@orenda
|
Gece baya ilerleyince misafirler gitmiş ve ev halkı da fazla eğlenmekten bitmişti.
Nazlı odasına gideceği zaman Halilin bakışlarına omuz silkerek karşılık verdi. Yeşil gözlerini üzerine dikmiş, yavru kediler gibiydi bir tanecik kocası.
Kocası...
Nazlının kocası. Karısının kocası, kocasının karısı. Yatağının ortasında oturmuş, nikah cüzdanına bakarken aklına gelen videoyla kendi kendine gülmeye başladı. Oda bir Dilan Polat olabilirdi. "Benim kocama yazmayın kızlar" diye herkese çemkirebilirdi. Sonuçta kocası vardı artık.
Sonra annesinin Halilin bakışlarını omuz atarak bozuşu düştü aklına. Gülümsemesi sesli bir hâle dönüştü. "Ben gözünü oymadan odana!" diyerek de mesajı vermişti ikisine. Evlenmiş olmaları şu an beraber uyuyacakları anlamına gelmiyordu demekki. Üzüldü bir an. Halille uyumak keyifli olabilirdi. Uyumamak da keyifli olurdu. Az dokunurlardı birbirlerine, birazcık da öpüşürlerdi. Sonra da annesi yine çıkardı bir yerden. Nazlı iç sesine of çekip kendini geriye doğru bıraktı. Travma sebebi olmuştu resmen kadın. Şurda oturup kocasıyla az elleşme hayali bile kurdurmuyordu insana.
Sonra kapı teklifsizce açıldı. Yattığı yerden azıcık başını kaldırarak gelene baktı. Nazenin ve Meyra pijamalarını giyip gelmişlerdi. Zaten nikah gecesini de bir Nazlı kankalarının koynunda geçirirdi. Hiç şaşırmadı kara bahtı, kör talihine. Halbuki biraz daha kaslı, daha uzun, daha güçlü bir bedenin varlığı ne hoşuna giderdi.
"Ne o? Beğenemedin galiba bizi boklu boncuk!!! Tabi sen anan tarafından emanet edildiğin Halil dışında herkesin odana girmesine şiddetle karşı bir oynaksın ya bizi görünce bi suratın ekşidi!"
Meyranın o kadar oynayıp da hâlâ bu enerjide olması da yattığı yerden kıkırdamasına neden oldu.
"Gel balım gel. Nikah gecemi best friendsleriyle geçiren gelinin dramını izliyorum kafamın içinde."
Meyra kaşlarını çatsa da yine de geçip yatağın ortasına kuruldu. Bir kaç esneme hareketiyle de iyice yerleşti. Nazenin ona göre daha bitkin bir haldeydi.
"Ay Nazlı kuşum, kollarım bile ağrımış ya."
Meyra klopatra yatışıyla Nazenine bakıp cık cıkladı.
"Asafa işve, cilve yapacağım derken girdiğin hâlleri izledik Nazenin hanımcığım. Yorulmuşsunuzdur tabi. "
Nazenin küskünce baktı tepesinde öylece .
"En azından sevgilim beye cilve yaptım Meyra kuşu. Ben buna mı kaldım dediğim adama gerdan kırıp, alnıma para yapıştırtmadım."
Meyra iri iri açtığı gözleriyle Nazenine baktı bir süre. Nazenin de bir an kendine şaşırdı. O böyle konuşmazdı aslında, huyu suyu mu bozuluyordu ki?
"Oha!!! Çok iyi laf soktu, kaldım ya ben öyle. Kız Nazenin, sana sevgili lazımmış kuşum. Bak nasıl huyunu suyunu çirkefleştirdi. Aferin o Asafa, bunu okulda da göreyim olur mu kuşum? Ayrıca ben ortamın enerjisinden o davarla oynamış olabilirim ama o kadar!"
Nazlı uzanıp Meyranın başını tutan dirseğini çekti ve kafasını düşürdü.
"Üzgünüm çiçeğim ama Yiğit damatlık bakıyor olabilir şu an. Sonuçta benimle oynadı diyerek bunu bir mesaj kabul etmiş olabilir."
"Hoştsun ordan! Ben ona mı kaldım? İki kelime güzel lafı yok, insanca doğru düzgün tavrı yok sevgilim gibi davranıyor!"
"Ay Meyra yazık benim kuzenime. O bebekken sarılık olmuş biliyor musun, annem söyledi? O yüzden biraz şeymiş."
Meyra salak salak konuşan arkadaşına baktı.
"İki gram aklın vardı onu da bu gece Halille yatamıyorum diye yedin değil mi lan?"
Nazlı omuzlarını düşürüp, ofladı.
"Annemi gördünüz işte."
Meyra yattığı yerden doğrulup bağdaş kurdu. Nazenin de daha fazla ayakta kalmaya dayanamamış olacak ki geçip Meyranın kucağına uzandı.
"Kadın haklı! Bende kızım ve yeğenimi ilk günden öpüşürken basarsam zifaf gecelerine mani olurum. Bu evde kaç insan yaşıyor biliyor musun oynak boncuk? Kadın ertesi gün insan içine çıkacak yüzünüz olsun diye uğraşıyor. Zaten Halil enişte de ilk bulduğu kuytuda götürecek gibi bakıp durdu sana, Zülüşüme dert olmuştur."
"Bir şey yapmayacaktık ki, uyurduk."
Nazeninle aynı anda kıkırdadı Meyra.
"Nazlı kuşum, üzgünüm ama buna ben bile inanmıyorum. Siz yan yana olunca benim hemen o ortamdan uzaklaşasım geliyor. Çok tuhaf bir enerjiniz var."
"Yaaa tam olarak bunu diyorum işte. Kız Nazlı, dini nikahta ne verdi o enişte sana? Nikahınız kıyılırken Semiha teyze soruyordu. Zülüşte bilmiyorum dedi ya aklım kaldı orda."
Nazlı alt dudağını ısırıp o anı hatırladı. Öylece bakıp kalmıştı. Anında değişen konularla unutmuştu ama şimdi Meyra sorunca yine aklı karma karışık oldu.
"Meyra ya çocuk polis ne verebilir? Bilezik falan demiştir, bizim orada düğün takıları mehir sayılıyor."
Nazlı yatak başlığından az uzaklaşıp kızlara doğru süründü. Gözleri çakmak çakmak açıktı.
"Şimdi bir şey diyeceğim ama fazlasını bana sormayın, gerçekten bende bilmiyorum."
İki kız aynı anda başını salladı.
"Hayrullah amca nikah akdine mehir olarak ne yazıyoruz deyince ben boş boş baktım. Hiç düşünmemiştim. Ama Halil Turan Savunmadaki hisselerimin tamamı dedi. Ben mal gibi kaldığım için bir şey diyemedim. Halil sonra Yiğite dönüp, Nazlının üzerine geçireceğin zamanı biliyorsun dedi. Yiğit de başını salladı sadece. Murat eniştem de çok şaşırdı, düşün adam konulamadı -ki bu Murat eniştem için oldukça büyük bir sorun!"
Nazenin Meyranın kucağından kalkıp öylece konuşan Nazlıya baktı. Meyra ise hiç bir şey demeden komodinin üzerindeki Nazlının telefonuna uzandı. Odada nefes sesi dahi çıkmıyordu.
"Şey Nazlı kuşum, ben yanlış anlamış olabilirim, ne savunma dedin?"
Nazlı fısıltıyla Turan dedi. Meyra da hızlı hızlı parmaklarını oynatıp durdu.
"Yok! Türkiyede bizim bildiğimiz Turan Savunma dışında şirket yok. Nazlı! Nazlı bu çocuk polis değil mi? Kızım ne işi olur TSK nın silah savunmasına üretim yapan şirketle? Hissesi ne kadar ki bunun, dedi mi bir şey?""
Nazlı içine kaçmış sesiyle "yok söylemedi" diye fısıldadı.
Nazenin de alt dudağını ısırmış öylece konuşan ikiliye bakıyordu.
"Nazlı, Halil bildiğimiz gibi polis değilse şey de öyledir değil mi?"
Nazlı ne diyeceğini bilmiyordu. Yalan söylemek çok zordu ama Halile de verilmiş sözü vardı. Gerçi mehirde bahsedilen hisseyle dumur olmuştu. Nazlı aslında Halilin ona hiç bir şey anlatmadığını, küçücük bir damla bilgi verdiğini o an anladı. Kafasında kurduğu profille Halilin önüne serptiği kırıntılar çok başkaydı.
"Biliyordum ama! Daha ilk zamandan anladım ben, böyle polis mi olur dedim yani. Allahım MİT ajanı mı ki bunlar? Daha da fenası o Yiğit davarı da konuya hakimse... Hay bin porsuk, bunların nasıl bir hayatı var lan?"
Nazlının düşen omuzlarından cevap gelmeyeceği anlaşılmıştı. Meyra gözlerini aynı halde duran Nazenine çevirdi.
"Hiç bir şey demedi mi senin ki işiyle ilgili?"
"Biraz esnek bir işi olduğunu söyledi sadece."
Meyra ters ters baktı yüzüne.
"O bebek suratın esnek işi Interpole uzanmıyordur inşallah. En çok ondan ürktüm, filmlerde hep öyle olur. En tehlikelileri mahsun bakışlıları çıkar!"
Nazlı uzanıp Meyranın dizine vurmuştu. Nazeninin kül gibi olan suratına bakıp iç çekti.
"Niye korkutuyorsun kızı? Diyelim ki biraz daha özel bir işleri var! Ben Halile tüm kalbimle güveniyorum, o yanlış yada kötü bir işe bulaşmaz. Kardeşim diye tutup evimize soktuğu adam da gangster çıkmaz!"
Nazenin bir umutla konuşan Nazlıya baktı.
"Olmaz değil mi öyle şey Nazlı? Yani Asaf öyle değildir. Değil ama ya. Görüyorum onu ben, değil. Güzel onun kalbi, bana bakışından bile hissediyorum."
Nazlı uzanıp arkadaşının yüzünü okşadı.
"Değildir tabi balım. Hem diyelim ki polis değiller de daha özel görevleri var ne olmuş yani? Yine devlete, millete hizmet ediyor olmuyorlar mı? Üstelik çok daha değerli bir şey yapıyorlar o zaman. Gurur duyarım ben kocamla."
