Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Bıldır Yediğin Hurmalar Böyle Gelir Tırmalar

@orenda

 

 

Keyifle okuyun. Okurken yıldızımı parlatın, satır aralarını doldurun. Çok mu şey istiyorum hayat senden😘😘😘😘

 

 

 

Evden adını seslenişlerini duyuyordu ama oturduğu incir ağacının altından kalkıpta gitmeye hiç niyeti yoktu.

 

Gözünden akan yaşları eliyle silerken burnunu eteğinin iç yüzüne sümkürdü. Sonra da birine yakalanmış gibi korka korka etrafa baktı.

 

Parmakları toprağı eşelemeye devam etti. Ağlaması bitene kadar gitmeyecekti eve. Tırnağının içine dolan toprakları görünce biraz daha sıkıldı canı. Kesin Halil pis oluşuyla ilgili demedik laf bırakmazdı artık.

 

O anda arkasından çıtırtılar hissetti. Umursamadan akan burnunu bir kez daha eteğinin kuru olan kısmına sümkürdü.

 

"İğrençsin boncuk, sümüğünü eteğine siliyorsun!"

 

Duyduğu sesle korktuğu da başına gelmiş oldu. Zaten ağlamaya doyamayan gözleri bir kere de bunun için doldurdu yaşlarını boncuklarına.

 

Halil karşısına geçip oturunca burnunu daha şiddetli çekti. Akarsa eteğine silemezdi artık.

 

"Halam her yerde seni arıyor, niye ses vermiyorsun?"

 

"Ağlamam bitsin diye..."

 

Sonra bir iç çekiş ve burun çekmeyle devam etti ağlamasına.

 

Halil ise kim bilir yine neye nazlanmak için bahane bulduğunu düşünüyordu.

 

"İstediğin bebek evini de aldı eniştem hâlâ ne istiyorsun?"

 

"İstemiyom bebek evi ben!"

 

Çığlık atar gibi bağırıp başını geri eğdi önüne.

 

"E o zaman niye nazlanasın tuttu yine?"

 

"Okula gitmiyeceğim ben!"

 

"Yuh! Biraz daha uç istersen. Halam kemiklerini kırsında gör."

 

"Okul kötü bi yer. Gitmeyeceğim işte."

 

Halil kararlı bir şekilde bağırarak konuşmasıyla duraksadı. Bu şımarıklık ağlayışı değildi. Nazlı istediği bir şeyi aldırmak için bilerek nazlı nazlı ağlardı. Şimdi ise sinirli gibiydi.

 

"Bir şey mi oldu ki okulda? Öğretmen mi kızdı?"

 

"Niye kızsın öğretmenim, akıllıyım ben. O yaramazlara kızar!"

 

"E niye gitmiyorsun o zaman."

 

"Okuldaki herkes pis, gitmem daha!"

 

Geldiği andan beri çok da umursamayan halinden sıyrıldı Halil. Kaşlarını çattı.

 

Daha ikinci sınıftan böyleyse işleri vardı bu kızla. Kendi ortaokula gidiyordu ve okul gayet de güzel bir yerdi.

 

"Dersini yapamadıysan ben sana yardım ederim."

 

"Yaptım ödevimi. Ama gitmiyeceğim ki."

 

"E niye gitmiyorsun o zaman?"

 

Nazlı biraz daha iç çekti ama ses vermedi. Bu sessiz hâli Halili iyice işgillendirdi. Şımarıklık için değildi. Hem zaten öyle olsa böyle gizli saklı ağlamazdı. Mutlaka herkesin görebileceği bir alanı seçerdi.

 

"Ne oldu boncuk? Biri üzdüyse seni ben onları döverim."

 

Nazlı kızarmış, hafifte şişmiş gözlerini şimdi kaldırıp karşısındaki çocuğa baktı.

 

"Babama kötü diyorlar Halil. Bana dedilerki yeni anneni de dövüyor mu? Benim babam kimseyi dövmez ele Halil?"

 

Halil istemsiz yutkundu. O Nazlının aksine neyin ne olduğunu ayırt edecek yaştaydı? Bulundukları yerde eniştesi hakkında olur olmadık konuşulanları da biliyordu. Şimdi Nazlıya böyle şeyler söyleyip üzüyor olmaları onu sinirlendirdi.

 

"Kim diyor sana bu saçmalıkları? Gidip ağzını burnunu kırayım da konuşamasın her şeye!"

 

Nazlı dirseğininin iç tarafını çevirip baktı.

 

"Ben ağaçtan düştüm ele Halil? Sende Yiğit de gördü ki. Kolumu babam yaptı dediler. Babam yapmaz dedim inanmadılar. Esma Anneni de dövüyomuş hep dediler. Babam öyle şey etmez ki."

 

"Etmez tabi kzım saf mısın sen? Seni kızdırmak için öyle diyorlar sende sazan gibi yiyorsun hep."

 

"Ama niye öyle diyorlar? Babam hep çok iyi ki. Ele hiç bize kötülük etmez. Anneme de etmez."

 

Halil karşısında oturmaktan sıkılıp ayaklandı. Sonra şöyle bir sağa sola bakıp geçip Nazlının yanına oturdu. Hâlâ burnunu çekiyordu. İçi titredi. Nefret ederdi sümükten.

 

Arka cebindeki peçeteyi çıkarıp küçük kızın yüzüne bakmadan küçük burnunu kıstırdı.

 

"Sümkür şuna, akıp duruyor üstüne kusacağım şimdi."

 

Nazlı bir şey demeden burnunu sıkarak tutmasına da söylenmeden sümkürdü.

 

"Sen onlara bakma boncuk. Kıskanıyorlar seni. Eniştem hep seni okula götürüyor, hep alıyor. Sonra seni çok seviyor diye kıskançlık ediyorlar. "

 

"Ama dediler ki..."

 

"Ne dediler yine?"

 

"Asunun annesi demiş. Babam Esma annemi öyle çok dövüyormuş ki Esma annem hep yüzünü çok boyuyormuş."

 

Halil insanların sürekli bilmedikleri konular üzerine görmüşler gibi yalan söylemelerine ifrit oluyordu. Bu ona asla hatırlamak istemediği anları hatırlatıp, öfkesini harlıyordu.

