@orenda
|
Elimdeki telefondan gözümü ayırmadan mesajı görmesini bekledim. Beş dakika tek tik de kalan mesaj sonunda yerine ulaştı.
"Nazlı...Mesajını bekliyordum Nazlı."
"Halil, benim bir açıklama duymam gerek! Ne olur bana bir şeyler söyle..."
"Bana dört gün ver. Söz veriyorum dört gün sonra döndüğümde her şeyi anlatacağım."
Döndüğümde... Döndüğümde ne demek Allahım? Bu adam niye açık açık söylemiyor hiç bir şeyi? Benim işim vardı desin, başka önceliğim vardı desin. Tamam belki sevmiyor bile ama biz beraber büyüdük onunla. Bu kadar yıl habersiz kalışının bir sebebi olmak zorunda.
Öyle hızlı çıktı karşıma ve o kadar hızlı yok oldu ki hiç bir şey soramadım ben. Hiç bir şey öğrenemedim.
"Halil biz beraber büyüdük. Beraber büyüdük ama bir anda sildin sen bizi. Sadece beni de değil. Kimseyi doğru düzgün aramaz oldun. "
"İnan boncuk kızım sebepsiz değil. Asla değil. Asla bırakmam ben sizi. Silmek ne demek? Sadece zorunluydum. Bana zaman ver Nazlı. Dört gün sonra ülkeye dönmüş olacağım. O zaman yüz yüze her şeyi konuşacağız."
Ülke? Allahım daha kaç saat önce buradaydı bu adam. Ne demek ülkeye dönmek? Nerdesin Halil? Sen biz bilmeden ne işler yapıyorsun?
"Biliyorum öfkelisin bana. Haklısın..."
Gelen mesaja baktım ama ne diyeceğimi bilemedim. Ona kavuştuğu için zerre mantıklı düşünemeyen kalbim, sakinleşince aklım yine devreye girdi.
Hafta değil, ay değil, yıllar var arada. Üç koca yıl var. Üç yılda beş gün gitti Adanaya. Benim yerimden kıpırdayamayacağım kadar yoğun olduğum zamanda gitti.
Kalbim onu deli gibi özlese de almadım ağzıma adını. Yiğite sormadım, anneme ne hâlde demedim. Kimseye benim Halilim nerde diye bir kere bile seslenmedim.
Şimdi sancılı bir anın etkisiyle ona yazmışken ve o hemen geri cevap vermişken içime çok koyuyordu bu olanlar.
Hasreti bilen bilir. Bekleyişin acısı, tek bir haber için çırpınan kalbin bağrışlarını özlemle kıvranan başka bir kalp anlar.
İstediğin bu değil miydi, bak kavuştun işte diyen yanıma tezat başka yanım da neden diye veryansın ediyordu.
Neden ben böyle bir yoksunluğun içine itilmiştim?
"Nazlı? Nazlı lütfen bir şey söyle. Niye cevap vermiyorsun?"
Elimde titreyen telefona bakıp tekrar soluma doğru kıvrılıp uzandım.
"Boncuk kızım... Söz veriyorum Nazlı, affettireceğim kendimi. Ne olur konuş benimle."
"Çok kırgınım Halil. Böyle nasıl bir his biliyor musun? Her yanımda küçük küçük cam kesikleri var. Baksan minicikler ama o kadar çoklar ki acıları birleşiyor ve kocaman tek bir kesikten daha fazla yakıyorlar canımı."
"Biliyorum Nazlı... Haklısın, öfken için de kırgınlığın için de haklısın."
"Halil tamam. Biliyorum yani, anlıyorum. İşin gücün var, bilmediğim ama önemli başka işlerin var. Ama hiç mi kıymetim yoktu sende? Beraber büyüdük diye de mi azıcık değerim yoktu gözünde?"
Mesaj hemen ulaştı ama bir şey yazmadı bir süre. Baktım öylece ekrana. Çevrim içiydi, muhtemelen hâlâ mesajlaştığımız sayfadaydı. Ama yazmıyordu, yazamıyordu belki de.
Gerçi ben bunu anlamayı bir türlü beceremiyordum sanırım. Ben seviyorum diye o da sevmek zorunda değildi ki. Değildi işte. Beraber büyüdüğü kişiydim ben onun. Bu kadardı işte. Ben niye bunu bir türlü kalbime anlatamıyordum?
Aptal kalbim anla artık. Sen uğruna ölüyorsun diye onda da depremler olmak zorunda değil! Anla ve kabullen...
"Nazlı ne demek beraber büyüdük diye. Sen biliyorsun Nazlı! Söylenmesine gerek yok biliyorsun. Bildiğin için attın o mesajı. Bendeki seni bilmesen sen asla bir adım gelmezdin bana."