Nazlı güzel güzel konuşurken yüzüne çarpan yastıkla kala kaldı.
"Kocan demek! Şu olaylara ışık hızıyla adapte oluşuna hastayım. Kızım adam Türkiyenin ve bak burayı iyi dinle! Dünyanın köklü, önemli birimlerine silah üretimi yapan bir şirkette hisse sahibi çıktı. Onu da iki bilezik verir gibi karısına nikah hediyesi verdi. Orayla nasıl bir bağı var acaba?"
"Bilmiyorum ki..."
Gerçekten öyleydi, Nazlı bu konu hakkında zerre bilgiye sahip değildi.
"Şu an evde iki buçuk ajan olabilir."
Meyranın fısıltısına anlamamış gözlerle baktılar. Nazenin "buçuk niye" diye fısıldadı. Meyra ise o çok alışıla gelmiş kibirli bakışlarıyla baktı.
"O davarı tam insan saycağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz! Gerizekalı, yarım porsiyon iskender dedi bana ya!"
Son kelime serzeniş gibi çıkınca gerilmiş sinirler boşluğa düştü ve kahkaha atmalarına neden oldu. Nazlı nefesini toplayana kadar karnına ağrılar girmişti.
"Ama kuşum Yiğitin en çok sevdiği yemek iskender. Adam sana kompliman yapmış, en sevdiğinin yerine koymuş. Yarım porsiyon kısmına takılmasak mı?"
"Şerefsiz boncuk senin bi tarafına korum da bekleyeniyle baş edemem diye sesimi çıkarmıyorum! Bu nasıl kompliman lan? Yer biti diyor gerizekalı!"
Meyra ne kadar sinirle söylese de iki kızı yine bir gülme aldı.
"Ama Meyroşum o kadar tatlı görünüyorsunuz ki atışırken, insanın oturup izleyesi geliyor. Ayrıca bence Yiğit çok tatlı davranıyor sana. Sürekli seninle uğraşıyor, insan sevdiğiyle uğraşır bi kere."
"Ruh hastaları, ikiniz de ilişki uzmanı kesildiniz başıma! O sıçmık bana bir kere daha yere yakınım desim sıçarım bacağına."
Nazlı dudağını ısırarak gülmesini kontrol altında tutmaya çalıştı.
"Şey, Meyram... Sen onu çok kışkırtma olur mu? Hani dedim ya sarılık geçirmiş diye, ondan heralde... O ayarsız birazcık da. Böyle ne bileyim tutar öper, demez hiç etrafta halam eniştem var. Utanmaz biraz o yani, ondan dedim."
Meyra öylece bakıp kaldı. Sanki bir an öyle bir şey gözünün önünden geçince yutkunma hissiyle kıvrandı.
"Na- nasıl be? Kimi tutup öptü lan o sizin yanınızda?"
"Yok!!! Yok öyle değil. Şimdi bir kaç örnek var da en kısası lisede yaptı yani. Bu çocuğun biriyle dalaşmış ama nasıl girmişler birbirlerine. Kavga sebebini asla öğrenemedik, çocuk da ağzını açmadı hiç. Benim okulum onun okuluna oldukça yakın, kavga ediyorlar deyince koştum gittim tabi. Okuldan da babam aranmış oda gelmiş. Bunun üstü başı dağılmış ama karşıdaki çocuğun ağız, yüz dağınık. Çok fenaydı çok."
İki kızda hiç ses çıkarmadan dinliyorlardı. Nazenin "eee sonra" dediğinde Nazlı ona baktı.
"İki hoca Yiğiti zaptetmeye çalışıyordu. Kavga durulacak gibi olunca çocuk bir şey mi demiş bilmiyorum geri azıtmış bu. Babamda hızla geldi, adam arabanın kapısını bile kapatmadan koşarak kalabalığa girdi. Bende peşlerinden tabi. Müdür, müdür yardımcıları, bir çok hoca... Yani görün karmaşayı. Bu gerizekalı onu tutanları savurmaya çalışıp kavgaya devam etmenin derdinde. Babamı gördü bir an. Sonra o salak çocuk "geldi bak, sakinleş yakmasın bizi" dedi. Bu kudurdu iyice. Hem küfür ediyor ama her küfüründen sonra da "özür dilerim enişte" diyor. Ben öylece kaldım. Bir an elinden kaçırdı beden eğitimi öğretmeni. Ay nasıl oldu, o çocuğun üstüne nasıl atladı anlamadık. Çocuğa vururken salak "enişte kusura bakma" falan diyor. Küfür ediyor "enişte halama söyleme tamam mı" diye laf yetiştiriyor. Yani o pek öyle birinden çekineyim, utanayım tarzı bir insan değil. Seni tutar öper ardından da kusura bakma enişte der geçer yani. Yapacağını her türlü yapıyor."
Meyra öyle boş boş baktı. Onu tutup öpen bir Yiğit geldi gözünün önüne. Karnına darbe almış gibi öne eğildi. Sonra da etrafa dönüp "kusura bakmayın, canım çekti" deyişi canlandı. Sinirden ensesindeki tüyler dikleşti. Yok yok!!! Oluru yoktu bunların, genç yaşında ruh ve sinir hastalıklarından tam pansiyon hizmet satın alırdı.
"Kızım bak sebebim olur o manyak benim. Benden uzak tutun en iyisi siz!"
Nazlı kaşları havada, dudağının kıyısını ısırarak baktı ama bir şey demedi. Nazenin de bir Nazlıya bir Meyraya baktı sonra da içine kaçmış sesiyle "sanki artık bunun için geç gibi" diye fısıldadı.
Gece saat ilerlediğinde uykuları ağır basmıştı. Yorgunluk da üzerlerine çökünce çift kişilik yatağa üçü sığışıp yattılar.
Nazlı uykuya yakın bir anda dibine iyice girmiş Meyrayla gözlerini açtı.
"Nazlı?"
"Ne oldu kuşum?"
"Sen artık çok zengin bir kadınsın biliyorsun değil mi?"
"Biliyorum ama düşünmek istemiyorum."
"Parayı beraber ezelim mi?"
"Ne?"
"Parayı diyorum, yıllık cirosu bile var ya offfff!"
Nazlı gözünü kapatıp sinirli bir nefes verdi.
"Gerizekalı!"
"Para seni çok değiştirdi Nazlı. Çok değiştin çok..."
"Yat uyu artık manyak!"
"Doğum günüm yaklaşıyor..."
"Uyu diyorum!"
"Hatırlatayım dedim. Fakir gibi şeyler alma artık beğenmem çünkü."
"Kahretsin, sus!"
Sonra sadece kısık bir kıkırtı ve sessizlik içerisinde uykuya dalışla sonlandı gece.
Sabah her zamankinden daha geç kuruldu kahvaltı masası. Akşamın kritiği yapıldı üstün körü.
Halil bir kenarda Yiğitle konuşup koltuklarda oturan kadınların yanına geldi.
"Hala bu gün için bir planımız var mı?"
"Yok halam, sizin var mıydı?"
Halil küçük bir tebessümle Nazlı ya baktı, gözünü de kırptığında Nazlı ne demek istediğini anlamadı.
"Uzun zaman önce Nazlıya verilmiş bir sözümüz var. Hiç eksiksiz Seyhanın kenarında balık tutmamız gerekiyor. Ertesi gün dönüş yapacağız, gelmişken borcu ödeyelim diyorum."
Nazlı ilk önce anlamadı, ne zaman söz verdikkerini düşündü. Ama sonra Yiğite bir süre ulaşamadığı zamandan bir anı düştü hatrına. Rüya görmüştü ve sabahın erken saatinde Yiğiti arayıp anlatmanın derdine düşmüştü. Bir türlü ulaşmayınca da ses kaydı atmıştı. Seyhanın kenarında uzun zamandır görmediği bir adamla beraber balık tutuyordu Nazlı rüyasında. Öyle gerçek bir andı ki uyandığında bir süre gerçek hayata dönememişti. Kalbi hasretiyle yanan Halile o kadar yaklaşmışken ve onun teninin sıcaklığını hissetmişken bunun bir rüya olduğunu kabul etmek istememişti.
Yiğite atılan ses kaydının muhatabı susarken, sesini bile o zamanlar duymadığı adam verilmiş bir söz olarak bahsediyordu dileğinden.
Züleyha da hayran hayran Halili izleyen kızına bakıp başını iki yana salladı. Kızının gözü yeğenine öyle tutulmuştu ki düz yolda kendi ayağına takılıp düşecek bir ahval vardı üzerinde.
"E siz gidin halam, bende bu arada restorana uğrarım. Kaç gündür hiç gitmedim, bahaneyle bi dolanırım orayı."
Eniştesi kahvaltı sonrasında çıkmıştı zaten evden. Halil etrafındaki insanlara sorar gibi baktı.
"Hadi kalkalım o zaman. Sabah çok erken gitmemiz lazımdı ya neyse artık. maksat boncuk hanıma verilmiş sözü tutmak olsun."
Yiğitin pantolonunun paçalarını düzelterek kurduğu cümle ve sonunda Nazlı ya göz kırpmasıyla Nazlı gülümsedi. Demek Yiğit sürekli Halile kendinden haberler uçuran bir taklacı güvercindi. Hiç de söylememişti pislik. Söylese Nazlı kaç ay idare ederdi o anın heyecanıyla.
Kızlar kısa sürede hazırlanıp aşağı indiklerinde erkeklerin arabaların orda durduğunu gördüler.
"Eeee iki araba var, nasıl gidiyoruz?"
Gururun sesiyle Halil arabasına doğru yürüdü.
"Ben ve ablan benim arabamda ön koltuğa biniyoruz. Geri kalanlar kendi aralarında yer ayarlasınlar."
Gururu hiç takmadan dediğini yaptı Halil. Önce Nazlıyı bindirip, kemerini taktı. Şöyle azıcık göz gezdirir gibi edip saniyelik bir öpücük bıraktı dudaklarına sonra da geçip yerine oturdu.
Gurur ağzı açık eski ağabeyi yeni eniştesine baktı. Kayınçolara verilmesi gereken değerin verilmeyişi bir miktar kalbini kırdı.