 

"Salak boncuk sende onların lafına bakıp gelip burda ağlıyor musun? Annesi nerden tanıyormuş da biliyormuş? Gidek halama diyek de okuldan ceza alsın o yalancılar!"

 

Nazlı duyduklarıyla ayaklandı. Gözleri korkuyla daha çok açılmıştı.

 

"Yok! Yok demiyelim Halil. Annem çok üzülür o zaman. Ben hani geçen yıl biriyle dövüştüm diye okula gelmişti ya sonra çok ağladı annem. Onu da üzecek şeyler söylüyorlar biliyom ki ben. Demiyelim ele Halil?"

 

"E böylede sen okula gitmiyorsun. Halamla eniştem gidip müdürle konuşurlar."

 

Nazlı gerisin geri omuzları düşmüş halde oturdu yerine.

 

"Tamam gideceğim okula ama demeyelim anneme. Çok kızar herkese, sonrada çok üzülür. Üzülmesin annem. Zaten Dilber babannem hasta şimdi daha çok ağlar."

 

Halil sıkılan canının hırsı için Nazlıyı kim üzmüş tek tek öğrenecekti. Kolunu Nazlının omzuna atıp kendine yaslanmasını sağladı.

 

"Ben hepsine gününü göstereceğim sen merak etme. Demeyelim halama ama sende ağlama daha. Yarın bir güzel döveyim de boncuğumu ağlatmak ne demekmiş öğrensinler."

 

Nazlı içli içli ağlayan o değilmiş gibi şimdi de kıkır kıkır güldü.

 

"Efeyi de döv ama olur mu? Bana şimdi zırlayacak bakın deyip güldü."

 

Halil içini çekti. Neyse ki artık ağlamayı bırakmış ve burnunun akması durmuştu.

 

"En çok Efeyi döveceğim boncuk en çok onu..."

 

🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️

 

Asil karşısında dimdik duran yeğenini görünce ilk bir şaşırmıştı ama peşi sıra gelen sevinç ile ayaklanıp masanın ardına geçti hemen.

 

"Halil..."

 

Halil ise bu gün olduğu kişi olması için her şeyi yapan adama aynı özlemle baktı.

 

Eniştesinin uzanıp ensesini kavramasını ve sıkı sıkı sarılmasını aynı keyifle karşıladı.

 

"Aslanım ne zaman döndün sen? Niye haber etmedin hiç?"

 

"Çok olmadı enişte."

 

Asil biraz daha sarılıp omuzlarını tutarak baştan aşağı süzdü genç adamı. Yüzüne oturan olgunluk, gelişmiş heybeti maşallah çektirdi içinden.

 

"Halan delirecek seni görünce. Bu gün aksi gibi Yüreğir de tüh. Hemen arayalım da gelsin."

 

"Enişte dur! Dur bir önce halama söyleme. Ben seninle konuşmaya geldim."

 

Asil sevinçten kaçırdığı detayı Halilin ona dikkatle bakan gözlerinde fark etti. Kapıyı açtığında söylediği sözleri içinden tekrar etti.

 

"Hayır olsun aslanım, ne oldu?"

 

Kaşları kızgınlıktan değil de meraktan çatılmıştı.

 

"Enişte oturalım mı bir önce?"

 

Asil sessizce masanın karşı tarafında, misafirleri için olan karşılıklı koltuklardan birine geçip oturdu. Halil de ona uydu.

 

"Enişte nasıl başlarım, nasıl sana derdimi anlatırım bilmiyorum. Ama gizli saklı iş yapamam ardından. Ben her şeyimi sana borçluyken ihanet ediyormuş gibi hissediyorum."

 

"Oğlum derdin ne senin? Önce bir anlat elbet çaresini buluruz."

 

Halil derin bir soluk aldı ve ne olursa olsun der gibi başladı konuşmaya.

 

"Ben buraya gelmeden önce Bursadaydım enişte."

 

Bursa kelimesiyle Asilin kaşları daha derin çatıldı.

 

"Ama bana verdirdiğin sözü bozmadım yemin ederim. O beni arayana kadar bir kere aklını bulandıracak iş yapmadım. Ama..."

 

Asil ne olduğunu anlayıp dik tuttuğu omuzlarnı saldı. Geriye yaslanıp sakallarını sıvazladı.

 

"Nazlı mı gel dedi?"

 

Halil yüzüne daha doğru baksa ne hissediyor eniştesi anlayabilirdi aslında ama üzerindeki mahçubiyeti atamıyordu.

 

"Enişte sen bana Nazlı çağırana kadar kafasını karıştırma dedin. Ben Allah biliyor ya niye böyle bir şey istedin o zamanlar anlamadım. Ama Rusyada... Zaman geçtikçe, kafam sürekli ona takıldıkça benim görmediğim ama senin emin olduğun o durumu fark ettim. Ben anlıyorum seni. Hakkın... Yemin ederim biliyorum evladın için en iyisini istemek en büyük hakkın. Ona layık olmadığımın farkındayım ama çok takatsiz kaldım. O gel dediğinde tüm ayağımdaki zincirler kırıldı sanki."

 

Asil daha fazla devam etme der gibi elini kaldırıp durdu. Bu Halilin içine ürperten, soğuk bir ateş bıraktı.

 

"Önce orda dur Halil Bey! Ben evladıma tabiki en iyisini isterim, babayım neticede. Ama diğer evladımı da yerip, değersizleştirmem. Ben bu sözü senden istedim ama bunun sebebi seni Nazlıya layık görmediğimden değildi."

 

Halil anlamamış bir halde eniştesinin kelimelerini dinledi. Şimdi onun da kaşları bilinmezlik durumuyla çatıktı.

 

"Ben Nazlının kafasını karıştırma dedim ama bu senden sebep değildi oğlum. Benim bunu senden rica etme sebebim Nazlıdan kaynaklıydı."

 

"Enişte?"

 

Asil üzerindeki ceketi çıkarıp, gömleğinin bir düğmesini daha açtı.

 

"Bu gün burda ne konuşursak burada kalacak oğlum. Üç yıl önce konuştuklarımız aramızda kaldığı gibi bu günde konuşulacak ama sonra unutulacak!"

 

Halil kabullenmişlikle başını salladı.