"Ne değişti ki Halil? Bak bir mesaj canımı daha çok yakabiliyormuş çok iyi öğrendim. Üç yıldır o telefon hiç çalmadı. Adın ekrana bir kere düşmedi! Ben benimle büyüyen Halili biliyorum ama bu gün karşıma çıkan adam benim Halilim mi bilmiyorum."
"Nazlı... Nazlı boncuğum. Çok özledim Nazlı. Aklın almayacak kadar çok özledim."
"Niye gelmedin ki öyleyse? Özleyen gelmez mi? Çok yakınız birde. Kaç saat ki İstanbulla Bursanın arası. Hemen gelir özleyen."
Yine öylece kaldı mesajım havada. Bu sefer çevrim dışı oldu üstelik. Burnum sızladı, genzim yandı. Gözlerim çok hızlı doldular.
Bekledim... Öylece on dakika geri dönsün, kendini affettirsin diye bekledim. Omzuma bir el uzandı.
"Nazlı çiçeğim, neyin var? Biraz evvel... Gülüyordun kuşum. Bir şey mi oldu?"
Nazeninin bana bakan badem gözleri, o anlayış yüklü ifadesi zaten titreyen dudaklarımın barajını yıktı. Omzuna yaslanıp sıkı sıkı sarıldım.
Nankörlük müydü bu bendeki acaba? Bir kere görsem yeter diyen yanım nereye kaybolmuştu da şimdi niye diye hesap soruyordum.
"Ne oluyor lan orda?"
"Bilmiyorum Meyra. Sırtı dönük uzanıyordu, burnunu çekince baktım ağlıyor. Ne oldu kuşum, korkutma bizi?"
Onları da hep böyle endişelendirip duruyordum zaten. Babamın dediği gibi nazlı bir şeydim, kahrı çekilesi biri değildim işte.
"Ben kendimi anlamıyorum ki. Niye böyleyim ben anlamıyorum artık kendimi."
"Kızım ne oldu bir söyle ben anlatacağım her şeyin kaidesini sana."
Elimdeki telefonu onlara uzattım. Benim onlardan hiç saklım gizlim yoktu zaten. Her şeyimi benden bile daha iyi biliyorlardı.
Meyra mavi gözlerini kısarak okudu her mesajımızı. Nazenin ise alt dudağını ısırmış bir Meyraya bir mesajlara bakıyordu.
"Ülkeye dönmek ne lan? Nerde bu kobramsı bıldırcın? Kızım polis değil mi bu çocuk, ne alaka şimdi?"
"Bilmiyorum ki... Polis işte, ne işi var bir anda yurt dışında. Dört gün ver bana deyip duruyor. Zaten en son mesaja cevap bile yazmadan çıktı gitti."
Elinde telefon hâlâ bakıyordu Meyra. Her şeyi dalgaya vuran halinden zerre eser yoktu. Ben bir şey söyleyecek, beni rahatlatacak diye beklerken telefonu uzattı.
"Ona istediği dört günü ver Nazlı! Sonrasına sonra bakarız ama şimdi bu dört günde sakın darlama. Aklını olmadık şekilde bulandırma. Sağ sağlim ülkeye dönene kadar sıkıntıya düşürecek hiç bir şeyin içine sokma."
Sonra ardını dönüp masasına gitti. Önüne yığdığı ders notlarına gömüldü.
Bakışlarım bir ona bir Nazenine kaydı. O da benim kadar şaşkındı üstelik.
"Biraz önce konuşan bizim Meyra mıydı Nazlı kuş?"
"Ben değil ama o içmiş sanırım. Annem parçalayacak onu."
Bir şey demeden o da masasına geçti. Sanırım ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu.
Yapacak bir şeyimin olmamasından sebep öylece etrafa baktım. Sonra da okulöncesi dönemde bilişsel gelişim evrelerini tekrar gözden geçirmek için masama geçtim.
Elimdekine yoğunlaşmış okurken telefon tekrar titredi.
"Çok güzelleşmişsin Nazlı. Yakından çok daha güzelsin."
Sorduklarıma cevap veremiyordu. Belki de Meyra haklıydı ona istediği o dört gğnü verecektim. Eğer ki gerekçeleri kalbimin sızısını almaya yetmezse acımı kendi içimde yaşamaya devam edecektim. Halilsiz ama onurlu...
Elime telefonu alıp son mesaja tekrar baktım. Beni deniyordu salak. Eskiden de hep böyleydi zaten. Beni kızdırınca başka bir şey söyler ya da sorar kğsüp küsmediğimi anlamaya çalışırdı. Dudağımı acıtana kadar ısırdım.
Meyrayı dinlemek isteyen yanıma engel olamıyordum.
"Karanlıktı bi kere nerden gördün de hemen karar verdin?"
Hemen görüldü mesajım.
"Gördüm ben. Boncuk gibi gözlerini, minicik burnunu, kaşlarını, kirpiklerini gördüm. Hep biliyordum zaten çok güzel bir kadın olacağını ama bu kadarı da fazla değil mi Nazlı?"