"Asaf abi, ben senle geliyorum. Eniştemin kırıcı hâl ve hareketleri bir süre içime dert olacak. Halbuki kız almaya gelinmediği için kapı tutup, bahşiş bile almamıştım ben ondan."
Adamın bir şey demesini beklemeden geçip arkaya oturdu. Yiğit de daha ne olduğunu anlamamış Meyranın kapişönünden tutup Halilin arabaya doğru yarı sürükler yarı yürütür bir halde ilerletti.
"Ne yapıyorsun davar? Lan bıraksana beni!"
"Hareket kazandırıyorum sana sarı, kıymet bilmezin teki misin sen?"
Nazenin ve Asafın da arabalarına geçmeleriyle yola çıktılar. Yiğit abisinin omzuna arkadan iki kere dokundu.
"Telefonu bağlıyorum arabaya, şarkı açacağım."
Gayet anlaşılabilir bir istek olduğu için Halil onaylar şekilde kafasını sallayıp yola devam etti. Meyra da kayıp giden yolu izlerken arabayı oldukça yüksek bir ses doldurdu.
Şarkıyı söyleyen kişi Mahsun Kırmızıgüldü. Şarkının sözlerinde ise "sarı sarı, kimin yar'ı" diye cümleler söyleniyordu.
Bu da yetmezmiş gibi berbat bir ses "en güzeli, benim sarı" diye bir öküz gırtlağı kesilmiş gibi böğürüyordu.
Kafasını hızla yanında oturan ve bet sesiyle şarkıya eşlik eden adama çevirdi. Kulağını kanatmak ister gibi sesi biraz daha yükseldi ve "sarı sarı, sarı çiçek. Herkes yalan sensin gerçek" kısmında Meyrayı zıvanadan çıkardı. Meyra uzanıp elindeki telefonu almak için biraz cebelleşmişti ama sonunda da başarmıştı. Arabayı inleten şarkıyı kapattığında ona sırıtarak bakan adama mavi gözlerini öfkeyle dikti.
"Salak çocuk, kulak kalmadı be! Sen o sesle neyine güveniyorsun da şarkı söylüyorsun?"
Nazlı ve Halilin aynı anda kahkaha atmasıyla başı anlık öne döndü.
"Ne gülüyorsunuz be?"
Nazlı bedenini olabildiğince arkaya çevirip Meyraya baktı. Kaşı gözü de ayrı oynuyordu.
"Meyra al işte sana ortak nokta. Sizin müzik zevkiniz birebir örtüşüyor Yiğitle. Yiğit, Meyra kuşum banyoda Mahsun abimizden 'dinle' şarkısını söylemeye bayılır."
Yiğit biraz önceki arbede sırasında kayan gözlüğünü işaret parmağıyla düzeltmiş ve Meyraya sinir bozucu bir sırıtış göndermişti.
"Sana diyorum inanmıyorsun ikram bisküvimin arasındaki krema. Senle ben bir elmanın iki yarısıyız. Arabesk de sever misin? Ama böyle damardan olacak, efkarlandıracak hı?"
Meyra alık alık baktı Yiğite. Severdi açıkcası. Kızları deli edecek kadar çok severdi. Sınav dönemini "dertler derya olmuş" diýerek geçiren biriydi.
"Ay sevmez mi? Favorisi doktor ve duyanlara duymayanlara. Öyle seviyor ki kapatması için para falan teklif ediyoruz biz ona."
Nazlının boş boğazını sıkıp eline verecekti.
"Sen niye bizim özelimizi anlatıyorsun pislik boncuk? Hayır ne oluyor yani söyleyince?"
"Ama Yiğit sorunca ne bileyim çiçeğim? Söylemese miydim ki?"
Gerçekten şu kızı azıcık bile tanımayanlar yerdi masum masum göz kırpışını. Birde yalandan dudağını büküyordu, utanmış gibi.
"Hiç Allahtan da korkmuyorsun lan boncuk? Şu tipe bak! Kızım her haltı yeyip niye rol kesiyorsun ki sen?"
"Bişey mi dedim şimdi ben? Ne dedim ki Halil? Öyle Yiğit sorunca boş bulunup söyleyiverdim?"
Halil uzanıp elini kavradı ve elinin üzerine sesli bir öpücük bıraktı.
"Yok güzelim sen bir şey demedin, Meyra aksinin teki. Huysuz işte, boşver sen onu."
Çocuk eğler gibi, gülmesini de saklamadan Nazlıyı avutup, Meyrayı gömdü Halil.
"Yazıklar olsun enişte. Ama sen yokken ben hep seni savunmuştum. Kesin ayakları koptu ondan gelemiyor demiştim."
Meyra sağ kolunu deşmeye çalışan adama baktı Halile duygu sömürüsü yapacaktı daha.
"Ne var be?"
"Şu gözlüğü silsene."
"Ne?"
"Gözlüğü... Silsene, benim üzerimdeki triko olduğundan sanırım dalgalı dalgalı olmuş."
Anlık yaşanılan akıl tutulmaları şu sıra Meyrada fazlasıyla yaşandığı için uzatılan gözlüğü alıp üzerindekinin uç kısmıyla silmeye başladı. Bir iki kere havaya kaldırıp kontrol etti ve iz olan yeri tekrar sildi. Gözlük sapından tutarak da Yiğite geri uzattı.
Yiğit hayran hayran gözlük sapından tutan kıza baktı, ağzı kulaklarındaydı. Resmen gözlüğü sapından tutan bir insan vardı yanında. Üstelik kendi gözlük kullanmamasına rağmen bu önemli bilgiye hakimdi. Evlenmeleri için hiç bir mani kalmamıştı artık. Geriye yaslanıp, arabanın tavanına bakarak tekrar o bet sesini içeri yaydı.
Genç Ömrümün Baharı Sevdiğim Güzelin Adı Sarı Sarı, Kimin Yarı Sarı Sarı, Sarı Çiçek Herkes Yalan Sensin Gerçek
Sarı Sarı, Sarı Çiçek Herkes Yalan Sensin Gerçek
Meyra susturmak için kolunu çindiklediğinde ses daha yükseldi. Susması için bağırdığında aldığı karşılık...
Umbambau Sarı, Umbambau Ye Umbambau Sarı, Umbambau Ye
Oldu...
Sonunda pes edip yola baktı ama bozulan sinirlerinden midir nedir gülmek istiyordu. Salak adam! Meyranın öyle sesi olsa asla yüksek şarkı söylemezdi bile. Şarkıyı mahvetmişti resmen, Mahsun Kırmızıgül evinde bilinmeyen bir sebeple can çekişiyor bile olabilirdi. Ama bir kısmı, yani şarkının içinde söylenmiş küçük bir cümle nedensizce heyecanlanmasına sebep oluyordu. Sevdiğim güzelin adı diye içinden eşlik ederken buldu kendini...
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
Kısa süren yoldan sonra çok öncelerden geldikleri tahta iskeleye yakın arabaları park ettiler. Şu ara tutabilecekleri tek balık sazan olurdu.
Halil arabanın bagajından ne kadar malzeme varsa çıkarıp iskeleye taşıdı. Asaf da yanında olta takımlarına bakıyordu.
"Rezil edeceksin beni!"
Halil misinayı ayarlarken tepesinde dikilen arkadaşına dudağı sağa kıvrılmış bir halde baktı.
"Ne o? Bıçak fırlatmaya benzemiyor mu olta atmak?"
"Daha önce denemedim! Yoksa zor bir olayı yok."
"İşine yaramadığındandır denemeyişin. Şimdi kıza kendini göstermen gerek susta. Nazenin olta atıp, çekemediğini bilmesin."
Asaf elinde kurulmuş oltaya birde altlarında kalan suya baktı. Ne kadar zor olabilirdi ki?
"Hallederim... Yani umarım."
Halil kısık sesle güldü. Asaf bir işte ya en iyisi olacak ya da asla o işe bulaşmayacak çizgiler taşırdı hayatında. Arada kalmış becerilerden hoşlanmazdı.
"Bir buçuk ay sonra Amasyaya gitme planı kurulabilir. Ne yapacağız?"
"Halam bahsetti."
Halil halasının beş dakikalık bir yalnızlığında Asaf için istediğini dile getirmesiyle sıkıca sarılmıştı halasına. Zaten Asafın "hala" diye seslenmesinden anlamıştı Züleyha sultanının el attığını.
"Biz o zaman..."
Halil elindeki misinayı dolarken başını kaldırıp, çatık kaşlarla baktı Asafa baktı.
"Senlik bir şey yok! Sen burda olacaksın o zamanda."
"Kobra ben senin canını korumakla görevliyim, geride kalmam!"
Asafında aynı diklikle konuşması Halilin ayağa kalkıp, genelde görevlerde kullandığı duruşuyla dibine girmesine neden olmuştu.
"Görevini iyi öğrenmişsin susta! Canımı korumakla görevlisin. O yüzden Nazlı nerdeyse sende orda olup canımı koruyacaksın! Bir daha sana verdiğim emri sorgulama!"
Asaf ağzını açtı ama şu an karşısında dikilen adamın kardeşi Halil olmadığını da çok iyi biliyordu. Şu an lideri kobra, sorguladığı emir için gerekli ültimatomu veriyordu. Ciğerini dolduran nefesi bırakıp başını onaylar gibi eğdi.
"Kızım sen nasıl İzmirlisin?"
"Ne var be?"
"Oltayı kalas gibi tutuyorsun! Ayrıca arkayı bi kontrol mü etsen sarı? Birinin gözüne sokacaksın, al başına belayı."
Meyra şöyle bir ardına baktı, e kimse yoktu. Zaten şu an kendilerinden başka kimse yoktu ki.
"İyi de kimse yok."
Yiğit serin hava yüzünden burnunun ucu kızarmış kıza gülümseyerek bakıp kapişönünü başına geçirip, iplerini gerdi. Meyranın sadece suratı kalınca ortada yüzüne karşı kahkaha attı.
"Tipe bak, hadi dön önüne. Oltaya da narin davran."
Yiğit, Meyrayı delirtirken Nazenin de gülmemek için Asafa bakıyordu. Misinayı sürekli dolaştırıyordu.
"Asaf ama öyle olmaz ki canım."