 

"Ben hayatım boyunca ailemi korumak için her şeyi yaptım oğlum. Ama neyden korkarsan o senin imtihanındır. Nazlıyı doğuran... Biyolojik annesiyle bizim meselemiz hiç iyi değildi Halil. Öldü gitti yalan yanlış bir sürü laf bıraktı gerisinde. Kızımın geleceği için her lafı yuttum. Bir kere pişman da olmadım. Sonra halan girdi hayatımıza, kararmış kışımız bahara döndü. Ama benim zamanında bile bilmediğim bir şey çıktı ortaya."

 

"Neydi o enişte?"

 

"Nazlıyı doğuran kadın şizofreni hastasıymış Halil. Nazlı okul hayatı boyunca ne çok zorbalığa, aşağılanmaya maruz kaldı bizden çok sen biliyorsun. Birini öğrendiysek yüzünü duyurmadı bize. Sonra insanlardan korktu, kaçtı. Evin dışında kim varsa bir duvar ördü, kendini yalnızlaştırdı. Bu durumunun aksine evin içinde çok başka bir karaktere büründü. Benim korkum o gün çok daha alevlendi Halil. Benim bir ihtimal dediğim gerçek yüzüme tokat gibi çarptı. İnsan insanın varlığına muhtaç evladım. Benim kızım ise insanın varlığını düşman ilan etti. Aklında bir sesmi öyle yönlendirdi yoksa yaşadıklarını tekrar yaşamamak için mi kendine kalkan oluşturdu ayrımını yapamadık. Züleyha da bu hallerini dert etmeye başladığında biz bir zamanlar halanın gittiği doktora yine gittik. Derdimizi anlattık. Ama bu melanet öyle sinsi ki tamam sebep bu diyemedi doktoru. Biz onun bir şekilde on yedisinde bir kaç kere terapi almasını sağladık. Ama Nisa hanım şizofreni bulgularına rastlamadığını söyledi. tam sevinecekken Nazlının karakterinde yolunda olmayan şeyler olduğunu da söyledi. Ne yapacağımızı şaşırdık. O ara sana olan bakışları da dikkatimi çekti. Ben bunu da gidip danıştım. Doktor seni güvenli bir koy olarak gördüğünü söyledi."

 

Halilin boğazına yutamayacağı bir düğüm durdu. Kalbi korkuyla çarpmaya başladı.

 

"Ergenliğinin verdiği coşku ve insanlara olan kalın duvarları istemsiz sana çekilmesi sebebi olabileceğini söyledi. Sen zararsız olansın, koruyan, güveneceği listedesin.

 

Halil ben senden hiç bir kere şüpheye düşmedim. Ne okuldaki başarında, ne de ahlakında ama benim korkum kızımın kafasında sinsi bir sesin onu yönlendirip yönlendirmediğinde takılı kaldı. Hem gençlik hevesine kapılıp hem de güvenli birine yaklaşması mıydı sana olan o bakışlar yoksa gerçekten kalbi seni mi seçti bilemedik. Doktor seni takıntı haline getirip getirmeyeceğini gözlemlemek istedi.

 

"Enişte tahliller, tesler ya da ne bileyim başka bir şeyler yapılmadı mı?"

 

" Bu hastalığın teşhisinde tahliller var tamam ama asıl ruh sağlığı uzmanlarının görüşleri önemli. Ama bizim elimizde bu testlere girmesi için yeteri kadar da bilgi yok ki kızımı olmadık bir şeyle korkutalım. Ergenlikte çoğunlukla halisinasyonlar dikkat çekiyor demişti o zaman Nisa hanım. Değişken duygu durumlarının ergenlik ağırlığıyla bağlantılı olma durumu bizi şaşırtıyordu. Ama Allaha çok şükür büyük öfke patlamaları, histeri krizleri yaşamadı hiç. Bu nedenle de doktoru en azından bir dönem Nazlının güvenli sığınağından uzaklaşmasının nasıl etkilere sebep olacağını gözlemlemeyi istedi.

 

Halil ben kızımı başka bir şehire gönderip hasretine dayanacak adam değilken aldım kendi elimle Adana hariç her yeri yazdım tercih listesine. Bir hayal misin yoksa gerçekten gönlünün seçtiği misin bilemeyişimden uzak durmanı istedim. Mecbur kalırsa insanlarla barışır belki diye. Eğer sen onun için kafasının oyunu isen görmedikçe unutulacaktın. Bilmiyorum işte. İnsan korkunun içindeyken doğru düşünemiyor çoğu zaman. O zaman yaptığım doğru mu değil mi şimdi sorsan net cevap veremem. Ama sen gittin Nazlı adını bir kere bile almadı ya ağzına, benim korkum daha çok güçlendi. Şimdi de terk edilmiş sayıp nefretle mi sana bağlı olacak diye içim içimi yedi. Ama yine kızım kurtardı beni o cendereden.

 

Yiğite çok özdediğini anlatırken duydum. Bir baba evladının başka adamı özleyişini duyunca kızar, öfkelenir, kıskanır ben sevindim Halil. Ben kızımın beyninin ona oyunlar oynayıp olmadık hallere girmeyeceğini anladığımda çocuk gibi sevindim. Hayatım boyunca ilk kez evlatlarımın özeline saygısızca davrandım. Yiğite içini döküşünün her anını gizli saklı dinledim. Arkadaş edinmeye başladı bize fark etmeden dünyayı verdi. Biz Züleyha ile bir olasılığın korkusunu dibine kadar yaşadık oğlum."

 

Halil duyduklarını nereye koyacağını bilemedi. Nazlının genetiğinde olabilecek bir hastalık eniştesi ve halasına neler yapmıştı yıllarca? İnsan bazen bilmeden başına geleni, bilerek beklemekten daha metanetle karşılıyordu.

 

"Enişte... Peki nasıl? Şimdi nasıl emin olacağız? Ben kafamda hep bu sözün sebebini düşündüm. Sonra dedim ki küçüklüğünden emin olamadı. Sonra gidip gelemeyen hallerime baktım, bir baba benim gibi adamı niye evladına istesin diye cevap aradım. Ama şimdi sen benim önüme öyle bir şey koyuyorsun ki ben Nazlı da var mıyım yok muyum nerden bileceğim?"