Kıkırtıma engel olamadım. Benim içim içimi yemişti yakışıklı yüzüne baktıkça. O da beni beğenmişti o zaman. Güzel bulmuştu. Ben ekrana kıkırdayarak bakınca kafama bir şey çarptı.
"Ne oluyor be?"
"Sen var ya! Çok ağır bir şerefsizsin. Biraz önce bizi derde salıp adamla mı fingirdeşiyorsun yosma? Ulan bu aşkın cefası bize sefası kobra Halile mi? Yedirmem lan ben hakkımı!"
Dediklerine ve ciddiyetine daha şiddetli güldüm. Nasıl haklıydı sarı çitlenbiğim.
"Ama sen dedin, darlama sakın aklını bulandırma dedin."
"Dediydem de padişahın gönlünü gören cariyeliğe soyun demedim. Bak zaten pratikte hiç bir boka yaramayacak teorik saçmalıklar ezberliyorum, sinirlerim tepemde silkerim gelmişini geçmişini."
Bu sefer Nazenin de güldü.
"Nazlı kuşum üzülerek söylüyorum ama Meyra haklı be yavrum. Ağlaman ve gülmen arasındaki zaman ışık hızıyla yarışır."
Omuzlarımı silkip, dudaklarımı büzdüm. Tıpkı Meyranın nefret ettiği gibi.
"Ama aşığım ben."
"Hay sikeyim senin aşkının geliş yolunu. Ulan aşık olmak gibi bir boklar yersem suyuma arsenik atmayan şerefsizdir. Beni bu hale sokacak bir ibnetor yok ama olurda boşluğa denk gelirim, Nazenin görev senin yavru kuş."
Nazeninin Allah korusun nidaları, çekilen kulağı ve tahtaya defalarca vuruşu çok tatlı göründü gözüme.
Sonra telefonu tekrar aldım elime. Bu kadar beklemek yeterdi, artık mesaj atabilirdim.
"Sende çok değişmişsin, kilo mu aldın ne? Bi yaşlanmış göründün gözüme."
Yalan gerçekten yuva yaptı götüme. İnşallah sesli dile getirmediğimiz hiç bir yalandan mesul olmayız. Yoksa benim yolum yol olmadığı gibi sonum da son değildi.
"Nazlı nazlı nazlı... Yalancı Dildarım. Dört gün çok zor geçecek boncuk Nazlım. Ölüm kadar zor geçecek..."
Dört gün...
Beklemem gereken dört gün vardı sonuçta. Bana da ölüm kadar zor geçecek dört koca gün...
**************** Halil hızla çıktığı binadan arkasını kollayan dostuna işaret verdi. Onun çıkması ve alarmların çalışması aynı zamanda gerçekleşmişti. Binanın güvenliğini sağlayan ekipleri atlatıp onu beş yüz metre güneyde bekleyen arabaya kadar koşması oldukça hızlı gerçekleşti.
"Ne durumdasın?"
"Aldım hepsini? Çıktı mı diğerleri?"
"Mızrak ve kasap çıktı. Şahin çatıdan indi ama avcıdan sinyal alamadım."
"Çıkmıştır o, acele et. Teslimat saatini kaçırmayalım."
Hızla giden araçta sadece kobranın telefona düşen bildirimlerinin titreme sesleri duyuluyordu.
Susta konuşmak istemedi ama kendine engel de olamadı.
"Yanlış yapıyorsun!"
"Biliyorum..."
"O zaman niye oğlum? Kızı hedef haline getireceksin."
Halil derin bir nefes alıp hızla akan yola baktı.
"Dayanacak gücüm kalmadı çünkü."
"Halil... Bak altı yıldır beraberiz, altı! En azından biraz daha sıksaydın dişini. Şu rus orospuyu başımızdan atana kadar dayansaydın."
"Mesaj attı. Eğer dönmeseydim, bir kere daha onu yok saysaydım tamamen kaybedecektim. Nazlı ölse bile artık beni dinlemezdi. Bilmiyorsun sen onu, silerse bir kere ölmem bile yetmez sözünü yutmasına."
"Ne iş yaptığını öğrenmek isteyecek!"
"Üstü kapalı da olsa bir şekilde anlatacağım. Böyle olmuyor lan, olmuyor işte! Aklım, kalbim onda. Kafayı yiyecek gibi oluyorum Yiğit bir adam adı söyleyecek diye. Yanına, kalbime biri sızacak diye sıyırıyorum artık! Böyle yaşanır mı?"
"Onu tehlikeye çekiyorsun..."
"Allah belamı versin... Biliyorum ama engel olamıyorum..."
"Yalanla olmaz ama bizim işler."
"Yalanla işim yok Susta. Beni kabul eder mi böyle bilmiyorum ama bir kere ona gitmem lazım. Kovarsa da boynum önünde eğik. O ne derse o olur..."
|
0% |