Asaf sinirlendiğini hissediyordu. Altı üstü basit bir oltaydı ama incecik ip sürekli dolaşıyordu.
"Bu niye dolaşıyor sürekli?"
Kızgınlığı resmen oltayaydı. Nazenin eliyle dudaklarını kapatsa bile kıkırdamasını engelleyemedi. Asaf başını kaldırıp kıza bakınca biraz utanmışlık, bolca sinirle bıraktı elindekini. Nazenin de elindekini kenara dayayıp sevgilisinin yanına geçti. Onun gibi dizinin birini kırarak yere yasladı ve dolaşan kısmı ince parmaklaryla açmaya başladı.
"Sen de biliyorsun balık tutmayı."
Küskün bir erkek çocuğu gibi durmasına yine kıkırdadı Nazenin.
"Ve dalga geçiyorsun benimle."
Nazenin açtığı misinanın fazlalık kısmını sararken ona bakan küskün gözlere gülümseyerek baktı.
"Ama hayatım, sende hemen küsüyorsun. Ayrıca ben ırmak kenarında büyümüş bir kızım, babam bayılır ırmak balığından mangal yapmaya. Hiç deneyimlememiş biri için oldukça zor bir iş aslında."
Asafın şu an önceliği beceremediği olta ve balık tutma macerası değildi. Şu an çok daha önemli bir durum vardı. Nazeninin hayatı olan kendiyle ilgileniyordu.
"Hayatım..."
Fısıltısına, Nazenin tekrar baktı.
"Ne?"
Asaf omuzlarını silkip, tebessümle baktı.
"Hayatım dedin ya, hoşuma gitti."
Gözleri pırıl pırıl, yanakları kızarmış, saçının bağlanan yerlerinden çıkan tutamlarıyla Nazenin... Asafın kara saçlı büyüsü... Bir insanı bir gülüşe meftun edecek güzellikte tebbessümüyle baktı ona.
"Çünkü sen hayatımsın..."
Asaf aralarında bir metre olan kıza, elini de yere yaslayarak uzandı ve alnına öpücük bıraktı.
"Sen yaşamın ta kendisisin Nazenin."
Gözleri anlık kapanıp açılan kızın bu sefer yanağına bir buse bıraktı.
"Züleyha hala, Amasyaya birlikte gelmek istiyor Nazenin."
Bunu söylemek için deliriyordu esasında. Sesindeki çatlamaya çalışan o tınıyı kontrol edemiyordu.
"Ay evet Asaf. Bana da söyledi, çok mutlu oldum ben. Senin de hoşuna gider mi?"
"Gider... Tek başıma, ailenin karşısına çıkmak zor olacaktı."
Bunu ne kadar kendine dert ettiğini Nazenin görebiliyordu. İçten içe kendini yetersiz, eksik hissetmesine neden oluyordu ailesinin olmayışı. Yine de yüzünü azıcık bile düşürmedi.
"Asaf senin ailen benimkileri ne hale düşürür endişelenmeli miyim sence? Züleyha abla çok kurulu da benim amcam ve yengemlere. Şimdi halan olarak tüm içinde birikenleri onlara aktarma planları yapıyor."
Asaf da gülümsedi.
"Çok değişik bir kadın. Bilmiyorum, farklı. Daha önce karşılaşmadım onun gibisiyle."
"Bende canım bende. İlk tanışmamızda yıllardır bizi tanıyormuş gibi sarıp sarmalamıştı. Ben bir kere çok hastalanmıştım, Nazlı telefonda bahsetmiş. Ertesi gün yurda koca bir koli yiyecek geldi. Pekmezler, kuşburnu reçelleri, meyve kuruları. Ay hatta çorba bile vardı biliyor musun. Hasta çorbası bu diye üzerine not bile yazdırmış."
"Çok merhametli... Halam olduğunu söyledi, ikna kabilyeti çok kuvvetli. Hala derken buldum kendimi."
Bu daha çok kendine söylenen, bir miktarda hayret barındıran bir sözdü.
Nazenin yine kıkırdadı.
"Seni Halil ve Yiğit kadar benimsedi. DNA testi yaptırsan sonuç pozitif çıkar bi'tanem. Halan ne diyorsa karşı çıkmadan kabullen bence, pişman eder vallahi seni."
Nazeninin tatlı tatlı konuşmalarını keyifle, yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle izledi Asaf.
"Ben akıllı bir adamım Nazenin. Halalara karşı gelinmeyeceğini biliyor ve kabulleniyorum."
Yerlerini beğenmedikleri için iskelenin ucuna doğru ilerleyen Halil ve Nazlı da Asafın son sözlerini duymuşlardı.
"Annemin sözlerine biz çocukları kayıtsız şartsız biat ederiz Asaf. Bunu erken öğrenmiş olman çok iyi. "
Nazlı, Asafa takılarak hiç durmadan elini tutup çekiştiren Halile uyum sağladı.
Nazlı kolunun altından girip, önüne geçti Halilin. Oltayı beraber tutup beklemeye başladılar. Nazlının elleri oltayı tutunca Halil de ellerini çekip, beline dolandı boncuğunun. Başını da omzuna yasladı.
"Demek benim hakkımdaki her şeyi Yiğitten öğreniyordunuz Halil bey?"
"Öyle oluyordu boncuk hanım."
"Halbuki beni arasan ben anlatırdım sana her şeyi en ince ayrıntısına kadar."
Halil hırkasının üzerinden omzunu öpüp, çenesini geri yasladı.
"O zaman gel derdin."
Nazlı iç çekti ve "derdim" diye fısıldadı.
"İşte tam o an her şeyi geride bırakırdım. İradem sana kadar Nazlı. Ama ardımda bıraktığım şeyler çok büyük yıkımlara neden olurdu."
"Biliyorum sevgilim. Ben bana geldiğin zamandan memnunum. Ben gelişini bekledim, ne zaman olduğu önemli değil. Gelmiş olman yeter bana."
Halil bu sefer boynunu öptü Nazlının.
"Asaf, annem tarafından fahri yeğen seçildi."
"Öyle olmuş, belli etmiyor ama çok hoşuna gitmiş."
"Ben hikayesini duyunca çok üzüldüm Halil. Allah kimseyi ailesizlikle sınamasın."
"Asaf... O ailesizlikten fazlasıyla sınandı Nazlı. O yüzden çok daha kıymetli halamın yaptığı onun için. "
"Ne demek bu?"
"Bu Asafın özeli, söylemem doğru değil. Sadece birilerinin istediği, sevdiği kişi olmak onun için çok daha büyük anlamlar taşıyor bil diye söyledim."
"Artık kalabalık bir ailesi var. Buna kısa sürede alışır umarım, annem çok benimsedi onu. Ama bence Ünzile abla da çok sevecek. Güzel bir anne olacak ona."
"Nazeninin annesi?"
"Hı hı... Çok anaç bir kadın, sen tanışmadın ya bimiyorsun. Annem gibi merhameti."
Halilin dudağı rahatlama hissiyle kıvrıldı. Asafın haladan sonra bir annesinin olacağını bilmek iyi hissettirmişti.
Gözü anlık bir saattir aşağı yukarı yürüyerek, telefonla konuşan Gurura takıldı.
"Sevgilisi mi var Gururun?"
Nazlı da başını geriye atıp kardeşine baktı.
"Bana bir şey söylemedi ama yok bence. O genel olarak kankalarıyla telefonda saçma sapan saatlerce konuşabilir. Biri olunca mutlaka söylüyor."
"Sinir oluyor bana."
"Hayır... Sana hayranlık duyuyor ve bunu da uğraşarak saklamaya çalışıyor."
"Öyle diyorsun?"
"Hı hı... Yiğite senin uyguladığın spor programını sorarken duydum."
Nazlının kıkırtısıyla eğdiği boynunu kaldırıp, üstten baktı kıza.
"Aşkım sen her an beni izlediğin için fark edemiyor olabilirsin ama kahvaltıda tabağına koyduklarını alıyor kendinede. Ayrıca otururken falan senin duruşunu yapmaya çalışırken yakalıyorum onu."
"Sıpa..."
Hoşuna gitmişti Halilin duydukları. Gurur beyin sürekli laf atışları şimdi daha anlam kazanmış oluyordu. Bir zamanlar omzunda gezdirdiği fındık oğlanın koca adam olmuş olması tuhaf geliyordu bir yerde de.
Nazlı bedeninde hissettiği ıslaklıkla gerildi. Reglisine henüz vardı aslında. Hava değişiminden kaynaklı mı erken olmuştu anlamadı. Halilin kollarından sıyrılıp çıktı.
"Sevgilim lavaboya gitmem lazım."
Halil olumlu şekilde başını sallarken elindeki oltayı konumlandırmaya çalışıyordu.
"Hayır, dur sen. Şurdaki balık restoranının lavabosunu kullanabilirim sanırım. Beş dakikaya gelirim."
"Bekle bende geleyim güzelim."
"Bozma açısını Halil. geliyorum şimdi."
Çantasını kenara koydukları malzemelerin yanından alıp tahta iskeleden restorana doğru yürümeye başladı. Herkesin keyfi çok yerinde olduğundan kızlara seslenme gereksinimi duymamıştı.
Restorana girip, lavabolarını kullanabilmek için izin istedi. Lavobada işi bitince çıktı. Regli olmamıştı ama her ihtimale karşı önlem aldı. Ellerini yıkarken içeri giren bir adamla ne olduğunu ilk anlamadı. Buranın kadınlara ait olduğunu söyleyecekken adamın eli ağzına ve beline sarıldı. Nazlı içine dolan korkuyla ne olduğunu anlamamıştı ama hızlı çırpınışı, ayaklarını adama vurmaya çalışması derken arbede büyümüştü. Adam ondan güçlüydü ama Nazlı pes etmek istemiyordu. Adamın avuç içine dişlerini geçirdiğinde anlık bir boşluk yakaladı, tam kapıya yönelecekken bu sefer aynı el saçlarına saldırdı. Attığı çığlık oldukça yüksek çıkmıştı. Saçlarına dolanan el başını hızla öne ittirince kapı pervazına sağ kaşını çarptı. Tekrar ağzına dolanan elle çığlığı inleme gibi çıkmıştı. O sırada biri daha girdi lavaboya.
"Çabuk ol!"