 

Asil yaşadığı tecrübelerin etkisiyle Halilin dilinden dökülen ihtimallerin ona nasıl azap çektirdiğini görebiliyordu.

 

"O zaman Yiğit, bir gün elinden başka bir kızı tutar getirirse ne olacağını sordu. Allah biliyor o zevzekliğinin aksine tam bir ağabey gibi destek oldu Nazlıma? Önüne bakması için kullanılabilecek en doğru kelimeleri kullandı."

 

Başka bir kadın? Nazlıdan başka Halilin elini tutacak başka biri! Halilde anlık bir mide bulantısına yol açan o ihtimal.

 

İmkansızdı!

 

"Ne söyledi?"

 

"Senin mutlu olduğun her şeyde mutlu olacağını..."

 

Halil burdan çıktığında direk Umuta gidecek ve Birliğin en iyi psikoloğuyla görüşecekti. Birisi Halile iyi bir şeyler söylemeliydi. Bu konu hakkında yeterli bilgisi yoktu ve eniştesi maalesef içini rahatlatamıyordu.

 

Nazlının ona bakan gözlerinin bir yanılsama olma ihtimali bile nefes darlığına neden oluyordu.

 

"Peki... Bizi onaylayacak mısın enişte?"

 

Bunu ise bir çocuk masumluğunda sormuştu Halil. Asil gülümsemek isteyen dudaklarına ket vurmakta zorlanıyordu.

 

"Neyi evladım?"

 

"Nazlı ve beni..."

 

"Ben size dair hiç bir şey bilmiyorum ki aslanım. Ne zaman halan öğrenir bende onunla öğrenirim aklında bulunsun. Bir hataya düşüp yalan yanlış şeyler söyleme Züleyhanın yanında!"

 

Halil kaşlarını kaldırarak eniştesine öylece baktı. Bazen halasının böyle bir güce nasıl eriştiğini anlayamıyordu.

 

Eniştesi sırf ondan önce ilişkilerini öğrendi diye bile halası hepisini ipe dizerdi. Ve Asil Sulhan görüp görebileceği en politik adamdı. Hayatındaki kadını çok seviyordu ve onun tersiyle karşılaştığında başına neler gelebilebileceğini bilip önlem alıyordu."

 

"Şimdi eve geçiyoruz o zaman?"

 

"Enişte Nazlıya sözüm var. O... Hep beraber o kapıyı çalmamızı, annesinin kapıyı araladığında hepimizi aynı anda görmesini istiyor. Elinden bunu almayacağım. Sen döndüğümü yine halam bizi gördükten sonra öğren. Nazlı sınavlarını bitirsin herkesi toplayıp geleceğiz."

 

Asil kızının bunu Halilden isterken yüzünün nasıl olduğunu zihninde canlandırabiliyordu. Gözlerini büyük büyük açıp, o güzel yüzünün tamamını kaplayan bir gülüşle birazda havaya bakarak sıra sıra hayallerini anlatışını yanındaymış gibi görebiliyordu.

 

Nazlının herşeyiyle Züleyhaya bağlı oluşu kalbini titreten bir güzellikti. Büyürken annesini izleyerek büyümüştü kızı. Annesinin yüzü gülüyor diye bile anlamadığı konuları gülerek dinlemişti.

 

Bir gün anne kız onu dışlayıp sevgi kelebeği gibi gezerken Züleyhaya "sen sonradan geldiğin halde böylesiniz, birde doğurmuş olsan nasıl olurdunuz?" deyip trip atmıştı. Züleyha bir an bile teklemeden "Şimdi neysek o zamanda tam böyle olurdu" demişti. Asil ise zerre kuşkuya düşmemişti o sözün üstüne. Züleyha Nazlıyı karnında büyütüp dünyaya getirse bile şimdiki andan zerre fazla yada eksik olmazlardı.

 

Halil bir süre daha kaldı eniştesinin yanında. Üstü kapalı görevinde başarılı olup Türkiyeye döndüğünü söyledi. Eniştesinin gözlerinden ona akan gurur hissi bile çok önemliydi onun için.

 

Yirmi sekiz değil elli sekiz yaşına gelse bile eniştesinin ona böyle bakıyor olduğu her anda çok mutlu olacaktı.

 

Geldiği şekilde uçak kullanmadı. Araba kiralayıp İlk önce Umuta geçmek istiyordu. Eniştesinin anlattığı her şeyi bir uzman görüşüyle paylaşmalıydı.

 

Dikkat etmesi gereken her şeyi zihnine yazmalıydı. Bunlara önem gösterirkende Nazlıya bunu zerre hissettirmememliydi.

 

Eniştesi muhtemelen bilmelerini istemediği başka şeyler daha saklıyordu kendine.

 

Biyolojik annesi derkenki yüz ifadesi tiksinme ve nefret arası çizgilerle kırışmıştı. Onların bilmediği bir şeyler olduğunu anladı Halil. Ama hastalık mevzusu gibi bununda Nazlıyı incitebilecek başka bir şey olması uzak durmasına neden oluyordu.

 

Onlara öğretilen en temel ilkelerden birisi "zarar verecek bilgi saklı kalmalı"idi.

 

Eğer bilmedikleri o şey her neyse Nazlının canını yakacaksa toprak altında kalması için elinden geleni yapacaktı.

 

Gece yarısından sonra Bursa'ya dönebildi. Bunu da Nazlıya mesajla söyledi.

 

Derslerine yoğunlaşması gereken zamana girdikleri için onu sadece okula bırakırken ve okuldan alırken görüyordu.

 

Nazlı biran evvel vizelerin bitmesini ve eve gitmeyi düşlemesinden sebep en iyi sonuçlar için gece gündüz çalışıyordu.

 

Halilin Adanaya gidip dönmesinden sonra başı oldukça kalabalıklaşmıştı.

 

Yakın zamanda bir saha görevi görünüyordu ve onun için bir kaç ay öncesinde çalışmalar yapılmalı ve yeni düzenlemelere gidilmeliydi.

 

Halilin Bursa da olacağı zaman aralıkları artık çok da geniş olmayacaktı. Sık sık İstanbulda olması gerekiyordu. Bir zaman sonra ise farklı bir isimle ekonomi dergilerinde üç beş röportajı yer almalıydı. Türk medyasında adının geçmesi gerekiyordu.

