

 

Sinem ve Kübranın hararetle cama bakıp kıkırdamalarına bir kaç kişi daha eklendi.

 

Ben sevdalı biriyken

Sen açmamış tomurcuk...

 

"Ya Allah aşkına şuna bakın. Ben olurum tomurcuğun senin aslanım. Offff hem kro hem yakışıklı, kime çalıyor bu şarkıyı ya?"

 

Sonra şarkı değişti. Nazlı ve Meyra gözgöze geldiler. Nazlı kahkaha attığında Meyra elini alnına vurdu.

 

Bu mevsimde çok güzel olursun

Düşlerimin içinde

Ben kendi sokağımda kayboldum

Mavilerin içinde

Mavilerin içinde

 

 

Nazenin hâlâ anlamamıştı. Ama bir anda ayaklanan iki kıza uyum sağlayarak kalkıp peşlerine takıldı. Meyra cama yapıştığında inler gibi bir ses çıkardı.

 

Bu aptal ne yapıyordu???

 

"Ay mavi değilim ama lens takarım senin için ben ya. Offf aşk neden bu kadar krocasın?"

 

Sinemin hâlâ Kübrayla ağzının suyunu akıtarak cama yapışmalarının hesabını sonra soracaktı.

 

Nazeninin "e bu bizim Yiğit,ne yapıyor ki öyle" söylenmelerine de daha sonra gülecekti.

 

Yiğit manyağı arabasını tam yurdun karşısına durdurmuş, uzun farları yakmış ve bangır bangır Murat Kekilli çalıyordu. Aptal bir de kaportada oturup sırıtarak cama bakıyordu.

 

Salını da salını da düştün içime

Hadi çıkar çıkarabilirsen

Döndüm yedi kere kendi üzerime

Sekizi de dön dönebilirsen...

 

 

"Salına salına sıçacağım ağzına pislik! Mahvettin beni! "

 

Hırsla ağzından dökülenlerin ses kontrolünü yapamadı. Yanında öylece dikilen kızlar başlarını ona çevirmişti bile.

 

"Meyra bu senin ki mi?"

 

"Allah seni ıslah etsin Yiğit!"

 

Meyra kimseye cevap vermeyip koşturan adımlarla çıkışa ilerledi.

Ardından bağıran Kübranın "müzik zevkini sevdim, sen istemezsen benim olsun" lafı için de sonra yoluşacaktı. Bir çok şeyi sonraya bırakma sebebi için daha hızlı adımlar attı.

 

Aşağı indiğinde ses daha da çok artmıştı. Bilerek yapıyordu pislik. Telefonlarını açmadı diye bilerek rezil ediyordu onu.

 

İşte şuramda bir sancı var

Bul bulabilirsen

Bul bulabilirsen

 

Mağripte sen maşrukta ben

Gel gelebilirsen

Gel gelebilirsen

 

Salını da salını da düştün içime

Hadi çıkar çıkarabilirsen

Döndüm yedi kere kendi üzerime

Sekizi de dön dönebilirsen

 

O yurttan çıkana kadar polis gelmezdi inşallah. Şu devirde hangi manyak son ses müzikle kız yurdunun önüne araba park ederdi ki?

 

"Seni mahvedeceğim domuz!"

 

Yolun karşısına geçmek için koştururken bir yandan da söyleniyordu. Yiğite doğru koştururken o da yaslandığı arabadan ayrılmış kendine gevrek gevrek sırıtarak yaklaşmaya başlamıştı.

 

"Seni Allah kahretmesin manyak! Rezil oldum!!!"

 

Tam karşı karşıya geldiklerinde bir anda hiç beklemediği bir şey oldu. Bir el ensesine yapışıp onu kendine çekti. Sonra dudakları ılık dudaklarla örtüldü. İki yanda öylece açık kalan kollarının altından bir kol beline dolanıp onu aykları yerden kesilene kadar kaldırdı. Dudaklarına baskı uygulayan dudaklar, hareketsizliğini bitirip kıpırdanmaya başladığında Meyranın şokla açılmış mavi gözleri kapandı. Beline dolanmış kol olmasa olduğu yere yığılacak gibi bir hissizlik kapladı bedenini. Nereye koyacağını bilemediği kolları hâlâ öyle bir zavallılıkla iki yanda duruyorlardı.

 

Yiğitin sağa eğimlenen başı sayesinde öpücüğü daha da derinleşti. Alt dudağını emen dudakları üst dudağını gönüllemeye başladı. Ensesindeki el onu öyle sıkı kavrıyordu ki zerre hareket edecek yer bırakmıyordu.

 

Bilinçsizce nefes için aralanan dudaklarından içeri sıcak dili kaydığında karnına bir darbe almış gibi öne büküldü. Bunu yaparken can havliyle Yiğitin omuzlarına tutunmuştu. Parmak uçları yere değip değmeme arasında bir yerde salınıyordu.

 

Kulakları uğulduyor, kalp atışlarını sanki kulağında hissediyordu. Ardından çığlık ve ıslık karışımı sesler yankılanıyordu sanki ama şu an dudaklarını istila eden bir güç yüzünden zahir ve batın arasında süzülüyordu. Rüyada olmadığından emindi. Ama gerçek olamayacak kadar da farklı bir histi. Benliğini kaplayan bu tatlı heyecanın çağrısına karşı koyamadı.

 

Dudaklarında gezen dudakları bilinçsizce kendi de sahiplendi. İki dudağının arasında kalan dudağa dilinin ucuyla dokunduğunda bir inilti duydu. Bunun kendine ait olmadığından emindi. Gözleri aralandığında Yiğit bir kaç santim geriye çekildi. O camekanların ardından bile çekik gözlerinin nasıl parladığını görebiliyordu.

 

"Haklıymışım papatya. Anlıkta sıkıntı yok ama uzun uzun tadını hissetmek istediğimde kucağıma tırmanacaksın artık..."

 

Yiğitin mırıl mırıl konuşan dudaklarından gözlerini ayıramadı.

Yiğit onu öpmüştü. Tam anlamıyla ayakları yerden kesilir bir halde canına kast ederek öpmüştü. Meyranın hayatının hiç bir anında yer almayan bir heyecanı kalbine kondurarak öpmüştü...

 

Şarkı değişti.

 

Hain rüzgar savurdukça

Savuruyor eteklerini

Öyle güzel yürüyor ki zilli

Kesin İzmirli, aahhhhh

Kesin İzmirli...

 

Loading...
0%