"Zaptedemiyorum, tut şunu. Elimi ısırdı kahpe!"
"Acele et, çok ses çıktı."
Diğer adam Nazlının savurduğu ayaklarını tutup onu havaya kaldırdı. Ne kadar çırpınsa da gücü yetmiyordu. Gözlerinden akan yaşlar, hıçkırıklarını kapatan pis bir el ve kalbinin korkuyla çırpınması onu güçsüzleştiriyordu. Dar koridordan geçip arka çıkışa yöneldiklerinde Nazlı hâlâ bedenini savurmaya çalışıyordu. İki adamın uyguladığı güç sayesinde kısa sürede kapıdan çıktılar ve kapı girişinde açık bir halde bekleyen siyah transportera bindirdiler. Kapı kapanır kapanmaz araç hareket etmişti. Nazlıyı zorla tutan iki kişi koltuğa fırlatır gibi attılar.
"Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz?"
Nazlının çığlığı arabanın içini doldurdu. Karşısında oturan biri vardı. Kim olduğu hakkında zerre fikri yoktu ama öyle dikkatli bakıyordu ki ne olduğunu anlamadı. Kırklı yaşlarının ortasında gibi duruyordu adam.
"Nazlı... Benim güzel yeğenim, koca kız olmuşsun."
Nazlı ne dediğini anlamadı, korkudan sıkışan kalbi nefes almasına da engel oluyordu.
"Kimsin sen?"
Adam başını yana eğip gülümser gibi baktı.
"Tabi benden hiç bahsetmediler değil mi sana? Hayattaki tek amcanı bilmiyorsun güzel yeğenim."
"Ne?"
Kenan uzun uzun kızın yüzünü inceledi. Esmaya benzeyeceğini düşünmüştü aslında ama neredeyse hiç bir yeri benzemiyordu. Belki burnu biraz olabilirdi. Ama gözlerini abisinden aldığını fark etmişti. Abisi... Ona hayatı cehennem eden abisi!
Bunca yıldan sonra bir intikam gütmüyordu ama kaderinde çok tatlı bir oyun oynama şekli vardı. İstanbul havaalanında bir anda önünde telefonla konuşan kız kardeşi Zeynebi görünce oldukça şaşırmıştı. Halbuki bunca yılda bir kere adlarını ağzına almamıştı.
Birgül ve kocası yüzünden başına gelenler hayatını değiştirmişti. Asla beklemediği şeyleri Birgülden görünce baya şaşırmıştı da. Yine de olanlara sebebin Murat olduğuna emindi. Yıllar önce Birgülü para için aradığında her şey kusursuzdu. Oldukça güzel bir mebla ile açılışı yapmıştı ama Birgülün de akıllanası tutmuştu. Neler olduğunu merak etmilti o zamanlar. Çünkü Birgül ne kadar kızsa, bağırsa de asla Kenana kıyamayan bir yanı vardı. O yanı hep Kenanın , Birgül tarafından korunmasını sağlayacaktı tabi Murat olmasa! Onu savcılığa vereceğini söyleyince hesapta kalan parayı çekmeye cesaret edememişti. Aylarca içi yansa da o paraya dokunmamıştı. Nasıl olsa tehlike geçti sandığı bir anda Murat denilen şerefsizin peşine taktığı bir adam onu yakalamış ve polise teslim etmişti. Zorla çıkarıldığı mahkemece de üç yıl ceza yemişti.
Bu duruma lanet okurken aslında ona çok başka bir hayatın kapıları açılmıştı. Hapishanede tanıştığı, her pisliğini yaptığı bir adamın yanında kendine yer bulmuştu. Hapisten çıktığında "irin" lakabıyla adamın yanında olmuş ve ne kadar pis işi varsa en önde koşturmuştu. Torbacılık, haraç kesme, kadın pazarlama derken baya işin ehli birine dönüşmüştü. Abisi bir konuda yanılıyordu. Kenan da bir şeyler başarabilen biriydi aslında, sadece onların istediği şeyleri yapmak konusunda isteksizdi. Halbuki şimdi gayet de başarılıydı. Tek sıkıntısı her işine koştuğu adamın sapkın isteklerine karşılık veriyor olmasıydı. Adamın adını korumak için bu yönünü saklaması gerekiyordu ve Kenan hapishane günlerinden beri en iyi sırdaşıydı. İlk zamanlar çok zoruna giden duruma artık alışmıştı. Bazen bazı şeyler için fedakarlık yapması gerekiyordu. Kendine bir hayat kurmuştu ve yaşıyordu. Ağabeyi yada sözde kız kardeşleri zerre umurunda değildi düne kadar. O telefon konuşması içinde söndüğünü düşündüğü yangını harlamıştı. Zeynebin keyifle Birgüle, Asil ağabeyinin kendi gibi bir damat bulmuş olmasını anlatması dikkatini çekmişti. Kardeşi valiz sırası beklerken bir zamanlar ağabey dediği kişinin varlığından bile haberdar değildi. Yeğenlerini çok özlediğini, Züleyhanın kızını evlendirme hevesini dillendirip Kenanın hırs damarlarını fitilliyordu sanki. Asil ağabeyinden beşinci çocuk haberi beklerken kızını evlendirme haberini duymanın şokunu Zeynep kahkahayla anlatıyordu. Demek Asil bey kendine o istediği büyük aileyi kurmuştu. Şimdi karşısında ona korkuyla bakan kıza gülümsemesini esirgemeden gözlerini dikti.
O büyük ailenin özlemini çeken Asil Bey, nazlı kızı duyup incinmesin diye yaptıklarını saklamaya devam ediyor muydu acaba? Karşısındaki kız asıl annesinin kim olduğunu biliyor muydu mesela?
"Amcanı bilmeden büyüdüysen gerçek annenin kim olduğunu da bilmiyorsundur değil mi Nazlı?"
Nazlı duyduğuyla duruşunu düzeltmeye çalıştı. Şu ana kadar bir kere bile adını duymamıştı bu adamın ama ölüp giden annesinden ne istediğini merak etti.
"Bu seni neden ilgilendirsin?"
Kenan başını yana yatırıp koyu gözlerini biraz daha kıstı.
"Hmmm demek seni doğuran asıl kişiyi biliyorsun küçük Nazlı. Esmayı gizlememişler, ama eminim bunda Züleyhanın parmağı vardır. Yoksa baban olacak tecavüzcü pezevenk nasıl anlatsın sana değil mi?"
Nazlı duyduklarına anlam veremedi ama gerçek olabileceğini düşünmedi bile.
"Babam hakkında doğru konuş! O senin gibi adamların ağzına alabileceği biri değil. Haddini bil! Asil Sulhandan bahsetmek ite köpeğe kalmadı!"
Nazlı belki sözlerinden sonra bir darbe bekledi ama kahkaha asla beklediği şey değildi.
"Nasılda Züleyhanın tornasından çıkma bir kız. Şu an karşımda resmen Züleyha var gibi hissettim. Hala çok güzel mi Nazlı? Ben onu tanıdığımda ateş parçası gibiydi. Ah o gözleri, insanı yakıp kavuruyordu."
Nazlının midesine şiddetle saplanan bulantı hissi bir anda öğürmesine neden oldu. Anladığı şeyin doğru olmadığını düşünmek istiyordu. Böyle iğrenç bir imayı duymamış gibi yapmak istiyordu ama karşısındaki adamın yüzündeki sırıtma, her şeyi açıklıyordu sanki.
"Sen... Gerçekten iğrenç biri olduğun için adın hiç geçmedi evimizde değil mi? Babamın iki kardeşi var, ikisi de dünya iyisi insanlar. Demek babam senin nasıl bir sülük olduğunu anladı ve aileden uzaklaştırdı. Kuyruk acın mı çıkardı seni karşıma?"
Söylenenler hiç söylenmemiş bir umursamazlıkla Kenan bacak bacak üstüne atıp geriye yasladı. Nazlı ise çaktirmadan hareket eden aracın nereye gittiğini anlamaya çalışıyordu. Güçsüz görünmek istemiyordu ama çok korkuyordu. Çantası Lavaboda düşmüştü, onu bulmaları imkansız gibiydi. Üstelik kim bilir ne zaman fark edilecekti yokluğu.
"Korkma küçük Nazlı. Sana bir şey yapmayacağım, sadece amca yeğen sohbet ediyoruz. Merak ettim yıllar içerisinde Asil Bey yakıp yıktıklarını geride bırakıp amacına ulaşmış mı? Benim küçük yeğenim, babasının tecavüzü sonucu oluştuğunu biliyor mu mesela? Yada annesinin, babasını işe gönderir göndermez başka adamların altına yatmak için zaman gözlediğinden haberdar mı? Hmmmm başka ne vardı? Ah bunlar ortaya çıkacak diye Esmaya neler yaşatmış ve tüm mal varlığını baban yakıp ört pas etmişti. Ha Esmanın ölümüne de bizzat sebep olan kişinin kendisi olduğunu söylemeye gerek varmı yoksa sen ip uçlarını birleştirebiliyor musun Nazlı?"
Nazlı zerre inanmıyordu. Zerre ihtimal vermiyordu, o babasını tanıyordu. Ailesinin ne kadar iyi inssanlar olduğunu biliyordu. Bir aşağılığın lafına kanıp kalbini ikileme sokmayacaktı.
"Ne zaman biter havlamaların. Sıkıldım ve inmek istiyorum."
"Ah benim saf yeğenim, sen belki Asilin kızı bile değilsindir ha."
Kenan iç cebinden bir kağıt çıkardı. Nazlı ne olduğunu anlamamıştı ama umursamadan karşısındaki pisliğe bakmaya devam etti.
"Bak bu Esmanın ölümüne dair tutulan ilk tutanak. Sana iyilik yapıyorum Nazlı, amcanın kıymetini bil. Sana aslında nasıl insanlar olduklarını söylemediler. Bense herkesi gerçek yüzleriyle tanı istiyorum. Al ve bak."
Kucağına atılan kağıdı eline alıp katlı yerlerinden açtı. Uzun uzun incelemedi ama plakası verilen bir araçta ölü çıkarılan iki kişinin ismine bir süre baktı. Esma çaldıran Sulhan ve Akif Kağızman adlı kişiler trafik kazası sonucunda olay yerinde ex olmuşlardı.