 

Nazlının son sınavını verdiği gün Asaf da ona verilen araştırma görevinden dönmüş oldu. Halil günlerdir göremediği sevgilisini bu gün rahatlıkla görecekti.

 

Okula gittiğinde hiç bir şey demeden diğer kapıda açılıp kapandı. Asaf konuşma gereksiniminde bile bulunmamıştı. Halil başını esefle iki yana sallayıp arabayı sürmeye başladı. Kısa sürede de okula ulaşmışlardı.

 

Nazlı geleceğinden haberdar değildi. Onu görünce parlayacak gözlerini düşlemek bile keyfini yüze katlıyordu.

 

Halilin rahatlığının ve keyfinin aksine Asaf gergindi. Boynundaki atkıya bağımlı olmuştu ve kıza "bu da benim olsun" derse nasıl bir imaj çizeceğinden emin olamıyordu.

 

Bir süre kampüsün dışında beklediler. Nazlının son sınavı yaklaşık yarım saat önce bitmiş olmalıydı.

 

Sonra onu gördü...

 

Rüzgarın sağa sola dağıttığı saçlarını tek eliyle zaptetmeye çalışırken Meyraya gülerek bir şeyler anlatıyordu.

 

Hastalıklı bir his göğsüne konana kadar Halil böyle bir adam olduğunu bilmezdi. şimdi sadece o gülüşü saklamak ve etrafta bakan herkesin gözlerine mil çekmek gibi hislerin nasıl onu ele geçirdiğini düşünüyordu.

 

Sonra attığı adımın havada kalışını ve sağa sola bakışını kaşlarını havaya kaldırarak izledi.

 

Nazlı kalbe zarar bir şeydi.

 

Göz göze geldiklerinde biraz önce yüzünde olan o gülüşün hiç bir şey olduğunu fark etti. Ayın parlaklığı gündüz vakti bir surete böyle sirayet eder miydi? Bir insan bir gülüşle başka bir insanın nefesini kesermiydi?

 

"Halil!!!" diye attığı çığlık ve koşmasıyla yaslandığı kaputtan uzaklaştı. Boynuna atlayan kızın kokusuna doymak ister gibi ciğerlerine sakladı.

 

"Söylemedin... Ben İstanbuldasın sanıyordum seni. Niye söylemedin, oyalanıyorum öyle bende. "

 

"Hoşbuldum boncuğum."

 

Kızarmış burnunun ucunu öptü.

Ayyy doğru, hoşgeldin demedim ben dimi? Hoşgeldin..."

 

Onlar sarılırken arkadan sırıta sırıta gelen sarıyı ve kaçamak bakışlarla ardını gözleyen kızı da fark etti.

 

Asafın kıvranan hallerini izlemek keyifli olacaktı.

 

"Hoşgeldin...iz beyler. İnanır mısınız böyle gözümüz yolda sizi bekliyoruz."

 

Meyranın zevzekliğini umursamadı Asaf. Şu an tek gördüğü siyah saçlı bir büyüydü. Boynundaki atkıya kızaran yanaklarla bakan bir büyü.

 

"Hoşbulduk Meyra hanım. Böyle beklettiğimizi bilsek daha erken gelirdik."

 

Meyra gözlerini kıstı, tam atılıp hırlaşacaktı ki Nazeninin içten içe can çekiştiği geldi aklına.

 

"Neyse artık Asaf bey biliyorsunuz bundan sonra. Gözleri yolda koymazsınız inşallah."

 

Asaf burnundan güler gibi bir nefes verdi. Bu sefer pigme uğraşıp, yoluna çıkmayacaktı demekki.

 

"Siz nasılsınız Nazenin hanım?"

 

Nazenin gözünün kenarıyla Meyraya bakıp onu dikkatle izleyen adama döndü yüzünü. Atkısı tıpkı boynuna doladığı şekilde duruyordu. Alt dişleri üst dudağını kıstırıp ayarsızca gülmek isteyen dudaklarını engelledi.

 

"İyiyim çok şükür. Siz de iyisiniz inşallah."

 

Kahverengi gözleri merakla yüzünde ve üzerinde dolandı. Dudağının kenarında sanki bir yara vardı ama aradaki mesafeden uçukmu değil mi anlayamadı. Birde çenesinde hafif bir kızarıklık görüyordu.

 

"İyiyim... Oldukça..."

 

Halleri öyle tuhaftı ki birinin biran önce el atması gerekiyordu. Nazlı daha fazla kıyamadı utangaç çiçeğine.

 

"Biz çok acıkmıştık aslında. Haberimiz de yoktu sizden. beraber yemek yiyelim mi? Sohbet de ederiz."

 

Halil elini soğuktan üşümüş ele dolayıp arabaya doğru çekiştirmeye başladı.

 

"Çok iyi fikir. Buz gibi olmuşsun boncuğum. Bu arada tatil planını da oluşturalım."

 

Nazlı beklediği o anın sonunda geldiğini anlayınca yine kısık bir çığlıkla elini tutan kola sarıldı.

 

Arabaya yaklaştıklarında Asaf geçip arkaya oturdu. Meyra ise sadece Asafın duyacağı şekilde "çakal" diye fısıldadı.

 

Sırf bu gün sevap hanelerini doldurmak istediği için Nazeninin ortaya oturmasına el uzattı.

 

Nazenin ne olduğunu bile idrak edemeden bir tarafında Meyra diğer tarafında Asafla kalakaldı. Adamın heybetinden sebep biraz da sıkıştı sanki.

 

Yanakları yanıyordu!

 

Adamın sağ tarafına yapışmış bedeninden sebep yüzü alev alacaktı. Kendini çok tuhaf hissediyordu. Sanki herkes ona bakıyor ve gülüyor gibiydi.

 

Ocakbaşı tarzı bir mekanda karar kıldılar. Meyra arabadan inip yanlarından geçerken dalga geçiyormuş gibi sırıtıp Halil ve Nazlıya yetişti.

 

Nazenin de yanında olabildiğine yavaş yürüyen adama eşlik etti.

 

"Göreviniz iyi geçti mi Asaf bey?"

 

"Sorun çıkmadan halledildi Nazenin hanım. Peki ya siz? Sınavlarınız nasıldı?"