"Akifin adını görünce biraz bende şaşırdım ne yalan söyleyim. Esmanın babasının ortağı gibi bir şeydi bu adam. Esma seni evde tek başına bırakıp aşığının altına girmeye gidince Asilde peşlerine düşmüş. Kaza yapmaları içinde elinden geleni yapmış tabi. Ah para... bak elindeki bilgileri değiştiren yegane şey paraydı. Ama Esma ölünce hiç bir şey bitmedi. Asilin esmaya tecavüzü sonucu hamile kaldığını en yakın arkadaşından bizzat ben duydum. Kıza gizli kapılar ardında baya şiddet uygulamış. Başka erkeklerde teselli araması çok normal değil mi? Ben hak verdim açıkcası. Ben aslında annenin yatak maceralarını dinlediğimde seninde Asilden olmadığına emin oldum da baban gerçek bir kör. Yok sayınca yok olacağına inanıyor. DNA testi yapmak istersen yardımcı olabilirim canım yeğenim. Salak yerine konulman hoşuma hiç gitmedi. "
Nazlı nefes bile almadan karşısında konuşan adamı dinliyordu. İnanmıyordu ama! Asla inanmazdı zaten Nazlı. Çocukken ona "kundakçının kızı" deyişleri kulağında çınlasa bile ihtimal vermezdi. "Senin baban ilk anneni dövüyormuş hep" diyen sıra arkadaşıyla ilk kavgasını ettiğini de hatırlamak istemiyordu. Sınıfın içerisinde Emre adlı bir çocuğun bağıra çağıra "babası bunun annesini öldürmüş" demesi de umurunda değildi. Onlar Nazlının babasını tanımıyorlardı ve Nazlı için kimsenin dediği önemli değildi. Sadece... Sadece onu doğuran, Esma annesi hakkında söyledikleri kafasını karıştırıyordu. Hiç resmi yoktu Esma annesinin. Bir kere sorduğunda, Züleyha annesi gözlerini kaçırmış, ev tadilatı sırasında küçük bir yangın çıktığını, o sırada Esma annesine ait ne varsa bir kutuda yandığını söylemişti. Küçükken bu yalana inanmıştı Nazlı. Biraz büyüdüğünde babasının görüp dayanamadığı için kendinin her şeyi ortadan kaldırdığını düşünmüştü. Bir kere soracak gibi olduğunda babası boş bulunup "senin annen Züleyha!" diye bağırmıştı. Sonra pişman olup, yandılar diye fısıldayıp gitmişti. Nazlı babasının çok üzüldüğüne o kadar emin olmuştu ki bir daha asla sormamıştı.
"Bunları niye anlatıyorsun? Ne geçecek eline?"
Sesi duygudan yoksun, ne düşündüğünü zerre ele vermeyen bir soğuklukla çıkmıştı. Kenan boş vermişlikle omuzlarını silkti.
"Hiç... Hiç bir şeyi planlamıyorum canım yeğenim. Her şeyi kontrol edeceğine inanan baban bunu da kontrol edebilmiş mi merak ettim sadece? Hâlâ her olaya hükmediyor mu kendi gözlerimle görmek istedim . Yada... Yada yıllardır bir sürü yalanla uyutulan Nazlı yeğenimi uyandırmayı planlamışımdır. Senin baban tanıdığın o adam değil Nazlı. Senin baban hoşuna gitmeyen durumlarda her şeyi yapabilen tecavüzcü, dayakcı, katil bir adam. Üstelik Esma başka adamlarla kendi bilinciyle birlikte olmuyormuş biliyor musun? Zavallı kız şizofreni hastasıymış ama senin o baban bunun da etrafta duymaması için kadına ilaçlarını aldırmayıp onu daha çok delirtmiş. Sana hamile kaldığında alamadığı ilaçları yüzünden ne ataklar geçirmiş ah bir bilsen. Yirmi yedi yaşında gencecik, çok güzel bir kadını hayattan kopardı senin o çok inandığın baban."
Nazlının dizleri titriyordu. Az sorun yaşasalar onu hemen psikoloğa götürmeye çalışan anne babası geldi gözünün önüne. O klinikten çıktığında nasıl korku dolu gözlerle beklerlerdi onu. Sebebi bu muydu? Sebebi biyolojik annesinin aslında şizofren olması mıydı? Kendinin de annesinin hastalığını taşımasından korktukları için mi paniklerlerdi?
Hissettiği bu duygusal karmaşa ona sadece ağlama isteği olarak dönmütü. Nazlı ailesine bilensin diye kelimeleri bilerek zehirleyip önüne sunan bu adama tabiki inanmıyordu. Fakat ondan gizlenen bir şeyler bir şekilde aklında şimdi mantıklı cevaplar bulmuştu. Biyolojik annesi hastaydı. Belki bu nedenle belki de kendi iradesiyle babasını aldatan bir kadındı. Babası neler yapmak zorunda kalmıştı o zamanlar kim bilir? Ardından fısıltılar duyardı hep. Bazen cesaretle yüksek sesle ama çoğu zaman fısıltıyla söylenen zift karası kelimeler.
"Şovun bittiyse durdur arabayı!"
Ne kadar canından can sökülse de şimdi bırakamazdı kendini. İlk önce karşısındaki pislikten kurtulması gerekiyordu.
Kenan yine gülerek baktı karşısındaki kıza. Züleyha onu iyi eğitmişti. Yüzünün rengi çekilmiş olsa bile dirayetini korumak için nasıl da uğraş veriyordu. zaten çok keyif de alamamıştı. Kızın en azından biraz hıçkırarak ağlaması iyi gelebilirdi bu traji komik hadiseye. Ama Nazlı ona istediğini vermeyecekti galiba. Sonra sürekli titreyen telefonuna baktı öylece. İki gündür açmadığı için delirmiş olmalıydı. İçi sıkıldı. İstanbula geri dönmesi gerekiyordu. Geri dönüp bu hayatı devam ettirmek için bir takım sapkınlıklardan zevk alıyormuş gibi davranmalıydı.
"Seninle işim bitti nazlı yeğenim. babana selam söyle. Ha unutmadan Züleyhaya da söylemeyi unutma, onu çok özlediğimi bir kaç kere tekrarlarsan çok mutlu olurum."
Nazlı ne olduğunu anlamadan hareket halindeki aracın kapısı açılmış ve kolundan tutulduğuyla bir anda fırlatılması bir olmuştu. Yol kenarındaki tarlaya yuvarlanarak düşüşü, o sırada küçük taşlardan birine başını vuruşu aynı zaman içinde gerçekleşmişti. Hissettiği keskin acıyla gözleri kapanmıştı...
🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️🌪️
Halil bir türlü dönmeyen kızla restorana bakıp duruyordu.
"Nazlı gelmedi enişte."
Meyranın yanına gelip konuşmasıyla elindeki oltayı bırakıp kenara koyduğu, ince montunu üzerine geçirdi.
"Bakıp geliyorum, rahatsızlandı mı acaba?"
Bunu kendine söyler gibi kısık sesle söylemişti. Meyra da merak edince peşinden ilerledi. Restoranın girişinde duran garsona yaklaşıp selam verdi Halil.
"Merhaba, lavabolar ne tarafta? Eşim girmişti ama gelmedi daha."
"Kumral bir hanımefendi miydi?"
"Evet."
"O çıktı sanırım, yani görmedim ama çıkmıştır muhtemelen."
Halil kaşlarını çatıp çocuğa baktı.
"Ne tarafta lavabolar?"
Garson eliyle yönlendirdi. Halil kadınlar tuvaletinin önüne gelince Meyraya döndü.
"Bir baksana müsait mi içerisi?"
Meyra sadece başını sallayıp onayladı. Kapıyı açtığında içerde hiç hareket yoktu. İki lavabo, iki tuvalet kabini dışında çok da büyük bir yer değildi. Bir anda lavabonun altına doğru düşmüş çanta dikkatini çekti. Çığlığı andırır bir sesle "Halil!" diye bağırdı. Halil de sesi duyar duymaz içeri girmişti. Meyranın elindeki çantayı görünce bedeni buz kesmiş gibi kalakaldı.
"Çantası... Nazlı yok Halil!"
Halil hiç bir şey demeden Meyranın elindeki çantayı kaptığı gibi çıkışa doğru fırladı. Meyra da peşinden koşarak çıkmıştı.
Halilin kükrer gibi "Yiğit!" diye bağırmasıyla Meyranın gözlerinden damla damla yaşlar akmaya başladı.
"Halil ne oluyor? Nazlı nerde?"
Halilin sesiyle Yiğit ve Asaf bir şeylerin ters gittiğini anlamış ellerindeki oltaları fırlatıp koşmaya başlamışlardı. Kimse ne olduğunu bilmiyordu ama korku bir anda bir sürü kalbi sarmalamıştı.
Soluk soluğa kalan Yiğit ilk yanlarına ulaşan oldu.
"Ne? ne oldu?"
"Nazlı yok!"
Başka bir şey söylemesine bile gerek kalmadan hızla arabasına doğru koşmaya başladı Halil. Yiğit de peşinde hızla hareket ediyordu.
"Meyra... Meyra ne oldu? Neden ağlıyorsun? Nazlı nerde?"
Nazenin ağlayan Meyraya sarılıp sakinleştirmeye çalışıyordu.
"Nazlı yok! Tuvallette çantasını bulduk yok.."
Asaf başka bir şey sormadan Halile doğru fırladı. Kızlar da aynı hızla peşlerine takıldı. Gurur ne olduğunu anlamadan panikle hareket edenleri görünce aynı bilinmezliğe o da savrulmnuştu. Arabaların park edildiği alana ulaştığında Meyra ve Nazeninin sarılarak ağladıklarını gördü.
"Meyra! Ne.. Ne oldu?"
"Nazlı yok Gurur, yok Nazlı. Çantası burda kendi yok!"
Gurur öylece kızın elindeki çantaya baktı. Sonra arabanın bagajını hızla açan, içerisindeki altlığı söker gibi çıkarıp fırlatan Halile baktı.
Korku...
Korku her uzvunu ele geçirmiş ve hareket etmesine bile müsade vermiyordu. Öylece kilitlenmiş bir halde Halile bakıyordu.
Halil arabanın bagajına özenle yerleştirilmiş çantaları çıkardı. İlk açılan çantadan iki silahını çıkarıp beline taktı. Kızlar korku dolu gözlerle neler olduğunu izlerken üç erkek yüzleri duvar kadar sert konuşmadan anlaşıyorlardı. Bir silahı fırlattı ve Asaf havada yakalayıp beline taktı.
"Sisteme gir, benim kodumla yap girişi. Nazlının çantası burda, telefon takibi yapamayız. Yüzüğünü aktif et. Hemen bana kordinat bilgilerini bul!"
Yiğit hiç bir şey demeden arabanın bagajına gizlenmiş siyah başka çantayı alıp içini açtı. Bilgisayar çıkarmıştı. Alışılmışın dışında bilgisayar iki leptop büyüklüğündeydi. Sonra diğer çantadan bir kaç parça daha çıkarıp bilgisayara bağlamaya başladı Yiğit. Parmakları o kadar seri hareket ediyordu ki onu izleyen gözler Yiğiti takip edemiyordu.
Asaf Gurura seslendi.
"Gurur, al anahtarı kızları eve götür çabuk!" Atılan anahtarı refleksle havada yakaladı Gurur.
"Ablam... Ablam ne olacak?"
"Biz onu eve getirene kadar evden hiç biriniz çıkmayacaksınız! Çabuk ol, Meyra ve Nazenini eve götür!"
"Hayır hayır gitmem! Nazlıyı bulmadan gitmem ben!"
Meyranın sesiyle Yiğit başını anlık kaldırıp Meyraya baktı.
"Hemen eve Meyra! Biz onu getireceeğiz, zaman kaybettirmeyin bize! Hemen eve!"
"Yiğit..."
Meyranın sesi ilk kez bu kadar yardım çığlığı gibi çıktı Yiğite karşı.
"Meyram... Lütfen..."
Biraz evvelkinin aksine sesi olabildiğine yumuşaktı.
"Hadi Nazenin, zaman kaybediyoruz güzelim. Gidin!"
Asafın kelimelerine Nazenin yaşlı gözlerle başını salladı. Onlar ne yapacaktı ki sanki? Yük olmaktan başka ne işe yarayacaklardı.
"Gidelim Meyra, hadi engel oluyoruz onlara. Gidelim Nazlıyı getirsinler bize."
Nazenin iyice sarıp sarmaladığı Meyrayı çekiştirerek Asafın arabasına doğru yönlendirdi. Halil telefonundan yaptığı görüşmeyi bitirdiğinde Gururun öylece ona baktığını gördü.
"Kızları eve sağ sağlim ulaştır aslanım. Ben ablanı alıp evimize gelene kadar hepsine sen sahip çıkacaksın."
"Enişte..."
"Ben Nazlı alıp geleceğim Gurur! Başka bir ihtimal yok!"
Gurur başını sallayıp arabaya doğru koşar adımlarla yürüdü. Isırıp durmaktan yanağının içi kan akıtıyordu. Dudakları "lütfen Allahım" dan başka kelime edemiyordu. Eniştesine güvenmekten başka şansı yoktu da zaten. O ablasını getirecekti evlerine, söz vermişti.
Hareket eden arabayla Halil Asafa baktı.
"Avcıya haber ver! Hemen buraya gelsin."
"Kobra benim kodumla girsin Yiğit sisteme. Sen biliyorsun! Şu an için olmaz."
"Sen sınırlandırılmışsın, yetersiz gelebilir. Nazlının yüzüğünü senden takip edemeyiz. Beni sorgulama!"
Asaf başını sallayıp telefonuna döndü. Biran evvel Avcıya ulaşması lazımdı.
"Buldun mu?"
"Bekle..."
"Yiğit!"
"Dronlara bağlanmam için onaylanmam lazım!"
"Sana benim kodumu kullan dedim! "
"Abi senin giriş yapmaman gerektiği emri verildi bana."
"Sana ne diyorsam yap! Sorumluluk bende. Bekleyemeyiz, ne halde bilmiyoruz bekleyemeyiz.!"
Ordan sonra Yiğit hiç bir şey söylemeden Halilin adına Güneşin sistemine girdi. Giriş 'kobra' adına olduğu için Güneşin ve devletin imkanlarına erişimi kısıtlandırılmamıştı. İstihbarata ait dronelara bağlantıyı kurdu ve Nazlının yüzüğüne yerleştirilmiş micro GPS sistemi aktive edilmiş oldu.
Aradan beş dakika geçtiğinde sinyal almaya başladılar.
"Yakaladım! hareket halinde, tarla başı civarındalar, İstanbul yolu."
Yiğitin sözleri biter bitmez kurulu sistem arka koltuğa yerleştirildi. Asaf ve Halil öne geçerek arabayı sürmeye başladı.
Olabildiğine hızlı ilerliyordu. Yiğitin hâlâ hareket halinde olmalarını söylemesiyle hızını artırdı.
"Durdu..."
"Ne?"
"Sinyal durdu, yüzüğü fark edip atmış olabilirler mi?"
Halil gaza sonuna kadar bastı.
"Kahretsin!"
Dişlerini sıkmaktan çenesinin kırılacağını hissetti. Direksiyonu daha sıkı kavradı.
"Çok az kaldı, hâlâ hareketsiz."
Yiğitin durum bildirmesiyle kalbi yanar gibi acıdı. Ona bir şey olmasına izin veremezdi. Onlar daha yeni kavuşmuşlardı, bunu kaldıramazdı. Kimsenin yüzüne bakamazdı Halil. Yaşayamazdı da...
"Kobra!!! Kobra sağda!"
Halil ani frenle durdurdu arabayı. Sonra da hemen fırladı açtığı kapıdan. Hızlı adımları tarla kenarında öylece hareketsiz yatan Nazlıdaydı.
"NAZLI!!!!"
Bağırtısı ilerdeki ağaçta tünemiş kuşları havalandırdı. Olabildiğine hızlı koşarak sonunda öylece yatan bedene ulaştı. Yüzüne dağılmış saçlarını çekip baktı. Saçından eline bir ıslaklık bulaşınca elini çekti. Kanı görmesiyle soluğu kesildi.
"Nazlı... Nazlım uyan güzelim... Nazlı ne olur uyan."
Yüzüne yapışmış saçlarını çekip başını dizine yaslayınca iki adamda yanlarına varmış oldu.
"Ne... Ne durumda?"
"Başında açılma var. Kanamadan göremiyorum boyutunu. Hemen hastaneye götürmemiz lazım."
Bir inlemeyle hepsi sus pus oldu.
"Nazlım, güzel boncuğum..."
Titreyen sesini Asaf ilk kez böylesi korku dolu duymuştu. O Halili hiç bu kadar ürkek görmemişti.
"Halil..."
Nazlının iniltisiyle dudaklarına kan bulaşsa da alnını öptü Halil.
"Burdayım sevgilim. Bulduk seni Nazlım. Bir şeyin yok... Yok güzelim, iyisin..."
"İyiyim..."
Halil ağlayacağını hissetti. Nazlı gözlerini kısık açmış gülümsemeye çalışarak iyiyim diyordu. Korkudan aklını kaybedecek Halili yine bu halde Nazlısı düşünüyordu.
"Nazlı özür dilerim. Özürü dilerim boncuğum, koruyamadım seni."
Halil Nazlının konuşmasına izin vermeden bedenini kavrayıp ayaklandı. Kucağına aldığı kızı sarsmamak için koşarak geldiği yolu usulca yürüyerek bitirdi.
Ara koltuğa geçip kucağında Nazlısıyla oturdu. Kimseden tek kelime ses çıkmıyordu. bir şeyler sormak için henüz erkendi. Asaf yine olabildiğine hızlı arabayı hastaneye doğru sürdü.
Hastaneye vardıklarında Halil Yiğite baktı.
"Halamlara haber ver buraya gelsinler."
Başka da bir şey demeden acil girişine doğru Nazlıyı taşıdı. Nazlı yolun yarısında kendinden geçmişti. Başındaki kesik derin değildi ama oraya ulaşana kadar baya kanamıştı.
Acil sedyeye yatırılan kız müşade odasına alındığında öylece kala kaldı Halil. Kasılmaktan gerilmiş sinirleri boşluğa düşmüş gibi bir güçsüzlüğe neden olmuştu. Ardından sırtına konan bir el olmasa yığılıp kalacak gibiydi.
"Birşeyi yok. Abi hiç bir şeyi yok..."
"Ölebilirdi..."
"Bunu yapma kendine, bir şeyi yok Nazlının. Şimdi çıkacak doktor. "
"Kaybettim sandım..."
Fısıltısı Yiğite değil de kendine gibiydi. Gerçekten Nazlıyı bulup, kucağına alana kadar onu kaybettiğini sanmıştı ve ölüm gibi bir his tüm bedenini esir almıştı.
Aradan on beş dakika geçmeden halasının ve eniştesinin önde geri kalanların ise arkada koşturarak geldiklerini gördü.
"Oğlum! Halil, kızım nerde?"
Halilin kapıya kilitlenmiş bakışları öylece kalmıştı.
"Hala içerde, başı yarılmış. Doktorlar şimdi çıkar, korkma. Bir şeyi yok korkma."
Yiğit gözlerinden yaşlar boşalan halasını kollarıyla sarıp sarmaladı.
"Nazlım... Ne oldu benim yavruma?"
"Bilmiyoruz hala, ne olur dur, çıkınca öğreneceğiz."
Yiğit halasını sakinleştirmeye çalışırken Asil Halilin yanına vardı. Oğlunun kapıya kilitlenip kalmış yüzüne baktı. Korku hücrelerine kadar canını yakıyordu ama o babaydı. Yıkılamaz, kendini bırakamazdı.
"Halil, oğlum..."
"Ben... Koruyamadım enişte..."
"Dur evladım, bi çıksın doktorlar. Yapma sakın böyle..."
"Karımı koruyamadım..."
"Buldun! Kızımı bir saat içinde buldun. Sen bırakamazsın kendini."
Asil omzunu kavradığı çocuğu kendine getirmeye çalışırken cam kapılar iki yana kayarak açıldı. Bir doktor çıkmıştı sadece.
"Kafa travmasıyla gelen hastanın yakınları siz misiniz?"