 

Nazenin kısa ama ezgi gibi bir gülüş duyurdu aklı her an olduğu yeri terk edecek adama.

 

"Zorlayıcı! Ama üstesinden gelmişimdir diye kendimi teselli ediyorum."

 

Gözleri sık sık atkıya kayıyordu. E çıkarıp vermiyordu bu adam. İyi de Nazenin ver diyemezdi ki.

 

Vücut dilinin anlatmak istediğinin pekala farkındaydı Asaf. Sadece salağa yatmak daha doğru gibi geliyordu.

 

"Şey... Asaf Bey yüzünüzdeki izler görevde mi oldu?"

 

Asaf duraksadı. Kızın ona bakması için önüne doğru bir adım attı.

 

"Öyle oldu Nazenin Hanım."

 

Nazenin adamı gördüğü andan itibaren ilk kez gözlerini yüzünde çekinmeden dolaştırdı. Dudağındaki uçuk değildi.

 

"Her göreve gittiğinizde bir yaraylamı geleceksiniz?"

 

Asaf kahve gözlerine dalıp kaldı. Gür kirpiklerine, kalın kavisli kara kaşlarına...

 

"Her dönüşümde siz beni bekleyip, yaramı saracaksanız seve seve..."

 

Soğuğun etkisiyle burnu kızarıktı ama şimdi adamın kelimeleriyle yüzünün tamamen kan topladığına emin oldu.

 

İçinde sürekli bir şey kanat çırpıyordu. Bu his onu gıdıklıyor, gülmesi için baskı uyguluyordu sanki.

 

"Ben... Sizi beklerim ama yine de yara almayın. Yanmasın canınız..."

 

Yeni yetme bir oğlanın akan deli kanını hissediyordu şimdi. Kanına sığmayan o duyguların nasıl taştığını.

 

"Atkı da benim olsa Nazenin hanım."

 

Bunu söylemeyi planlamıyordu asla. Bir şey söylemek de yoktu aklında. Demekki her hareketi eğitilip, hizaya sokulan bir askeri, kara saçlı bir büyü darma dağın edebilirmiş. Öğreteni olmayınca bilemeiş Asaf.

 

Nazeninin yutkunmasıyla pişman olacak gibi oldu. Utandı biraz da.

 

"O benim olsun ama sizde kalsın olur mu Asaf bey? Benim olanı sizinmiş gibi korur musunuz? Kaybolmasın, yıpranmasın, incinmesin... Söz verir misiniz Asaf bey?"

 

Asaf dudağındaki yaranın sızlamasına neden olan küçük bir tebessümle baktı. İşaret ve orta parmağının tersiyle soğuktan kızarmış, kızın yanında salınan elinin üstünü küçük küçük okşadı.

 

Bir dokunuş hem bu kadar naif hemde böyle büyük bir elektriğe neden olamazdı. Olmamalıydı. Ama olurdu işte. Nazenin kalp krizi geçirecek o atış hızına yaklaşıyordu.

 

"Şimdilik sizin ama bende kalsın Nazenin hanım. Birgün tamamen benim olur belki..."

 

Birisi utançtan yanan bir yüzle diğeri ise ciddi duruşunu toplamakla zorlanan bir sıfatla girdiler içeri. Nazlı, Halil ve Meyra ocak başına yerleşmiş Meyranın anlattığı bir şeye gülüyorlardı. Geçip yan yana duran iki yüksek sandalyeye oturdular.

 

Bir anda ortamda sessizlik oluştu.

 

"Siz gelmekte sıkıntı çekince biz siparişleri verdik, sorun olur mu gençler?"

 

İkisine keyifle bakan kızın durumlarından ne kadar keyif aldığı belliydi. Keşke biraz olsun saklama nezaketi gösterseydi.

 

"Sorun yok Meyra hanım."

 

Meyra sadece Nazlının duyacağı şekilde "köprüyü geçmek için verilen emekler" diye fısıldadı. Kalçasına küçük bir çimdikle uyarısını da aldı.

 

"Rahat bırak Meyra. Nazenin valla gerilmekten bayılacak gibi."

 

"Bak şimdi sevap hanelerime bonus yüklüyeceğim. İzle beni boncuk."

 

"Asaf... Yani Asaf bey. Aman canım böyle de nasıl resmi olduk değil mi? E artık arkadaş sayılırız, isminle hitap etsek seni rahatsız eder mi bu durum?"

 

Sarı pigme bu gün gözüne gerçekten güzel görünmeye başladı. Ne yaptığını anlayacak kadar Asaf da çakaldı. Başını teşekküreder gibi hafif öne eğerek dudağını sola azıcık kıvırdı.

 

"Bu beni çok mutlu eder. Rahatsız olmazsanız bende isminizle hitap etmek isterim."

 

Meyra attığı pasın sağlam kullanılışını taktir etti.

 

"Ay tabiki rahatsız olmayız değil mi Nazenin? Sen rahat ol Asaf, Nazenin de öyle çok sevmez resmiyet zaten."

 

"Tabi canım, neden rahatsız olayım ki? Asaf Be... Yani Asaf da böyle rahat hissederse ben mutlu olurum."

 

Asaf gülen gözlerle tekrar utana sıkıla ona kaçamak bakışlar atışını izledi.

 

"Mutlu olurum Nazenin..."

 

Dilinin şu ana kadar kullandığı en lezzetli isim olabilirdi.

Sonra Meyraya baktı.

 

Dudaklarıyla "borçlandın" dediğini anladı. Eyvallah der gibi başını eğmişti.

 

Borçlanmıştı...

 

"Eee Nazlı boncuk, hangi gün gidiyoruz Adana'ya?"

 

Nazlı keyifle izlediği ortamdan kopup Halile döndü. Yüzü ışıl ışıldı.

 

"Gurur bir kaç güne müsait oluyor. Cuma günü çıkalım mı yola? Senden bahsetmedim ona da. Süpriz olacak, Yiğite de senin burda olduğunu söylemedim cezalı o, sakın söyleme! Gideceğimiz tarih belli olunca ararım demiştim. Yanımıza gelince şok olsun. Ama daha kızlara söylemedim. Onları da ikna etmem lazım."

 

"Konuşalım şimdi. Arabayla gidiyoruz değil mi?"

 

Nazlı Halille uzun bir yolculuğun tadını çıkarma fırsatını asla kaçırmazdı.

 

"Tabiki. Gurur uçakla gelecek, onu havaalanından alırız. Saatini hesaplayalım. Yiğit de buraya geçer, bizle gelir. Olmaz mı?"

 

Halil sakallarını sıvazlayıp düşündü. Halledilebilir isteklerdi bunlar. Başını olumlu şekilde salladı.

 

Nazlı hemen kızlara dönüp konuya girdi.

 

"Cuma günü Adanaya gidelim mi canlarım? Anneme süpriz yapmak istiyoruz olur mu? Sizi de görünce uçacak sevinçten. "

 

Meyra İzmire gitme planı kuruyordu ama Nazenin vizedeki kısa aralık yerine finallerden sonra eve gitmeyi planlıyordu.

 

"Ben İzmire gidecektim."

 

Sonra Nazenin ne diyecek diye ona baktı.

 

"Aslında ben buradayım, eve gidersem çok kısa kalıyorum dönüş eziyet oluyor bana."

 

"Hah işte bizle Adanaya gel. Meyra balım sende lütfen gel. Söz İzmire de beraber gideriz bir daha ki tatilde. Ne olur? Halili uzun zamandan sonra annem görecek Gurur da geliyor ne olur ama?"

 

Meyra eğlence kokusu alınca tebessüm etti.

 

"Zülüş inşallah senden daha kindardır boncuk. Senin tam olarak soramadığın o uzunnnn gelmeyişin sebebini sorarken izlemek keyifli olacak."

 

Halile sırıtarak baktı.

 

"Allahtan küçük bir şeysin Meyra, senin daha büyük boyutunda yanarmışız."

 

Halilin ona takılmasıyla daha çok keyiflendi.

 

"Enişte sen benim boyumun kısalığına bakma, asıl olanı gizlemek için kamuflaj bu. Bunun iki katı yerin altında."

 

Asaf "ona ne şüphe" diyerek konuya dahil oldu.

 

Sonra da kimseye çaktırmadan telefonunu çıkarıp mesaj yazdı.

 

Halil telefonuna gelen biildirimle anlık muhabbetten uzaklaştı. Mesaj Asaftandı ve Beni de davet et! diyecek kadar netti.

 

Halil başını sağa yatırıp gözünün içine bakarak öylece bekledi. Asafın ise kaşları havada hadi der gibi bir hali vardı.

 

Beklediği davet uzadıkça eli telefona tekrar gitti.

 

Halil gelen bildirimle gülüşünü tutmak da zorlanıyordu.

 

Başını yakarım, beni de davet et çabuk!

 

Gülüşünü bozmadan az daha kıvranışını izledi. Sonra merhamete geldi

 

"Asaf..."

 

Zaten kaç dakikadır bunu bekleyen adam hemen bakmıştı.

 

"İşin yoksa diyorum... Vardır muhtemelen ama sende gel istersen. Ama işin varsa baskı gibi hissetme."

 

"Yok! Yok ne işim olsun. Yok işim falan, gelirim tabi."

 

Sonra biraz fazla tepki vermiş olduğunu fark edip etrafa baktı. Bir kobrayı öldürmek için susta yeterliydi değil mi?

 

"Tabi Nazlı da planlarına beni dahil etmek isterse. Çok dinledim aileni senden, tanışmaktan şeref duyarım."

 

O top ordan dönmezdi ama yapabileceği bu kadardı.

 

"Ya olur mu öyle şey? Ben çok mutlu olurum. Şu an hayalini kurduğumdan bile güzel bir şeyi planlıyoruz. Hayatımın en iyi tatili olacak sayenizde. Mutlaka gel Asaf. Bize Halille anılarını anlatırsın belki."

 

"Aynen öyle... Mutlaka gel susta."

 

"Mutlaka geleceğim kobra, sen çağırırsın da gelmez miyim?"

 

Meyra Nazlıya doğru hafif eğilip ortamı gözledi.

 

"Bunlara dikkat edelim biz boncuğum. Bunlar adamı yerler. Asaf denilen bıçakgillerden olan Nazenini lokmalık yapar lüpletir. Adam kendini nasıl davet ettirdi gördün mü?"

 

"Uğraşma çocuklar, çok sevimli bir kere. Hem nasıl kur yapıyor görmüyor musun?"

 

"Görüyorum ve dehşete kapılıyorum."

 

Sonrası Nazlının durmadan Adanaya gidişlerini planlaması. Kaç gün kalacaklarını, o günlerde neler yapacaklarını düşünmeleriyle geçti.

 

Gururun son sınavını cuma sabah verip öğlen uçağına bineceğini söylemesiyle sabah erkenden yola çıkmayı planladılar.

 

Ellerinde üç beş günlük lazım olacaklar için çok da büyük olmayan çantalar, yurdun önüne indiklerinde iki araba ardarda bekliyordu.

 

İkisi de bagaj kapağını açınca oturma planını nasıl yapaacakları konusunda kalakaldılar. Aslında ne yapacağını bilemeyen sadece Nazenindi.

 

Meyra esefle bir soluk alıp öne doğru adımladı ve Halilin arabasının bagajına çantasını koydu. Geriye doğru baktığında Nazeninin bıraktığı yerde durduğunu gördü.

 

"Nazenin kuşu, sen Asafın arabaya geçermisin?Bir uykum var Allah seni inandırsın arkaya geçip hemen uyuyamak istiyorum. daraltma beni."

 

Sonra Nazlının elindekini de kendi çantasının yanına koyup zıplayarak bagaj kapağını yakalayıp kapattı. Ona tek kaşı havada bakan Asafın yanından geçerken "borç hanene bir tik daha at" demeyi ihmal etmedi.

 

Oturma planı Meyra sayesinde şekillenince hemen herkes yerini alıp peş peşe yola çıktılar. Yiğit, Nazlı ya bir konum atmıştı. Bursa çıkışında yoldan alacaklardı onu.

 

Arabayla gidileceğini söyleyince geçen seferki gibi Gururun gelip Nazlıyı aldığını düşünmüştü ve Nazlı bu düşüncesini bozmadı.

 

Konum Çukurhisarda bir benzin istasyonuydu.