"Ben annesiyim. Kızım o benim. Nazlı nerde?"
"Korkmayın, ciddi bir problem yok. Düşme sırasında başına darbe almış. Dört dikiş atıldı, şu an hemşire hanımlar yüzünü temizliyor. Kafa tomogrofisi istedim her ihtimale karşı. Bilinci yerinde. Bedeninde bir kaç ezilmeler var ama dediğim gibi korkulacak seviyede bir durum yok. Hareket halindeki araçtan yuvarlanarak düştüğünü söyledi. Çok daha ağır sonuçları olmadan atlatmış olması önemli. "
"Arabadan mı? Kızımı arabadan mı atmışlar?"
Züleyha eli göğsünde hıçkırıklarının arasında söyleyebilmişti bunları. Onun minik kızına kim, niye böyle bir şey yapmıştı?
"Bilinci yerinde dediğim gibi, dikiş esnasında sorduğumda söyledi. Bu günlük her ihtimale karşı hastanede kalsın. Tomografi sonuçlarına göre tekrar konuşuruz. Ağrısı için ilaç yapılacak. Hastane polisi de uğrayacaktır odasına. Ben akşam saatlerinde kontrol ederim kendisini. Geçmiş olsun..."
Doktor söyleyeceklerini bitirip yanlarından uzaklaşınca hepsi kapıya döndü. Nazlı tekerlekli sandalyede içerden çıkarılmıştı.
Hepsi bir anda yanına ulaşmak için hareket etti.
"Hastanın baş dönmesi var, odasına götürelim öyle görüşün."
Hasta bakıcının uyarısıyla bir adım geriye çekildiler.
"Annem... Yavrum iyi misin?"
Nazlı yorgunca gülümsemeye çalıştı ve gözlerini açıp kapattı.
"Korkma anneciğim, iyiyim. Ayağa kalkacakken sendeledim, ondan sandalyeye oturttular."
"Annesi kurban olsun verene. Öldüm kızım, gelene kadar öldüm."
Asil hıçkırıkları güçlenen karısını belinden kavrayıp sarmaladı.
"Züleyham... Yapma karım, korkutma kızımızı. Yok bir şeyi, yok değil mi babam?"
Nazlı aynı yorgun bakışlarını babasına değdirdi. O adam ne derse desin önemli değildi. Nazlı babasını tanıyordu, gözleriyle görse de inanmazdı asla.
"İyiyim babacığım, korkmayın ne olur?"
Hastabakıcı sandalyeyi hareket ettirecekken Halil uzanıp tuttu. Adam da bir şey demeden geriye çekildi. Hastabakıcı ve hemşirenin önden ilerlemesiyle odaya ulaştılar. Nazlıyı yatağına yatırdılar. Halil tek kelime etmiyordu ama gözleri de bir an ayrılmıyordu karısının üzerinden.
Odaya girince kızlar sarıldılar kız kardeşlerini. Yarı ağlar yarı gülümser bir yüzle öptüler iki yanağından. Asaf geçmiş olsun diye fısıldadı. Yiğit uzanıp pansuman yapılmış kaşının üzerini öptü. Geride duran Gurur nemli gözleriyle öylece bakıyordu.
Nazlıyla göz göze geldiklerinde gözünden akan yaşa Nazlı ilk orda bir damla akıttı. Gururun korkusunu anlıyordu. Bir daha görememe ihtimali onun da kalbini çatlatacak kadar acıtmıştı.
"Fındık kardeşim..."
"Ödümü kopardın boncuk, aklımı alıp geri verdin resmen!"
Uzanıp, incitmekten korkar gibi sarıldı Gurur. Omzuna bir sürü öpücük bıraktı.
"Dinlensin ablan oğlum. Hadi..."
Asilin sesiyle yataktan kalkıp geriye çekildi Gurur. Asil kızına derin derin baktı. Sonra geri Yiğite döndü.
"Yiğit herkesi eve götür oğlum. Zümrütle Yağız eve gelecekler. Korkmasınlar evladım. Biz bu gece burdayız. "
Asil sabırla neler olduğunu öğreneceği saati bekliyordu. Ne olduysa kızına öğrenip, bunun hesabını soracaktı.
Kimse fazladan bir şey söyleyip zor durumda bırakmamak için sessizce çıktılar dışarı. Yalnız kaldıklarında sessizlik bir süre daha devam etti. Sonra odaya giren hemşire ve doktorla Züleyha kızının yatağından kalkıp gelenlere baktı baktı.
"Tomografi sonuçları normal, endişelenmenize gerek yok. Hemşire hanım ağrı kesici yapacak. Dikiş atılırken uygulanan lokal anestezinin etkisi geçmeye başlamıştır. Ağrı kesiciyle uyuyabilirsiniz."
Hemşire ağrı kesiciyi yapıp, bir şeye ihtiyaçları olduğunda basacakları düğmeyi gösterip çıkmıştı.
Asil kızına baktı.
"Babam... Ne olduysa anlatacak mısın bize yavrum?"
Nazlı babasına baktı. Gözleri dolu dolu, ne diyeceğini bilemez bir hâl içerisindeydi.
"Adı Kenanmış. Senin... Kardeşin olduğunu söyledi..."
Nazlı o andan itibaren her şeyi anlatmaya başladı. Asil ve Halilin kararan yüzünü, annesinin ağlamalarının artmasını görmemek için başı ellerinde neler olduysa bir bir söyledi.
"Bir amacı yokmuş, öyle pislik çıksın diye... Yani yalan yanlış bir sürü şey söyledi, sanki inanırmışım gibi. Ben inmek istiyorum deyince arabadan bir anda attı. Anlamadım bile."
Kırık bir sesle babasına baktı. Nazlı babasının söylenen hiç bir şeye itibar etmediğini bilsin diye bir çok kelimenin sonuna "yalanları" diye özellikle belirtiyordu.
Halil ise çok daha başka bir şeyle boğuşuyordu. O bu yaşanılanlara sebep olduğu düşüncesiyle kendini kahretmişti. Hiç aklına böyle bir durum gelmemişti. Ama öfkesinde zerre azalma olmamıştı. Nazlı yada Yiğitin aksine yıllar önce ne yaşandıysa Halil biliyordu. Eniştesinin nasıl kötü günler geçirdiğini Semiha teyzesi, anneannesine anlatırken dinlemişti. O adamın da kim olduğunu çok iyi biliyordu.
Züleyha kızının saçlarını okşaya okşaya uyumasını izledi. Hiç biri konuşmuyordu. Nazlının iyice uykuya daldığına emin olunca Halil ayaklandı. Onunla beraber Asil de ayağa kalkmıştı.
"Enişte lütfen otur!"
"O benim kızım!"
Halil eniştesi hiç konuşmamış gibi Nazlının yatağına doğru yürüdü. Uzanıp kan bulaşmış saçlarına öpücük bıraktı. Sonra tekrar eniştesine baktı.
"Benim de karım enişte! Sen zamanında karın ve çocukların için yapman gereken her şeyi yaptın. Şimdi bu gün olanların hesabını sormak bana düşer."
Asil dimdik gözlerine bakan adama ne diyeceğini bilemedi.
"Halil, oğlum nereye gidiyorsun sen?"
Halil bu sefer halasına doğru yürüdü. Karısının başına kondurduğu öpücüğün bir eşini halasına kondurdu.
"Karım uyanmadan geleceğim hala, merak etme."
"Nereye oğlum?"
Züleyhanın korkuyla çıkan sesine yüzünde dingin bir tebessümle baktı.
"Sabah olmadan geleceğim hala."
Başka bir şey demeden kapıya yönelince Asil de peşine takıldı. Kapıdan çıktığında Asaf hazır bekliyordu. Asil anlık ona da baktı.
"Bende geleceğim !"
"Enişte sen burda karın ve kızınla kalacaksın. Sen merhametli bir adamsın, yıllar önce yapılması gerekeni yaptın bitti. Demekki onlar asil bir adamın merhametini hak etmiyorlar. Onlara bir kobranın düşmanı olmak ne demek öğreteceğim. Bu gün... Ben bu gün yeni kavuştuğum sevdamı kaybetmekle sınandım. Bunun öcünü almadan karımın yüzüne bakmayacağım!"
Asilin içi rahat etmese de anlıyordu oğlunu. Kendinden biliyordu.
"Kendini tehlikeye atacak bir şey..."
Halil tehlikeli küçük bir tebbessümü gösterdi eniştesine.
"Benim için değil. Ama o adam için çok tehlikeli bir şey yaklaşıyor."
Başka bir şey demeden yürüyüp çıktı hastaneden. Asaf da peşinden sessizce ilerliyordu.
"Avcı bekliyor. Ne yapıyoruz?"
"Restorandan itibaren şahse ait yada mobeselere takılan tüm yolları inceleyeceğiz. Aracın plakasına ulaşınca yer tesbiti isteriz."
"Halil!"
Halil adımlarını dururup ardından konuşan kişiye baktı.
"Görev öncesi dikkatleri üzerine çekecek hiç bir şey yapamazsın. Hesabını sorarlar!"
"Kim sorar susta. Tuğrul Doğru mu? Ya da Başkan! Sana ulaşırlarsa emirler dahilinde hareket ettiğini söylersin."
Asaf başka bir şey söylemedi. Hastane çıkışında bekleyen araç anlık farkları yakıp kapatmıştı. Halil o yöne doğru adımladı. Ön koltuğa geçip oturduğunda aynı anda arka kapı da açıldı.
Yan tarafta oturan ekip arkadaşı hiç bir şey demeden aracı hareket ettirdi. Alnından kaşına doğru tırtıklı bir iz vardı. Esmer, kalıplı bir adamdı. Dikiz aynasından arkadaki adama baktı.
"Ne yapıyoruz usta?"
Halil gözünü yoldan ayırmadı.
"Biri kobranın yuvasını dağıtıp, hiç bir şey olmadan yaşayabileceğini sanmış. Ona kobralarla düşman olmanın ne demek olduğunu öğreteceğiz..."
Anam anam anam bebek sıfatlım biz sana niye kobra diyoruz millet anlasın diye bir dahaki bölümü sana ayıracağız artık👀
Eeeee ne diyorsunuz bölüme???
|
0% |