 

Meyra Nazenine dediği dibi arkaya geçip hemen yatmıştı.

 

"Kıpır kıpırsın boncuk sevgilim."

 

"Halil kabıma sığmıyorum sanki. Annemleri çok özledim ve olabilecek en güzel şekilde onlara gidiyoruz."

 

Enerjisini, ışıl ışıl gözlerini keyifle seyretti. Gözü arkaya şöyle bir takılıp hızla uzandı ve Nazlının dudaklarına bir öpücük bıraktı.

 

"Halam beni gebertecek ama senin için değer nazlı boncuk."

 

Tatlı tatlı kıkırdadı Nazlı.

 

"Ben niye bu kadar mutluyum sanıyorsun. Ben kıyıp süründüremedim seni ama annem halledecek o meseleyi."

 

Halil başını iki yana sallayıp kahkaha attı. Tam konuşacakken Meyra başını kaldırıp aradan uzandı.

 

"Uykusuzken aşırı çirkef olurum! Sonra fingirdeşin! Şu an uyuyacağım benim asabımı bozmayın!"

 

Sonra kalayı basan o değilmiş gibi geri uzandı ve arabaya binerken çıkardığı montunu üzerine iyice örttü.

 

"Haklı... uykusuzken normal olandan biraz daha fazla çirkef."

 

Omuzlarını silkip arkadaşını onaylamış oldu Nazlı. Sonra yola çıktılar.

 

Yaklaşık bir saat sonra araba durunca Meyra neden durduklarını anlayamadı. Gözünün birini açıp ne olduğuna baktı. Tam soracakken arka kapı açılıp biri paldır küldür içeri daldı.

 

Biri ayaklarını sağa sola iterek, gerçekten içeri daldı.

 

"Otostop pişmanlıktır! Dondum lan dondum!"

 

Kendini toparlamaya çalışan Meyra ne olduğunu tam olarak anlamadı. Bu devenin burda ne işi vardı?

 

Yiğit beresini çıkarıp soğuktan buhar olmuş gözlüklerini silerken başını çevirip öne doğru baktı ve eli öylece kala kaldı.

 

"Ağabey?"

 

"Yiğit?"

 

Yiğit sonra yan koltuktan arkaya sarkarak bakan Nazlıya çevirdi yüzünü.

 

"Boncuk hanım?"

 

"Yiğitciğim?"

 

Bundan haberi yoktu! Hiç iyi olmamıştı bu. Ağabeyinin yurda döndüğünü biliyordu ama görüşme fırsatları olmamıştı. Demekki kendi bulamadığı fırsatı Nazlıyla kapatmıştı.

 

Bu gerçekten hiç iyi olmamıştı.

 

Sonra yeriye yaslanıp ona kocaman mavi gözlerle bakan kızı fark etti. Hiç bir zaman bu kadar gafil avlandığı bir anın içinde bulunmamıştı galiba.

 

"Naber sarı? Saçların hala bok sarısı. Kuaförünü ısrarla değiştirmiyorsun."

 

Tamda üzerine konuşulması gereken bir konuydu şu anda. Çok daha önemli gündemleri yoktu.

 

Mesela ağabeyinin ne halde olduğunu bilirken bilmiyormuş gibi yaptığı Nazlı ona, katleder gibi bakmıyordu.

 

Ağabeyi de omuzlarını kaldırıp indirerek beni ilgilendirmez deyip, sıvışmıyordu.

 

Konu huysuz sarının bok rengi saçları olmalıydı.

 

"Şimdi değil Yiğitciğim! Şu an çok keyifliyim, o yüzden sonra seninle bir süre konuşmamız gerekecek!"

 

"Şu an şoktayım Nazlı. Yıllardır görmediğim ağabeyimi görüyorum, bu mevzuyu bir süre erteleyelim."

 

"Hiç sorun değil Yiğit. Beklemek konusunda benden iyisini bulamazsın."

 

Yutkundu ve kendine hala kilitlenmiş gibi bakan kıza baktı.

 

"Ne var, bok sarısı kabullen artık!"

 

Meyra duyduklarını hiç duymamış gibi yaparak Nazlıya baktı. Derin bir kaç nefes aldı.

 

"Bunun... Bu şeyin geleceğini neden söylemedin?"

 

Nazlı dudağını büzüp omuzlarını düşürdü.

 

"Çok heyecandan unuttum mu ki? Söylememiş miydim? Söylemişimdir ya. Söyledim demi Halil?"

 

"Söylemedin! Asla adı bile geçmedi!"

 

Yiğit sıkılmış gibi derin sesli bir nefes bırakıp üzerindeki şişme montu çıkardı. Bunu yaparkende yanındaki kızı olabildiğine rahatsız etti.

 

"Varlığıma şükür et sarı. Benim varlığım insanlığa ödül."

 

"Nazlı seni Allah bildiği gibi yapsın!"

 

Ona sataşan adamı zerre umursamıyormuş gibi yine Nazlıya kızdı. O sırada Halil de arabayı sürmeye devam ediyordu.

 

"Kapa çeneni sarı. Yorgunluktan ölüyorum senin sesini çekemem."

 

Meyra daha ne olduğunu anlamadan adam ayakkabılarını çıkardı ve kenara kıstırdığı bedenine yaklaşıp başını dizlerinin üstüne bıraktı.

 

Hayatının hiç bir döneminde böyle büyük bir şok yaşamamıştı.

 

"Sen.. Sen ne yapıyorsun be? Kalk kalk kalk! Gerizekalı kalksana!"

 

Yiğit başını az kaldırıp Meyranın yüzüne yaklaştırdı yüzünü.

 

"Kes sesini lan! Otuz saattir uyumuyorum. Adanaya kadar sesin çıkarsa yolda atarım seni arabadan."

 

Sonra yine Meyranın dizine yattı ve Meyranın kaşe montunu açıkta kalan yerlerini kapatmakta kullandı. Bir seksen beş boyunun el verdiğince bacaklarını iyice toplayıp, yerleşti.

 

Meyra girdiği şoktan çıkana kadar ki iki dakikada uykuya dalmıştı bile.

 

Ona korkan, kaçamak bakışlarla bakan Nazlıya şaşkınlıkla baktı.

 

"Bu... Bu şaka mı?"

Loading...
0%